tag:blogger.com,1999:blog-91050388338845801382024-03-13T07:10:54.886+03:00vişne çekirdeğifüshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.comBlogger247125tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-51104684013001892662018-12-20T14:26:00.002+03:002019-01-22T13:14:45.880+03:00Şiddetsiz İletişim Mümkün...Geçenlerde yine bir yazı yazmışım, yayınlamamışım. Dün o yazıyı yayınladım. 2019'da yazmaya niyetliyim ve de paylaşmaya...2018'in son günlerinden girizgahı yapmış olayım...<br />
<br />
Biraz önce bitirdiğim bir kitaptan bahsetmek istiyorum. "Şiddetsiz İletişim". Bu kitabın uzun süredir takibindeydim ancak bir sıra baskısı tükenmişti, okumak bu günlere kısmetmiş...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBZsPuKqbgak9jEj1Uyh0JldguGw9QvHsQVxdZHnHePYWk3Zq7QZDVmulxGzVmNYHz3Fvth3MrX8J7aDzYWuk7JLBD6IL213treUCVE6-7NlDPz51noBssx54RPKxRGQm2exRKQLU8E3U/s1600/siddetsiz+iletis%25CC%25A7im.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="392" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBZsPuKqbgak9jEj1Uyh0JldguGw9QvHsQVxdZHnHePYWk3Zq7QZDVmulxGzVmNYHz3Fvth3MrX8J7aDzYWuk7JLBD6IL213treUCVE6-7NlDPz51noBssx54RPKxRGQm2exRKQLU8E3U/s320/siddetsiz+iletis%25CC%25A7im.jpg" width="209" /></a></div>
<br />
<br />
Klinik Psikolog, Akademisyen Dr Marshall Rosenberg, 1940'lı yıllarda Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve bu sebeple çok genç yaşta şiddetle tanışmış. Rosenberg sadece fiziksel şiddetten bahsetmiyor kitabında, hatta daha çok; davranışlarımıza, sözlerimize işlemiş, fiziksel olmayan günlük şiddetten bahsediyor. Kitabın her bölümünde durup; kendimle ve çevremle olan iletişimimi gözden geçirdim. Zira kitap düşündürtüyor insanı. Aslında biraz dursak, durabilsek, neleri neleri görüp farkedeceğiz ya, neyse...<br />
<br />
Şimdilik kitapta duralım ve başlayalım anlatmaya:<br />
<br />
Rosenberg'e göre, Şiddetsiz İletişim'in 4 öğesi var:<br />
1-Gözlem<br />
2-Duygu<br />
3-İhtiyaçlar<br />
4-İstek/Rica<br />
<div>
<br /></div>
"Şiddetsiz İletişim"'de kendimizi bu 4 öğeyi içerecek şekilde ifade etmeyi, aynı şekilde bu 4 öğe aracılığıyla karşımızdakini de empati yoluyla dinlemeyi öneriyor.<br />
<i>-İletişimde gözlemlediğimiz somut davranışlar neler? (Gözlem)</i><br />
<i>-Bu gözlemlere bağlı olarak, kendimizi nasıl hissediyoruz? (Duygu)</i><br />
<i>-Peki ihtiyaçlarımız, isteklerimiz neler? (İhtiyaçlar)</i><br />
<i>-Bu ihtiyaçları karşılamak için çevremizden rica ettiğimiz/istediğimiz davranışlar neler?(İstek/Rica)</i><br />
<br />
Oldukça basit görünüyor değil mi? Öyle, peki uygulaması? Maalesef; kolay değil. Rosenberg; yargılamalar, karşılaştırmalar, talepler ve etiketlemelerin bizi hayata yabancılaştıran bir iletişim ortamına sürüklediğini söylüyor. Ayrıca, hayata yabancılaştıran iletişimin; kendi düşüncelerimizden, duygularımızdan ve eylemlerimizden sorumlu olduğumuzu fark etmemizi engellediğini belirtiyor.<br />
<br />
Ve örneklerle, alıştırmalarla bu yabancılaşmayı bize hatırlatarak, bizi kendi hayatımızla ilgili sorumluluğumuzu almaya çağırıyor. Biraz daha detaya girersek, Şiddetsiz İletişim için bize şu bileşenleri uygulamamızı salık veriyor:<br />
<br />
<b>1-Değerlendirme yapmadan gözlem yap:</b> Bu sürecin ilk adımı: Genellemelerden ve yargılardan kaçınarak, zamana ve veriye dayanan gözlemler yapmamızı söylüyor. (Kitapta bol bol alıştırma var, kendinizi gözlemlemek açısından da bu alıştırmalar etkili.)<br />
<br />
<b>2-Hissettiklerini ifade et:</b> Rosenberg diyor ki; "<i>Kendimizle bağlantıda olmak yerine, başkalarına odaklı olma yönünde eğitildik. Hep zihnimizde akıllı olmayı ve başkaları neyi söylememi ve yapmamı doğru bulur diye kafa yormayı öğrendik."</i><br />
Bu eğitilme şekliyle; duygularımıza ve hislerimize yabancılaştığımızı, düşüncelerimizle hislerimizi birbirine karıştırdığımızı söylüyor. Kitaptan bir örnek verirsem, konu daha iyi anlaşılacak. Mesela "Gitarist olarak kendimi yetersiz hissediyorum" gerçek bir duygu ifadesi değil, daha çok kişinin kendi yeteneğini değerlendirdiği bir düşünce. Kişi; "Gitarist olarak kendimi hayal kırıklığına uğrattığımı hissediyorum" derse, duyguyu konuşmaya başlayacak. Yetersizlik düşüncesinin altındaki duygu neden kaynaklanıyor, bunu fark edip, dile getirmek önemli...<br />
<br />
Duygularımızı net ve somut sözcüklerle ifade edebilmek, üzerinde çalışılması gereken konulardan biri bence...<br />
<br />
Kırılganlığımızı ifade etmenin kolay olmasa da, gerekli olduğunu düşünürüm. Rosenberg de, yaralanabilirliğimizi ifade etmenin, gerçek iletişimin kurulmasında önemli bir rolü olduğunu vurguluyor.<br />
<br />
<b>3-Duygularının kaynağını bul ve kabul et: </b>Bu bölüm, duygularımızın ardındaki ihtiyaçlarımızın farkına varmakla ilgili. Rosenberg, başkalarının söyledikleri ve yaptıklarının, duygularımızın sebebi değil, tetikleyicileri olduğunu belirtiyor. Başkaları olumsuz bir iletişim kurduğunda, 4 seçeneğimiz olduğunu söylüyor: <i>Kendimizi suçlamak, başkalarını suçlamak, kendi duygu ve ihtiyaçlarımızı sezmek, diğer kişinin olumsuz mesajının altında yer alan duygu ve ihtiyaçları sezmek.</i><br />
<br />
Burada duygularımızdan dolayı başkalarını suçlamak yerine; kendi ihtiyaç, arzu, beklenti ve düşüncelerimizin varlığını kabul etmemizi, duygularımızın tüm sorumluluğunu üstlenip, ihtiyaçlarımızı dile getirmemizi öneriyor. Duygumuzla ihtiyacımızı birbirine bağlamamızı söylüyor.<br />
<br />
Diyor ki; <i>"Çoğumuz ihtiyaçlar doğrultusunda düşünmeyi öğrenmedik. İhtiyaçlarımız karşılanmadığında, otomatik olarak diğerlerinin hata ve kusurları üzerinde düşünmeye alışığız."</i><br />
O yüzden şu sorulara odaklanmamız önemli:<br />
<br />
<b>-Karşılıklı olarak ihtiyaçlarımız neler?</b><br />
<b>-Bu ihtiyaçlarla ilgili karşılıklı rica ve isteklerimiz neler?</b><br />
<br />
İhtiyacı dile getirmek kolay olmayabilir ama getirmemenin acısı çok daha zor, kitapta konuyla ilgili dramatik örnekler bulunuyor.<br />
<br />
Dün bu konuda, ergenlik çağında olan kızımla bir diyalog geçti aramızda. Okuldan geldiğinde, canı sıkkın ve sinirliydi. Her an patlamaya hazır bir durumdaydı. "Anne çok yorgunum ve pizza yemek istiyorum" dedi. Normalde, böyle bir talebe, pizza sağlıksız bir yemek olduğu için, hemen karşı çıkardım ama bu sefer derin bir nefes alarak; "Hastalığın henüz geçmedi, bu da yorgun hissettiriyor olabilir seni, sinirlisin, moralin bozuk ve moralini düzeltecek bir şey yapmak istiyorsun, öyle mi?" dedim ve bingooo!!! "Evet" dedi ve on kaplan gücündeki sesi yumuşayıverdi. Yaşasın!!! "Peki o zaman, pizza ısmarlayacağım. Bu tür konulara itiraz etmem, tamamen senin sağlıklı ve iyi beslenerek büyümeni istememden ama seni de anlıyorum" dedim. Gülümsedi. Pizzasının yanında, hazırladığım salatayı yedi. (Ben hiçbir şey dememiştim:) İnsanlık için küçük, bizim için büyük bir adım oldu. Pizza yerine moralini düzeltecek başka bir şey bulabilir miydim? Belki ama o an için bulduğum çözümde karşılıklı birbirimizi anladığımızı gördüm. Özellikle ergenlik dönemleri test dönemleri diye düşünüyorum. Kitap bu açıdan da, işime yarayacak gibi görünüyor.<br />
<br />
<b>4-Başkalarından ne istediğini/ricanı netleştir ve açık, olumlu bir şekilde ifade et: </b>Bu bölümde bence söylediği en güzel şey şu: "<i>İstemediklerimizi değil istediklerimizi dile getirelim</i>." Olumsuz ricalara direncin fazla olduğunu da belirtiyor. Bu konuyla ilgili verdiği örnek, sizin de kafanızı netleştirecektir. Eşi işte çok zaman geçiren bir kadın, kocasından işte bu kadar çok zaman harcamamasını istemiş ve bu istek neticesinde kocası 3 hafta sonra golf turnuvasına kayıt olmuş. Kadının esas isteği; en az bir geceyi eşinin kendisi ve çocuklarıyla geçirmesiymiş. Ama bunu açıklıkla eşine söylemediği için, eşi başka bir aksiyon almış. (Masal gibi oldu;)<br />
<br />
Tabi ne şekilde ricada bulunduğumuz da önemli. Soruş şeklimiz, karşımızdaki kişi tarafından talep veya saldırı olarak da algılanabilir. Burada önemli olan, karşılıklı ihtiyaçların karşılanması. Gene kitaptan bir örnekle açıklayayım. Bir gence ailesi direkt olarak "Neden saçını kestirmiyorsun?" diye sorarsa, gençten tepkisel bir cevap alıyorlar. Ancak ailesi önce kendi duygu ve ihtiyaçlarını açıklarsa, soruları daha fazla rica olarak duyulabiliyor: "Saçın o kadar uzamış ki, özellikle bisiklete binerken önünü görmeni engellemesinden endişeleniyoruz. Kestirmeye ne dersin?"<br />
<br />
<b>Empati: </b>Bu konuyu ayrı bir başlık yaptım zira, iletişim iki yönlü. Biz yukarıdakileri yapsak da, karşıyı anlamadığımız sürece iletişimin bir bacağı eksik kalıyor. Rosenberg'in şu empati tanımını sevdim: <i>Empati, diğerleriyle ilgili tüm yorum ve önyargılarımızdan arındığımızda gerçekleşir. </i>Kendinden verdiği örneği de sevdim. Bir gün kızı aynaya bakıp "bir domuz gibi çirkinim" dediğinde, o da kızına "sen Tanrı'nın dünyaya getirdiği en harika yaratıksın" diye cevap vermiş ve ne olmuş dersiniz? Kızı kapıyı çarptığı gibi odayı terk etmiş. Teselli etmek yerine biraz empati gösterip<br />
"<i>Bugünkü görüntünden hoşnut değilsin galiba?"</i> diye sorabilirdim diyor...(Bir ebeveyn olarak, ben de Rosenberg'inkine benzer bir tepki verebilirdim ama o tepkiler bir işe yaramıyor gerçekten)<br />
<br />
Empati hakkında;<br />
<i>"Tavsiyede bulunmadan veya tavsiye istemeden önce sorun",</i> "<i>Bunu istiyorlar mı</i>?"<br />
<i>"Durumu düzeltmemiz ve diğerlerinin kendilerini iyi hissetmelerini sağlamak için bir şeyler yapmamız gerektiğine inanmak, kendimizi o ana vermekten alıkoyar.</i> <i>Kendini ana vermek, anda hazır bulunmaktır. Karşımızdakine ve onun yaşadıklarına kendimizi tamamen vermektir.</i> <i>Önemli olan, karşıdakinin içinde neler olup bittiğine, yani o anda ne hissettiğine ve nelere ihtiyacı olduğuna duyarlı olabilmektir.</i><br />
<i>Eğer insanların sizin hakkınızdaki düşüncelerine odaklanmak yerine neye ihtiyaç duyduklarını duyabilirseniz, onları daha az tehditkar bulursunuz.</i> "<br />
gibi dikkate değer sözleri var.<br />
Rosenberg'in de bahsettiği gibi; anladıklarımızı kendi sözlerimizle karşımızdakine geri yansıtmak da, iyi bir empatik iletişim kurma şekli. Gerçekten doğru duymuş muyuz, teyitleşmekte fayda var.<br />
<br />
<b>Kendine Empati: </b>Bana göre de kitabın en can alıcı kısmı burası. Kendimizle iletişimimiz nasıl? Kendimizle şiddet dolu bir iletişimimiz varsa, başkalarına karşı şefkatli olmamız zor.<br />
<br />
<i>Rosenberg diyor ki; İçimizde yargılayıcı bir diyalog varsa, ihtiyaçlarımızdan uzaklaşır, onlara yabancılaşırız ve dolayısıyla da, bu ihtiyaçları karşılayacak şekilde harekete geçemeyiz. Depresyon, kendi ihtiyaçlarımıza yabancılaştığımızın bir göstergesidir.</i><br />
<br />
<u>Kendimize şefkatli olmak için;</u><br />
<br />
-Kendimizi yargılamadan; pişman olduğumuz bir davranışın bizde uyandırdığı duygularla ve karşılanmamış ihtiyaçlarımızla bağlantı kurmamızı öneriyor. (Bir yas tutma ve kendimizi bağışlama süreci)<br />
<br />
-"<b><i>Kendimize şefkat göstermenin önemli bir yöntemi; korku, suçluluk, utanç, görev veya zorunluluk duygularına odaklanan seçimler yerine, sadece yaşama katkıda bulunma arzumuzdan kaynaklanan seçimler yapmaktır. Davranışımızın ardındaki hayatı zenginleştirme amacını fark ettiğimizde ve bizi harekete geçiren enerjinin arkasında yalnızca hem kendimizin hem başkalarının yaşamını güzelleştirmek isteği olduğunda, zor işlerin bile keyifli yanlarını görür oluruz."</i></b><br />
<b><i><br /></i></b>Beni kitapta en çok etkileyen sözler bunlar oldu. Zira bu söylediklerine yürekten inanıyorum. Korku, suçluluk, görev veya zorunluluk duygusuyla hareket ettiğim durumlarda, yaşam enerjimin düştüğünü biliyorum. Böyle zamanlarda varoluşuma yeterince sahip çıkmadığımı düşünüyorum. O yüzden kendimle bağlantıda olmak, benim için çok kıymetli. <br />
<br />
Kendimize şefkatimizi derinleştirebilmemiz için etkili bir alıştırma yapıyor kitapta. Ben de yaptım bu uygulamayı ve kendimle ilgili ilginç çıkarımlarda bulundum. Siz de yapmak isterseniz;<br />
<br />
<b>Mecburum'u Seçiyorum'a Çevirmek</b><br />
<br />
<b>1.adım:</b> Yaşamınızda keyif almadan yaptığınız, yapmak zorunda olduğunuz her şeyi liste olarak bir kağıda yazın.<br />
<b>2.adım:</b> Bu yaptıklarınızı mecbur olduğunuz için değil, seçtiğiniz için yaptığınızı yazın. (...yapmayı seçiyorum.)<br />
<b>3.adım:</b> Seçiminiz ardındaki niyetle bağlantı kurmak için "Ben ...yapmayı seçiyorum, çünkü ... istiyorum." cümlesini tamamlayın.<br />
<br />
Sonuçlardan oldukça etkilendim. Bazı zorunlu gördüğüm durumları, seçim olarak yazmakta zorlandım ama 3. adımda bağlantıyı kurduğumda, bu zorunluluğun aslında beni çok da üzmediğini gördüm. Neyi neden yaptığımı daha net görünce, kendime karşı hoşgörüm de arttı. Bazı konular içinse, gereksiz yere ne kadar enerji sarfettiğimi fark ettim, iyi bir hatırlatma oldu bana. <br />
<br />
Kitap hakkında yazmaya başladığımda, tüm kitaptan bahsetmeyi düşünmüyordum ama konular birbiriyle ilintili olduğu için, ister istemez çoğu konudan bahsettim. Öfke konusuna burada girmiyorum, kitap ilginizi çekmişse, okursunuz zaten.<br />
<br />
Sadece takdirle ilgili birkaç şey yazıp yazıyı sonlandıracağım. Zira kitabın bu bölümünde göz yaşlarımı tutamadım. Çoğu insan için takdirin yeterince takdir edilmediğini kitapta da gördüm. Çoğu kişi, ben de dahil, hep birşeyleri düzeltme ve iyileştirme derdinde yaşarken, yolunda giden şeyleri görmeyi ve kutlamayı atlayabiliyoruz. Ya da karşımızdakinin bu takdir hissiyatımızı bildiğini varsayıyoruz. Rosenberg'e göre, "harikasın, supersin" gibi övgü içeren takdirler de bir yargı içeriyor. Onun bahsettiği takdir daha çok şu şekilde; <b><i>"Yaptığın şudur. Bu davranışınla şu ihtiyaçlarım karşılandığından şöyle hissediyorum."</i> </b>Örnek verelim, daha iyi anlaşılsın: " Leyla, çok teşekkürler, bu kitap kulübünü kurduğunda, umutlandım ve heyecanlandım çünkü farklı bakış açılarını duymaya ve düşüncelerimi paylaşmaya ihtiyacım vardı."<br />
<br />
(Bu örnek benden oldu, isim farklı, olay gerçek:). Arkadaşım bu kitap kulübünü kurdu diye çok sevinmiştim ancak sevincimi kendi içimde yaşıyordum, arkadaşıma açıklamalı teşekkür ettiğimde, kendimi tamamlanmış hissettim.)<br />
<br />
Rosenberg'in en sevdiğim yanı samimiyeti oldu. Burada kitapta verdiği örnekleri çok anlatmadım ama kitabı okuyunca siz de, insana yaklaşımını seveceksiniz diye düşünüyorum.<br />
<br />
Yine onun sözleriyle yazıyı bitireyim:<br />
<br />
<b><i>"Evet, sözcükler gönülden geçen gerçekleri aktarmakta yetersiz bir araç olabilirler ama öğrendiğime göre"yapmaya değecek herhangi bir şey, yetersiz olsa da, yapılmaya değerdir"</i></b><br />
<br />
2019'da yapmaya değeceğine inandığınız şeyleri hayata geçirmeniz dileğiyle,<br />
<br />
Sevgiler,<br />
<br />
Füs<br />
<br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-20354028062312726792018-12-19T14:26:00.001+03:002018-12-19T14:26:14.233+03:00Sadeleşme Yolunda, Füsun2.0Geçenlerde iki yazı yazdım bloga, sonra hoop geri çektim. Sonra eski blog yazılarımı okumaya başladım. Sevdim yazdıklarımı... Yazdığım dönemde, yazdıklarımı şu anki kadar sevmemiştim ama üstünden zaman geçince, daha bir güzel geldi yazdıklarım...Heyecanımı, kendimle olan ilişkimi, paylaşma isteğimi sevdim. Gördüğüm o ki, kendimle iletişimim kuvvetli olunca, başkalarıyla da iletişim kurmaya daha açık oluyorum.<br />
<br />
Uzun dönem buraya yazmadım belki ama bol bol günlüğüme yazdım. Hazır bugün 1 Kasım iken, tekrar bloga başlayayım dedim. Ne de olsa, severim ay başlarını...Hesaplaması kolay oluyor;)<br />
<br />
Hemen hemen her sene yaptığım "sadeleşme hareketi"ni, bu sonbahar daha radikal bir şekilde yaptım. Kafamda zaten böyle bir plan vardı ama yazın Şebnemler'e gitmemiz planımı hızlandırdı! Şebnem az eşyayla, konforlu bir düzen yaratabilen bir kişidir. Bu özelliğini çok severim ama bu düzenini ilk defa alıcı gözle değerlendirdim! Ve döner dönmez sadeleşme çalışmasına başladım. Afferim bana;) (Bağzı şeylerin bir zamanı vardır.)<br />
<br />
Aslında olay sadece evi sadeleştirmek değil tabi. Hepten sadeleşmek; zihni sadeleştirmek, iletişimi sadeleştirmek, ilişkileri sadeleştirmek, hayatı sadeleştirmek...Önce evden başlayayım: Tam 1 ay sürdü evi sadeleştirmek. Evde çok eşyamız olduğundan değil, tüm eşyaları tek tek elden geçirdiğim için, uzun sürdü bu süreç. Sistem yeniliği diyelim. Defne, Füsun2.0 ismini taktı zaten bana:) (4.0'a daha yolumuz var.)Yılların birikmişliği... Kullanmadığımız her eşyayı verdim. Sadece gereklileri mutfakta tuttum. Ne kadar çok gereksiz mutfak eşyamız varmış, hem göz yoruyor hem de fiziksel olarak yoruyor insanı. Anladım yıllarca mutfak işlerinin neden bu kadar gözümde büyüdüğünü...Üstümden büyük bir yük kalktı. Sonra bir hamarat oldum, bir hamarat oldum, ben bile içimden çıkan cevhere şaştım. 40'lı yaşlarda mutfağımı keşfettim anlayacağınız...<br />
<br />
Sırasıyla diğer odalar, salon ve kitaplıklar...Evin yarısını çıkardım dersem abartmış olmam sanırım. Defne'nin odası tamamen değişti. Çocuk odasından genç kız odasına geçiş...Gene de beni en çok oyalayan kitaplıklar oldu...Her türlü eşyayı veriyorum da, kitapları tek tek elden geçirmek başlı başına bir iş oldu benim için. Her kitapta olmasa da, bazı kitaplarda, altını çizdiğim satırları okumaya başlayınca, zaman su gibi aktı gitti. Nihayetinde onları da ayırabildim ve ihtiyacı olabilecek gerekli yerlere verdim. En sona günlüklerimi bıraktım. Vakti zamanında atmayı düşünmüştüm günlüklerimi. Ne kadar yazık olurmuş...Ne de olsa, bir nevi kişisel tarihimi yansıtıyor o günlükler benim...Mesela 19 yaşında ne kadar meraklı, neşeli, hayat dolu bir kişiymişim, hiçbirşeyi kafaya çok fazla takmıyormuşum. Tabi seneler geçtikçe, işin rengi ufak ufak değişmeye başlamış ama en boktan halimde bile, mizahı unutmamışım, kendimle dalga geçebilmişim. Bir de arkadaşlar ve sanat; İstanbul'daki en büyük hayat damarlarım olmuş gördüğüm...Yazılar, şiirler, mektuplar, fotoğraflar...26 yıllık İstanbul hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti diyebilirim...Böyle toplu bakınca, tüm sıkıntılı zamanları da dahil olmak üzere, güzel bir hayat geçirmiş olduğumu gördüm. Nelerin benim için önemli olduğunu, nelerin eksikliğinde dengemin şaştığını da...<br />
<br />
Yani ev deyip geçmemek gerek, bana çok iyi geldi evi sadeleştirmek. Mithat'la Defne'ye de;)Evle birlikte kafam da sakinledi. Eve dışardan baktığınızda çok fazla bir değişiklik farkedilmeyebilir ama ben biliyorum neyin nerde olduğunu artık. Kaybettiğimizi düşündüğümüz kaç eşyamız, bu sayede ortaya çıktı. Sistem, hayatımızı kolaylaştırdı.<br />
<br />
Hadi evi hallettik diyelim, peki digital dünyayı ne yapacağız? Gün içinde o kadar çok uyarana maruz kalıyoruz ki...Okuduklarınız, izledikleriniz, whatsup, facebook, instagram, twitter... sizi de gün sonunda serseme çevirmiyor mu? Hem iş hem sosyal hayat hızla dijitalleşiyor. Bana fazla geliyor. Bilgi iyi hoş da, hepsini sünger bob gibi içimize çekemeyeceğimize göre, biraz seçici olmamız gerekmiyor mu? Gün içinde kaç kişiyle dijital olarak sosyalleşmek durumundayız? Kaç kişiyi takip edebiliriz? Kendi odağımızı koruyabilmek gittikçe önem kazanıyor diye düşünüyorum. O yüzden zihni sade tutabilmek önemli. Neye ihtiyacım var? Ben ne verebilirim başkasına? Sınırım nerde başlıyor? Nerede bitiyor? Peki ya enerjimiz?<br />
<br />
Geçen gün Engin Geçtan&Timuçin Oral'ın 18 sene sonra Açık Radyo'da tekrar yayınlanan Dünya Hali programında konuşulan bir konu vardı. İnsanların birarada olup, birbiriyle ilişkide olmama durumundan, yani yabancılaşmadan bahsetmişlerdi. 18 yıl içinde, yabancılaşma konusunda boyut atladık gibi geliyor bana. Çok iletişiyoruz ama çoğu zaman boş iletişiyoruz...<br />
<br />
Şimdilik telefonuma "time limit" koydum sosyal medya ile ilgili. Belli bir zamanı doldurunca, uyarı geliyor. Bu kısıtlama, bir parça da olsa, disipline ediyor beni.<br />
<br />
Bu konu derin bir konu. Girizgahı yapmış olayım, sonra devam ederiz belki?<br />
<br />
Haydi iyi geceler...<br />
<br />
Füs<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2iKMA53oDmV7SI_d87T56D4MQyph6D60qBc_l97dHtkHCKp0dFgoxKW4vybyR1ZMXNlEU7SaQ_SNP6OQqgZsOaxe2OTycAxzafYn93bCcau2yF5sxc49jUTtDROvVKblz1deuqXfo_Ak/s1600/IMG_2628.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1200" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2iKMA53oDmV7SI_d87T56D4MQyph6D60qBc_l97dHtkHCKp0dFgoxKW4vybyR1ZMXNlEU7SaQ_SNP6OQqgZsOaxe2OTycAxzafYn93bCcau2yF5sxc49jUTtDROvVKblz1deuqXfo_Ak/s320/IMG_2628.jpg" width="240" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Yürürken gördüğüm kasımpatılar, saksıda daha güzeller:)</td></tr>
</tbody></table>
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-39843018318511717142018-10-30T17:07:00.006+03:002023-12-04T10:47:23.642+03:00İyi İnsan Olmak...Bu yazı da taslakta kalmış. Kalmasın...<div><br /></div><div>Geçen hafta; Defne'nin "İyi insan olmak"la ilgili bir kompozisyon ödevi vardı. Defne, "Yaa anne okulun istediği iyi insanla, benim düşündüğüm iyi insan aynı değil, yazmak istemiyorum hiçbişi" diye söylenmeye başladı. İyi ki söylendi. "Okulun istediği klişe tanımları yazarsan, ödevi kesinlikle göndertmem sana, otur içinden ne geliyorsa onu yaz" dedim. O kadar kendimden emin bir tonda söylemişim ki, dediklerimi ikiletmeden, oturdu yazdı.<br />
<br />
O kadar kritik bir konu ki bu...Hayatlarımız başkalarının isteğine göre, böyle böyle şekillenmeye başlıyor işte...Defne'nin direnmesine seviniyorum...Belki okulun da istediği net bir iyi insan tanımı yoktu(?) ama Defne'de bu tür bir direncin oluşması bile, birşeylerin habercisidir diye düşünüyorum.<br />
<br />
Yazdığı yazıyı, haberi ve izni olmadığı için yayınlamayacağım ama özet olarak beni çok mutlu eden bir yazı olduğunu söylemeliyim. Yazısında özetle; her zaman doğru davranışı sergileyemesek de, her insanın özünde iyi olduğunu ve asıl önemli olanın, insanların içindeki iyiliği görmek olduğunu anlatıyordu.<br />
<br />
İşte benim için en kıymetli nokta bu! Bize toplum tarafından yaşam boyunca; bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde, "hep iyi davranışlar göstermemiz" dikte ediliyor. İyi çocuk olmak, cici kız olmak...Fazla sorun çıkartmamak, olabildiğince uyumlu olmak, başkasını uğraştırmamak...İçimizdeki karanlık, gölge taraf yokmuş gibi davranarak hareket etmemiz bekleniyor genelde...<br />
<br />
Suya sabuna dokunmadan, sorgulamadan, ezberci davranışlarla büyüdüğümüzde de; Ursula Le Guin'in dediği gibi patates olmaktan öteye pek geçemiyoruz. Ben kendimdeki karanlık tarafı içten içe bilerek büyüdüm ancak edebiyat ve sinema olmasa, sanki bir tek böyle hisseden, yaşayan kendimmiş gibi düşünerek büyüdüğümü de itiraf etmeliyim. Sanki bu benim kusurummuş gibi, yıllarca o karanlık tarafla yüzleşmekten kaçtım. Daha doğrusu nasıl yüzleşeceğimi de pek bilmeden yaşadım yıllarca. En çok; günlüğüme yazdığım yazılara içimi döktüm ama kendime karşı da çok hoşgörülü davranmadığım için, oralarda da kızdım kendi varoluş şeklime. Toplumun dayağı yetmedi, en güzel dayağı kendim attım çoğu zaman kendime...<br />
<br />
Taaa ki Defne'nin doğum sürecine kadar! İşte o zaman işin rengi değişmeye başladı benim için... O doğmadan, çocuk gelişimi ile ilgili psikoloji kitaplarını okumaya başlamıştım. Okumaya devam ettikçe, kendimi de yeniden doğurma ihtiyacım olduğunu gördüm. Eğitimlere, psikoterapi gruplarına gittim, işimi, çalıştığım sektörü bile değiştirdim, nasıl olduğunu anlamadan...O yüzden Defne'nin doğumu, benim ikinci doğumumdur diyebilirim. Tabi kendimi esas kabulümün 40'lı yaşlarımı bulduğunu da söylemeliyim. Kolay değil şimdiye kadar doğru bildiğin şeylerin, o kadar da doğru olmadığını kabul etmek ve hayatını istediğin doğrultuda şekillendirmek, zaman alıyor...Ama gerekli...Yaşamak için gerekli...Karanlık taraflarla yüzleşmek, kendini her halinle kabul etmek ve kendini şefkatle sarıp sarmalamak.. Bundan sonra, insan kendini gerçekten sevmeye başlayabiliyor...<br />
<br />
Bakın ne diyor Engin Geçtan İnsan Olmak kitabında; <i>"İyi insan, çevresine olduğu kadar, kendisine karşı da iyi olan kişidir." (syf: 58)</i><br />
<br />
Tanım ne kadar yalın ama ne kadar kuvvetli değil mi? Sözün özü; kendimizden vazgeçmek pahasına, iyi insan olmayalım. Olamayız zaten. İyi insanmış gibi oluruz o kadar, gerçek bir yaşanmışlık olmaz. Bence hata yaparak, acıyla yüzleşerek ve sadece iyi hissiyatları bünyemizde barındırmadığımız gerçeğini kabul ederek, gerçek sesimizi duyabiliriz. Ancak bu şekilde sağlıklı seçimler yapabiliriz.<br />
<br />
Çevremde çok az insan gerçek anlamda paylaşım yapıyor. (Az da olsalar, iyi ki varlar hayatımda:) İşim gereği de, birçok insanla görüşüyorum. Pek çok insan, içindekileri paylaşmadan, karşısındakinin kendisini anlamasını bekleyerek yaşıyor, gidiyor... Hepimiz kendi küçük dünyalarımızda, kendi kendimize yaşarsak, nasıl çıkarabiliriz karanlıkları ortaya? Hayat, gerçek anlamda paylaşabilince güzel...<br />
<br />
Defne'nin ödevinden nerelere geldim, neyse, yazımı Jung'cuğumun bir sözüyle noktalayayım...Haydi şen kalın, kendinizle kalın;)<br />
<br />
<i>"One does not become enlightened by imagining figures of light but by making the darkness conscious." Carl Jung</i><br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8Zt6YiBXE_emLUDVZ4jKujiipIsYUR1zsB1QA3PNYcjEjZ_STIOLmInWro61kLz0JdO-CkTc3rbkr9gtJDlkPGqJdrpqMXEG3inu6iVJGdRH8Qeb41u6VktslqAAhw5oyEJ6r9Q5xRkM/s1600/IMG_2556.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8Zt6YiBXE_emLUDVZ4jKujiipIsYUR1zsB1QA3PNYcjEjZ_STIOLmInWro61kLz0JdO-CkTc3rbkr9gtJDlkPGqJdrpqMXEG3inu6iVJGdRH8Qeb41u6VktslqAAhw5oyEJ6r9Q5xRkM/s400/IMG_2556.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kadıköy vapurundan gün batımı</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<br /></div>füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-37717694675557362642018-10-30T16:56:00.018+03:002023-12-03T21:28:30.083+03:00Fikrisabitliğin lüzumu yok...Ekim 2018'de yazmışım bu yazıyı. Taslakta bırakmışım. 2018'de başladığım işi 2023'ün Aralık ayında bitireyim dedim. O zamandan bu zamana neler neler değişti, bazı hayat alışkanlıklarım bile değişti...Ama bunu görmek bile güzel...O yüzden yazıyı olduğu haliyle paylaşıyorum...<div><br /></div><div>Kaç kere yazmaya niyetlensem de, bir türlü başına oturamadığım blogumla bugün başbaşayız. Bloga yazmadan, 2 seneyi devirmişim. Hoş bugün de bir bahane bulsam, yazmayı gene erteleyebilirdim ancak kaçacak pek bir yerim kalmadığı için, şu an buradayım:)<br />
<br />
Şöyle ki; sabah görüşmemi yaptıktan sonra, öğle vakti eve geldim. Öğle bir arkadaşımla görüşecektim, iptal oldu. Eve gelince, dün gece ocaktaki varlığını unutarak yaktığım yeşil mercimeği, düdüklünün dibinden temizlemekle vakit geçirdim. Yaklaşık yarım saatlik bir uğraştan sonra, düdüklüyü kurtardım, gururluyum!. Bu sevimsiz iş bile, blog yazma eylemimin önüne geçti, düşünün.<br />
Sonra kahve hazırlama, yazma heyecanımı bastırmak için, bitter çikolata...<br />
<br />
Bu yazdıklarımı görünce, sanki zorla yazdırıyorlar, yazma kızım deli misin diyebilirsiniz. Ama demeyin:). O iş öyle değil. Sadece yoğunluktan, iş koşuşturmacasından yazamadım dersem yalan olur. Evet ülkenin gidişatı, yazma isteğimi azaltmış olabilir ama yazmamamın esas sebebi, daha çok korkudur diyebilirim. Bu konuya, başka bir yazıda uzun uzun girerim muhtemelen, şimdi geçelim...<br />
<br />
Korkuyu bu süreçte aştım aşmasına da, bloga yazma disiplinini kaybedince, tekrar blogun başına oturmak hiç kolay olmadı. Taa ki, bu ayın başında Şebnem İstoş'a gelene kadar...Şebnem ile yazın, bu sene düzenli olarak hareket etme kararı almıştık. Bu kararımızı Ağustos ayından itibaren uyguluyoruz. İkimiz de, düzenli olarak yürümeye çalışıp, birbirimizi haberdar ediyoruz gidişatımız konusunda...Düşündüğümüzden daha disiplinli gidiyoruz bu konuda. Ayrıca; yürürken dinlediklerimiz, karşılaştığımız durum ve insanlar hakkındaki paylaşımlarımız, işi daha da keyifli hale getiriyor. Bizim gibi, pek spor disiplini olmayan edi-büdü, bu işi kıvırdıysa, neden başka konular için de, benzer bir, birbirimizi dürtme çalışması yapmayalım diye düşündük ve yazma-paylaşma konusunda eyleme geçelim dedik. Tekrar yazma konusu bu şekilde gündeme geldi. Şebo yazdı, şimdi sıra bende;)<br />
<br />
Hoş ben bloga yazmadığım zaman sürecinde, bol bol günlüğüme yazdım ama olsun, buranın yeri farklı. Bir taraftan da, blog zamanları da geçti mi acaba diye düşünmeden edemiyorum ama bunu denemeden de, bilemeyeceğim kesin. Neden blog zamanları geçti mi diye düşünüyorum? Kendim bile, eskisi kadar blog takip etmiyorum. Daha çok instagramdan ilgimi çeken şeyleri takip ediyorum. Instagramda ufak ufak paylaşımlar yapıyorum ama o daracık yerde uzun yazdığımda, bazen yüreğim daralabiliyor, alan lazım bana...alan...<br />
<br />
Amma uzun bir girizgah oldu. Burada, instagramda uzun uzun anlatmadığım bazı konulara, daha damardan girmeye niyet ediyorum diyip, konuyu özetleyeyim.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEge7mZO-UTyxdGPGK0bVMw4WfE9YyOXBD7rguEvcGBLvhdHyO5q4REKKLJNXfUFkud1AjVED-FUqRwvNmOiE9cG4tEzURQROqJq6I5WteaAtAN0417wVZ2L9UAcKnzcR9EboAulNoPm5J8/s1600/IMG_2459.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEge7mZO-UTyxdGPGK0bVMw4WfE9YyOXBD7rguEvcGBLvhdHyO5q4REKKLJNXfUFkud1AjVED-FUqRwvNmOiE9cG4tEzURQROqJq6I5WteaAtAN0417wVZ2L9UAcKnzcR9EboAulNoPm5J8/s320/IMG_2459.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
Dün İstanbul Modern'de gördüğüm bir sergideki eserden (Anthony Cragg-İnsan Doğası Sergisi) esinlenerek, bu yazıma bir isim düşündüm. Eserin adı: Fikrisabit idi. Orada en abuk subuk görünen eser buydu bana göre. Buradan kendimce şöyle bir anlam çıkardım: Fikrisabit olan, bir boka benzemiyor, kendi içinde tıkanıp kalıyor. Bu eser bunun üç boyutlu örneği. Birşeylere takılıp kalırsan eğer, bu eseri aklına getir ve kendine şunu de Füs'cüm; fikrisabitliğin lüzumu yok, bekleme yapma, devaaam eeeet...<br />
<br />
Hadi bakalım kaldığımız yerden devam edelim o halde;)<br />
<br />
Sıradaki yazılar;<br />
<br />
-İyi insan olmak...<br />
-Thunder veya tandır?<br />
-Demlene demlene...<br />
-Instagram çok güsel, gelsene beybisi...<br />
<br />
(Bu yazıların başlığı var sadece, ortaya ne çıkar, ben de bilmiyorum henüz, birlikte göreceğiz;)<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br /></div>füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-13184754099505537792016-09-30T13:59:00.001+03:002016-09-30T13:59:24.973+03:00Gündüz Vassaf - Ne Yapabilirim?<div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEif41LiIzu67FsRWU-q4ygASJgE7ilptEH1nLI5CwdBN-Lf-BaZhTH2p6_0xResAYB9JmqTee6tB6AdmIZHSsCfIJymw-yF5mNslPdBPbMhCaqvk1YlFLLhNVnuUo9h2uzqJ3NO83JsTRU/s1600/gu%25CC%2588ndu%25CC%2588z.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEif41LiIzu67FsRWU-q4ygASJgE7ilptEH1nLI5CwdBN-Lf-BaZhTH2p6_0xResAYB9JmqTee6tB6AdmIZHSsCfIJymw-yF5mNslPdBPbMhCaqvk1YlFLLhNVnuUo9h2uzqJ3NO83JsTRU/s320/gu%25CC%2588ndu%25CC%2588z.jpg" width="212" /></a></div>
<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQV85AKAl6mlCZU07UqrK84ddwYjW8aUxnog_8xN_k4OWephJRUXl0MxtjlIE8j8B7GM4UI83TcgMYBziS49bVA1wiNB9XtZvixZBAvdFt9D8pDsUgJFNtJrie7iu8HXXMrlfz9bsEaNw/s1600/FullSizeRender+%25284%2529.jpg" imageanchor="1"></a>Ot Dergisi'nde <a href="http://www.dr.com.tr/Kitap/Ne-Yapabilirim-Gelecege-Kartpostallar/Gunduz-Vassaf/Edebiyat/Deneme-Yazin/urunno=0000000702809">"Gündüz Vassaf'ın Ne Yapabilirim?" </a>kitabının tanıtımını görünce heyecanlanmıştım. Zira uzun zamandan beri, çoğu kişinin yazdıkları, söyledikleri bana, birbirinin aynı, çözümsüz ve umutsuz geliyordu. Kendi kendime günlüğüme yazdıklarımdan da pek birşey çıkmıyordu. Ölümlerin olduğu yerde, her söylenen anlamsız ve boş geliyordu bana. Ama böyle de hayat geçmiyordu...Yani böyle bir hayattan anlamlı bir gelecek çıkarmak mümkün görünmüyordu. Çoğu insan gibi ne yapsam ne etsem diye kafa yormaya başladım. Uzun bir süre, kendime ve yakın çevreme odaklandım. Ben ne kadar kendimi yaşatabiliyorum, ne kadar düşüncelerimi hayata geçirebiliyorum, ne kadar etkin oluyorum, ne kadar dırdırlanmadan çözüm üretiyorum? diye kendimi gözlemledim. Evet yaptıklarım vardı ancak daha yapacaklarım da vardı...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Tabi biraz da desteğe ihtiyacım vardı, bu yolda yalnız olmadığımı bilmek için...</div>
<div>
İşte destek bu kitapla geldi bana. Düşündüklerimi ancak kelimelere dökemediklerimi üstad pek de güzel özetlemişti. Gündüz Vassaf'ın yazılarını okuyanlar, Cehenneme Övgü, Cennetin Dibi gibi eski kitaplarını hatmedenler, onun tarzını bilir ancak henüz kendisini okumadıysanız, biraz çarpılmaya hazır olun. Çünkü Gündüz Vassaf, "insanı" sadece Türkiye bazında değil, dünya hatta evren bazında çok geniş bir perspektifte inceler ve tatlı tatlı gerçekleri yüzünüze çakar, ezberinizi bozar. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bakınız Gündüz Vassaf'ın kitap önsözü şu şekilde başlıyor: "<i>Ne yapabilirim?, benim gibi, bir harekete, örgüte, partiye hatta ideolojiye bağlı olmayanlara sesleniyor...Tepkilerimizde kendimizi tekrarlamadan, çaresiz çırpınışlarda tükenmeden, "ne yapabilirim"i düşünmeye, yeni bir yaşam ahlakını tartışmaya açmak istiyorum. Kötümserliğe kapılıp edilgenleştikçe, değişim erteleniyor, düzen sürüyor. Değişim biziz!"</i></div>
<div>
<br /></div>
<div>
Okuduğum kitapta hemen her satırın altını çizip yanına notlar aldığım için, kitabı anlatmaya nereden başlayacağıma karar veremiyorum. Zaten kitap, bulmacanın parçalarının birleşmesi gibi, bütün haliyle okunmalı bence ama size fikir vermesi açısından şunu yapacağım. Bazı bölümlerden teaser niyetine birkaç satır ekleyeceğim. Gündüz Vassaf'ın iznini almadan paylaştığım için biraz tedirginim ancak niyetim iyi, kitabı ne kadar çok kişi okursa, o kadar iyi olur düşüncesiyle paylaşıyorum bu satırları...<br />
<br /></div>
<div>
Özet olarak, Gündüz Vassaf bize "uyanık olun, kendi gücünüzün farkında olun, edilgen olmak yerine harekete geçin, değişimin kendinizde olduğunu görün" diyor ve bize bu değişim yolculuğunda rehberlik ediyor.<br />
<br />
Öyle klasik bir kişisel gelişim kitabı gibi beklemeyin lütfen, dediğim gibi azıcık acıtan ancak kendine getirten bir kitap...Kitabın anlamadığım yerleri de oldu, bazı yerlerde üstadın da kafası biraz karışıkmış gibi geldi bana ama olsun, olacak o kadar. Herşeyi de Gündüz Vassaf'tan beklemeyelim değil mi? Sonuçta bana farklı bakış açıları sunan, normlarımı yeniden sorgulamamı sağlayan, beni birçok konuda harekete geçmeye yüreklendiren bir kitap oldu. Umarım siz de okursunuz...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgk5eox7ddZfqydBFy_xbhZcQdhd-zVzfUPg1Vjx0GY5T1PebzoW8YKq312Sadq4-54DDPnvCNw-z1-MY542sntQcwtfUjc63aSbcPZFp4UrqASP5qsMFy4z6LDZtDLxg4n_9tE7YFHUdA/s1600/FullSizeRender+%25281%2529.jpg" imageanchor="1"><img border="0" height="307" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgk5eox7ddZfqydBFy_xbhZcQdhd-zVzfUPg1Vjx0GY5T1PebzoW8YKq312Sadq4-54DDPnvCNw-z1-MY542sntQcwtfUjc63aSbcPZFp4UrqASP5qsMFy4z6LDZtDLxg4n_9tE7YFHUdA/s320/FullSizeRender+%25281%2529.jpg" width="320" /></a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgDhIAAediI83xU1qpn_3QMxi26YKkR_6W0GWrdagjqtaHHYfjLMcFiWDL-_e7cE5CAGwH__FDSD6T_gU557lXcC-xVUz-niMI9BueDK4rKcKuQ6h7YUrjU0b0_il4Oa1Pwkt4GymhmDak/s1600/IMG_3769.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbfoJevdnLz_OAwGlb8hpXs0xaq0-iffwyzROs6x0J-SHeSuTGZUAPHPQlw1tlZs-nHlm2_7UHLjc_L5uwANYBfDsUeVNr-q4dji7Lc1l7Fag3lFycp27Eb6qWyj4FrdIQ_HegR93x5hw/s1600/IMG_3769.JPG" imageanchor="1"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbfoJevdnLz_OAwGlb8hpXs0xaq0-iffwyzROs6x0J-SHeSuTGZUAPHPQlw1tlZs-nHlm2_7UHLjc_L5uwANYBfDsUeVNr-q4dji7Lc1l7Fag3lFycp27Eb6qWyj4FrdIQ_HegR93x5hw/s400/IMG_3769.JPG" width="300" /></a><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUyvCLZfXHdw3J4WaLYzDPVAL3IPn8Em3JUzQeYOUES5RAUerGHL9q7aGJ0UHZ6SV1uRr6eHU8s-4OY-afrvf-eHzCpAkUcSucKlIkjxaZ8Mzjj26IIBoPRB7ck1bjYanJF1n0X1iyG3A/s1600/FullSizeRender+%25283%2529.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUyvCLZfXHdw3J4WaLYzDPVAL3IPn8Em3JUzQeYOUES5RAUerGHL9q7aGJ0UHZ6SV1uRr6eHU8s-4OY-afrvf-eHzCpAkUcSucKlIkjxaZ8Mzjj26IIBoPRB7ck1bjYanJF1n0X1iyG3A/s320/FullSizeRender+%25283%2529.jpg" width="320" /></a></div>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEityK_pf9_ecealgl1zdgkiqHQ0AavfPHbLqgTyCdjPdfsMn3SeUFWAuTsz9ljOsMowcdlwyfFsfCtVtktX_48cmvfHa_G7dxK-JZVE2ENYFqMgEGJFGhpiz4qR74QSLD4zLgMOx3WRvv8/s1600/FullSizeRender+%25284%2529.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEityK_pf9_ecealgl1zdgkiqHQ0AavfPHbLqgTyCdjPdfsMn3SeUFWAuTsz9ljOsMowcdlwyfFsfCtVtktX_48cmvfHa_G7dxK-JZVE2ENYFqMgEGJFGhpiz4qR74QSLD4zLgMOx3WRvv8/s320/FullSizeRender+%25284%2529.jpg" width="320" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtOBNFsmiTGfNsUekz0iSyg63U6BPO2vt_XUaLGbR68lJCvZoNALnxlMyn3bL7wPdG9Pho8SwholGL05iaFqv7Z9rAiUDrIcnRD8zM32Zw127A_aPL1_z-mpoxS96vlid98ciKG9aKif4/s1600/FullSizeRender+%25286%2529.jpg" imageanchor="1"><img border="0" height="136" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtOBNFsmiTGfNsUekz0iSyg63U6BPO2vt_XUaLGbR68lJCvZoNALnxlMyn3bL7wPdG9Pho8SwholGL05iaFqv7Z9rAiUDrIcnRD8zM32Zw127A_aPL1_z-mpoxS96vlid98ciKG9aKif4/s320/FullSizeRender+%25286%2529.jpg" width="320" /></a></div>
füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-42472648452536335452016-09-07T11:20:00.000+03:002016-09-07T11:20:04.591+03:00Mazoşist misin?Yazı yazmaya uzun süre ara verip tekrar yazmaya kalktığımda, ilk defa yazı yazıyormuşum gibi kitleniyorum. Açılmam zaman alıyor. Neyse ki, ilk yazıyı yazdım, şimdi açılabilirim;)<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Çok hızlı bir çağa girdik. Teknoloji çok hızlı, ruhumuz ise geride can çekişiyor. Sosyal medya adeta gardiyan gibi 24 saat başımızda nöbet tutuyor. Sosyal medyaya elini verip kolunu kaptırman an meselesi. Sosyal medya acemileriyiz. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Peki ben ne yapıyorum? Sosyal medyadan uzaklaşamıyorum haliyle. Hoş oraya bakmadığım an, inanın daha mutlu, huzurlu bir insanım ancak dünyadan kopuk yaşamak da olmuyor. Hele her günü olağanüstü geçen memleketimde...Notification'ları sessize aldığımı söylemiştim değil mi? Sosyal medyaya bakma zamanlarımı da kısıtladım. Çok yeni bir karar! Sabah 15 dk, öğleden sonra 15 dk, akşam 15 dk. "Ne yapacaksan, bu kadar zaman içinde yap füs" diyorum kendime. Alacağını al, vereceğini ver ve ortamlardan gazla...Zaten oradaki alışveriş durumu bir şekilde tüm günüme yansıyor. Okuduğum bir yazı, bir tartışma, bir film önerisi, bir şarkı veya bir video... </div>
<div>
<br />
Aslında sosyal medyayı doğru kullanabilirsem, ondan çok şey de öğrenebiliyorum, hakkını yemeyeyim. Facebook'ta şahsen tanımasam da, takip ettiğim çok güzel birkaç insan var. Onların varlığı; bana güç, ilham ve umut veriyor. Ancak enerjim de kısıtlı, onu biliyorum, o yüzden sosyal medyada uyanık ve seçici olmaya çalışıyorum. Sosyal medyaya, gölgelerin gücü adınaaaa, güüüç bende artıııık! diye kendimce mesajımı veriyorum, o alır mesajımı veya almaz, onun bileceği iş;)</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Yahu ne yazacaktım, nerelere geldim gene. Herşey çok hızlı değişiyor. Çocuklarımız büyürken biz de yaş alıp gidiyoruz. Geçiciyiz. Geçiciyiz ama şu an hayattayız ve geçici hayatımızda zombileşmeden insan gibi yaşamak hakkımız. </div>
<div>
Zor bir dönemden geçiyoruz, karamsarlığa kapılmadan sıkı durmak kolay değil. </div>
<div>
İşte bu aşamada, neyse ki yardımıma Gündüz'üm Vassaf'ım geliyor. Dürtüyor beni ve kendime getirtiyor.</div>
<div>
Gündüz Vassaf'ın "Ne yapabilirim?-Geleceğe Kartpostallar" kitabına bu şekilde girizgah yapmış olayım... Devamı yarına...</div>
<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5SXO5SKYIMoM_pFW4DWK8HCFBJcUXpW8GoES2suSg6MMOXtxQ_HDpuCx15Ppj8RJxeWl34gC9EVkb9D6sKH9rCGbPp981AD0M8iDJPjUGuuSuu9d-a6_1M_cab1NA6BHxri89fAJLtXs/s1600/IMG_3485.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5SXO5SKYIMoM_pFW4DWK8HCFBJcUXpW8GoES2suSg6MMOXtxQ_HDpuCx15Ppj8RJxeWl34gC9EVkb9D6sKH9rCGbPp981AD0M8iDJPjUGuuSuu9d-a6_1M_cab1NA6BHxri89fAJLtXs/s400/IMG_3485.JPG" width="300" /></a></div>
<div>
<br /></div>
füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-30748170098476935352016-09-07T11:19:00.000+03:002016-09-07T11:19:14.444+03:00Eğrisiyle doğrusuyla..."İnsan en çok kendini özler, unuttuğu kendini..."<br />
<br />
Evet böyle demiş ünsüzün biri...Unuttuğu kendini bulmak için de kürkçü dükkanına dönmeye karar vermiş. Paslanmış biraz ama kafasının içinde konuşmaktan da yorulmuş. Kaçacak bir yeri de kalmadığı için, oturmuş, yazmaya başlamış.<br />
<br />
"Unutmak" fiilini kullanmak biraz abartılı olmadı mı füs? "<br />
"Evet bir parça sanırım ama paslanmış demişti ya, idare et işte. "<br />
<br />
Neyse, kaldığım yerden devam edeyim. Pek güzel ünlü sözler yazmışım son yazımda. Ünlü sözleri, alıntıları bilmek güzel, onları kullanmak da güzel ama herhalde en önemlisi bu sözleri gerçek anlamda anlamakta, içselleştirebilmekte. Yoksa herkeşler(ben dahil) pek güzel sözler, alıntılar paylaşıyor sosyal medyada. Hatta kafam şişiyor bazen bu kadar çok alıntı görmekten. Bilgiler, alıntılar denizi içinde yüzüyorum, hatta boğuluyorum bazen...<br />
<br />
Yok yok boğulmuyorum o kadar, zira artık beni bir tek "gerçeklik" etkiliyor. Bir insan ne kadar gerçek? Okumuş okumamış olması önemli değil, duruşuyla oluşuyla ne kadar gerçek? Söylediğiyle yaptığı ne kadar birbirini tutuyor? Karşısındakiyle ne kadar gerçek bir iletişim kuruyor? Ne kadar kendi söylediklerine odaklanıyor? Ne kadar karşısındakini dinliyor? Akım derken sonra bokum gibi mi davranıyor? Bilmem ne statüsünde bilmem ne okullarını bitirmiş biri, artık ancak gerçekse etkiliyor beni. Yani o okuduklarını ne kadar içselleştirebilmiş, ne kadarını hayatına geçirebilmiş? Davranışlarına yansıyor mu öğrendikleri? Yoksa birtakım öğrenmişliklerle, ezbere yaşamaya devam mı ediyor? Yukardan kort kort lafları söylemekle yürümüyor artık gemiler...Teoride zehir gibi pratik dersen sallanmaktalarla hayat geçmiyor...Beni umutlandıran, söz ve eylem birliği içinde olabilen insanlar...<br />
<br />
Hoş insanın aşkları gibi gerçekleri de değişebilir Turgut Uyar'ın dediği gibi ama olsun, özün değişmez. İşte o özdeki gerçeklik arayışındayım.<br />
<br />
İşte bu arayışta, başlıyorum eğrisiyle doğrusuyla yeniden yazmaya...<br />
<br />
Eylül'e de selam çakmadan olmaz. Hoşgeldin Eylülcüm...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDYQak1W2AFMA0BHnHzYJquQP8wWYaa_GnNyw2bwxW6V6Ucd62zRq8a1J6ADPWpa0EDycBCYC2rrIUnw0X3VwTpsgbJRRclQmcHZ6wXOS2nN6HYi-fp3UsdskRW8cml1a9sG_L5hhqwag/s1600/IMG_7806.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDYQak1W2AFMA0BHnHzYJquQP8wWYaa_GnNyw2bwxW6V6Ucd62zRq8a1J6ADPWpa0EDycBCYC2rrIUnw0X3VwTpsgbJRRclQmcHZ6wXOS2nN6HYi-fp3UsdskRW8cml1a9sG_L5hhqwag/s320/IMG_7806.jpg" width="240" /></a></div>
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-48827144236699413052016-01-15T14:27:00.001+02:002016-01-18T22:20:44.018+02:00Not Defterime Düştüğüm Sözler...Yine filler tepişiyor, çimenler eziliyor... Zor zamanlardan geçiyoruz ama bu sefer tekrar günlüğüme dönmeyeceğim. Madem yazmaya karar verdim bloga, yazmaya devam...<br />
*<br />
Bu sıralar Bulutsuzluk Özlemi'nin şarkısı takıldı yine dilime...Bazen sokakta veya metroda avazım çıktığı kadar, "Uuuuuu biri anlatsın hemen, nedir bu normal?Uuuu canım sıkılıyor artık, yoksa ben miyim anormal?..." şarkısını söylemek istiyorum. Kendi içimden söylüyorum da, bu şarkıyı mesela sesli olarak metroda söylemeye başlasam, ben şarkıya başladıktan sonra, herkes şarkıya katılsa ve dahi şarkıyı birlikte söylesek güzel olmaz mıydı? Sosyolojik bir flash mob yaratmış olurduk birlikte;) Hem içimizde tuttuklarımızı müzik yoluyla dışarı çıkarmış olurduk hem de toplu bir terapi yaşamış olurduk...Fena mı? Sonra da atlardık metromuza, giderdik yolumuza...<br />
*<br />
Neyse, 2016'da Ocak'ın ortasına geldik, ben halaa 2015'i kapatamadım. Birkaç yazı kaldı, ha gayret diyorum...<br />
-Not defterime düştüğüm sözler<br />
-2015'in aklımda kalan 10 filmi<br />
-2015'in aklımda kalan 10 kitabı<br />
*<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1RnARK-B6XRvhJFNW3q13NoyaSUAnclihSS11pgc9Gl2vpu1gRXdu9nh6iiMG-pxiCnZLWMiqxwLvCUGj6FzvZRFNbT2K7uca842VNF8h_I_GnHPMYhTzSt00KdBB8_igI4pS3tbKtsA/s1600/IMG_7546.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="207" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1RnARK-B6XRvhJFNW3q13NoyaSUAnclihSS11pgc9Gl2vpu1gRXdu9nh6iiMG-pxiCnZLWMiqxwLvCUGj6FzvZRFNbT2K7uca842VNF8h_I_GnHPMYhTzSt00KdBB8_igI4pS3tbKtsA/s320/IMG_7546.JPG" width="320" /></a></div>
<br />
Her sene ajanda tutarım. Okuduğumda bana dokunan bir sözü mutlaka bu ajandama not ederim. Sene sonunda hangi sözleri not ettiğimi görmek bana ilginç gelir. Hangi ruh durumlarından geçmişim, hangi sözler bu dönemde bana eşlik etmiş? Hangisi beni dürtmüş, hangisi bana güç vermiş? Başlayalım bakalım...2015 kolay bir sene değildi, bu dönemde sözlerden çok destek almışım ki, bu kadar çok söz not almışım deftere...Aralarında bu sene aramızdan ayrılan kişilerin de sözleri var, onları da anmış olayım bu vesileyle...<br />
Hatta numaralandırayım, size dokunan 1-2 söz olursa, belki numarasıyla paylaşmak istersiniz? (Ben de sizden bir cevap aldığımda mutlu oluyorum, bilesiniz...)<br />
<br />
<i>1-Dünyada değişiklik yapmakta başarılı olanlar, değişikliğe kendilerinden başlayanlardır.</i><br />
<i>Bernard Shaw</i><br />
<i><br /></i>
<i>2-Önemli olan içinizdeki ışıktır. Kendiniz kendinize ışık olun. Dışınızda olan, dışınızdan gelebilecek hiçbir şeyden destek, dayanak aramayın.</i><br />
<i>Buda'nın son vaazı </i><br />
<i><br /></i>
<i>3-Herşeyden biraz kalır. Kavanozda biraz kahve, kutuda biraz ekmek, insanda biraz acı.</i><br />
<i>Turgut Uyar</i><br />
<i><br /></i>
<i>4-Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsündür.</i><br />
<i>Andy Dufresne/Shawshank Redemptions</i><br />
<i><br /></i>
<i>5-Dünya korkunçlaştıkça, sanat da soyutlaşmıştır.</i><br />
<i>Paul Klee</i><br />
<i><br /></i>
<i>6-Dans edemeyeceksem, bu benim devrimim değildir.</i><br />
<i>Emma Goldman</i><br />
<i><br /></i>
<i>7-Fazla iffetli bir gençliğin ardından, ikiyüzlü haz peşinde koşan bir ihtiyarlık gelir.</i><br />
<i>Andre Gide</i><br />
<i><br /></i>
<i>8-"Keşke" yaşamın hakkını veremeyişin bedeli. Bil ki ey talib, bilgeliğin kapısı, insana ancak kendini yadsıyabildiği takdirde açılır.</i><br />
<i>Düdane Cündioğlu</i><br />
<i><br /></i>
<i>9-Çocuklar, tanımadıkları bir ülkeye yeni gelmiş yolculardır.</i><br />
<i>John Locke</i><br />
<i><br /></i>
<i>10-Ben güler yüze inanıyorum artık, gerisine bakmıyorum.</i><br />
<i>Cem Yılmaz</i><br />
<i><br /></i>
<i>11-Bilimlerin en zoru, kendini bilmektir.</i><br />
<i>Miguel de Unamuno</i><br />
<i><br /></i>
<i>12-Hüzün saklanabilir birşey değil. Ne renge boyarsan boya, dibi kendi rengiyle çıkıyor.</i><br />
<i>Başak Buğday</i><br />
<i><br /></i>
<i>13-Hayat sıkı sıkı giyinmek değil, sıkı sıkı sarılıp birbirimizin sıcağında ısınmak demek.</i><br />
<i>Nermin Yıldırım</i><br />
<i><br /></i>
<i>14-Sevdiği kadının aklı başından giderse, aşkını da kaybeder diye telaş eder insan. Yanlış. Aşk akılda değil, kalptedir.</i><br />
<i>Tarık Tufan</i><br />
<i><br /></i>
<i>15-Hayat, kendini bulmak değildir. Hayat kendini yaratmaktır.</i><br />
<i>Bernard Shaw</i><br />
<div>
<i><br /></i></div>
<i>16-Bir kadın, ne zaman kendi sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış olsa bile, tüm kadınlar için ayağa kalkmış olur.</i><br />
<i>Maya Angelou</i><br />
<i><br /></i>
<i>17-"Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun?" dedi. Öleceğini bildiği halde yaşadığını unutmuştu.</i><br />
<i>Gabriel Garcia Marquez</i><br />
<i><br /></i>
<i>18-Bilemezsin sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı, hiçbirşey içime sinmedi; altın madenine altın sunmanın ne anlamı var ya da okyanusa su. Düşündüğüm herşey doğu'ya baharat götürmek gibiydi...Kalbimi ve ruhumu vermenin bir yararı yok, çünkü sen zaten bunlara sahipsin...O yüzden sana bir ayna getirdim, kendine bak ve beni hatırla...</i><br />
<i>Mevlana</i><br />
<i><br /></i>
<i>19-Dünyayı aydınlatmaya çalışmayın. Bulunduğunuz köşeyi aydınlatın.</i><br />
<i>Buda</i><br />
<i><br /></i>
<i>20-Gülümsemek için mutlu olmayı beklersen, hayat boyu gülümseyecek fırsatı bulamayabilirsin.</i><br />
<i>Uzakdoğu sözü</i><br />
<i><br /></i>
<i>21-Ah, kimselerin vakti yok</i><br />
<i>Durup ince şeyleri anlamaya...</i><br />
<i>Gülten Akın</i><br />
<i><br /></i>
<i>22-Dünyanın duyduğu hikayeler değişirse, dünya değişir.</i><br />
<i>Judith Liebe</i><br />
<i><br /></i>
<i>23-Bir çatlak var herşeyde, ışık işte böyle girer içeriye...</i><br />
<i>Leonard Cohen</i><br />
<i><br /></i>
<i>24-Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız, oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanırız.</i><br />
<i>Bernard Show</i><br />
<i><br /></i>
<i>25-Kederlerin en tatsızı, insanın kendi kendini hor görmesidir.</i><br />
<i>Montaigne</i><br />
<i><br /></i>
<i>26- Yüksek ve değerli ilişkiler, rollerimizi bırakarak mümkün olur.</i><br />
<i>Zeki Demirkubuz</i><br />
<i><br /></i>
<i>27-Önemli olan insan doğmak değil, insan olarak vuslata ermektir.</i><br />
<i>Mevlana</i><br />
<i><br /></i>
<i>28-Aldatıcı, iğva edici iyimserlik, gerçek kötümserliktir.</i><br />
<i>Karl Marx</i><br />
<i><br /></i>
<i>29-Sanat anlatılamayanı anlatmaya kalkışmaktır ve yalnızlığımızdan kaynaklanır. Kimseye itiraf edemediğimiz şeylerden...</i><br />
<i>Zeki Demirkubuz</i><br />
<i><br /></i>
<i>30-Dünya mükemmel olmadığı için sanat var.</i><br />
<i>Tarkovski</i><br />
<i><br /></i>
<i>31-Mutluluk kısa süreli bir haz değildir. Çevreye, hemcinslerine dursuz duraksız bir yarar sağlama mücadelesidir. Mutlu ederek mutlu olabilir insan. Yazı adamının icraat adamı olması zor ama denemeye değer.</i><br />
<i>Mutluluğun sırrı zamanı unutmaktır. Zamanı unutursan mutlusun demektir.</i><br />
<i>Çetin Altan</i><br />
<i><br /></i>
<i>32-Kendi vicdanınızdan hiçbirşeyi gizleyemezsiniz.</i><br />
<i>Anton Çehov</i><br />
<i><br /></i>
<i>33-Ağrımasa bilir miydim yüreğimin yerini?</i><br />
<i>Sennur Sezer</i><br />
<i><br /></i>
<i>34-Her zaman seni üzecek birileri olacaktır, yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğine daha fazla dikkat etmektir.</i><br />
<i>Gabriel Garcia Marquez</i><br />
<i><br /></i>
<i>35-Hayat gelecektir, geçmiş değil! Bu geçmişin yaşanmadığı anlamına gelmez. Geçmiş vardır ama belirleyici olan gelecektir. Sana unutabilme yeteneğini verecek olan da budur. Aslında unutmak doğru sözcük değil Hiçbir boku unutmuyorsun. Ben tüm yaşadıklarımı nasıl unutacağım ki? Mesele, üstesinden gelmek.</i><br />
<i>Jose Mujica (Eski Uruguay Başkanı)</i><br />
<i><br /></i>
<i>36-Kendimle çelişiyor muyum? </i><br />
<i>Ne güzel, çelişiyorsam çelişiyorum.</i><br />
<i>(Demek ki çok genişim, içimde herşeyden var.)</i><br />
<i>Walt Whitman</i><br />
<i><br /></i>
<i>37-Her insanda insanlığın bütün halleri vardır.</i><br />
<i>Montaigne</i><br />
<i><br /></i>
<i>38-İki hep vardır. Bu harika, sihirli, yaratıcı, kamusal ve özel rakam belki de evrenin gizemli sırrıdır. İnsan iki kişiyi sevebilir, hepimizin içinde iki cinsiyet de vardır, taban tabana zıt duygular yan yana bulunur. Ben dünyayı böyle görüyorum.</i><br />
<i>Patricia Highsmith</i><br />
<i><br /></i>
<i>39-Her durumda, her koşulda ve sonuçları ne olursa olsun ve kimin işine yararsa yarasın, hep ama hep ve hiç şaşmadan insan haklarının yanında olacaksın. Yanlış yapmamanın yegane yoludur. </i><br />
<i>Ali Nesin</i><br />
<br />
<i>40-Cennet vatanımızda dört mevsimi bir arada yaşayabildiğimiz gibi, tüm çağları da bir arada yaşayabiliyoruz artık! </i><br />
<i>Met-Üst (Ğ-Kasım 2015)</i><br />
<i><br /></i><i>41-Yaşamına giren herkes, sana seni anlatmak için girmiştir. Bırakın başkalarına iyilik edip, kendinizi iyi hissetme, mutlu olma, huzurlu olma hazcılığını ve cennetten iyi yer kapma ticaretini, bir ucundan da siz tutun. Ya insan olur bir ucundan da siz tutarsınız ya da bahanelere sığınıp döner arkanızı gidersiniz.</i><br />
<i>Ali Denizci</i><br />
<span style="background-color: white; color: #141823; font-family: "helvetica" , "arial" , sans-serif; font-size: 14px; line-height: 15.456px;"><i><br /></i></span>
<i>42-Terörü durdurmak için..., bence tam tersine ilgilendiğin şeylerle daha çok ilgilenmen gerekiyor böyle zamanlarda. Yapacağın işe dört elle asılacaksın, daha iyisini yapmaya çalışacaksın. Bir şeylerle ilgilen, bir şeyler üret ki hayat devam etsin. Hayata karşı en iyi duruş yaşamak ve yaşamayı istemek...Ürettikçe çoğal, nefretinle değil...</i><br />
<i>Kaan Sezyum- Penguen 17 Eylül 2015</i><br />
<i><br /></i>
<i>43-Dans eden insandan kötülük gelmez.</i><br />
<i>Mustafa Fırat Kabadayı</i><br />
<br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-23457648954395634042016-01-11T15:46:00.000+02:002016-01-11T16:56:15.258+02:00Zihin Haritaları İle Açıl Susam Açıl!Yıllar önce bir arkadaşımla iş üzerine konuşurken, 2 dakika içinde; önüme yapabileceğim iş fikirlerini sıralayıvermişti. Çok da artistik bir şekilde; oklarla şekillerle, bir sayfada gösterivermişti yapabileceklerimi. Kafamda büyüttüğüm herşeyi, pıt pıt gözümün önüne bir sayfada koyuvermesi, beni hem şaşırtmış hem de rahatlatmıştı. Sonuçta atla deve değildi kafamda büyüttüklerim...O büyük resmi bir çırpıda görmek, bana iyi gelmişti...<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Tabi o sıra, bu yaptığının "Zihin Haritası oluşturmak" olduğunu anlamamıştım. (Sormamıştım da:) Bu sihirbazlık işinin Zihin Haritaları'yla ilgili olduğunu, başka bir arkadaşımın eğitimine gittiğimde öğrendim. Arkadaşım konuyla ilgili bir kitap tavsiye etti. Kitabı okuduğumda, gizli şifreyi çözmüşüm gibi hissettim;) </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Çağımızda herşey insanlara o kadar komplike bir şekilde veriliyor ki; 10 milyon kitap okumadan, 100 milyon eğitime gitmeden bazı şeyleri anlamamız mümkün değilmiş gibi bir his yaratılmaya çalışılıyor sanki üzerimizde. Halbuki bazen sayısız kitap okusak da, birşeyleri çözemiyoruz, bazen de bir kitap okumak, o şeyi anlamak için yeterli olabiliyor...</div>
<div>
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXuq6PnX-559ZR0Fj4qInBDLALSxKz3AG1o7q1NQjlwqeWUkd8Jz0P7cvzmxvS73CrKenLUTycqzHbUdoFCdLNrsx2I3TQJECUSScYTdLKVyBZSFFIG2c4bAMsmMyv2_t8OhuBhOCqJwc/s1600/mindmap.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXuq6PnX-559ZR0Fj4qInBDLALSxKz3AG1o7q1NQjlwqeWUkd8Jz0P7cvzmxvS73CrKenLUTycqzHbUdoFCdLNrsx2I3TQJECUSScYTdLKVyBZSFFIG2c4bAMsmMyv2_t8OhuBhOCqJwc/s320/mindmap.jpg" width="222" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Hastasıyım bu başlıkların;)</td></tr>
</tbody></table>
<div>
<a href="http://www.kitapyurdu.com/kitap/zihin-haritalari/250462.html">Tony Buzan</a>'ın kitabı da böyle bir kitap oldu benim için...Kitabı "bağlantılı düşünebilme becerimizi" bize hatırlattığı ve yaratıcılığı yüreklendirdiği için sevdim. Ama kitap, okur okumaz hayatınızı değiştirmiyor, baştan söyleyeyim;) </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Tony Amca diyor ki; <i>"İnsan beyni, araç çubukları veya menü listeleri aracılığıyla değil, sinir sistemi gibi doğal bir sistemle çalışır. İyi çalışabilmesi için; doğal, organik akışı yansıtan araçlara ihtiyacı vardır. Bu araç "Zihin Haritası"dır. Zihin Haritası, tek boyutludan çift boyutluya, çok boyutlu düşünmeye doğru atılan önemli bir adımdır."</i></div>
<div>
<br /></div>
<div>
"Beynin İsviçre çakısı" olarak tanımlıyor Zihin Haritası'nı. Gözünüzde, açıldıkça açılan bir İsviçre çakısı canlandı mı? Canlanmadıysa, görselini de koyuverdim işinizi kolaylaştırmak için...İşte zihnimizde de birçok düşünce birbirine bağlı ve yeni çağrışımlarla yeni açılımlar ortaya çıkartabiliyoruz. Bu çağrışımlarda da, kullandığımız kelimelerin ve görsellerin rolü büyük!</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVEcK9CUEJOaB2nqODigfbRDjlQ2cIMndmdDYasATiWf9ZjIeXoXaYbny55aWMsXF36iXrlkfSIzS2JAin0T3tXCxRkShae2eEG92SjI8kUaXNgsqpa0f4QIT9UsWDQHCO2Rel2-BnjWQ/s1600/swiss-army-champ-multitool-knife2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVEcK9CUEJOaB2nqODigfbRDjlQ2cIMndmdDYasATiWf9ZjIeXoXaYbny55aWMsXF36iXrlkfSIzS2JAin0T3tXCxRkShae2eEG92SjI8kUaXNgsqpa0f4QIT9UsWDQHCO2Rel2-BnjWQ/s320/swiss-army-champ-multitool-knife2.jpg" width="320" /></a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
Okulda, günlük hayatta ve iş hayatında, kafanızı kurcalayan her türlü durum için Zihin Haritaları işinize yarayabilir. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b>Peki Zihin Haritası nasıl yapılır? </b></div>
<div>
<b><br /></b></div>
<div>
En özet haliyle;</div>
<div>
<b> </b></div>
<div>
1-Bir hedef konu seçiyorsun kendine. Ve bu konuyu bir resim ile ifade ediyorsun. </div>
<div>
2-Merkezdeki resimden aklına gelen <u>serbest çağrışımlarla</u> çeşitli dallar çıkarıyorsun. Çıkardığın bu ana dallara; anahtar kelime veya görsellerini koyuyorsun. (Ana dallardaki kelimeleri büyük harfle yazmakta fayda var.)</div>
<div>
3-Ana dallardan gene serbest çağrışımlarla ara dallar çıkarıyorsun, onları da anahtar kelime veya görsellerle ifade ediyorsun.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Harita bittiğinde, "Neredeydik, nerelere geldik?-Nil Burak" şarkısını söylüyorsun;) (Kafa böyle birşey işte, beyin nerelerden ne bağlantı kuruyor, anlamak mümkün değil, en iyisi mi kendisini serbest bırakalım...Neyse konuyu dağıtmayayım:)</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bu haritalamada; <span style="color: red;">farklı renkler</span>, <b>çeşitli kalınlıkta kalemler kullanmak</b>, kendinize özgü işaretlerle kodlamalar yapmak<span style="background-color: white;">(<span style="color: blue;"><b>***</b></span>)</span> istenen şeyler... Çünkü beynimizin renklere ve resimlere verdiği tepkiler daha fazla oluyormuş. (Sanırım prefrontal korteksimiz devreye giriyor bu aşamada;)</div>
<div>
Bir de dallar arasındaki bağlantıları çizerken, aman diyim dalların bağlantısını koparmayın, nöronlarımızın ara bağlantılarının kopması gibi birşey bu! O bağlantıları kolay mı kurduk, hatta sizin için daha fazla önemli olan dallar varsa, onları kalınlaştırarak da çizebilirsiniz... Aklınıza gelen ama saçma olduğunu düşündüğünüz dalları da kırmayın, boşa gelmemiştir o çağrışım size, kalsın, gerekirse sonra budarsınız...</div>
<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjM_fiDTp8T3ZbLSwe96wySa9QBwvwBxiyhtEbj0jj8vnOz7n1wvYxyNffDKvAGO2ofNv1areEd_WQLplpMhbs_j467ypo6-xxPClIPq8nrKy0vM-9_u719WUi5152vNT_YdzQuAKXkzh0/s1600/new-mind-map-simple-and-easy.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjM_fiDTp8T3ZbLSwe96wySa9QBwvwBxiyhtEbj0jj8vnOz7n1wvYxyNffDKvAGO2ofNv1areEd_WQLplpMhbs_j467ypo6-xxPClIPq8nrKy0vM-9_u719WUi5152vNT_YdzQuAKXkzh0/s400/new-mind-map-simple-and-easy.png" width="400" /></a></div>
<div>
<b>Zihin Haritaları hangi alanlarda işime yaradı?</b></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<span style="color: blue;"><b>ZH ile haftalık plan yapmak, beni disipline etti...</b></span></div>
<div>
Normalde kafası dağınık bir insanımdır ancak bu haritaların, disipline olmamda etkisinin oldukça yüksek olduğunu söyleyebilirim. Bir kere, iki seneden beri; her hafta, haftalık plan yapıyorum. Bir sayfada; o hafta yapmam gerekenleri, planladıklarımı, yapmak istediklerimi net olarak görebiliyorum. Birşeyler yazıp çizdikçe, aklıma başka birşeyler daha geliyor. Sadece iş için değil, genel hayat planı. Zaten iş-özel diye bir ayrımı hiçbir zaman anlayamadım. Hepsi senin hayatın işte...Birbirinden bağımsız değil...Düzenli zihin haritası yaptıkça, neleri gerçekten yaptığımı, neleri aylarca salladığımı görüyorum. Önceliklerimi, zorunluluklarımı ve zamanımı planlamayı öğreniyorum.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b><span style="color: blue;">ZH ile sunum ve eğitim taslakları hazırladım...</span></b></div>
<div>
Sadece haftalık plan için değil, bir sunum veya bir eğitim hazırlayacaksam da haritalar faydalı oluyor. En azından ben faydasını gördüm. Şekillerle, farklı renk ve kelimelerle oluşturulmuş tek sayfalık taslakta; neyi, hangi sırada anlatacağını hatırlamak daha kolay. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b><span style="color: blue;">Zihni özgür bırakınca; gerisi geliyor, hediye fikri de, blog yazı fikri de...</span></b></div>
<div>
Bu işin herhalde en sevdiğim yanı, beyinden gelen çağrışımlara kendini bırakma kısmı...Zihni zorlamadan, zihnin akışını takip etmek... </div>
<div>
Hepimizin doğal olarak yaptığı düşünme faaliyetini kağıda dökünce, dervişin fikri neyse zikri de ortaya çıkıyor:) Arkadaşlarıma hediye düşünürken bile, bu haritadan yararlandığım oluyor. Bazen blog yazısı hazırlamadan önce, aklıma gelen kelimeleri not alıp haritalandırıveriyorum. Konu konuyu açıyor...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Neyse çok anlattım, bu iş anlatılmaz, çizilir aslında;) 2 sene önce, Defne'nin "mutluluk ve mutsuzluk" ile ilgili yaptığı iki zihin haritasını, Defne'nin iznini alarak, sizlerle paylaşıyorum. </div>
<div>
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNmeJLHKuVP1UNUxlkQK8htoIJduJW1n4fkOqOXMYZ7iGwDUaG4jGaJ3jbqhPYC_iwXCLOCKqbDeWX60ZBpH48-Txt2dpQQX11Q7T0SMPmEIKNAnLPYjRYbeVtv8B8hWnDedi6opyUTuw/s1600/defmutluluk.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNmeJLHKuVP1UNUxlkQK8htoIJduJW1n4fkOqOXMYZ7iGwDUaG4jGaJ3jbqhPYC_iwXCLOCKqbDeWX60ZBpH48-Txt2dpQQX11Q7T0SMPmEIKNAnLPYjRYbeVtv8B8hWnDedi6opyUTuw/s400/defmutluluk.png" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Annenin ev işi, babanın gıcıklık yapmasından <br />
mutluluk duyan bir çocuğumuz varmış:)</td></tr>
</tbody></table>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiB9lEynqGqxwGRmNw7IK2HeESPg5pXYrwHjmg-PFiawPxm57IesUkzUTIMMbjXMG2ajMRb45nnhTk-57OuWmUl0ePup2ahJDYmtbETKg7C-QlUSOisRYDnCuloKwNl2iyiqLkXiWVG8vs/s1600/defmutsuzluk.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiB9lEynqGqxwGRmNw7IK2HeESPg5pXYrwHjmg-PFiawPxm57IesUkzUTIMMbjXMG2ajMRb45nnhTk-57OuWmUl0ePup2ahJDYmtbETKg7C-QlUSOisRYDnCuloKwNl2iyiqLkXiWVG8vs/s400/defmutsuzluk.png" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Çocuklar herşeyi görür, görmediklerini sandığımızda bile...</td></tr>
</tbody></table>
<div>
Haydi, zihniniz açık olsun...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-11446504331096315902016-01-06T13:46:00.000+02:002016-01-07T21:02:28.619+02:00Sadeleştim de Duruldum!Yazdan beri bloga yazmıyorum. Zira yazdan beri ülkemde, dünyada yaşananlar; aklımın, yüreğimin kaldıramayacağı kadar ağır oldu benim için.<br />
"Herkesin delirdiği bir dönemde, belki de yapılabilecek en iyi şey, kendi deliliğine sahip çıkmak" dedim ve günlüğüme döndüm bir süreliğine...<br />
İyi de geldi kendi kendime yazmak...İnsanın en yakın arkadaşı, kim ne derse desin, kendisi. Kafadaki Füsler'i özgürce konuşturduğum bir yer günlük. Demokrasi önce insanın kendisinde başlıyor sanırım...Kendi içimde az buçuk demokrasiyi sağladığıma göre, biraz dış dünyaya açılabilirim sanki?<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfY8UbeoDgZR_7oDaa8n9Q1hjNzBQtqZuvxxhq4e8DQdyTuBPAsv-BUYKiThXi2EKc0xVx_gTRXx-MHSYy_Yyi-jkglS8i2cqvfO65FFpaZ2XPRqQEgLHrzVgePGUpm-7DwYL-c_yE1L8/s1600/IMG_7018.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfY8UbeoDgZR_7oDaa8n9Q1hjNzBQtqZuvxxhq4e8DQdyTuBPAsv-BUYKiThXi2EKc0xVx_gTRXx-MHSYy_Yyi-jkglS8i2cqvfO65FFpaZ2XPRqQEgLHrzVgePGUpm-7DwYL-c_yE1L8/s320/IMG_7018.jpg" width="241" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">(Bedri Baykam-Art International/İstanbul)</td></tr>
</tbody></table>
***<br />
Tamamdır, bu kadar girizgah yeter:) 2015'le ilgili yazılacak çok iyi haber yok maalesef ancak kendi biriktirdiklerimi bloga aktararak, 2015 ile helalleşeyim istiyorum.<br />
***<br />
2016'yı "sadeleşme" yılı ilan ettim kendim için. Birkaç yıldır sadeleşme ile ilgili birşeyler yapıyorum ancak 2016'da kalıcı olsun istiyorum bu sadeleşme...Bir sürü uyaran tarafından sürekli dürtüklendiğimiz, algı yönetiminin had safhada olduğu, herşeyin çok hızlı yaşandığı bu devirde, sadeleşmek çok kolay birşey değil. Birçoğumuz başı kesik tavuk gibi oradan oraya koşturuyoruz. Düşünmek için zaman yok. Sadeleşmemiz istenmiyor sanki!<br />
Kendi tecrübemden gördüm ki; sadeleşmek için önce yavaşlamam gerekiyormuş, yavaşlamadan sadeleşme olmuyormuş. Zira yavaşlayınca birçok şeyi daha fazla farketmeye, görmeye başladım...<br />
<br />
Sonra da başladım sadeleşmeye...Sadeleşme derken, neler yaptım, son dönemden başlayarak paylaşayım...<br />
<br />
-<b>Eşyalar</b>: Evin tüm odalarını, mutfağı tek tek, elden geçirdim. Fazladan, kullanmadığımız, versem o kişi(ler) için faydalı olabilir diye düşündüğüm herşeyi, torba torba ayırdım, dağıttım. (Kime ne yararlı olur konusu, kafa yorulması gereken bir konuymuş!) Bu arada, evde gereksiz ne çok şey varmış!<br />
<br />
-<b>Kıyafetler</b>: Kıyafetler de aynı şekilde. Bu sene farklı bir yere de gönderim yaptım. Kadıköy Belediyesi'nin ihtiyacı olanlar için oluşturduğu "<a href="http://www.bugday.org/portal/haber_detay.php?hid=7270">Açık Gardırop</a>"bölümüne de bir gönderim yaptım. (Açık Gardırop'ta; temiz, az kullanılmış kıyafetleri bir butikte sergiliyorlar, ihtiyacı olan kişiler gelip oradan istediğini alıyor.)<br />
<br />
-<b>Kitaplar</b>: Kitaplar konusunda hala çalışıyorum. Önceden bir kargo şirketinin, kitapları ihtiyacı olan okullara dağıttığı bir kampanyası vardı. Bu kampanya birkaç sene sürdü ancak bitti, şimdi de kitaplar gerçekten işe yarayacak yerlere gitsin istiyorum...Onlarca kitabın kütüphanemi beklemesi saçma geliyor bana. Tamam, dönüp baktıklarım var ama hepsini de döne döne okumuyorum ki...Üstelik okuduğum kitabı birçok insanın okuması beni sevindiriyor...Bir de muhtarla konuşacağım, öneriniz olursa beklerim!<br />
<br />
-<b>Kitap Değiş-Tokuşu</b>: Kitap değiş tokuşu da yapmaya başladım arkadaşlarımla. Okuduğum kitapları arkadaşlarımla tartışabilmek güzel...<br />
<br />
<b>-Film Değiş-Tokuşu</b>: Kitapla aynı şekilde...Bazen tavsiye edilmesi bile yeterli, internetten o filmi bulmak da mümkün olabiliyor...<br />
<br />
-<b>Marka mesajlarına son!:</b> Şirketlerden gelen abuk subuk mailleri ve mesajları da büyük bir sabırla yok ediyorum! "Üyelikten ayrıl, unsubscribe, iptal..." Oh sen sağ ben selamet! O kadar da çoklar ki...Üye olmadığım yerlere de ulaşmışlar namussuzlar ama bu konudaki sabrımı takdir ediyorum! Kontrol bende walla, sizde değil..."Sizi çok özledik" mesajlarınızdan kusmak üzereydim, çekilebilirsiniz!<br />
<br />
<b>-Gereksiz almıyorum</b>: Bunu çok uzun süredir yapıyordum ama şu an daha da dikkatli yapıyorum. Gereksiz hiçbirşey ALMIYORUM. Kıyafetler yıllarca idare edebiliyor, dışı değil, içi önemli olan. Bedeni, kafayı iyi tutmak lazım, enerjin iyi olunca, zaten kıyafeti de güzel geliyor insana...Bir de ne kadar az kıyafetin olursa, o kadar düzenli oluyorsun:) Çocuk kıyafetleri de, mümkün olduğu kadar çok çocuk tarafından eskitilmeli diye düşünüyorum, orada dönen bir zincirimiz var neyse ki...<br />
<br />
<b>-Ev ekonomisi ne kadar önemliymiş!:</b> Pazardan, marketten aldıklarımı bir hafta içinde ne kadar tüketiyoruz? Tüketmediklerimizi paylaşabiliyor muyuz? Attıklarımız var mı? Neler onlar? Bunları bozulmadan ne şekilde değerlendirebiliriz? Ev ekonomisi ne kadar önemliymiş...Artık okullarda bu ders okutulmuyor değil mi? Çok yazık... "Ne için çalışıyoruz? Ne için yaşıyoruz? Nasıl yaşıyoruz?" felsefik tartışmalarına bile uzanabiliriz buradan...Tartışma boyutundan aksiyon boyutuna geçmeye çalışıyoruz ailecek...<br />
<br />
<b>-Kaynakların kullanımı:</b> Kaynakların anlamsızca harcanması beni sinirlendiriyor. Mesela evde boşa yanan elektrik lambasına tahammülüm yok. Farkına vardığım herşeyi daha ekonomik kullanmaya çalışıyorum. Misal, gün içinde evde değiliz, çıkarken kaloriferleri kapatıyorum. Boş yere doğalgaz gitmiyor. Eve gelince yakıyorum, hemencecik ısınıyor ortalık zaten. (Bugünlerde biraz soğuk ortalık, salonu açık bırakıyorum, o kadar gaddar değilim ama prensesliğin de lüzumu yok. Defne ve Mithat da çoktan alıştı bu düzene:).<br />
Bir de geri dönüşüm konusundan bahsetmek istiyorum. Kadıköy Belediyesi birkaç yıl önce bizim apartmanda her kata geri dönüşüm kutusu koydu. Bütün kağıt/cam/plastik çöpümüzü o kutuya koyuyoruz. Nasıl bir kullanımımız olduğunu görmek açısından bile öğretici. Sizin oralarda bu uygulama var mı bilmiyorum ama isterseniz, belediyenizden talep edin, belki yaparlar?<br />
<br />
<b>-Sosyal Medya'nın da Bir Sınırı Var Canım!</b> Facebook, Instagram gibi sosyal medya kanallarında henüz istediğim noktada değilim ancak kendimce önemli adımlar attım. Enerjimiz kısıtlı, o yüzden tüm fotolara, tüm haberlere bakamam. Bakınca zaten balık gibi oluyorum...O yüzden bazı arkadaşları takipten çıkarmak, fikirlerine önem verdiğim bazı kişileri, arkadaşım olmasa dahi takip etmek, bana daha iyi geldi. Notifications kısmını çok önceden kapatmıştım zaten:) Bir de bu sosyal medya için zaman sınırı koymak şart!<br />
<br />
<b>-Eski medyaya dönüş!:</b> Haberler için sabahları genelde Açık Radyo dinliyorum. Gazeteyi, dergileri basılı halleriyle okumaya çalışıyorum. Medyayı kendi seçtiğim zamanda, başka bir uyaran olmadan almaya gayret ediyorum.<br />
<b><br /></b>
<b>-Hediyenin bir anlamı olmalı!</b>: Sizce de kuşak olarak abartmadık mı bu hediyeleşme işini? Bizi geçtim, çocuklar için de hediye almanın heyecanı, sürprizi azaldı bu kadar çok hediye alınınca diye düşünüyorum...Toplumda kendi kendime yaşamadığım için, bu konuda çok radikal adımlar atamadım henüz ama az olsun gönülden olsunculardanım...Mesela, anneannem bayramlarda bize sadece mendil verirdi ve o mendiller çok kıymetliydi benim için. Her bayram hangi renk mendil vereceğini merak ederdim. Tamam o günlere de dönemeyiz belki ama hediyede nicelikten çok incelik arıyorum ben, illa maddi birşey olması da gerekmiyor...<br />
<br />
<b>-Zihin haritaları ile gün planı:</b> Zihin haritalarını birkaç sene önce bir arkadaşım göstermişti bana. O dönem değerini pek anlamamışım, sonra üzerine okudum ve çok sevdim. Zihnimden geçenleri bir sayfada toparladığım bir plan. Her hafta yapınca, neleri yapıp neleri salladığımı görüyorum, fazlalıkları da... Zihnimi sadeleştirmemde işime yarıyor. İş için, günlük hayat için, herşey için uygulanabilir bir plan. Bu konuyu başka bir yazıda ayrıntılı yazacağım.<br />
<br />
-<b>Yaz hafifle!:</b> Bloga bir süredir yazmayıp içimde tuttuklarım var. Eteğimdekileri önce silkeleyip, 2016'da biriktirmeden yazmayı istiyorum...<br />
<br />
Bunlar ilk etapta aklıma gelen şeyler ama gidecek yolum çoktur eminim...Bu hali bile beni oldukça hafifletti... Birşeyleri sadeleştirince, hayatımda başka şeylere de yer açabildim. Yer açtıklarımı da başka bir yazıda yazarım. Sizin de sadeleşme ile ilgili yaptıklarınızdan önerileriniz olursa beklerim:)<br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-59778158499243016692015-10-09T15:40:00.000+03:002015-10-09T15:47:26.374+03:00Herşey Değişir...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeWj2ZEdPVUstvQVbGjwn4DuiNHEtyOPywz4snJ7-ZURAZcZcubRWIlLEh6g3u7jEeiUmWPc1Eb9JLSaRSozyMAchrjH9QlkBq6YAQiYm1jDreDlk2GmSUUTifTd2PpCwBrx0soriHzmM/s1600/carlos.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeWj2ZEdPVUstvQVbGjwn4DuiNHEtyOPywz4snJ7-ZURAZcZcubRWIlLEh6g3u7jEeiUmWPc1Eb9JLSaRSozyMAchrjH9QlkBq6YAQiYm1jDreDlk2GmSUUTifTd2PpCwBrx0soriHzmM/s1600/carlos.jpeg" /></a></div>
Bir yerden bloga tekrar başlamak istiyordum, dün Filmekimi'nde seyrettiğim "<a href="http://filmekimi.iksv.org/tr/arjantin">Arjantin</a>" filminden muhteşem bir Mercedes Sosa şarkısıyla yazmaya başlamış olayım...Filmde Sosa'nın söylediği "Todo Cambia" şarkısı türkçe altyazısıyla verilmişti ve sözleri nefisti. Şarkının aşağıdaki ingilizce çevirisi, tam olmasa da, şarkının özünü üç aşağı beş yukarı anlatıyor. Gürül gürül çağladı dün sinema salonunda şahane sesi...Siz de dinlerken yüksek sesle dinleyin derim...<br />
<br />
Mercedes Sosa'nın muhalif bir ses olduğunu bilirdim de, dün hakkında biraz da okudum. Sosa, Arjantin'deki 1976 askeri darbe sonrası günlerde, politik duruşundan ödün vermediği için, ülkesinde zor zamanlar geçirmiş. 1979 yılında verdiği bir konserinde tutuklanmış, şarkılarının çalınması ve bundan sonra ülkesinde şarkı söylemesi yasaklanmış. 1982'ye kadar yurtdışında sürgün hayatı geçirmek zorunda kalmış...Ülkesine döndükten sonra da, diktaya karşı sıkı duruşunu korumuş...Saygılar Mercedes Sosa!<br />
<br />
Hayat başka topraklarda da çok farklı değil ama herşeyin öyle ya da böyle mutlaka değişeceğinin şarkısını duymak bile iyi geldi dün bana...<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/0khKL3tTOTs" width="560"></iframe><br />
<br />
Todo Cambia-Everything Changes<br />
<br />
<table style="border-collapse: collapse; border-spacing: 0px; color: black; font-family: Soleil, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 19.95px; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><tbody style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
<tr style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><td style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><div align="left" style="outline: 0px; padding: 0px;">
The meaningless changes<br />
The profound also changes<br />
Ways of thinking change<br />
Everything in the world changes<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
Over time the weather changes<br />
The shepherd's herd changes<br />
And just as everything else changes<br />
That I change is not strange<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
The finest diamond's shine changes<br />
As its brilliance wears off<br />
The little birdie's nest changes<br />
The lover's feelings change<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
The traveler's path changes<br />
Even though painful<br />
And just as everything else changes<br />
That I change is not strange<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
Change, everything changes (x4)<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
The sun's path changes<br />
to sustain the night<br />
The plants change<br />
to wear the green of spring<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
The fur of the wild beasts change<br />
The hair of the wise ones change<br />
And just as everything else changes<br />
That I change is not strange<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
But my love doesn't change<br />
No matter how far away I am<br />
Nor the memory nor the pain<br />
of my place and of my people<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
That which changed yesterday<br />
Will have to change tomorrow<br />
Just as I change<br />
In this faraway land<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
Change, everything changes (x4)<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
But my love doesn't change<br />
No matter how far away I am<br />
Nor the memory nor the pain<br />
of my place and of my people<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
That which changed yesterday<br />
Will have to change tomorrow<br />
Just as I change<br />
In this faraway land<br />
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />
Change, everything changes</div>
</td></tr>
<tr style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><td style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><br /></td><td style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><br /></td></tr>
</tbody></table>
<span style="font-family: Soleil, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 19.95px; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><br /></span>füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-33029152181109177152015-07-03T19:20:00.000+03:002015-07-03T19:22:51.654+03:00Şahane Animasyon: "Ters Yüz" Kitaptan bahsedecektim, araya film aldım!<br />
<br />
Bence yaz vaktinde yapılabilecek en güzel şeylerden biri, serin sinema salonlarına kaçmak! Üstelik vizyonda <a href="http://www.imdb.com/title/tt2096673/">"Ters Yüz/Inside Out"</a> gibi şahane bir animasyon filmi varsa...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHSuXevSiW3twJkgDchSWKpB7xM3AzFQTggYJJdrPPs084GZuGiZ9SGdjgml36UO_rizjwPx4znxTvqjqqqHreYk_gmKOPBU3erG-pU33MgBj1rUGGOrLNvsysGBO6s-kpPYxInZ95JmM/s1600/TERS-YU%25CC%2588Z-INSIDE-OUT-I%25CC%2587LK-GO%25CC%2588RU%25CC%2588NTU%25CC%2588+%25281%2529.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHSuXevSiW3twJkgDchSWKpB7xM3AzFQTggYJJdrPPs084GZuGiZ9SGdjgml36UO_rizjwPx4znxTvqjqqqHreYk_gmKOPBU3erG-pU33MgBj1rUGGOrLNvsysGBO6s-kpPYxInZ95JmM/s320/TERS-YU%25CC%2588Z-INSIDE-OUT-I%25CC%2587LK-GO%25CC%2588RU%25CC%2588NTU%25CC%2588+%25281%2529.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Sinemaya, ister çocuğunuzla ister yalnız gidin, kafalarımızın içindeki sesleri konuşturan bu şahane animasyon filmini kaçırmayın...Kişiliğin oluşumu, duyguların değişkenliği, hatıra, hafıza gibi kavramlar, hiç bu kadar basit ve keyifli bir şekilde anlatılmamıştır herhalde...Ben filme çocuklarla gittim ama çocuklardan fazla sevmişimdir filmi...Giderseniz, hepinize iyi seyirler...<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/RWnbNU-V-1U" width="560"></iframe><br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-88134140640779486592015-07-01T14:50:00.001+03:002015-08-18T12:40:22.852+03:00Murakami Sever Misiniz?Eveeet, gelelim kitaplara...<br />
Tatile gitmeden önce, bir arkadaşım "senin bir Murakami okumanı çok istiyorum, bence seversin sen onun kitaplarını" dedi. Okumayı severim ama kalın kitaplar beni hala başta ürkütür biraz. Haruki Murakami'nin de tuğla gibi bir kitabı olduğunu bildiğimden dolayı (1Q84), şimdiye kadar kendisine mesafeli duruyordum. Halbuki başka kitapları da varmış. Arkadaşımla kitapçıdayken, kapağını da beğendiğim daha ince bir Murakami kitabını aldım: <a href="http://www.dogankitap.com.tr/kitap/S%C4%B1n%C4%B1r%C4%B1n+G%C3%BCneyinde+G%C3%BCne%C5%9Fin+Bat%C4%B1s%C4%B1nda-922">"Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında"</a><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcYOoflrlN7csqk1Iu07hfsXAV7khQXKF7mB9UlF-kGxGsSrTXzcwrgOrCMVQ5yFEuVIx4_LB53PLzqCYVN2wgwA4pGWdpAsl0Ipv65FJK_8MctDPCIY9OeUFTsB7kYmj1zDsn8MufAA8/s1600/murakami.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcYOoflrlN7csqk1Iu07hfsXAV7khQXKF7mB9UlF-kGxGsSrTXzcwrgOrCMVQ5yFEuVIx4_LB53PLzqCYVN2wgwA4pGWdpAsl0Ipv65FJK_8MctDPCIY9OeUFTsB7kYmj1zDsn8MufAA8/s320/murakami.jpg" width="221" /></a></div>
<br />
Kitap okurken su gibi aktı. Ne kadar sade, samimi ve doğal yazmış romanı. O sadeliğin altında yatan derinlik beni çok etkiledi. İnsan duygularının, özellikle bir erkeğin kaleminden bu kadar açık, dobra bir şekilde dile getirilmesi hoşuma gitti. Murakami, kahramanının gel-gitlerini, duygu dalgalanmalarını, iç konuşmalarını oya gibi işlemiş, okuyucuya en şeffaf haliyle sunmuş...<br />
*<br />
Bir kitabı okurken, kitapta sözü edilen müziklere, yazarlara, kitaplara, ressamların eserlerine vs genelde bakarım. Hatta artık kitabı okurken, bunları kitabın ilk sayfalarına not olarak düşüyorum. Okuduğum sırada bakamasam da, hikayeyi hissetmeme yarayacak bu kaynaklara mutlaka bakıyorum. O zaman kitabı daha iyi özümsüyorum. Bu kitabın da müziklerini dinledim. Bazı müzikler hayalimdekine çok uymadı ama uysa da uymasa da, yeni keşifler yapabilmek güzel...<br />
*<br />
Tokyo'da iyi bir işi olan, sevdiği eşi ve 2 çocuğuyla sakin bir hayat yaşayan Hacime'nin sıradan görünen ama sıradan olmayan hikayesi...Kitap bittiğinde bile Hacime'nin sonraki hayatını merak ettiren bir hikaye...<br />
*<br />
Kitabın içinden bir alıntı yapıp yapmamaya karar veremedim. Zira kitabı bütün olarak okuduğunuzda tam anlamı yakalıyorsunuz, şimdi bir parça yazarsam kitabın etkisi düşer mi emin olamıyorum ama ufak bir parça koyayım en iyisi:<br />
<i>"Hafıza ve duyular bu kadar belirsiz ve her yöne eğilimli olduğundan, olayların gerçekten yaşandığını ispatlamak için daima belirli bir gerçekliğe -alternatif gerçeklik diyelim- güveniriz. Belirli bir şekilde algıladığımız olaylar ne dereceye kadar göründükleri gibidir ve bu olaylar ne dereceye kadar biz onları öyle adlandırdığımız için öyledir bilmek mümkün değildir...Bilincimizin sınırları içinde sonsuz bir zincir yaratılır ve gerçekten burada olduğumuz duygusunu veren, var olduğumuzu söyleyen zincir buradan beslenir. Fakat bu zinciri koparacak bir şeyler olur ve zarar görürüz. Gerçek nedir? Zincirin kopan tarafının burasındaki mi? Ya da orada, diğer tarafındaki mi?</i><br />
<i>Bu noktada hissettiğim işte böyle bir kopuş duygusuydu."</i><br />
<i>*</i><br />
Bu yazıyı, kitabın adına da vesile olmuş bir şarkı ile noktalayalım...İkinci kitap diğer yazıda gelsin...<br />
<br />
Nat King Cole'dan South Of The Border<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/gDpTxrj3Fps" width="420"></iframe><br />
<br />
<br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-19425078435743878682015-07-01T14:50:00.000+03:002015-08-18T12:37:35.194+03:00Bir Gemi Seyahatinden Bende Kalanlar...<i>"Çanakkale Boğazı'nda bir yolcu gemisiyle akaryakıt tankeri çarpıştı. Ölen ya da yaralanan olmadı." 27 Haziran 2015.</i><br />
Bu tür bir haber normalde hızlıca göz gezdirip geçebileceğim bir haberken, geminin içinde yer alan yolculardan biri olunca, durum haliyle bir parça değişti benim için...<br />
Çok uzun yazmayacağım ancak şu an hala hayatta isem, bu konudan ufacık da olsa bahsetmek istiyorum.<br />
Annem, Defne, ben; komşu topraklarda bir gemi seyahati yapmış ve gemiyle İstanbul'a dönüş yoluna koyulmuştuk. Amma velakin, gece saat 1.30'da deprem olduğunu düşündüğüm bir gümbürtüyle yataktan fırladım. Meğer bize boğazda bir tanker çarpmış. Hatta annem aracın bize yaklaşan ışığını görmüş. Biz o vakit çarpan aracın akaryakıt tankeri olduğunu bilmiyoruz. (İyi ki bilmiyoruz.).<br />
*<br />
Herkes çıkıyor kabininden, uzun süre kaptandan anons yok. Ne kadarlık bir hasar aldığımızı bilmiyoruz. Titanik filmi ile yetişmiş bir kuşak olduğumuz için de, ister istemez heyecan yapıyorum. Defne çarpma sırasında uyanmıyor. Onu uyandırmalı mıyım bilemiyorum. Annem uyanık, onları kabinde bırakıp, yukarı çıkıp bilgi almaya da çekiniyorum. Ya birden gemi su alırsa? O sırada çok mantıklı düşünemiyor insan. Can yeleklerimizi giymeli miyiz? Birçok yolcu can yeleklerini giyiyor. Anons olmayınca, herkes kendince bir önlem almaya çalışıyor haliyle. Sonra bir gemi görevlisi dolaşıyor katımızda. "Endişelenecek bir durum yok" diyor ama net bir açıklama da yapamıyor.<br />
*<br />
En nihayetinde, kaptan anons yapıyor. Gemiye bir aracın çarptığını, geminin stabilitesinde ve güvenliğinde sorun olmadığını söylüyor. "Kabinlerinizde kalın" diyor ama dedim ya, Titanik ile yetişmiş kuşak olduğumuz için, nedense çok da emin olamıyorum o saatte dediklerinden. Hele bir süre sonra gemiye yayılan mazot kokusu insanı iyice pirelendiriyor. (Meğer tankerden yakıt sızmaya başlamış) Bir süre sonra midem bulanmaya başlıyor. Defne tosur tosur uyurken, acaba bu kokudan bayılır mı diye endişeleniyorum ama uyandırmaya çalışsam da uyandıramıyorum onu. "Anne beni rahat bırak" diyor, mazot kokusuyla karışık uyuyup gidiyor kuzum. Ben de can yelekleriyle başında bekliyorum...Bir iki saat sonra ya koku azalıyor ya da biz kokuya alışıyoruz...<br />
*<br />
Neyse, o geceyi tüm gemi uykusuz geçiriyoruz, sonradan çarptığımız aracın petrol ürünü taşıyan bir tanker olduğunu öğreniyoruz. (Tankeri hemen uzaklaştırmışlar gemiden, boğaz trafiğini kapatmışlar, Gelibolu mazot kokusu altında kalmış.) Olayın vehametini sonra sonra anlıyoruz. Ne diyeyim, çok çok ucuz atlatmışız. İşte hayat böyle birşey. Hiç tahmin etmediğin bir yerde, sana çok farklı sürprizler hazırlayabiliyor.<br />
İstanbul'a dönüş yolculuğumuzu hiç anlatmayayım, orası da ayrı bir maceraydı ama şu an sağlıkla şu satırları yazabiliyor olmak bile çok güzel birşey...<br />
*<br />
Aslında ben gemide tanıdığım insanları, okuduğum kitapları yazacaktım ama önce bunlar döküldü parmaklarımdan...Onları da yazayım:)<br />
*<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8ej4rCB_y8afgh6RgRtFCxGsIBspI1smdHq07vBOP-njUQTZd1aecjw8HrGPs50gVAiV5zzrk00LBH3LwvTzzviDnBHnHNlEfbWSFLut5-SX_EMK_V1SYevQuxeO-Z5FE3ocdIYHvY9A/s1600/IMG_6196.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8ej4rCB_y8afgh6RgRtFCxGsIBspI1smdHq07vBOP-njUQTZd1aecjw8HrGPs50gVAiV5zzrk00LBH3LwvTzzviDnBHnHNlEfbWSFLut5-SX_EMK_V1SYevQuxeO-Z5FE3ocdIYHvY9A/s320/IMG_6196.JPG" width="320" /></a></div>
<br />
Hayatımda ilk defa gemi yolculuğu yaptım. Yapmaya alışık olduğum tarzda bir tatil değildi ama gemide uzun zaman geçirdiğimiz için, insanları bol bol gözlemleme şansım oldu. Özellikle yabancı yaşlı insanların yaşama bağlılıkları çok hoşuma gitti. 80-90'lık yaşlı teyzeler, güzel güzel giyinip makyajlarını yapıyorlardı. Yaşlıların çoğu güleryüzlüydü. Akşamki showlara aktif bir şekilde katılıyorlardı, dans ediyorlardı. "Yaşın kaç olursa olsun, içinde yaşama sevincin olsun!" dedim kendi kendime...<br />
*<br />
Defne gemideki showlara çok meraklıydı. Dans, müzik ve jimnastik gösterilerinin olduğu showları iyi yerden izleyebilmek için, salona ilk gidenlerden oluyorduk. Yine böyle erken gittiğimiz bir akşam, burada tanıştığımız bir çiftin hayat hikayesinden çok etkilendim. Çift Kanada'dan gelmiş. Defne, adama Kanadalı'ya hiç benzemediklerini söyledi. (Çok bilirmiş gibi Kanadalılar'ı...) Meğer Kanada'ya Uganda'dan iltica etmiş Hint asıllı vatandaşlarmış. 1972 yılında, Uganda'da Hint kökenli insanlara çok zulüm yapılmış, çoğu Hintli öldürülmüş, bazıları da ülkeden kaçarak canlarını zor kurtarabilmişler...Bu çift de kaçarken, kadın hamileymiş, yolda bebeğini düşürmüş ama neyse ki, Kanada'da yeniden çocukları olabilmiş. Adamın babasından öğrendiği bir zanaatı olduğu için(kuyumculuk) bu işi Kanada'da da yapabilmiş. Çok tatlı bir çiftti. Şu an Suriye'de yaşananları da anlayabildiğini söyledi adam. "Yaşamayan bilemez tam olarak bu durumları ama ben onları anlayabiliyorum" dedi...Dünyanın başka bir noktasından, ne kadar benzer hikayelerle tanışabiliyor insan...<br />
*<br />
Geminin durduğu bir adada, şirin bir restorana gittik. Bir adamın üzerinde "Dance saved my life" yazan bir t-shirt vardı. Adam öyle atletik yapılı biri değildi ama yüzüne baktığımda gerçekten bir yaşanmışlık hissiyatı aldım adamdan. Yemekte ister istemez bu sözü düşündüm. Olabilir miydi? Dans insanın hayatını kurtarabilir miydi? Belki de kurtarabilirdi? Mesela bana çok iyi gelen birşey dans etmek, düşüncelerin ağırlığı altında ezildiğimi hissettiğim zamanlarda "hop hop hop değiş tonton" yaptırabilen sihirli bir değnek dans! İnsana yaşam enerjisi, hayat veren şahane bir meditasyon dans! Velhasıl, sevdim bu sözü. Adam arkadaşıyla yemekten kalkarken, adama dayanamayıp laf attım. "I liked your t-shirt" diyiverdim:). O da çok nazikçe gülümsedi bana...Oh içimde kalmamış oldu düşündüklerim:)<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrPhuIDJNk7hZ6-L_gZJZbGna2TRYHfrs0HMxTM3YWu3IXxBKQlfvxX4w2wuI71ZsO7xIilbjIVLBWSbGrR_YuTXI4yxFuPi_qHGALmwlWMBmQL9WL7xPMxZRx05IMPsaqxzoT0S0H4ko/s1600/IMG_6432.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgrPhuIDJNk7hZ6-L_gZJZbGna2TRYHfrs0HMxTM3YWu3IXxBKQlfvxX4w2wuI71ZsO7xIilbjIVLBWSbGrR_YuTXI4yxFuPi_qHGALmwlWMBmQL9WL7xPMxZRx05IMPsaqxzoT0S0H4ko/s320/IMG_6432.jpg" width="240" /></a></div>
<br />
*<br />
En iyisi kitapları öbür yazıda yazayım, yoksa bu yazı uzayıp gidecek böyle...<br />
*<br />
Gemide show'da dinlediğim müziklerden biriyle yazıyı bitireyim dedim, aklıma gelen ilk şarkı bu oldu:)<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/w_DKWlrA24k" width="560"></iframe>füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-73251959489193769002015-06-08T15:35:00.000+03:002015-06-08T16:25:22.622+03:00Yaşa "Oy ve Ötesi"!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvYtMhqtLzSndhcqogxodAcFnDi5HG-OnOdgjh4-_e-ln25pzP0t_IgFtaTqKo3FWl-Bml6x_C9QFmJ3-ue9wimQDzbSmeVwOibxXsvIAVB2UikZDMYjfPr9XhBIv23zDdpN6nGUdkPoQ/s1600/oyveotesiii.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="227" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvYtMhqtLzSndhcqogxodAcFnDi5HG-OnOdgjh4-_e-ln25pzP0t_IgFtaTqKo3FWl-Bml6x_C9QFmJ3-ue9wimQDzbSmeVwOibxXsvIAVB2UikZDMYjfPr9XhBIv23zDdpN6nGUdkPoQ/s320/oyveotesiii.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Yorgunum ama tatlı bir yorgunluk bu. Dün seçimlerde "Oy ve Ötesi" gönüllüsü olarak çalıştım. Geç bile kalmışım böyle bir oluşumda yer almak için. Tarafsız, bağımsız, adil ve tamamen gönüllülüğe dayalı bir sistem kurulabiliyormuş demek memleketimde...Helal olsun Oy ve Ötesi'ni kuranlara, yaşatanlara...<br />
*<br />
Yaşamadan anlatılması zor bir deneyim aslında. Ama kısaca anlatıvereyim sürecimi, ne de olsa burada yazdıklarım kişisel tarihim oluyor. İnsanlık için küçük ama benim için anlamlı adımlar, kayda düşşün:)<br />
*<br />
Neyse, ne diyorduk...Öncelikle; <a href="http://oyveotesi.org/">Oy ve Ötesi</a>'ne sitesinden başvurdum. 1 gün sonra, çalışacağım okulun "Oy ve Ötesi" sorumlusu beni aradı. İzin alarak, beni mail ve whatsup grubuna ekledi. Eğitimleri ve gerekli materyalleri benimle ve grupla paylaştı. Sonra çalışacağım okulda OveÖ gönüllüsü olarak görev yapacak grupla, birkaç kere biraraya geldik. Seçim sırasında dikkat edilmesi gereken kritik noktaların ve ilgili soruların üzerinden geçtik...Her OveÖ grubu böyle midir bilemem ama benim içinde bulunduğum grupta insanların hepsi; sorumluluğunu bilen, yapıcı, yardımcı bir tutum içindelerdi. Genci de yaşlısı da... Çiğ bir hareket görmedim kimseden.<br />
*<br />
Gelelim seçim gününe...<br />
Sabah 6.30 itibariyle grup olarak okulda buluştuk. Son bir görev paylaşımı yapıp, 7'ye doğru sandıklarımıza dağıldık. Okula girip, teker teker sınıflara dağıldığımızda, kendimi üniversite sınavlarına giriyormuş gibi bir ruh halinde hissettim. Böyle bir ortamda hiç çalışmadığım için, başta biraz heyecan yaptım ama ilk dakikaların heyecanını attıktan sonra, "ulen herkeşler insan füs, elinden gelenin en iyisini yap işte" dedim kendime ve aktı gitti gün...<br />
Bizim sandıkta, her yaştan her partiden görev alan insan vardı ve gün boyu herkes birbiriyle uyum içinde çalıştı. Çalışma kısmının yanında, hiç tanımadığın, farklı farklı görüşteki insanlarla bir gün de geçiriyorsun birlikte. Haliyle sohbet ediyorsun, hikayeler dinliyorsun, anlamaya, tanımaya çalışıyorsun karşındakini. Kendilerine partilerinin gönderdiği kumandayı seninle paylaşıyorlar. Ben de birşeyler götürmüştüm, paylaştık işte bir şekilde...<br />
Seçim sistemi çok basit gibi görünse de, işin içine girince, çok detay olduğunu görüyor insan. Zira hedef kitle tüm Türkiye insanı ve her insan oyunu 1 kere kullanıyor, yanlış kullandı mı, yanlış sayıldı mı, yanlış kaydedildi mi, gitti o oy...O yüzden uyanık olmak, rehavete kapılmamak, gerekli uyarıları yapmak, birşeyleri varsaymamak gerekiyor...<br />
Türkiye'nin insan mozaiğini gözlemlemek açısından da dün, benim için kıymetliydi...Bizim sandıkta değildi ama 1919 doğumlu bir kişi gelmiş oy kullanmaya. Bizim sandıkta oy kullanmaya da, parkinsonlu bir amca büyük bir çaba göstererek geldi. Bu insanların çabasını görünce, oy kullanmaya gelmeyenleri düşünmeden edemedim. (Gene de %85 dolayında katılım vardı bizim sandıkta.)<br />
<br />
Uzatmayayım, insanın duyduğu bir şeyi, kendinin tecrübe etmesi başka birşey. "Nasıl bir memleket olduk biz, oylarımızı da mı biz sayacağız?" diye hayıflanmak yerine, durumu kabul edip oyların sayımına destek olunca, daha huzurlu uyudum dün akşam.<br />
*<br />
Oy ve Ötesi oluşumu, orada tanıdığım insanlar, farklı görüşteki insanları tanımak, anlamak için de, bu seçim dönemi öğretici bir deneyim oldu benim için...<br />
Bu seçimle, ülkem için yeniden umutlandım ve umudun ışığının hepimizin içinde olduğunu bir kez daha gördüm. "Demokratikleştikçe güselleşiyorsun Türkiye"! diyesim geldi...Dedim, gitti;)<br />
*<br />
Bir önemli not. Bugün de, oy tutanaklarının sisteme girişini yapabilecek <a href="https://t3.oyveotesi.org/#/">T3 gönüllüleri </a>aranıyor. Bilginize...<br />
<br />
*<br />
Yazıyı güzel bir şarkıyla bitireyim...<br />
Sabah Açık Radyo'da, Nazım Hikmet'in Piraye'ye olan aşkıyla ilgili konuşuyorlardı. Zamanında ona yazdığı şiirlerden, Yyves Montand'ın da bir şarkı söylediğini konuştular ve bu parçayı çaldılar. Bilin bakalım hangi şiirleri? Hiç fransızca bilmememe rağmen, şarkının fransızca sözlerinden şiirleri aradım buldum, bulunca da çok sevindim, çünkü çok severim bu şiirleri:) Zorlamayayım sizi, gelsin şiirler...Şiirlerle birlikte bu şarkı, bu havada mis gibi gidiyor...<br />
<br />
Haydi aydınlık günlere...<br />
<br />
<b><i>24 Eylül 1945</i></b><br />
<b>En güzel deniz :</b><br />
<b> henüz gidilmemiş olanıdır.</b><br />
<b>En güzel çocuk :</b><br />
<b> henüz büyümedi.</b><br />
<b>En güzel günlerimiz :</b><br />
<b> henüz yaşamadıklarımız.</b><br />
<b>Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :</b><br />
<b> henüz söylememiş olduğum sözdür...</b><br />
<br />
<b><i>26 Eylül 1945</i></b><br />
<b>Bizi esir ettiler,</b><br />
<b>bizi hapse attılar :</b><br />
<b> beni duvarların içinde,</b><br />
<b> seni duvarların dışında.</b><br />
<b>Ufak iş bizimkisi.</b><br />
<b>Asıl en kötüsü :</b><br />
<b>bilerek, bilmeyerek</b><br />
<b>hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...</b><br />
<b>İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,</b><br />
<b>namuslu, çalışkan, iyi insanlar</b><br />
<b>ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...</b><br />
<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/WEd1cHZIgjc" width="560"></iframe><br />
<br />
<br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-37829195892969197462015-05-28T18:09:00.001+03:002015-05-28T23:45:49.593+03:00Bilge Kocakarı Le Guin ve Just Think About It!Şahane bir kitap okuyorum. <a href="http://www.dr.com.tr/kitap/kadinlar-ruyalar-ejderhalar/ursula-k-le-guin/edebiyat/roman/fantastik/urunno=0000000057182">Ursula K. Le Guin'den "Kadınlar Rüyalar Ejderhalar". </a>Jung'sever bir bilimkurgu yazarı Le Guin. Kitap tanıtımında; "uzay gemisindeki bilge kocakarı" gibi bir tanımlama yapılmış kendisiyle ilgili. Tanımlama hoşuma gitti:) Diğer kitaplarını okumadım ancak bu kitabın kapağını* gördüğümde, kapağına vurulmuştum. Irmak Zileli de, Le Guin hakkında yazınca, kitapla ilgili merakım artmış ve almıştım kitabı, okumak bu günlere kısmetmiş...<br />
<br />
Kitap, herkesin ilgisini çeker mi bilmiyorum, çok kolay okunur bir kitap değil bana göre, ama; yazmaktan, gölgesiyle yüzleşmekten, fantazilerden, mitlerden, Jung'dan hoşlananlar için keyifli bir kitap olduğunu düşünüyorum. ("İnsan gölgesiyle yüzleşmekten hoşlanır mı?" diye sorabilirsiniz bana, sorar iseniz; "hoşlanmak biraz abartı olabilir ama gölgemizin varlığını kabul edip onunla yüzleşmeden de, tam olmuş olmuyoruz bence" derim.). Le Guin, çok bilgece anlatmış gölgemizin varlığını...<br />
<br />
Bu kitabı okurken; önceki yıllarda "Yüzüklerin Efendisi" serisini seyrettiğime de ayrıca sevindim. Zira, yazar bazı "gölge" analizlerini bu filmdeki karakterler üzerinden(daha doğrusu Tolkien'in karakterleriyle) yapıyor ve gerek Tolkien gerek fantaziler gözümde daha da anlamlı hale geliyor.<br />
Kitaptan birkaç alıntı yaparsam, kitapla ilgili daha çok fikir verebilirim size...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzDSFRDQCAsUtoS0GRKkjxLnQxQv8Xynqe0UAgbZJhVkcQRJkg7AJE847g0BibsPfeyQjVPfXOO0v1b4qoSzoWIyn_PqDt4EmzyjuOl4V-KwxKND6yl9g-_iqNCGdnMqboPovEHQOPYOM/s1600/ursula+le+guin.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzDSFRDQCAsUtoS0GRKkjxLnQxQv8Xynqe0UAgbZJhVkcQRJkg7AJE847g0BibsPfeyQjVPfXOO0v1b4qoSzoWIyn_PqDt4EmzyjuOl4V-KwxKND6yl9g-_iqNCGdnMqboPovEHQOPYOM/s320/ursula+le+guin.jpeg" width="210" /></a></div>
<br />
<i>Büyümemiz için bize gereken gerçekliktir, insan erdemini ya da kötülüğünü aşan bir bütünlük. Bilgiye, kendimizi bilmeye ihtiyacımız var. Kendimizi ve gölgemizi görmemiz gerekir. Çünkü gölgemizle yüzleşebiliriz; onu kontrol edebilir, onun rehberliğini kabul edebiliriz; böylece belki de büyüdüğümüzde, güçlenip toplum içinde sorumlu yetişkinler olduğumuzda, dünyada yapılan kötülükler, katlanmak zorunda olduğumuz adaletsizlikler, azap ve acı karşısında ve o en sondaki nihai gölge karşısında, çaresizlikle teslim olmaya ya da gördüklerimizi inkar etmeye daha az eğilimli oluruz. (*Kitabın kapağındaki metin)</i><br />
<i><br /></i>
<i>Hayal gücünün bastırılabileceğinden emin değilim. Eğer çocuktaki hayal gücünün kökünü gerçekten kazıyabilirseniz, o çocuk büyüyünce bir patates olur:)</i><br />
<i><br /></i>
<i>Fantazi elbette hakikidir. Olgulara dayanmaz ama hakikidir. Çocuklar bilir bunu. Yetişkinler de bilir, zaten çoğu bu yüzden fantaziden korkar. Fantazideki hakikatın, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma hatta tehdit oluşturduğunu bilirler. Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar. Çocuklarımıza güvenmemiz gerektiğine inanıyorum. Normal çocuklar, gerçeklikle fantaziyi birbirinden ayırt etmeyi gayet iyi becerir. Çocuk tek boynuzlu atların gerçek olmadığını tabii ki bilir, ama öte yandan tek boynuzlu atlar üzerine yazılan bir kitabın, eğer yeterince iyiyse, hakiki bir kitap olduğunu da bilir. </i><br />
<i><br /></i>
<i>Jung der ki; "Herkes bir gölgeye sahiptir, bu gölge bireyin bilinçli yaşamında ne kadar az içeriliyorsa, o kadar kara ve yoğun olur." Başka bir deyişle, gölgenize ne kadar az bakarsanız, o kadar güçlenir, sonunda bir tehlikeye, kaldırılamaz bir ağırlığa, ruhunuzun içindeki bir tehdide dönüşür. Bilince kabul edilmeyen gölge, dışarı, ötekilere yansıtılır. Benim bir kusurum yok-sorun onlar...</i><br />
<i>Eğer gerçek dünyada yaşamak istiyorsam, bu yansıtmalarımdan vazgeçmek zorundayım; nefret edilesi olanın, kötünün içimde olduğunu kabul etmeliyim. Bu kolay değildir. Suçu başkalarına atamamak zor. Ama buna değer. Eğer birey, diyor Jung "Kendi gölgesiyle hesaplaşmayı öğrenirse, dünya için gerçek birşey yapmış olur. Günümüzün devasa, çözülmemiş toplumsal sorunlarının hiç olmazsa minicik bir parçasını sırtlanmayı başarmıştır."</i><br />
<br />
Ağır gittim değil mi?:) Neyse, derin ama güzel konular bence...<br />
<br />
Yazıyı, güzel bir şarkıyla noktalayayım. Dün bu şarkıyı bir arkadaşım yolladı bana, yıllardır bildiğim ve nakaratını ezbere söylediğim şarkıyı, ilk defa sözlerine dikkat ederek dinledim ve çok sevdim. Bazı şarkılar zamanı gelince, gerçekten dinleniyor sanırım...<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/YiUQE5bJKFU" width="420"></iframe><br />
<br />
Hepinize iyi günler...<br />
<br />
<br />
<br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-33887622393251555512015-05-20T00:33:00.000+03:002015-05-20T00:34:10.322+03:004 kitap<a href="https://alisveris.yapikredi.com.tr/tanim.asp?sid=L2W8MWF8KB4B9QBEJXQ4">Kafamda Bir Tuhaflık ve Orhan Pamuk: </a><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhPyvz0MHvD4tgFgc-ohmImVYv33Fdk30_ZAJ7mBHSv6mhNrdsRTbjua9kBCIeSamPBnjL6k1FNNu5nyP-zaBeEkFNm9w4W6YvifSbqzVKlMWLzVULf-49QKTu33wlCuXXicwL8sfmZLzQ/s1600/orhanpamuk.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhPyvz0MHvD4tgFgc-ohmImVYv33Fdk30_ZAJ7mBHSv6mhNrdsRTbjua9kBCIeSamPBnjL6k1FNNu5nyP-zaBeEkFNm9w4W6YvifSbqzVKlMWLzVULf-49QKTu33wlCuXXicwL8sfmZLzQ/s320/orhanpamuk.jpeg" width="206" /></a></div>
<br />
Okuduğum sürece, bana Mevlüt ve ailesiyle yaşıyormuşum hissi veren<br />
Her karakterin iç dünyasını benimle paylaşarak, onları derinden anlamamı sağlayan<br />
Baharda okumama rağmen, sürekli bana Karakedi bozacısından boza aldırtan<br />
Mevlüt'ün hayat hikayesi üzerinden yakın tarihimizi usulcacık önüme seriveren<br />
Kitap okuma hazzını, romanı okuduğum sürece en yüksek seviyede yaşatan<br />
Ve son cümlesiyle gecenin 2'sinde beni dağıtan enfes yazar...<br />
<br />
Orhan Pamuk, iyi ki varsın!<br />
<br />
<a href="http://www.iletisim.com.tr/kitap/bize-iki-cay-soyle/9035#.VVpKA1Wqqko">Bize İki Çay Söyle-Elif Key</a><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHcteekG_8VrYz6cdYd2dRkDuUqINYP0DH5_q3iqiWRt2yxUiKRSNZVHEb1XV9TTaChrZFXdj18v35BGKsITVvUI9DLutdhY43fdFLKZr61wZb4EfAHMOv6Z-TFMzZ708cfNVe2lPhvEA/s1600/bize-iki-cay-soyle.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHcteekG_8VrYz6cdYd2dRkDuUqINYP0DH5_q3iqiWRt2yxUiKRSNZVHEb1XV9TTaChrZFXdj18v35BGKsITVvUI9DLutdhY43fdFLKZr61wZb4EfAHMOv6Z-TFMzZ708cfNVe2lPhvEA/s320/bize-iki-cay-soyle.jpg" width="211" /></a></div>
<br />
Mayıs başında 2 günlüğüne Urla'nın bir köyüne gitmiştik. Orada, akşam vakti okumaya başladım kitabı. Defne ile Mithat bir mizah dergisine bakıp kıkırdarken, yanlarında ilk bölümü okudum. "Aa noluyor yaa, daha ilk bölümde gözümden yaş geldi be Mithat, anneannesini yazmış". "Hadi ikinciyi okuyayım, aa gene gözlerim yaşardı, bu sefer de kardeşini yazmış. Her bölümde böyle ağlayacaksam işim var. Zırlak zırlak ortalıkta okumayayım bari kitabı..." diyip odaya gittim. Odada ağlamalı kısımlar bitti ama kitapla başbaşa kalmak bana iyi geldi.<br />
Su gibi akıp gidiyor yazıları...Bizim yaşlarda, dobra, çok doğal yazıyor. Dili keyifli; güldürüyor bazen, bazen de lafı zort diye gediğine oturtuyor. Yazılarında ben de kendi çocukluk, gençlik, yakın geçmiş anılarımı buldum. Hatta kitabın yanına notlar düştüm bol bol. Kitabı okurken, yazarla karşılıklı konuşuyor gibi hissettim. Sunay Akın'a laf çarptığı kısım hariç, kendime çok yakın buldum Elif Key'i. (Hatta bu bölümde bile, onunla konuştum.) Anlayacağın, seninle karşılıklı çay içip sohbet etmiş gibi oldum Elif Key, eyvallah! Bir dahakine çaylar benden olsun;)<br />
<br />
<a href="http://www.iletisim.com.tr/kitap/sakin-olmak/9012#.VVpPe1Wqqko">Sakin Olmak-Yaşlanırken Kazandıklarımız</a><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNs4u7iACCQkvxjaQ_8hQONJeGo9GQ-IkwH0SLtCd169dD1kacGDEqQ94VvKfQUn_Wfu7rP0rutb-LQxFGDY7ny6JzX7snLMknq52-mBxWgluPKEby6yExi2rmm94nH0MN7l2IoPwUpYc/s1600/sakin-olmak.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNs4u7iACCQkvxjaQ_8hQONJeGo9GQ-IkwH0SLtCd169dD1kacGDEqQ94VvKfQUn_Wfu7rP0rutb-LQxFGDY7ny6JzX7snLMknq52-mBxWgluPKEby6yExi2rmm94nH0MN7l2IoPwUpYc/s320/sakin-olmak.jpg" width="213" /></a></div>
<br />
Geçenlerde bir gece uykum kaçtı. Dön sağa, dön sola, yok, erken kalkacağım sabaha, "uyursun uyursun" diye yatakta kendime telkinlerde bulundum, ı ıh, yok ortada. Ortada olmadığı gibi, gecenin tüm huzursuzluğunu da üstüme bırakıp gitmiş durumda...<br />
Çaresiz kalktım. Salona gelip birkaç kitap karıştırdım ve aradığım kitabı buldum: Sakin olmak-Yaşlanırken Kazandıklarımız<br />
O kadar müthiş bir kitap ki...Bu incecik kitap, hayatın bütün evrelerini büyük bir bilgelikle anlatıyor. Telaşa mahal yok! Her yaş dönemi, kendine has özellikleriyle yaşanıyor. Şu ana kadar yaşadığım dönemleri okumak keyifli ancak, esas yaşamadığım dönemleri de anlamaya çalışmak, büyüklerin gözünden hayatı yorumlamaya çalışmak iyi geldi bana. Hayatı bir bütün olarak değerlendirince, ister istemez sakinleşiyor insan(yani ben). Bu kitap sayesinde, geceyi; süt liman bir ruh halinde, tatlı bir uyku ile kapadım. (Sadece kitap çizimleri biraz karamsar geldi bana, söylemeden geçemeyeceğim.)<br />
<br />
<i>Yaşamda çok şey talihe bağlıdır ve talihsizliğe; her ikisinin sebeplerini de kesinkes söyleyemezsiniz. Olmaması gereken bir şey olduğunda, kendini, başkalarını, hayatı ve dünyayı suçlamanın bir anlamı yoktur. Her zaman bir talihsizlik olabilir, bir hastalık girebilir yaşamınıza, emin olduğunuz bir gerçeklik çökebilir. Niye benim başıma geldi? Bunu sahiden açıklamak mümkün değildir. Neden şimdi başıma geldi bu? Tamamen tesadüf olabilir. Ne zaman kurtulacağım? Belki de artık hiçbir zaman. O zaman ne olacak? O zaman olabildiğince iyi baş etmeye bakmak kalır geriye, mesela kendime şöyle demek: Şimdi hayatın önüme koyduğu ödev budur; tesadüfen ya da bilinçli, kim bilebilir. Ödevi kabul ediyorum, elimden geleni yapacağım, çünkü öyle ya da böyle bir işe yarayacak olmalı. Olup biten her şey, eninde sonunda birşey için iyi değil midir? Mutlaka önceden belirlenmiş bir iyi olmayabilir bu, her zaman ilgili kişinin yararına olmayabilir, çok defa ancak geriye dönüp bakınca onun için iyi olan yanı anlaşılır. Zamanın akışı içinde, bireyin ömür süresinin çok ötesinde, belki bir anlam, olup bitenlerin oturduğu bir bağlam anlaşılır hale gelebilir, belki önceden de varolan bir anlamdır bu, belki de sonradan erişilmiştir. (Kitaptan bir bölüm)</i><br />
<br />
<a href="http://www.dr.com.tr/kitap/masal-terapi/judith-malika-liberman/egitim-basvuru/kisisel-gelisim/urunno=0000000637201?gclid=CJqKqpjGzsUCFYcSwwod8kQAdQ">Masal Terapi- Judith Malika Liberman</a><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZFoBaCKqGblGuSSguvpOFGzFQRKBNtcAc8bZTy2VMLmUEb0lwfqzfanxCmB5MeCMaaydNC-1JTwom6zZOXMiqbYfIiHjeaLktgINvAUBbhVdBWQShDuU9X-xWbAPAYPaEh8jaMQVIRPA/s1600/masalterapi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZFoBaCKqGblGuSSguvpOFGzFQRKBNtcAc8bZTy2VMLmUEb0lwfqzfanxCmB5MeCMaaydNC-1JTwom6zZOXMiqbYfIiHjeaLktgINvAUBbhVdBWQShDuU9X-xWbAPAYPaEh8jaMQVIRPA/s320/masalterapi.jpg" width="248" /></a></div>
<br />
Daha önceden yazmıştım sanırım, bu sene Judith Liberman'ın masal yazma atölyesine katılmıştım. Hikaye anlatıcısı kendisi, masalcı. Çok da tatlı, gerçek bir kadın. Kırık türkçesiyle şahane masallar anlatıyor. "Dünyada çok fazla kötü, karanlık hikayeler anlatıldı, onlara inanıldı, şimdi de iyi hikayelerin yayılma zamanı olsun" diyor...<br />
<br />
Neden olmasın? İnsanoğlunun içindeki iyiliği ortaya çıkaracak her eylem, bence yayılmaya değer...Zaten hayat masallarla, oyunlarla daha güzel...<br />
<br />
Judith, atölye sırasında bize kitabının çıkacağından bahsetmişti. Çıkınca aldım. Okumaya başladım ama kitap öyle hemen bitmiyor. Kitabı okuma şekli oyuncaklı, her gün(ya da okumak istediğin zamanlarda), kitaptan rastgele bir sayfa seçiyorsun ve karşına çıkan masal, genelde o günlerde senin kafanı meşgul eden birşeyle ilgili çıkıyor, ya da sen ona yoruyorsun çıkanları:)<br />
<br />
Sonuçta hayattaki sorularımızın cevaplarını bulma işini masallara yükleyecek değiliz ama masallar üzerinden hayatla ilgili güzel çıkarımlar yapmak da mümkün. Üstelik dışavurumcu sanatların desteğini de alarak, pek güzel alıştırmalar koymuş her masalın sonuna...<br />
<br />
Alıştırmaları yaparsınız, yapmazsınız bilemem ama sırf masalları için bile okunur bu kitap, benden söylemesi...<br />
<br />
Hepinize iyi okumalar...<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-85289462400897236712015-05-20T00:17:00.003+03:002015-05-20T00:17:58.853+03:001 Film: Toprağın Tuzu-Sebastiao Salgado'nun Hayatı<b><a href="http://www.imdb.com/title/tt3674140/">Toprağın Tuzu</a></b><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCS7XkiyAIwqQkMmN6RAzZI5n86Ow_kS_5r4zZ1FvjqOye2LHTRPtVanARSYzRtmpHuoCFMw9Yhsx01KmziLWhfcToa7uE5irOTQQ7uF9aVv4sDRhk_Ed1ZuO4FnydjaqwLF0AMsfr4mo/s1600/page_the-salt-of-the-earth-topragin-tuzu-34-istanbul-film-festivalide_102048802.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="160" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCS7XkiyAIwqQkMmN6RAzZI5n86Ow_kS_5r4zZ1FvjqOye2LHTRPtVanARSYzRtmpHuoCFMw9Yhsx01KmziLWhfcToa7uE5irOTQQ7uF9aVv4sDRhk_Ed1ZuO4FnydjaqwLF0AMsfr4mo/s320/page_the-salt-of-the-earth-topragin-tuzu-34-istanbul-film-festivalide_102048802.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Festivalde kaçırmıştım bu muhteşem filmi ama iyi ki <a href="http://www.baskasinema.com/">baskasinema</a> var. Filmin son gösterim gününde, son seans için sinemaya gitmeye niyetlendik. Şans bu ya, o günün akşamı İstoş'ta hava döndü, yola çıktığımızda hafiften yağmur yağmaya, şimşekler çakmaya başlamıştı. Yolda yağmur şiddetini arttırıp fırtınayla beslenince, gök de şimşekten tam randımanlı floresan lamba kıvamına dönünce, hafif tırsıp "eve mi dönsek acaba?" dedik ama vazgeçmedik. Arabadan sinemaya yürüdüğümüz 5 dakika içinde sırılsıklam ıslandık. Sinemaya vardığımızda, çok şey başarmışız gibi kendimizle gurur duyduk ama filmi izlemeye başlayınca, bu film için herşeye değer diye düşündük...<br />
<br />
Film; Brezilyalı ünlü fotoğrafçı Sebastiao Salgado'nun hayatı hakkında, insana her duyguyu yaşatan sarsıcı bir belgesel. (Salgado'yu duymuşluğum vardı ancak, fotoğraflarını hayat felsefesiyle birleştirerek okuyabildiğim zaman, nasıl bir fotoğrafçı olduğunu anlayabildim.)<br />
Salgado'nun fotoğrafları o kadar çok şey anlatıyor ki...Salgado; yıllar boyunca, dünyanın dört bir yanında; zorluk, sıkıntı, açlık, savaş yaşayan insanların fotoğraflarını çekerek, bu gerçekleri dünya ile paylaşmış. Dünya ile bu fotoğrafları paylaşırken, insanların bu acılardan birşeyler öğreneceğine ve birşeylerin değişeceğine hep inanmış. Peki birşeyler değişmiş mi? İşte hikayenin beni en çok etkileyen ikinci kısmı bu noktada başlıyor. (Hikayenin beni etkileyen birinci kısmı, fotoğrafların insanı sarsan gerçeklikleri idi.) İkinci kısımda, Salgado'nun farklı bir şekilde dünyayı değiştirme öyküsü başlıyor...<br />
<br />
Filmin DVD'si çıktığında, filmi kaçırmayın derim.<br />
<br />
(Not: Filmi Wim Wenders ve Salgado'nun oğlu yönetmiş. Wim Wenders, Pina Bausch'un hayat hikayesinin anlatıldığı "Pina" filminin de yönetmeni. Meraklısına...)<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/jMb7eWaBVvQ" width="560"></iframe><br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<div>
<div>
<div>
</div>
</div>
</div>
füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-29155726107192503182015-05-19T23:55:00.001+03:002015-05-19T23:55:24.505+03:00Koca Yürekli Yaşar Kemal<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgFLhNoZ1HShOscEkrmGxrRIxHowiUPJy-wQv_PYhoFt2r_AV_Sh8dGsruSRauUGDN-8e-Sj5LBaVSHlwNb0Z52ukDEGcjT0uZLLJWMYmntXfpkbrBpcSQLbzo37JIy1aT4lwXmK1Meb5w/s1600/yas%CC%A7ar+kemal.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="176" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgFLhNoZ1HShOscEkrmGxrRIxHowiUPJy-wQv_PYhoFt2r_AV_Sh8dGsruSRauUGDN-8e-Sj5LBaVSHlwNb0Z52ukDEGcjT0uZLLJWMYmntXfpkbrBpcSQLbzo37JIy1aT4lwXmK1Meb5w/s320/yas%CC%A7ar+kemal.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Yaşar Kemal hakkında, çok yazılıp çizildi. Belki yeni birşey söylemeyeceğim ama Yaşar Kemal'in bende bıraktıklarını yine de yazmak istiyorum...<br />
*<br />
Öncelikle, Yaşar Kemal'in bir gözünün neden kısık olduğunu bilmiyordum, nedense hiç de merak etmemiştim. Annem anlattı hikayesini geçenlerde...Yaşar Kemal, ailenin tek çocuğuymuş. 3,5 yaşındayken, başına talihsiz bir olay gelmiş. Halasının eşi koyun keserken, bıçak, derisinden fırlayıp, bu merasimi izleyen Kemal'in gözüne gelmiş ve gözü bıçaktan zarar görmüş. Hayat ne kadar enteresan...Sen çocuğunu emek emek içinde büyüt, doğur, sonra biricik kuzunun o güzelim gözü gitsin, ama o, kalan tek gözüyle memleketi görsün, anlasın ve memleketini edebiyata doyursun...<br />
*<br />
Sonra; Ot dergisinde Eşber Yağmurdereli'nin Yaşar Kemal'le ilgili çok içten bir yazısı var. (Nisan 2015) Eşber Yağmurdereli ve arkadaşları "Barış için 1 milyon imza" kampanyasını başlattıklarında, Yağmurdereli için bir tutuklama kararı çıkartılmış. Yaşar Kemal; "Eşber'i hapishaneye koyarlarsa, ben bu devleti affetmeyeceğim" demiş. Hatta üstüne "Eşber'i hapishaneye koyarsanız, ben bu ülkeyi terk ederim" bile demiş ve sonrasında Eşber'i hapse götürmüşler. Bunun üzerine de; Yaşar Kemal başka memlekete gitmiş. Böyle mert biri. Eşber Yağmurdereli hapisten çıktığında da, geri dönmüş memlekete.<br />
*<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5u97k396ERT_eogkhFmfhyphenhyphen2Vl-JztQv_OwFrXBf8-1-K-FQ3fy3M2incGCNge5YyzmGHlwI42u6anM0G9PM-jwdCxCi8RnekpN4-gEcyfO9HIRpfHzU1RA1Ri4WfB_NpD4b7r3JCaE5o/s1600/ince+memed.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5u97k396ERT_eogkhFmfhyphenhyphen2Vl-JztQv_OwFrXBf8-1-K-FQ3fy3M2incGCNge5YyzmGHlwI42u6anM0G9PM-jwdCxCi8RnekpN4-gEcyfO9HIRpfHzU1RA1Ri4WfB_NpD4b7r3JCaE5o/s320/ince+memed.jpg" width="232" /></a></div>
<br />
Yaşar Kemal'in doğduğu Hemite köyünde, bir heykel varmış. Heykelin hikayesini, Nedim Gürsel'in bir <a href="http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/seyahat/28387765.asp">yazısından</a> öğrendim. Nedim Gürsel'in kaleminden hikayeyi aynen aktarıyorum:<br />
<br />
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><i><span style="background-color: white; color: #333333; font-size: 14px; line-height: 22px;">Yaşar Kemal’in köyü Hemite’nin girişinde, iki eliyle kayalıkların arasından doğrulan genç bir adamın heykeli var. Önünden akıp giden Ceyhan’a çevirmiş bakışlarını, yarı beline dek çıplak. Birini bekliyor gibi; düz ovayı çepeçevre sarmış dumanlı dağların ötesinden gelecek bir haberciyi, belki de jandarmaları. Ya da sıcaktan bunalmış, ırmağın serin sularına bırakacak ince, güzel bedenini. Gözü uzaklarda ya, aklı burada, sırtını kayalık dağa yaslamış köyün yoksullarından. Kale yıkıntısının gölgesi düşüyor suya, sıcakta ağaçlar mavi yeşil bir buğuda dalgalanıp eriyor. Bana kalırsa köy halkının Safiye Memed dediği İnce Memed bu, Yaşar Kemal’in tüm dünyaya tanıttığı eşkıya. </span><strong style="background-color: white; color: #333333; font-size: 14px; line-height: 22px;">“Eşkıyanın da heykeli dikilir miymiş” </strong><span style="background-color: white; color: #333333; font-size: 14px; line-height: 22px;">demeyin. Eğer bu eşkıya ağa zulmüne başkaldırıp zenginden aldığını yoksula vermişse, halkın ortak bilincinde bir ermişe, bir kahramana, giderek bir efsaneye dönüşmüşse, onu ölümsüzleştiren yazarın deyimiyle bir ‘mecbur adam’sa, artık ondan hiçbir </span><a class="keywords" href="http://www.hurriyet.com.tr/anasayfa" style="background-color: white; font-size: 14px; line-height: 22px; outline: 0px; text-decoration: none;" target="_blank" title="haber">haber</a><span style="background-color: white; color: #333333; font-size: 14px; line-height: 22px;"> alınmıyorsa, ‘imi timi belirsiz’ olmuşsa, ortadan her kayboluşunda dağın doruğunda bir top ışık patlıyorsa, eşkıyanın da heykeli dikilir. Evet, bir eşkıyanın bile!</span></i></span><br />
*<br />
Yaşar Kemal'in kitaplarını bilen biliyor zaten, peki şu söylediği bilgece sözlere ne demeli?<br />
<br />
<i>"İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar."</i><br />
<i><br /></i>
<i>"İnsanlığın mayası aydınlık ve umuttur. İnsanlığın mayasında güzel, aydınlık, pırıl pırıl, umut, gelecek türküleri söyleyen düş dünyaları kurmak var."</i><br />
<i><br /></i>
<i>"Az gelişmiş bir ülkede yazar olmak ne işe yarar?"Bu soruyu yıllar boyu kendime sordum. Sanat yapmanın bir lüks olduğuna, kendimin lüzumsuz olduğuma inandım uzun süre. Sonra Sartre da söyledi ki, "az gelişmiş bir ülkede roman yazmaktansa, öğretmenlik yapmak daha yeğdir". Ben bu düşünceye öylesine bir sarıldım ki...Bunca yıl kalem salladığıma utandım. Sartre haklıydı. Bu kadar acı çeken, aç, yoksul insanlara sanat neylerdi ki...Ne faydası olurdu ki...Hele benim gibi eylemden gelmiş bir adam kendini, vaktini nasıl böyle işe yaramaz bir şeye verirdi? Gerçekten uzun bir süre bocaladım. Fakat eylemler, oluşmalar beni kendime getirdi: Az gelişmiş bir ülkede de sanatın gerekliliğini anladım ve rahatladım. Roman, Fransa'ya ne kadar gerekse, bize de öylesine gerek."</i><br />
<i><br /></i>
<i>"Bir; benim kitaplarımı okuyan katil olamasın, savaş düşmanı olsun. İki; insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar."</i><br />
<i><br /></i>
Çok yaşa koca yürekli Yaşar Kemal, öte tarafa gitsen de, iyi ki varsın...<br />
<i><br /></i>
<br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-24555480879010870132015-05-19T23:47:00.000+03:002015-07-21T16:22:27.894+03:00Benzemez Kimse Sana Müzeyyen SenarGeçen aylarda, dev çınarlar bir bir gitti öte dünyaya...Ne mutlu ki, onların verdiği hediyelerin tadını bir parça da olsa çıkarabildim kendimce...<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilffOrGhsuvMi595COGUjaQgzFc8qt60ZKLdFMjInWFPj9ftEok-JyIqfRkuygtLM2EsxxhJ_caeNHIT1ZhQcTxn5_hzTl-Ne4ZxUq8htkjmO81jt7ezIe43Qibsv07PQWB7Y8X6nUPkE/s1600/mu%CC%88zeyyen-senar-kimdir.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="231" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilffOrGhsuvMi595COGUjaQgzFc8qt60ZKLdFMjInWFPj9ftEok-JyIqfRkuygtLM2EsxxhJ_caeNHIT1ZhQcTxn5_hzTl-Ne4ZxUq8htkjmO81jt7ezIe43Qibsv07PQWB7Y8X6nUPkE/s1600/mu%CC%88zeyyen-senar-kimdir.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
İlki Müzeyyen Senar...Türk Sanat Müziği diyince, aklıma önce onunla Zeki Müren'in adı geliyor. Eski taş plak günleri...Yazmışımdır önceden mutlaka...Radyo dinlenen bir evde büyüdüm. Televizyona geçildiği zaman da, özellikle dedemlerde Türk Sanat Müziği korolarının çok izlendiğini hatırlıyorum. TSM, çocuklukta bayıldığım bir müzik değildi. (Bayılırsam da, mecazi anlamda bayılırdım herhalde...) Ama işte bu müzik bünyeye bir kere zerkedilmeye görsün, vakti gelince demlenip, pek güzel ortaya çıkıyor tadı. O dönem şarkılarının sözleri bile yeter onları sevmem için. Peki o içli bestelere ne demeli?<br />
<br />
Müzeyyen Senar'ın vefat ettiği günün akşamı, Açık Radyo'da sanatçının taş plak günlerindeki parçalarından çaldılar. Allah'ım öyle güzel parçalar üst üste çalındı ki... Defne'yi yatırma telaşım olmasa, çay bardağına rakı koyup bir avuç leblebiyle şarkılara eşlik edecektim. Defne'yi yatırırken de şarkılara eşlik ettim ama o zaman diliminde hiçbir şey yapmayıp sadece Müzeyyen Senar'ı dinlemek istedim.<br />
<br />
Müzeyyen Senar'ın güzel okuduğu birçok şarkı var ama bu şarkıyı koymak istedim bloga...Zira bu şarkının hikayesini öğrendim geçenlerde. Biraz önce baktım, Kanat Atkaya da yazmış şarkının hüzünlü hikayesini. Kısaca yazayım: Bu şarkının güftesini, Osmanlı eliti bir ailenin çocuğu olan şair İhsan Raif Hanım yazmış. 13 yaşında, taş konakta kardeşiyle oynarken, "arap bacıların komplosu" olarak adlandırdığı vahim bir olay gelmiş başına. Konağın kapısı gümbürtüyle açılmış ve içeri reji memuru Mehmet Ali girmiş. Aralarında hiçbir temas olmamasına rağmen, eve bir erkek girdiği için, adı kirlenmiş ve 13 yaşında hiç sevmediği bir adamla evlenmek zorunda kalmış. İstanbul'dan İzmir'e gelin gitmiş. Hayatını değiştiren bu mutsuz olay, ona bu şarkının sözlerini yazdırmış. Kabus gibi ama gerçek bir olay. O mutsuzluğunu kelimelere dökemese ne yapardı kim bilir? Hikayenin devamı da ilginç, öğrenmek isterseniz <a href="http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23261635.asp">tık</a><br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/HDIBU25z6X4" width="420"></iframe><br />
<br />
Biz gene de Müzeyyen Senar'a bu kadar hüzünlü veda etmeyelim. Tamam şarkıların çoğu hüzünlü ama o şarkılar bize hüzünlü zamanlarımızda eşlik etmese, nic'olurdu halimiz? Bir de, bu kadar derin duygular yaşanabilmesi, bu duyguların bu şekilde sözlere aktarılabilmesi insanın içine işliyor. Sizi bilemem ama bana güzel geliyor bu şarkılar...<br />
<br />
Kapanışı "Fikrimin İnce Gülü" ile yapayım en iyisi. Siz gene de "Gamzedeyim Deva Bulmam"'ı da dinleyin bir sıra. Bir de Müzeyyen Senar'ın taş plak kayıtlarını...<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/f2xKgLDnL9U" width="420"></iframe><br />
<br />
Sormayayım diyorum ama sormadan da edemiyorum. Siz hangi şarkılarını seversiniz Müzeyyen Senar'ın?:)füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-24100579480807926262015-05-19T23:42:00.000+03:002015-05-19T23:42:09.649+03:00Huuu biri anlatsın, nedir bu normal???(Geçenlerde başladığım ancak bitiremediğim bir yazı, bu haliyle yayınlayayım en iyisi...O günle ilgili bunlar çıkmıştı neticede ortaya...)<br />
<br />
Bugün sabah kalktığımda, aklıma Bulutsuzlık Özlemi'nin "Normal" şarkısı takıldı. Sabah 4-5 kez dinleyip, müzik eşliğinde evi toparladım. Bazen içinden çıkamadığım durumlarda, ne güzel eşlik ediyor şarkılar bana...<br />
Fenerbahçe takımına saldırı? normal...<br />
Öğretmene hakaret? normal...<br />
Seçimlerde 2. olan rektörü rektör olarak atamak? gayet normal...<br />
Twitter kapatmak? normal...<br />
Nükleer santral yapmak üstüne bunu reklamla duyurmak? normal...(bu noktada iyice deliriyorum!)<br />
<br />
Huuuuu, biri anlatsın hemen, nedir bu normal? Canım sıkılıyor artık, yoksa ben miyim anormal?<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/iJI6qsj5mEs" width="420"></iframe><br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-43106822262748032032015-05-19T23:40:00.000+03:002015-05-19T23:40:18.835+03:00Kısa Kısa...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
Nisan ayında yazacaklarımı yazamadan, Mayıs'ın ortası geldi iyi mi? Nisan'da yazacağım bazı konular gündemimden düştü, bazıları da iyice kafama yerleşti, hatta içimde kat çıktı...<br />
<br />
Kafadakiler plaza olmadan, kafadakileri çıkaralım...Önce başlıklar...<br />
<br />
-Dev çınarlara veda...Müzeyyen Senar, Yaşar Kemal<br />
-40'ından sonra üniversiteli olmak<br />
-Ot ve Kafa'dan derlemeler<br />
-New York New York (bu çok kısa olmaz zannımca...)<br />
-Pilates pilates dedikleri...<br />
-Film Fest'ten bende kalanlar...<br />
-Kitaplardan bir demet<br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-62030218166245602642015-05-08T22:09:00.000+03:002015-05-09T00:32:28.057+03:00"Zeki Alasya, benim yarımdı..."<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjb4ypWF70pF0vr-BHwZEH5Qh37AeGZ0a7kYVCbHftj9739JxhoLH_GsSnvVxbfJCRMsdS9nmbGVHkw4CzsnULCEbAhkQt4zT5u7i0qqrpvNxGAM7ASRAAhhCga51Q1Atf4I7ExUOx2LMA/s1600/zeki-metin.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="182" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjb4ypWF70pF0vr-BHwZEH5Qh37AeGZ0a7kYVCbHftj9739JxhoLH_GsSnvVxbfJCRMsdS9nmbGVHkw4CzsnULCEbAhkQt4zT5u7i0qqrpvNxGAM7ASRAAhhCga51Q1Atf4I7ExUOx2LMA/s320/zeki-metin.png" width="320" /></a></div>
<br />
Zeki Alasya...Çocukluğum...İstanbul seyahatlerimiz...Şan Tiyatrosu...Nereye bakıyor bu adamlar? Tv'nin önünden ayrılmadığım günler...Devekuşu Kabare-Yasaklar...Hep gülümseyerek, gülerek hatırladığım anılar...<br />
Çocukluğumun bir yıldızı daha kaydı gitti öte tarafa...Hayatımızın filmi mi hızlandı acaba? Yoksa bana mı öyle geliyor? Tabi ya, biz hep çocuklukta kalacak, hayatı seyredecek, sevdiklerimizi donduracak ve sonsuza kadar mutlu yaşayacak değiliz ya, hepbirlikte yolculuk ediyoruz bu hayatta...<br />
*<br />
53 yıldır birliktelermiş Zeki-Metin ikilisi. Bugün kısacık dinledim Metin'i arkadaşının arkasından konuşurken..."Zeki Alasya benim yarımdı. Yarım gitti. Canım gitti." dedi. Daha fazla söze gerek var mı? Hem ne büyük acı "yarımdı" dediğin sevdiğini kaybetmek hem de ne mutluluk böyle bir arkadaşlığı yaşayabilmek, yaşatabilmek...Onun kıymetini bilmek...<br />
Ne güzel bir ikiliydiniz. İyi ki vardınız. Çocukluğumun şen kahkahalarıydınız...Dünyanın güzel bir yer olduğunun kanıtlarıydınız...<br />
Hepimiz geldik, gidiyoruz işte şu hayatta, ne güzel birşey Zeki-Metin gibi gülümsenerek hatırlanmak...Ne diyelim darısı, vakti gelince başımıza...<br />
*<br />
Güle güle Zeki, keyfin bol olsun gittiğin yerde...<br />
*<br />
Bir kadeh şarap koydum kendime, biraz çilek, biraz siyah çikolata, Zeki ile Metin'in videolarını seyrediyorum. Ve benim gibi bir balık, hatırlıyor dün gibi tüm skeçleri...Hem gözlerim doluyor videoları seyrederken, hem de skeçleri seyredip seyredip gülüyorum...Cemal Süreya'nın sözleri geliyor aklıma..."Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza" diyorum kendime...Karışık duygular içindeyim...<br />
Neyse, sözü uzatmayalım, en iyisi gelsin bir skeç...<br />
Yasak ne günah ne, neyse ne boşver be...<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/vq5BGmxTAFs" width="420"></iframe><br />
<br />
<br />
<br />füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-80976564015331019042015-04-01T23:43:00.000+03:002015-04-01T23:52:15.022+03:00Sen bahara git...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgoxn4Lsy9Q4CuI-gCuqnBeOyhVUkDHLNqAm8rtxpIUt4I-OiwgNirQyw5SmyXusjraq49CMmstfr5qhm9s86kLl_vToM21vTtD-88FAu9DY_kYgjz1dmz6Uk8oC23dTyy8rhSub0DPqtk/s1600/IMG_5658.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgoxn4Lsy9Q4CuI-gCuqnBeOyhVUkDHLNqAm8rtxpIUt4I-OiwgNirQyw5SmyXusjraq49CMmstfr5qhm9s86kLl_vToM21vTtD-88FAu9DY_kYgjz1dmz6Uk8oC23dTyy8rhSub0DPqtk/s1600/IMG_5658.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdyud5VY8Wwz8QtRA6Eq8LHl8r8hrMFh3_F2j33sjJ2bJtykvUQBOucQClTk8D2YpRpx237BQLnMm4TF5h6_gCQi4juPjKbcfuYsZL7SOv-xa5ywbcVror3KCSVpnP_jpANMEecS_zKbY/s1600/IMG_5661.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdyud5VY8Wwz8QtRA6Eq8LHl8r8hrMFh3_F2j33sjJ2bJtykvUQBOucQClTk8D2YpRpx237BQLnMm4TF5h6_gCQi4juPjKbcfuYsZL7SOv-xa5ywbcVror3KCSVpnP_jpANMEecS_zKbY/s1600/IMG_5661.JPG" height="240" width="320" /></a></div>
<br />
"Bahar sana gelmiyorsa, sen bahara git" demiş ünsüzün biri...<br />
Bu ünsüzü dinleyerek, 1 Nisan'da yazmaya niyetlenmiştim. Defne 3 gündür hasta olduğu için, bu vakte kaldı yazmak, geç de olsa 2 satır yazarak niyetimi gerçekleştirme adımını atmış olayım. <br />
*<br />
Nükleer santral reklamı yapılan, bir günde tüm elektrik sistemi kitlenebilen, adalet sarayından kurşun sesleri gelen, yalnız ve güzel ülkeme bahar gelir mi bilinmez ama bahardır artık benim özlemim...<br />
*<br />
Bugün şans eseri(belki de değil?) bir ted konuşması seyrettim. Beyin cerrahı olan konuşmacıyı önceden tanımıyordum ama sevdim konuşmasını. Hayattaki seçimlerimiz üzerine, hayatın içinden bir konuşmaydı. Bugünün yazısına konuk olsun bu ted konuşması...<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/okup-d5rmOM?list=PLWBVncplwPY-Bv5OR8AFAmJPPJ1WULaHy" width="560"></iframe><br />
<br />
Hayat çok hızlı akıyor, ruhum hayatın hızına yetişmekte zorlandığı için, biraz da ruhumu dinleyerek, eskiyi toparlaya toparlaya ilerleyeceğiz...<br />
<br />
Not: Bugün 1 Nisan; Ot, Kafa, Süper Penguen, <span style="background-color: white; color: #58585a; font-size: 26px; text-align: center;"><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">#tarih </span></span>dergilerini bayinizden istemeyi unutmayınız :)füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9105038833884580138.post-17840324048604218872015-02-17T16:55:00.000+02:002015-02-18T12:00:32.129+02:00İnsanlık Yolunda Türkiye...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjP18QPrmsruH4A1VmfcOnB53KJptWtoIBEMvZ-MaGzxOffvhpGV6RFhXRWC6y7-MqL9_U-3UUd8oCAl23P4D5FjhwSkjah7L9sLGYlPz9ird3-cixxuBAVw9nnipcBJtm2M9lAdBwbqCQ/s1600/o%CC%88zgecan-670.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjP18QPrmsruH4A1VmfcOnB53KJptWtoIBEMvZ-MaGzxOffvhpGV6RFhXRWC6y7-MqL9_U-3UUd8oCAl23P4D5FjhwSkjah7L9sLGYlPz9ird3-cixxuBAVw9nnipcBJtm2M9lAdBwbqCQ/s1600/o%CC%88zgecan-670.jpg" height="177" width="320" /></a></div>
Dağıldım. Özgecan'ın ölümü dağıttı beni. Öfkeliyim.<br />
Okuduğum haberler, izlediğim programlar öfkemi artırıyor.<br />
Özgecan'ın ölümüyle, sanki Türkiye'nin gizlenmiş, üzeri örtülmüş, halı altına süpürülmüş, bütün sorunları tek tek ortaya dökülüyor...<br />
<br />
Artık kaçış yok Türkiye, sorunlarınla çatır çatır yüzleşeceksin.<br />
"Erkek Türkiye", "İnsan Türkiye" olabilecek mi, bunun savaşını vereceksin.<br />
Kendinle yüzleşemezsen, varolan insanlığından da kopacak, yokolup gideceksin.<br />
Kendi ezik dünyanda, vicdansızlığınla kavrulup biteceksin.<br />
<br />
Tek bir şeye inanıyorum. O da, bu kadar çok kötülüğü içinde barındıran toprakların, ondan daha kuvvetli birşeyi de içinde barındırdığına olan inancım: Sevgi!<br />
Öyle olmasa, o kadar derin bir acı içinde olan Özgecan'ın anne-babası bize şu sözleri söyleyebilir miydi?<br />
<br />
<i>"Hiçbir suçu olmayan kızımı bu hale getirenler, insan değil. Cani onlar. İçinde sevgi olmayan insanlar yapabilir bunu ancak. Biraz sevgileri olsaydı, biraz hoşgörüleri olsaydı, bunları yapmazlardı. Demek ki, bu insanların içinde sevgi kalmamış. (Annesi Songül Aslan)</i><br />
<i><br /></i>
<i>Masallarla büyüdük. Bir varmış, bir yokmuş. Bir Özge varmış, bir Özge yokmuş. Sevgi geldi, saygı geldi cihana, biz yarattık dediler. Bizler sevmesini saymasını öğretmeye geldik cihana... (Babası Mehmet Aslan)"</i><br />
<br />
Hele kardeşi Beste'nin söyledikleri...<br />
<br />
<i>"Ben inanamıyorum hala, yanımda sanki. İkimiz tek kişiydik. Türk halkına yalvarıyorum, ne olur biraz bilinçlensinler. Okulda insanlık ve sevgi dersi verilsin...."</i><br />
<i><br /></i>Söyledikleri, ne kadar sade ama ne kadar kuvvetli şeyler değil mi? Evet, bence de en çok ihtiyacımız olan şey, "Sevgi ve İnsanlık...". Zira tüm sorunların kökeni sevgisizlikte yatıyor...Sevgisizlikten şiddet doğuyor, nefret doğuyor, ölüm doğuyor...<br />
<br />
<i><span style="background-color: white; color: #4d4e53; line-height: 19.6000003814697px;"><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">"Siz hiç mucize gördünüz mü? Ben herkese soruyorum. Her Türk vatandaşına soruyorum. Bir mucizeye şahit olanınız var mı içinizde. Şu anda bir mucize gerçekleşiyor. Onlarca, yüzlerce, binlerce Özgeler, meleklerin kanatları kırıldığı halde biraz önce söylediğim gibi bu olayın bu şekilde gerçekleşmesinin tüm Türkiye'ye maal olmasının elbette bir hikmeti var. Bunu kızımın üzerinde tecelli ettiren, inanıyorum ki aynı zamanda adaletini de tecelli ettirecektir. </span></span></i><br />
<div>
<i><span style="background-color: white; color: #4d4e53; line-height: 19.6000003814697px;"><span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span></span></i></div>
Evet, bu sözleri de söyleyen Özgecan'ın babası. Özgecan'ın babasının söylediklerini boşa çıkarma hakkımız yok bizim. O bir mucize görüyorsa, biz de memleket olarak bu mucizeyi gerçekleştirebilmeliyiz...<br />
<br />
Yeter ki, haksızlıklara kararlı bir şekilde ses çıkaralım artık! Yaşamsal haklarının korunması, kollanması gereken tüm kesimler için, gerekli kanunlar çıksın, yasalar uygulansın diye birlikte ses çıkarabilelim.<br />
Eğer kanunlar uygulanmıyorsa, takipçisi olabilelim.<br />
Erkek egemen yönetimden korksak da, birlik içinde hareket edebilelim, çünkü "bir" olunca daha güçlüyüz.<br />
Bizim üzerimizden siyaset yapmaya kalkanlara prim vermeyelim, bizim adımıza erkekler konuşmasın, biz kendi adımıza konuşabiliriz.<br />
Kadınlar olarak kendi gücümüzün farkına varalım. Erkeklerin bilek gücü olabilir ama "kadınların yürek gücü"nü kırabilecek hiçbir kuvvet bilmiyorum ben.<br />
Türkiye'nin "İnsan Türkiye" olabilmesi için, biz kadınların dayanışması çok önemli. Bu yolda "insan" erkeklerimizin de desteğini yanımıza alalım.<br />
En küçük yerden; kendimizden, ailemizden, mahallemizden, yakınlarımızdan, işyerlerimizden başlayalım bu dönüşüm yolculuğuna...Sözlerimizle, davranışlarımızla...<br />
Kolay bir yol değil ama bu yolu yürümezsek, bu bataktan çıkma şansımız da hiç mümkün görünmüyor...<br />
<br />
<i>Her karanlık, kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını içinde barındırır"</i> demiş Dante.<br />
<br />
Yolumuz açık olsun...<br />
<div>
<i><br /></i></div>
füshttp://www.blogger.com/profile/13988685648072265399noreply@blogger.com0