Featured Post

28 September 2012

yazmak, okumak üzerine...

uzun zaman oldu yazmayalı. keyfimden değil, babam rahatsızlandı, elim gitmedi yazmaya. çok şükür ki, iyi şu an babam...
o kadar çok şey vardı ki yazacağım...hepsi uçtu gitti aklımdan, daha doğrusu önemini yitirdi babam rahatsızlanınca...önemli zannettiğim ne varsa, hiçbir önemi olmadığını görüverdim o dönem. sevdiklerimize hiçbirşey olmazmış gibi yaşıyoruz, ya da hiç ölmeyecekmişiz gibi...halbuki hiçbir şey sür git değil bu hayatta, bir gün biz de çekip gideceğiz işte... bunu bilerek, zaman zaman bunu hatırlayarak yaşamak gerek...ben çok mu böyle yaşıyorum? elbette hayır ama azaltabileceğim ve çoğaltabileceğim birçok şey var hayatta, mesela ota boka takılarak, üzülerek geçirdiğim vakitleri azaltabilirim. sevdiklerime daha çok vakit ayırabilirim, onların tadını daha çok çıkartabilirim. gereksiz birçok şeyi hayatımdan atabilirim...
bu yapabileceklerim ve yapmayı tercih etmeyeceklerimin listesi uzun, şimdi o listeye girmeyeceğim...
ama şunu söyleyebilirim, daha çok yapmak istediklerimin içinde daha sık blog yazmak da var.
*
kendimizi ne kadar tanıyoruz? peki ya sevdiklerimizi? yazarak kendimi daha iyi tanıdığımı düşünüyorum, çok bilmediğim ya da görmezden geldiğim bazı hallerimi bu sayede farkediyorum belki de...aslında sevdiklerimizi de tam anlamıyla tanıdığımızdan emin değilim. hepimiz kendi bakış açımızla karşımızdaki kişiyi değerlendiriyoruz ve bu değerlendirmeye göre onu tanımlıyoruz. ama belki de bizim çizdiğimiz şablonla o kişinin özü, birbirleriyle çok da örtüşmüyor. demek istediğimi tam anlamıyla anlatabildiğimden emin değilim, belki bir örnekle daha net açıklayabilirim. mithat da blog tutmaya başladı, çok sık yazmıyor ama, arada yazıyor. onun yazılarını okuduğumda, şaşırıyorum zaman zaman. "aa mithat demek bu olayı bu şekilde görmüş, bu şekilde aktarmak istemiş. şu olaydan etkilenmiş, diğer olayı ne kadar komik gözlemlemiş, yazmış vs vs..."yani aynı evde yaşadığımız eşimin bile farklı yönlerini yazı ile görüyorum.
*
yazarak, okuyarak sanki daha çok özümüze dönüyoruz. o yüzden de belki, okuduğum kitaplardaki karakterleri bazen çevremdeki herkesten daha yakın hissedebiliyorum kendime. günlük hayatta doğal olarak, her duyguyu, düşünceyi dile getirmiyoruz, çoğu zaman yüzeysel yaşıyoruz. mesela çok da iyi tanımadığımız bir kişinin o an, o şekilde bakışının, gülümsemesinin veya kaşlarını çatmasının ardında neler yattığını çoğu zaman bilmiyoruz, düşünmüyoruz bile sebebini. etrafımızda çoğu dikkat etmediğimiz kişinin kimbilir nasıl bir iç dünyası, hayal gücü var? genelde aşık olduğumuzda büyülü geliyor karşımızdaki kişinin özellikleri, ya da o zaman farkına varıyoruz onun iç dünyasının özelliklerine, kendimizce...
*
bu sıralar sabahattin ali'nin "kürk mantolu madonna" kitabını okuyorum. bu kitabı yıllar önce okumuştum ama kimbilir nasıl okumuşum, hiçbirşey hatırlamıyorum. halbuki şu sıra çok da ilgiyle okuyorum. hikayenin kahramanı da sessiz, sakin biri dışardan bakıldığında, hatta silik biri ama gerçekte öyle olmadığını okudukça görüyoruz...belki herkesin derinliklerine inebilecek kadar vaktimiz ve halimiz yok hayatta ama en azından sevdiklerimizi daha fazla anlayabileceğimiz bir payımız vardır gibi geliyor bana...
*
hem kendime hem de bu satırları okuyanlara; her daim zengin hayal dünyası ve dünyayı sevme, güzellikleri, özellikleri görebilme becerisi diliyorum. (çalıştığım şirketlerin performans görüşmelerinde, hangi yetkinliklere sahip olmamız gerektiği konuşulurdu zamanında, bu beceriyi söyleyebilsem o yıllarda, güzel olurmuş:)

ted konuşmaları, son okuduğum kitaplar, film ekimi, etkilendiğim filmler gibi konular var aklımda, en kısa zamanda görüşmek üzere...