Featured Post

27 November 2013

cins olan gelsin!

Hakkında yazmaya niyetlendiğim kitaplar, yaklaşık 2 aydır saksılarla birlikte masanın köşesinde dekor olarak duruyor...Yazmayacaksan kaldır kitapları kitaplığa değil mi? Yok yazacağım bir gün diye kaldırmıyorum, onları her gün orada görüp kendime eziyet çektirmekten hafif bir haz alıyorum...
Ama bugün de onları yazmayacağım. (İşkenceye devam!)
Bu kitapları ayrıntılı yazmak istiyorum ancak o ayırmayı düşündüğüm muhteşem vakit bir türlü gelmiyor. Ucundan azıcık azıcık başlayacağım ama bugün daha light bir konu yazasım var:)
*
Geçen gece yatmadan önce, her zamanki gibi dişimi fırçalayıp diş ipi kullandım. Sonra diş ipine takılan ufak kırıntıları gördüğüm için keyiflendiğimi farkettim:) "Heyt be, iyi ki diş ipi kullanıyorum, bu sayede bütün düşmanları temizliyorum, yok ediyorum! " havalarında gördüm kendimi...
Mutlaka vardır sizin de böyle garip mutluluklarınız... (Var değil mi?:))
Biraz düşündüm, başkası için belki çok fazla anlam ifade etmeyecek ancak bana minik hazlar veren neler yapıyorum diye...
Aklıma ilk gelenleri yazıvereyim istedim...Belki siz de sizinkileri yazarsınız?

Kendime göre sevdiğim durum ve hallerden bir demet:

-Bulaşık makinesinden yeni çıkmış sıcak bardaklara, kaplara dokunmak ve onları o haliyle dolaplara yerleştirmek...
-Pazardan aldığım avakadoları odada bekletip, her gün olgunlaştı mı diye kontrol etmek ve olgunlaştığı gün keyifle elime bıçağı alıp, salataya yumuşak yumuşak doğramak...
-Metrodaki rutubet kokusunu tatlı tatlı içime çekmek...
-Seyahat ederken yolda bir koyun sürüsü görebilmek daha doğrusu koyun sürüsü içindeki kuzuları farkedebilmek...
-Sabun satan bir dükkana girdiğimde hapşuruncaya tıksırıncaya kadar sabunları koklamak...
-Klastrofobik bir tip olmama rağmen uzun tünellerin içinden geçmek ve tünellerin sonundaki gün ışığını görmek...
-Alkolsüzken trafikte alkol kontrolüne yakalanmak...
-Okumayı istediğim bir kitabın jelatinini keyifle ince ince yırtmak...(DVD için de geçerlidir.)
-Pıtırcıklı bir koruma poşeti yakalarsam, o pıtırcıkları tek tek patlatarak korumaları etkisiz hale getirmek...(bunun bir adı vardır muhtemelen ama pıtırcık diyorum ben)
-İki kişi birlikte yürürken, çaktırmadan o kişinin sağından yürümek...
-Wireless'i bulunan bir cafeye, eve... gittiğimde oranın şifresini girmek ve bu noktalardaki bir sonraki ziyaretimde otomatik olarak wireless işaretini görmek...
-Zeytinleri hep çift sayıda yemek...(Babamdan geçen bir alışkanlık, bulaşıcı olduğunu söyleyebilirim:) Kaza ile tek sayıda zeytin yersem, huzura eremiyorum...)
-Top oynayan çocukları gördüğümde, top ayaklarından kaçsa da bana gelse diye düşünmek ve gelen topa da hiç kaçırmadan şut çekmek...

"Ne cins kadınmış!" demiyorsunuz değil mi?:) Diyorsanız, hadi sizin cinslikleri de görelim...Ben ne cinslermiş demem, bilakis cinslikleri severim:)




26 November 2013

Yaşam Sevincim

Bloga yazmadan önce bazen Facebook'ta dolanıyorum. Ve Facebook'ta okuduklarımdan sonra kimi zaman yazacağım yazı tamamen anlamını yitiriyor.
Bugünkü durum:
Hadi, önce profil fotomu değiştireyim....
Onu değiştiriyorum.
Sonra sevdiğim arkadaşlarımın Facebook üzerinden bloglarını okuyorum.
Birkaç arkadaşımın fotoğrafını "like" ediyorum.
Armağan ekonomisi...
Permakültür...
Beyaz yakalılar birşey yapsa...
Bunlarla ilgili minik minik haberlere göz gezdiriyorum...
İyi şeyler oluyor...
Ama tabi göz, başka haberlere de dalmaya meyilli....
Uzun raf ömürlü ürünlerin kansere neden olması...
Nükleer santraller...
İstanbul felaket senaryoları...
Barış Atay'ın açıklaması...
Ahmet Şık'ın cemaat&akp;rte ile ilgili söyledikleri...
Kadına şiddet...
Çocuğa istismar...
Haberleri okuduktan sonra "değiş tonton" gibi olamıyorum ben. Tamam bunu okudum, sıradaki mod, olmuyor... Bu ülkede öyle şeyler oluyor ki, yenmesi yutulması kolay şeyler değil...
Kendine ait bir dünya kurmaya çalışsan da, o dünyanın duvarları sanki kağıttan...
Blog yazma isteğim tamamen kaçıyor...
Son olarak, haftasonu okuyamadığım bir yazıyı okumak istiyorum. Ayşe Arman'ın Lobna ile yaptığı röportajı. Lobna'yı biliyorsunuzdur muhtemelen, kendisi Gezi olaylarında başına gaz fişeği yiyerek 25 gün komada kalan ve 3 beyin ameliyatı geçirdikten sonra tekrar hayata dönen çok güçlü bir kadın.
Hayata dönüyor ama nasıl? Röportajı okumadıysanız, lütfen okuyun.
Ben bu gece bu röportajın etkisindeyim ve ne yazsam Lobna'nın yaşadıklarından, söylediklerinden güçlü olmayacağını düşünüyorum..."Her şeyim değişti ama birşeyim aynı kaldı: Yaşam Sevincim" diyen kadını lütfen tanıyın. Sizde mutlaka çok şey bırakacak...

Yazının tamamı için başlığa tık lütfen....

35’tim, 5 yaşıma döndüm artık Türkiye’yi istemiyorum

Gezi sırasında, kafasına gaz fişeği yiyen Lobna Allami, komadan ve üç beyin ameliyatından sonra yeniden karşımızda.
Telefonda Fatin Allami…
“Lobna, sana röportaj vermek istiyor!”
Şok geçiriyorum…
Lobna??? Konuşmak istiyor!!!
“Nasıl yani?” diyorum, “Lobna iyileşti mi? Konuşabiliyor mu? Röportaj verecek duruma geldi mi? Sağ tarafındaki felç ne oldu? Ya üçüncü beyin ameliyatı?”
“Hepsini anlatacak sana” diyor, “Üç ay önce ağzından kelime bile çıkmıyordu. Şimdi, küçük küçük konuşabiliyor. Çünkü konuşma terapisine gidiyor. Evet, hâlâ büyük zorluklar yaşıyor. Yanında erkek arkadaşı Barış olacak, Lobna’nın tıkandığı yerde, o devreye girecek. Seni aramamı Lobna istedi…”
“Tamam” diyorum, “İstediği yere gelirim…”

18 November 2013

Ortaya Karışık...

Paylaştığımız kadar paylaşamadıklarımız da değil midir hayat? Dile getirmek isteyip kelimelere dökemediklerimiz? İçimizde tuttuklarımız, yaşattıklarımız? Yaptıklarımız, yapamadıklarımız...
Eteğimizdeki taşların ne kadarını dökebileceğiz bakalım bu hayatta? Neyse, silkelemeye devam...
*
Konuya derin girdim gibi geldi bana. "Soruların cevapları herkesin kendisinde saklıdır nasıl olsa!" diyerekten, başka konuya zıplıyorum...
Bu günlerde okuyup bende bir şekilde iz bırakan sözlerden bir demet yapmak istedim size:) Aslında kendime de, çünkü bu sözler kafamda dolaşıp duruyor, yazayım da rahata ereyim istedim! Bakalım, sizde nasıl bir etkisi olacak?
*
Yaşamak bazen...burnundan nefes alırken istesen de konuşamamak...(Met-Üst)
(Denedim, olmuyor gerçekten, deneyin, eğlenceli:)
*
Güzel bir ruha aşık olan
Ona hayatı boyunca sadık kalır,
Çünkü sevdiği şey ebedidir...(Platon)
(Sadakata bambaşka bir anlam veren Platon'a saygılar!)
*
1 Japon yılda 25 kitap okurken, 6 Türk yılda 1 kitap okuyor. 
...Kitap okumak çocuğun okul başarısını arttırdığı gibi zekasını geliştirir. 
...Yazar Bastiaan Bommelje için yeni Hollanda gençliğinin tanımı...Sıfır boyutlu, kitapsız hayatından son derece memnun ve I-phone'undan kendi face hesabını like'layan yeni bir tür...(Serdar Devrim'in köşe yazısından)
(Hollanda'da kitap okuma oranları düşmüş. Bu durum ülkenin entellektüel dokusunu ve gelecek nesillerin yarınlarını tehdit eden bir kriz olarak görülüyor. Hollandalılar'a, durumu bu şekilde değerlendirebilen birilerinin olmasına bile sevinmeniz lazım demek geliyor içimden!)
*
"Yaşamınızın tanığı yoksa, bedenen var olursunuz ama ruhen olamazsınız. "
(Doğan Cüceloğlu-Onlar Benim Kahramanım kitabından)
(Bu söz günlerce aklımdan çıkmadı, sizce de çok anlamlı bir söz değil mi?)
*
Twitter ve Facebook'un geleceği yok...Sosyal medya yeni jenerasyonun obsesyonundan başka birşey değil...Bir sonraki jenerasyon "virtual reality(sanal gerçeklik) ve akıllı kıyafetlerin bağımlısı olacak. Teknolojide rekabeti Dropbox kazanacak. (Tablet, telefon, laptop gibi tüm akıllı aygıtlarınızın bulut sunucu sayesinde eşleşmesini sağlayan, birine yüklediğiniz dosyayı diğer sunuculara da otomatik olarak kopyalayan bir uygulama). Bu uygulama Google'ı devirecek.
(Digital dünyaya şekil veren Wired dergisinin kurucu editörü Kevin Kelly.)
(Beni bilen, teknolojiyle aramın çok parlak olmadığını bilir. Ama bu tür haberleri genelde keser, saklarım. Şu an böyle atıp tutuyorsunuz ama bakalım gerçekten ilerde böyle olacak mı? diye:)
*
Öğrenme hızlı olmaz, mutlaka yavaşlatılmalı. Çocuğa öğrenmenin güzel bir şey olduğu öğretilmeli. 
(Massachussets Institute of Technology profesörlerinden Edith K. Ackerman)
(O kadar inanıyorum ki söylediklerine...En güzel günler henüz öğrenemediklerimiz değil mi?)
*
Frank Zappa'nın dediği gibi, zihin paraşüt gibidir, açık değilse bir halta yaramaz! 
(Müzik aleti çalmanın insanın ruhunu, zihnini, aklını, ufkunu açmasıyla ilgili minik bir yazıdan. Serdar Devrim)
(Ne esaslı söz söylemiş Frank Zappa!)
*
Nazım'ın bu şiirini bilmiyordum. Küsmenin naifliğini bu kadar şahane tarif edebilen bir insan var mıdır? İnsanın küsesi gelir bu şiir aşkına!

*
-...Ne okuyacaksınız peki?
-Roman okuyacağım. Roman okumak demek insan olmak demek. Çok özledim roman okumayı. Roman okumak da bir lükstür gerçi.
-Nasıl bir lüks?
-Karnını doyurmaz, para kazandırmaz, aşk heyecanın olmaz. Ben mesela Dostoyevski okurken o kadar büyük zevk alırdım ki, bitmesin diye ağır ağır okurdum saatlerce...Her kelimenin tadını çıkarırdım. Her şeyi bırakıp günde iki üç saat roman okumak inanılmaz güzel bir şey ama işte lükstür de aynı zamanda. Ama roman okuyan insan daha mutlu olur...
(Radikal Kitap'ta Ali Nesin ile yapılan röportajdan)
(Tanımasam da, uzaktan sevdiğim insanlardan...Ne hoş söylemiş, roman okuyan insan daha mutlu olur diye...Anlatılmaz, yaşanır:)
*
Dişi güç sertleşmez, esner.
-Eğitimdeki kadınların çoğu, "ben çok güçlü bir kadınım" diye lafa başladı. Onların bahsettiği güç ile dişi gücü bir ayıralım.
-Bahsettikleri güç, mücadele ve rekabete ilişkin eril güç, orada kazanan ve kaybeden vardır, hedef odaklıdır, agresiftir. Dişi güç ise kuvvetini yumuşaklık, kendini bırakabilme, durumlara, koşullara esneyebilmeden alır. Sertleşmez, esner. Hiyerarşik bir yapısı yoktur. 
("Dişi Gücüne Dönüş" eğitimini veren sevgili Aylin Kafalı Deniz ile yapılan bir röportaj.)
( Merak edene, eğitim adının rahatsız ediciliğine rağmen, ben de bu eğitime gittim, mutluyum, kendimle gururluyum! "Peki döndün mü dişi gücüne?" derseniz, röportajı okuyun, hazıra konmayın derim;)
*
Sayısız insan yaşar içimizde
Hissetsem de düşünsem de bilemem
Kim düşünür içimde kim hisseder
Düşünceler ya da hisler için
Yalnızca sahneyim ben.
Ruhsa, birden fazla var bende.
Ben'se benden daha fazlası. 
Herkes kayıtsız oysa yaşadığım hayata.
Susturuyorum onları, kendim konuşurken.
(Fernando Pessoa)
(Söyleyecek söz bırakmamış Fernando, susayım:)
*
Arda arkadaşımdan öğrendiğim hoş bir müzikle eyvallah diyeyim sizlere...




12 November 2013

dile benden ne dilersen...

Monster High çizgi filmlerini biliyor musunuz? Şu sıralar Defne'nin popüler çizgi filmlerinden...Barbi ve Wings'lerin "sadece güzeller iyidir" dünyasından sonra ilaç gibi geldi bana. Buradaki kızlar da havalı ancak karakterler matrak, karakterlerin hepsi canavar kökenli:) Abbey favorim!
*
Serinin "13 Dilek" adlı yeni bir filmi çıkmış. Dvd'sini aldık. Filmi seyrederken arada şekerleme yaptığım için, neden 13 dilek olduğunu bilmiyorum ancak film Defne'nin pek hoşuna gitti. Filmden sonraki konuşmamızdan...
"Ee senin 13 dileğin ne Defne?"
"Söyleyeyim."
"Yok söyleme, yazmak ister misin? Hem bana da sürpriz olur?"
" Olur." dedi.
Oturup kendince şunları dilemiş:) 8 yaşındaki dileklerini ileride nasıl değerlendirecek merak ediyorum...

Onun dileklerini okuduktan sonra, ister istemez hayattaki kendi dileklerimi düşündüm. Sayısı azdır ancak bir şeyi yürekten dilediğim zaman, öyle ya da böyle, o dileğim hep olmuştur. Tabi benim istediğim zaman ve şekilde değil, hayatın kendi akışında...
O yüzden, güvenmek gerek yüreğin gücüne... Bu secret felan değil. Sadece, hayatta bazen kendimize bile söylemekten çekindiğimiz dilekleri, yürekte söndürmemek gerek diyorum... Kimse sana inanmasa bile, kendine inanmaya devam etmeli insan...Tabi önce kendine inanmalı insan...
Monster High, diyip geçmemek lazım, nerelere götürdü canavarlar beni:)
Sizin dilekler ne durumda diye sorayım mı?

08 November 2013

korkuyla yüzleşmek...

Dün, Şebnem'le Kadıköy'de harika bir gün geçirmiştik. Akşam da keyfim yerindeydi, bahsetmek istediğim kitapları yazmaya niyetliydim. Ancak kız-erkek öğrenci evleri ile yaşanan can sıkıcı gündemle ilgili iki satır yazmadan da geçemeyecektim.
*
Bu konuyla ilgili yazmaya başlayınca, konudan çıkamadım. Gündem değiştirme maksadıyla ortaya atıldığı söylenen konuyla ilgili yazdıkça karardım. Bütün olumlu enerjim kaybolup gitti. Başka bir konuda da yazamadım.
*
Sabah kalktığımda sanki bir vahiy geldi! Tabi yaa, yine korkularımın beni yönlendirmesine izin vermiştim. Korkularımla hareket ettiğimde, niyetimden iyice uzaklaşmıştım. Kafamdaki senaryolarla karanlık geleceğimizi yaratmıştım.
*
Halbuki hayatın kendine göre bir planı var. Biz kafalarımızda ne kadar kendi senaryolarımızı oluştursak da, hayatın başka bir dinamiği var. Oldurmaya çalışmakla olmuyor. Olan zaten olacağı şekilde oluyor. Nasıl 14 sene önce Merve Kavakçı'ya türbanla meclise geldiği için "dışarı, dışarı, dışarı" temposuyla bir dayatma yapılmışsa, bugünkü dayatma da pek farklı değil aslında. Ne ekersek onu biçiyoruz. "Benim doğrum en doğrudur" yaklaşımıyla debelenip duruyoruz. Halbuki kimse kimseye hayat tarzını dayatma hakkına sahip değil, olamaz. Neyi bastırmaya çalışırsan, o şey daha çok gösterir kendini. Bastırdıkça, yok etmeye çalıştıkça onu yaşatır, beslersin.
*
Önce olan durumu kabul etmekle başlıyor herşey sanki. Korktuğun şeyle yüzleşeceksin. Başbakan, benim hayat görüşüme tamamen zıt şeyler söylese de, bu tarz düşünen bir kesim var. Bu bir gerçek. Bunu "kadınların üzerinden siyaset yapmayı bırakın artık" diye oturduğum yerden isyan etmekle çözemem. Ama benim tarzımda düşünen de bir kesim var. Bu da bir gerçek. Ve başbakan böyle şeyler dedi diye pısacak, bu dayatmaya göre yaşayacak bir kesim değil. Aksine, böyle dayatmalar oldukça, değerlerine daha çok sahip çıkacak bir kesim. Onlar bastırmaya, dayatmaya çalıştıkça, benim sesim daha çok çıkacak. Sadece kendi çevremde değil, toplum içinde de sesimi daha çok çıkaracağım. İnandığım şekilde. Kimi yerde çocuklara kitap okuyarak, kimi yerde öğrencilere rehberlik yaparak, kimi yerde sadece fiziksel olarak bulunarak, düşüncelerimi söyleyerek, araştırarak...Elimden geldiği şekilde değerlerimi yaşatmaya devam edeceğim.
*
Ben insanların sağduyusuna da inanıyorum. Yeni bir dünya düzeni geliyor. Bakınız Gezi! Hangi siyasi güç, toplumun bütün kesimlerini bu şekilde biraraya getirebilirdi ki? Aslında en zayıf hissettiğimiz zaman, en kuvvetlenmeye başladığımız zaman oluyor. O yüzden korkuyu hissetmek iyidir. İnsanı zinde tutar. Ancak korkuya tutunmak yerine korkuyla yüzleşmeyi göze almak gerekir. Zira korkuyla bir kere yüzleştikten sonra resmi farklı algılamaya başlarız. Korktuğumuz şeyin korktuğumuz kadar ürkütücü olmadığını görürüz, kendi gücümüzün farkına varırız ve değişmek için adım atarız.
*
Bilmiyorum, siz ne düşünürsünüz ancak bu şekilde düşünmek bana daha çok hizmet ediyor. Bugün sabah yürüyüşü sonrası; Penguen, Öküz ve Bir+Bir dergilerini aldım ve sahilde oturup okudum. Hayata başka gözlerle bakabilmek bir kere daha iyi geldi...
*
Hadi iyi cumalar...


birşey yapmalı!

Kaç gündür kafam, kız-erkek öğrenci evleriyle ilgili gündeme takık.
Deminden beri konuyla ilgili yazmaya çalışıyorum ama sinirlenip sinirlenip yazamıyorum.
Kız çocukları ve kadınlar üzerinden siyaset yapmayı bırakın artık!!!
18 yaşına gelmiş gençleri kimden, neden koruyoruz? Korunması gereken birşey mi var?
Kız-erkek arkadaşlığı sağlıklı bir şekilde gelişmeyen toplumdan ne bekleyebiliriz?
*
Bu yazının devamında öyle ağır yazdım ki, yayınlamaktan vazgeçtim. Yok böyle kızarak baş edemeyeceğim durumla...
Başka birşey yapmalı...
Bu yazıyı burada noktalamalı!