Featured Post

23 February 2012

hayat yeniler bizleri...

Dün gece eve geldiğimde, içimdeki heyecan ve mutlulukla hemen yazmak istedim. Çünkü biliyordum ki, ertesi güne aynı heyecan kalmayacaktı o günün koşuşturmacasından...Ama çok tatlı bir uykuya kandım.
Bugün arta kalan heyecanla yazıyorum...
*
Beyoğlu inanılmaz değişiyor, benim için eski tadı olmasa da, hala değişmeyen hallerini de görmek hoşuma gidiyor. Mesela öğrenciliğimden beri gittiğim 3. mevki lokantası, halaaa dimdik ayakta. Kendini yenileme telaşına girmeden, yıllardır müşterilerine aynı şekilde hizmet vermeye devam ediyor.
"Günlük yemek listesinin yazıldığı A4 kağıda bak, bu listeden minik bir kağıda istediklerini yaz, yemek asansörüyle siparişini gönder, nefis yemekleri kütlet, enfes muhallebiyi yemekle söyle de, bitti, kalmadı olmasın, yemeğin bittikten sonra da bi zahmet tabaklarını yemek asansörüne koy. İşte bu kadar!"
Gene öğrenciler, yabancı turistler, bizim gibi hala buradan kopamayan orta yaş insanları vardı müşteri kitlesi olarak...Gerçekten başka bir dünya var orada, dışardaki bütün değişimlerden uzak, kendi halinde, huzurlu...Sordum 19 senedir varmış 3. mevki. Benim İstanbul'daki yaşam sürem kadar:)
*
Oradan Buğday Derneği'nin 10. yıl kutlaması için Babylon'a gittik. İyi ki gitmişiz. Uzun yazmayacağım, sitelerinden alıntı yapıyorum gecede neler olduğunu daha iyi anlatabilmek için... Sitelerini de incelemenizi öneririm. Tek diyeceğim, iyi ki böyle insanlar var, dün gece çok umutlandım, birşeyler değiştirebiliriz zamanla...Yeter ki inanalım, gayret gösterelim ve yılmayalım...


.....
*
Bu arada yazmam gereken önemli bir konu daha var dünle ilgili. Dün Mithat'ın gayretleriyle; apartmanımızın bahçesine permakültüre gönül vermiş arkadaşlar ziyarete geldi. Bahçemizin ölçüleri alınarak, bu bahçede doğal tohumlarla ne ekilip biçilebilir konuşuldu. Bu gönüllü arkadaşların yardımıyla, artık apartman bahçemizde de ekim dikim yapabilme ihtimalimiz var:) Dediklerine göre, bu bahçede ekilip dikileceklerle, apartmanın tüm sebze-meyve ihtiyacı karşılanabilirmiş. Tasarım ve uygulama için gene gelecekler. Gelişmeleri sizlerle paylaşacağım...

Dünkü gecede; Bulutsuzluk Özlemi'nden Nejat Yavaşoğulları ve Yeni Türkü'den Derya Köroğlu vardı. Söyledikleri şarkılar eski şarkılar olsa da, dün bana daha bir anlamlı geldi sözleri. Buyrun siz de dinleyin...



http://fizy.org/#s/1aj9lr




Not: Nejat Yavaşoğulları sahneye çıktığında, yanımdaki adam kız arkadaşına, "ben kendimi bildim bileli, bu adam bu görünümdeydi, hala bu böyle, böyle de gider" dedi. Gülesim geldi, gerçekten Nejat Yavaşoğlulları hiç yaşlanmayacak, ömrü boyunca hep aynı kalacak insanlardan sanırım...:)

20 February 2012

bir pazar gecesi aklıma gelenler...

Bu, "her gün sevdiğim müzikleri yazacağım" projesi biraz sekteye uğradı. Gene de vazgeçmiş değilim...
Sabah Defne'nin çok sevdiği CD'li müzik kitaplarından (Bay Majör'le Klasik Müzik Masalları) Bach müzik CD'sini dinledik. Bach'ın "Air" parçasını çok severim. Özellikle ilk gençlik yıllarımda, kendimi hafif melankolik hissettiğim zamanlarda, bu parçayı dinlemek bana çok iyi gelirdi. Bugünün müziği Bach'dan olsun o zaman:)
*
Bugün; son dönemde gittiğim 2 tiyatro oyunu (Supernova, 10 Adımda Unutmak) ve bir filmden (The Artist) bahsedecektim ancak şu an başka bir konu aklımı çeliyor...Oyunları ve filmi bir sonraki yazıda yazarım.
*
Doğumgünümün olduğu bir haftaya girmek üzereyiz. Doğumgünlerimde eski heyecanım yok ama gene de o gün kendimi hoş tutmaya çalışıyorum. O gün benim kendimle biraz başbaşa kaldığım, hayattaki gidişatımla ilgili kendimi gözden geçirdiğim bir gün oluyor genelde. O gün mümkünse, işten izin almaya çalışıyorum.
Yıllar geçtikçe görüyorum ki, ruh fıstık gibi duruyor yerli yerinde. Ruh yaşlanmıyor, bedeni idare ediyor sadece. Diğer taraftan, yaşlanmak da kaçınılmaz, keyifli yaşlanmaya çalışmak lazım en iyisi, herşeye rağmen...
Keyifli yaşlanmak da sadece kendinle olmuyor, sevdiklerinle beraber mümkün, yani ben böyle düşünüyorum.
Sevdiklerinin varlığı yetiyor aslında ama şu düzenin yarattığı hediyeleşme çılgınlığından hala tam olarak kurtulabilmiş değiliz. Evet bazı alınan hediyeler çok özel ancak şimdiye kadar aldığım hediyelerden en çok hangileri aklımda kaldı diye düşündüğümde; en çok el emeği, göz nuru olan hediyeler aklımda kalanlar...Diğer şeyler çok çabuk unutulup gidiyor. Belki herkes için ince şeyler düşünüp bulamayız ama yakınlarımız için biraz kafa yorabiliriz gibi geliyor bana.
Mesela ilk etapta aklıma gelen 3 müthiş hediye;  geçen sene Şebo ile Fırat'ın birlikte senaryosunu yazıp, "beni" oynadıkları harika video çalışması, Banu'nun ilmek ilmek ördüğü, kış akşamlarımın vazgeçilmez sıcacık battaniyesi, Yasmin'in sırf beni yazı yazmaya teşvik etmek için bana açtığı bu şahane blog...Bu hediyelerin değeri paha biçilemez.
Öte yandan Facebook'ta herkes birbirinin doğumgününü kutluyor ben de dahil olmak üzere. Tamam hatırlanmak güzel ama birbirinin aynı mesajlar ortamda uçuşup durunca çok da anlamlı olmuyor sanki?
Gönlüm bir taraftan diyor ki, bu doğumgününde Facebook statümde bir değişiklik yapayım ve şunu yazayım:
"Arkadaşlar doğumgünümde; benimle çok sevdiğiniz bir filmi veya kitabı/müziği/sanatçıyı/ resmi/fotoğrafı/sözü...paylaşmak ister misiniz? Paylaşırsanız beni çok mutlu edersiniz:)"
İnanın bu bana çok güzel bir doğumgünü hediyesi olur. Arkadaşımın gerçekten sevdiği birşeyi, benimle paylaşması çok güzel bir şey!
Tabi bunu yapar mıyım bilmiyorum, sonuçta böyle bir mesaj başka birinden bana gelse, hemen memnuniyetle paylaşır mıyım, emrivaki gelir mi bilemiyorum. Ama emrivaki gelen de paylaşmasın zaten, içinden gelen, o anda paylaşmak istediğini, çok da abartmadan hemen yazıversin işte...
Tabi Facebook arkadaşlığını da çok abartmamak gerek. Neyse Facebook'tan vazgeçtim, aslanlar gibi blogum var, buradan benimle paylaşsanız, bana yeter de artar:)

Bach'ın Air parçasıyla aranızdan ayrılıyorum. Ben gözlerimi kapayarak dinlerdim bu müziği, size de öneririm:)



Görüşmek üzere...

13 February 2012

ben gala'yı yerim!

Coştum, gidiyorum. Yarın nasıl kalkacağım bakalım...
Neyse, yazmaya başlamışken yazayım:)
Genelde havadan sudan şeyler yazıyorum gibi geliyor bana. Çevremizde olumsuz çok şey var ancak çok açık ki, bunlara sadece ahlanıp vahlanmakla birşey değişmiyor. Bu konularda yazarsan, sadece vicdanını rahatlatmış oluyorsun, bak ben duyarlı biriyim aslında, bu konuları takip ediyorum vıd vıd vıd...Mesela AKM 2008'den beri kapalı. Hayıflanıp üzülmekten başka, vatandaş olarak ne yaptığımı düşünüyorum. Hiç! Bu en basit örneklerden biri. Daha ne konular var bu ülkede...
O yüzden hamasi nutuklar atmak yerine, bu konulara blogda girmemeyi tercih ediyorum sanırım. Neleri kendim ve çevrem için değiştirip güzelleştirebilirim onlara kafa yoruyorum. Ne mesajlar veriyorum çevreme onu da çok bilmiyorum ancak farkında olmaya çabalıyorum.
Ohooo işte gecenin 2'sinde yazarsam, böyle yazarım...

Ben aslında bugünkü Salvador Dali sergi gezimizi yazacaktım!
Yazıyorum:)
Bugün bir süredir aklımda olan Dali sergisine gittik arkadaşlarımızla. Sergiye gitmeden Defne'ye Dali ile ilgili bir kitap almıştım. Dali'nin çocukluğuyla ilgili bir hikayeydi. (Salvador Dali ve Rüyaların Yolu) Bir çocuğa Dali ile ilgili alınacak en iyi Dali kitabı mıydı emin değilim ama Defne'nin ilgisini çekti kitap.
Bugün sergide de oldukça heyecanlıydı. Resimlere bakıp kendince yorumlar yapmak, hatta resimlerin fotoğrafını çekmek hoşuna gitti. Bir de rehber ablayı yakaladığımız için, daha bir merakla dinledi anlatılanları. Ben de rehberden birçok yeni bilgi öğrendim. Mesela, resimlerinde kullandığı "kelebek", arzuyu sembolize ediyormuş. Hayatta en çok arzuladığı şey de sevgilisi Gala olduğu için, rehber "kelebek gördüğünüz her yerde Gala'yı düşünebilirsiniz" dedi. Uzun bacaklı filler; gücün, bilgeliğin sembolu, gül; kadın cinselliğine olan bir saygı sembolü, yumurta; ümit, doğurganlık sembolü...
Dante anısına kendisinden İlahi Komedya'yı resmetmesi istenen Dali, bu çalışma için para almamış. Normalde paraya önem veren bir sanatçıymış Dali, para almaması şaşırtıcı bulunmuş.
Beni en çok etkileyen bölüm, "Dali'nin Gala ile Akşam Yemekleri" bölümü oldu. Çocukluğundan beri aşçı olmak isteyen Dali için yemek; sadece bir yemek olmanın ötesinde, bir ibadet, bir ritüelmiş. Bu ibadetin de odağı yine Gala imiş. Rehberin söylediğine göre; Freud, bir kişiyi çok fazla sevmenin en uç noktasının onu yeme arzusu duymak olduğunu belirtmiş. Anneler çocuklarını "seni yerim" diye severler ya hani, onun gibi dedi rehber:) Defne de minnetle baktı bana, gülesim geldi.
Neyse, Dali de aşağıda gördüğünüz resmine "Ben Gala'yı yerim" diye isim vermiş. Defne Gala'nın pasta şeklindeki görüntüsünden ve rehberin söylediklerinden oldukça etkilenmiş. Zira akşam evde kendisine serginin en çok nesinden etkilendiğini sordum. Kulağıma yaklaşıp "ben gala'yı yerim" diye fısıldadı:)

Benim için çok öğretici bir sergi oldu bu. Gideceğimiz serginin ressamı hakkında Defne'yi çaktırmadan bilgilendirmek, rehberle sergiyi gezmek ve hızlı bir sergi gezisi yapmak; Defne'yi başka sergilere götürmek konusunda beni heveslendirdi. Hatta Mit'le gaza gelip, gelmişken Van Gogh'a da gitsek mi dedik ama neyse ki çabuk kendimize geldik! Çocuk bir sindirsin, biz bir sindirelim sergiyi, tadına varalım diye vazgeçtik. Aferim bize:)
Sergiye gitmeyi düşünürseniz, hafta içi veya haftasonları erken saatlerde gitmenizi öneririm.
Hepinize iyi geceler...

karlı istanbul günleri...

Eveeet, gelelim karlı İstanbul günlerine...Kar biteli çok oldu ama ben arkasından yazabiliyorum işte.
Basel'den uçağı kaçırmamıza, en çok ablamlar İstanbul'da bizi bekliyor diye üzüldüm.
Neyse ki, öğleden sonra bir uçak bulabildik de, İstoş'a gelebildik. Zaten sonra kar öyle bir bastırdı ki, değil ülke değiştirmek, karşı yakaya bile geçmek mümkün olmadı.
İyi ki de olmadı! Ben karı çok seviyorum. Müthiş bir huzur veriyor bana. Sadece kar yağışını seyretmek bile çok keyifli...
Hele bir de, hep özlediğim ablam ve yiğenim de yanımızdaysa...
Oh ne güsel oldu, evde, mahallemizde mahsur kaldık. Ablamlar İstoş'u gezemedi ama olsun, birbirimize doyduk:) Bol bol kartopu oynadık, eciş bücüş kardan adamlar yaptık. Gece-gündüz karlar üzerinde gırç gırç yürüdük, lapa lapa yağan karı seyrederek...
Starwars filmlerini seyrettik her gün. Defne'nin izlediği bölümler kısıtlı olsa da, ana karakterleri öğrendi artık diyebilirim.
Senenin belli günlerinde kar yağmalı, kış kışlığını yapmalı. Hepimizin zaman zaman çocuklar gibi şen olmaya ihtiyacı var!
Güzel bir sömestr yaptık vesselam. Tabi Defne için tatilin bitmediğini pazar akşamı henüz bilmiyorduk...
Pazartesine hafif ateş ve döküntülerle uyandık. Su çiçeği Defne'ye misafirliğe gelmişti!
Defne aşılı olduğu için, bu hafta hastalığı gayet hafif atlattı ancak bulaşıcılığı var diye, Defne'yi okula da gönderemedik.
Yarına okula başlamayı umut ediyoruz:)
Size kar temasına uygun; Teoman'ın Kupa Kızı ve Sinek Valesi şarkısıyla hoşçakalın diyorum. (Not: Şarkının sözleri mecazi olarak çok hoş ("...bir kaaaar tanesiii ol, kon dilimin ucunaaa, bir kar tanesiii eri ağzımdaaa...) ancak pratikte uygulanması kolay olmayan bir şeymiş, denedim, çok kar yağması lazım, karın dilinin ucuna konması için:)


Bir sonraki yazıda görüşmek üzere...May the force be with you!


Efe ile Defne

Ne güzelmiş o 30 gün, sektirmeden yazıyordum...
Ara verince, bende "tekrar yazabilecek miyim?" heyecanı oluşuyor. Bu heyecana gerek yok Füs diyorum bi taraftan da kendime, kendinle didişip durma, yazabildiğin, yazmak istediğin zaman yaz olsun bitsin...
Tamam başlıyorum!
Ocak ayını sevmediğime kanaat getirdim. Sebebi de büyük ihtimal, Ocak'ın; Aralık'taki çocuksu yeni yıl beklentilerimizin çoğunun gerçekleşmeyeceğinin okkalı bir göstergesi olması. Uzun da bir ay. Şubat daha karakterli bir ay, kısa ama net! Mart da kibirli ve sevimsiz gelir bana. Nerden uyduruyorsun bunları derseniz, tamamen hissiyat işte...
Neyse, nerden girdim şimdi aylara...
Basel anılarımızı, karlı İstanbul günlerimizi ve bugünü yazmak istiyorum ben!

Edim, "hangi Basel anılarıyla bizi hatırlayacaksın bakalım" diyordu, işte kısaca aklımda kalanlar...

-Basel'in huzurlu havasına fazlaca kaptırıp, rehavete kapılanlar, İstanbul uçağını da kaçırır!
-İtvitre'nin en iyi yemekleri, evde yapılan yemeklerdir! Fıstıklı tavuk, fırında somon ve krep, ilk 3'e girendir!
-Basel bu sefer; her ülke değiştirmede (sınır ülkelere 5 dk uzaklıkta) ; cep telefonu şirketinin "Almanya'ya/Fransa'ya/İsviçre'ye hoşgeldiniz..."mesajlarıyla beni bir süre sonra "eeeeh" dedirtecek kıvama getiren bir şehir olmuştur.
-Defne'ye göre İtvitre bir geyik ülkesidir ve çoğu restoranda geyik kafası bulunması başta ürkütücü bulunmakla birlikte, kendisi tarafından kabullenilmiştir.
-Defne için İtvitre, süt içebildiği (İtvitre'nin sütü güselmiş dediğine göre), nutellayı ve çikolatayı abartabildiği, mc donalds'a 1 haftada 2 kere gidebildiği cennet bir ülke olmuştur.
-Efe'nin okula tek başına gidip gelmesi, Defne'yi çok etkilemiş, kendi de güsel ve yalnız ülkesinde okula tek başına gidip gelmeyi talep etmiştir. Bu beni hem mutlu eden hem de bende buruk tad bırakan bir anı olmuştur.
-Gittiğimiz çocuklara özel klasik müzik konserinde; çoğu ailenin minik bebekleriyle konsere gelmesi, konser sırasında hepsinin kuzu kuzu müziği dinlemesi ve çocuklara konser sonrası enstrümanların denetilmesi hem beni hem Defne'yi çok etkilemiştir.
-Defne ve Efe'nin, Fır'ın arkadaşı Emre sayesinde Starwars'a daha çok ilgi duyması, Efe'yle romantik kılıç dansları...
-Efe ve Defne ile heyecanlı langırt ve tombala oyunlarımız!...
-Nefis yemek hayalleriyle Fransa Alsace bölgesine gidişimiz ve öğle zamanı restoranlar servis yapmadığı için, sefil bir şekilde kruvasan ve kahveye talim edişimiz, Efe ile Defne'nin gıcıklıklarıyla sabrımızı test ettikleri gün!
-Koskoca İtvitre'de 2 damla kar bulabilmemiz ve Şebo'nun bu kadar az karla çocuklarla eğlenişi!
-Akşam vakitleri huzurlu çay içmelerimiz, beğenemedim diye bana her gün Şeboların farklı çikolata yedirme çabaları, İtvitre'de online dizi keyfimiz...
-Dostlarının yanında kendini tamamen bırakabilme güzelliği...
-Defne ile Efe'nin gözlerimi yaşartan arkadaşlıkları...
-Daha çok anı vardır da şu an bunlar döküldü kelimelere...
-Son olarak müziklerimiz:
Çok müzik var ama ilk 3'e girenler:
Rammstein- We all living in Amerika (Efe sayesinde Defne'nin favorisi oldu, youtube'dan yeni şarkılarını istiyor babasından)
Zeki Müren- Benim güsel Manolyam (Defne tarafından icra edilen versiyonu tabi ki:)
Teoman-Teo'nun tüm albümlerini dinlediğimiz için aslında bir albümlük favori şarkı yazabilirim, ondan da ilk 3'ü söyleyeyim en iyisi: İstasyon İnsanları, Kardelen, İstanbul'da Sonbahar

Sizi Rammstein'la ve Defne-Efe fotolarıyla başbaşa bırakıyorum, karlı İstanbul günlerini ve bugünü bir sonraki yazıda yazayım...