Featured Post

12 May 2014

33. Film Festivali'nden Seçtiklerim

Bu sıralar eğitimlere ve günlüklere daldığım için, blog yazmaya biraz ara vermiştim.
Zamanı gelmiş herhalde ki, şu an yazıyorum...
Nerede kalmıştık?
Bilemedim, film festivali'nden başlayayım. Bu sene de, maalesef, hatrı sayılır sayıda filme gidemeyerek, bazı biletlerimi yaktım. Neyse, İKSV'ye dolaylı destekte bulundum diyerek, kendimi avutuyorum.
Gidebildiğim filmlere gelince...

1-İkinci kere seyretsem de, seyretmekten gene çok keyif aldığım film: "Bugün Aslında Dündü" (Groundhog Day).

Yazmışımdır, bir filmi genelde 2. kere seyretmem. İkinci seyredişimde filmin etkisinin düşeceğinden korkarım, ki genelde de öyle olur. O yüzden, bu filmi zamanında çok severek seyretmiş olsam da, biletini hafif tereddütlü almıştım. Ama iyi ki de almışım:)). Kahkahalarla seyrettim gene filmi. Kült bir film benim için.
Her gün, aynı günü yaşamaya başlayan ünlü bir haber muhabirinin hikayesi...Her gününüzün birbirinin aynısı geçtiğini düşünüyorsanız, filmi seyretmenizi hararetle tavsiye ederim!


2- 60'lı  yıllardan bir türk masalı : "Küçük Hanımın Şöförü"

Küçükken bayılırdım türk filmi seyretmeye. Sanırım küçükken bu filmi de seyretmiştim. O dönemin türk filmleri o kadar birbirine benziyor ki, seyretmesem de, hikaye yabancı değil. Zengin hayta oğlanın(Ayhan Işık) adam olması için, babasının kendisine vasiyet ettiği hayat testini geçmesi gerekiyor... Tatlı bir nostaljik seyir... Belgin Doruk'un ağzını doldura doldura yaptığı küçük hanım konuşmalarını dinlemek, Ayhan Işık'ın kibar-çapkın delikanlı hallerini seyretmek bile güzel...
Sen ne yakışıklı adamdın be Ayhan Işık! Çocukluğumuzda çok güneşte kalmayalım diye, hep senin hüzünlü hikayenle büyüttüler bizi. Erken gittin vesselam...


3- Hollywood'dan masalsı bir film: Büyük Budapeşte Oteli

Stefan Zweig'dan esinlenerek oluşturulmuş senaryo. (Yazar Stefan Zweig, Hitler egemenliğinin devam edeceği karamsarlığı ile, 1942 yılında eşiyle hayatına son vermişti).
Hikaye de 1930'lu yıllarda geçiyor. Filmde yükselen faşist düzene ince göndermeler var. Ama hikaye kesinlikle karamsar bir atmosferde geçmiyor. Eğlenceli bir polisiye. Filmdeki kahramanların iyimserliği ve saflığı, dönemin karanlığına meydan okuyor. Vizyona da girdi. Su gibi akıp gidiyor hikayesi. Oyuncu kadrosu çok zengin. Müzikler hoş, çekimler de görkemli. Başrolde Ralph Fiennes de iyi oynamış. Ayrıca Tilda Swinton'ın her filmde, birbirinden enteresan rollere girmesine de bayılıyorum.


4-Yasaklı film: İtiraf (Nymphomaniac)

Film festivalinde gösterilen versiyonu bile sansürlü olan versiyonuymuş. Kabul etmeliyim ki, öyle kolay yenilir yutulur bir film değil. Lars Von Trier, tartışmalı konulara gene bodoslama girmiş. 4 saat süren film, 2 bölümden oluşuyor. Cinsellikle ilgili birçok konuya bambaşka açılardan yaklaşıyor. Düşündürüyor insanı...Mit'le ilk bölüm çıkışında oldukça derin konuşmalara daldık...
Gene de, filmin 2. bölümünde biraz fazla mesaj bombardımına maruz kalmış gibi hissettim kendimi. Aklıma, Mahsun Kırmızıgül'ün "filmlerimde her türlü konuya dokundum, mesajın dibine vurdum" yaklaşımı gelmedi dersem yalan olur. Kızma Lars abi, seninle Mahsun'u aynı satırlara koyan benden başka biri çıkmaz ama ne yapayım geldi aklıma...Yoksa senin Dogville'inin üzerine film tanımam!

5-Tam Festivallik Film: Buluşma 

Evet bu film, o tarz bir film. Başkasinema'ya bile gelir mi emin değilim ama konusunu sevdim. Gerçek bir hikaye. Yönetmen Anna, lise yıllarında arkadaşları tarafından mobbing'e uğramış. Yıllar sonra(20 sene kadar), mezunlar buluşmasına da çağrılmamış. Bunun üzerine, lisedeki arkadaşlarını oyuncu arkadaşlarına oynatarak, kendi mezunlar buluşması senaryosunu oluşturmuş. Tabi onun açısından nasıl bir mezunlar buluşması olduğunu izlemek lazım:). Çektiği filmle "ay ne güzeldi o yıllar" klişelerinin arasına soğuk bir duş gibi giriyor. Filmini lise arkadaşlarına seyrettirerek, onların ilk ağızdan tepkilerini ve görüşlerini alıyor. Anlatması zor ama enteresan bir hikaye. Bir arkadaşı, "ben senin anlattığın hikayeyle kısıtlanmış durumdayım şu an, böyle değilim desem ne yazar, sen beni böyle yaşamışsın" diyor. Naapcan işte, herkes kendi hikayesini yaşıyor...Hikayedeki gibi değilsen, huzursuz olmana gerek yok kardeş ama karşındakine hissettirdiklerini ne yapacağız? İşte onu biraz düşünmekte fayda var...



6-Festivalde kaçırdığım ancak sonra başkasinema'da yakaladığım şahane film: Sıfır Teorisi:

Festival ekinde, filmin yönetmeni Terry Gilliam ile yapılan röportajı okumuş ve filmi çok merak etmiştim. Festivalde kaçırsam da, filmi başkasinema'da yakaladığıma sevindim.
Film gelecekteki dünyadan bahsediyor ancak Terry Gilliam, "Şu anda dünyadan ne anlıyorsam onu resmetmeye çalıştım" demiş. Dünyanın nasıl zıvanadan çıktığını esaslı resmetmiş bana sorarsanız. Filmin fantastik bir tadı var, oldukça renkli, hikayeyi karamsar bir tablo yerine renkli bir tablo üzerinden anlatması bence çok daha etkili olmuş. İletişim bombardımanı içindeki insanın zavallılığını ve yalnızlığını çok net ortaya koymuş.
Oyunculara gelince; Christoph Waltz başrolde döktürüyor. Tilda Swinton da öyle uçuk bir role bürünmüş ki, zor tanıdım kendisini:). Diğer oyunculara gelince, onlar da iyi işte...
Hala vizyonda, kaçırmayın derim!


Röportajdan bir bölüm, tamamı için tık
Film, bu iletişim çağında iletişemediğimize dair varoluşçu bir masal, internet çağına dair bir distopya. Sanal bir kalabalıkta çok yalnız olmamız bu çağın laneti midir?
Elbette, bir anlamda böyle! Neyse ki çaresi var, ‘iletişim aygıtlarını’ kapatalım! Azıcık da ‘disconnect’ olalım, lütfen! Ben yalnızlığa ve yalnız kalabilme fikrine bayılıyorum. İnsanların da habire kendileriyle ilgili bilgi yayabilmesine şaşıyorum. Tamam gerçek hayat feci, müthiş baskıcı bir dünyada yaşıyoruz ama kendimizi bu kadar yapay şekilde nasıl harcarız! Benim bilgisayarda işim çok oluyor, meraklıyım. Ama kitap okuyorum, aynı anda üç kitap var başucumda. Pek film izleyemiyorum çünkü neredeyse hepsi birbirinin aynı, yeni bir fikir, yaratıcı hoşluk yok. Hollywood para kazanma makinesi oldu iyice. Eskiden de kötü şimdi. Yapımcı diyemeyeceğim birtakım orta kademeden yöneticiler hissedarların parasını güvence altına almak, gişede para kazanmak adına yalap şalap senaryolar seçiyorlar. Dışarıda o kadar yetenekli insan var ki, küçük bir fırsat bekliyorlar, insanın içi acıyor, yazık!

Malum fütüristik filmler gelecekle ilgili değil günümüze mesellerdir. ‘Sıfır Teorisi’ bu tüketim çağına bir tepki mi?
Bir yanıyla öyle. Tüketim masum bir eylem değil artık çünkü ihtiyaçtan fazlasını ve gereksizini tüketiyoruz. Bunu da bize başkaları söylüyor. İdeoloji ‘tüketim’ olmuş. Bizi yönetenler artık çokuluslu dev şirketler. Her yer reklam, tanıtım. Bunu alırsak daha iyi hissedeceğiz, şunu kullanırsak hayatımız değişecek gibi mutluluğun formülleri veriliyor. Filmdeki sanal cinsellik hiç abartı değil, hatta az bile. İnternette en çok pornoya ilgi var. Bolca twit atarak kendimizi varediyoruz, sevildiğimizi, hayran olunduğumuzu farz ediyoruz. Şöyle her şeyden uzaklaşmaca, bu sahte iletişimden vazgeçip azıcık kafamızı dinlemece yok.


No comments:

Post a Comment