Featured Post

15 July 2009

günaydın


Çok zırvalamışım dün. Yazma git yat işte, insan en büyük itişmeyi kendiyle yaşıyor bu hayatta galiba. Akşam Defne'yi uyuturken uyuyakalmışım, sonra annem tarafından yatağa yollanırken amanin yazmadım oldum, cinleştim, dişleri fırçaladıktan sonra iyice ayıldım...

Gece geç yatmak iyi hoş da, sabah uyandığımda "aman da ne güsel, yeni bir gün başladı" ruh haliyle kalkanlardan değilim.Böyle kalkabilenlere de biraz gıcık oluyorum. Eksik uyku, eğer gününde değilse, Defne'nin vızıltılarıyla güne başlamak, ne giyeceğim düşüncesi, trafik nasıldır acaba, araba, d.otosu seçimleri...yatağa daha çok yapıştırıyor beni.

Yataktan kazındıktan ve kendimi bi şekilde dışarı attıktan sonra, hayat bi şekilde akıp gidiyor. İş evden çıkana kadar. Deniz otobüsüyle karşıya geçerken bak herkes kalkmış, bir yerlere gidiyor diyorum kendime. Genelde de herkes birşey okuyor. Benim için çok kıymetli zamanlar bunlar. Gazetemi ve kitabımı bu gidiş gelişlerde gayet iyi okuyorum. Çok büyük bir iş değil belki ama okuyabilince, hayatım o gün daha bi güzelleşip renkleniveriyor. Tabi sadece deniz otobüsünü kullanmakla işe ulaşabilsem super olurdu. Gidiş 3 vesait, dönüş 3 vesait her zaman çok hoş olmuyor. Geçen gün kabataş d.otobüsü iskelesinde bisiklet park alanı gördüm. İşe bisikletle gidip gelmek yıllardır hayalimdir. Dedim, demek böyle gidip gelen de var, neden olmasın? Bizim evden Bostancı'ya süper bir bisiklet güzergahı yok ama denemeye değer, bu işi araştıracağım, bisikletle d.otosuna gireni görmedim ama belki de farkında diildim.

Arada işe arabayla gitmek de güzel ama, ne yalan söyleyim, hele de trafik azsa(yoksa diyemiyorum) şahane. Aslında bu trafik ortamında, arabasında tek başına tıngır mıngır karşıya geçenlere sinir olurdum. Çünkü bu trafiği biz yaratıyoruz ama içinde söylenmekten başka birşey yapmıyoruz. Sesimizi çıkarıp daha iyi koşulları zorlamıyorsak, o trafikte saatlerce kalmaya müstehakız diye düşünüyorum. Bazen iş durumuna göre, trafik azaldıktan sonra evden çıktığım zamanlar oluyor , bir araçla 20-25 dakikada işe gidebiliyorsan, yol gerçekten eziyet olmaktan çıkıyor, keyif bile veriyor. Hele de radyoda sevdiğin bir program, müzik dinliyorsan güne iyi başlıyorsun. Bazen müziğe göre biraz gaza basmak da coşturuyor insanı. Yolda genelde Açık Radyo'dan Ömer Madra ve Avi'nin(soyadını unuttum) Açık Gazete adlı sabah programını dinliyorum. Konulara yaklaşımları hoşuma gidiyor. Tabi birçok şeyi sorgulamadan da duramıyorum. Mesela arabada tek başına gidip karbon gazlarını yakarken, Ömer Madra arabayla işe gittiğimi bilse bana ne kadar kızar diye düşünüyorum, o nasıl gidip geliyor işe acaba diyorum? hayatının her alanında düşündüğüyle yaptığı tutuyor mu , ne mutlu ona diye geçiriyorum içimden... diğer tartıştıkları konuları da düşünüyorum ama önce özeleştiri:).

Daha keyifli sorgulamalar yapmak istiyorsam, Ayça Şen Başkan ve Carlos dinliyorum, yolda bol bol gülüyorum. Virgin Radio 99.4 . Keşkem her kadın Ayça Şen gibin olsa, çok şen bi dünyamız olurdu. Dün internetteki Second Life'tan bahsettiler. Kendi dünyasından sıkılanların, hayallerindeki kişiyi yaratıp, istedikleri hayatı sanal alemde yaşamaya kalkmaları bir dereceye kadar eğlenceli olabilir, tabi o dereceyi kaçırıp, gerçekle sanal alem arasında bi kimlik problemi yaşanması da çok olası geliyor bana. Dr Jeeykıl, Mr Hide misali. Diyeceğim o ki, sanal ortamlarda yarattığımız şahane dünyaları, gerçek hayatımızda yaratmak için biraz daha sıksak, nası olur? Sıkmak sıkıyor genelde ama o sıkılma eşiğini aşamadığın zaman debelenmenin sonu gelmiyor sanki? First life'ımızın suyu mu çıktı? Bu gidişle çıkacak. Neyse bu second life ilgimi bu kadar çekiyor işte, teknolojiye karşı mesafeli duruyorum, Ayça da bu tarz birşey söyleyince, "oh be!" dedim "yalnız değilim", niye hepimiz her çıkan yeni şeye ilgi duymak zorundayız, duymazsak niye cahil hissettiriliyoruz?

Yazacak başka şeylerim vardı, sabahı bitiremedim, neyse bir yazı çok uzayınca kabak tadı veriyor zannımca, devamı 2 gün sonra...








No comments:

Post a Comment