Featured Post

03 July 2015

Şahane Animasyon: "Ters Yüz"

Kitaptan bahsedecektim, araya film aldım!

Bence yaz vaktinde yapılabilecek en güzel şeylerden biri, serin sinema salonlarına kaçmak! Üstelik vizyonda "Ters Yüz/Inside Out" gibi şahane bir animasyon filmi varsa...


Sinemaya, ister çocuğunuzla ister yalnız gidin, kafalarımızın içindeki sesleri konuşturan bu şahane animasyon filmini kaçırmayın...Kişiliğin oluşumu, duyguların değişkenliği, hatıra, hafıza gibi kavramlar, hiç bu kadar basit ve keyifli bir şekilde anlatılmamıştır herhalde...Ben filme çocuklarla gittim ama çocuklardan fazla sevmişimdir filmi...Giderseniz, hepinize iyi seyirler...



01 July 2015

Murakami Sever Misiniz?

Eveeet, gelelim kitaplara...
Tatile gitmeden önce, bir arkadaşım "senin bir Murakami okumanı çok istiyorum, bence seversin sen onun kitaplarını" dedi. Okumayı severim ama kalın kitaplar beni hala başta ürkütür biraz. Haruki Murakami'nin de tuğla gibi bir kitabı olduğunu bildiğimden dolayı (1Q84), şimdiye kadar kendisine mesafeli duruyordum. Halbuki başka kitapları da varmış. Arkadaşımla kitapçıdayken, kapağını da beğendiğim daha ince bir Murakami kitabını aldım: "Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında"

Kitap okurken su gibi aktı. Ne kadar sade, samimi ve doğal yazmış romanı. O sadeliğin altında yatan derinlik beni çok etkiledi. İnsan duygularının, özellikle bir erkeğin kaleminden bu kadar açık, dobra bir şekilde dile getirilmesi hoşuma gitti. Murakami, kahramanının gel-gitlerini, duygu dalgalanmalarını, iç konuşmalarını oya gibi işlemiş, okuyucuya en şeffaf haliyle sunmuş...
*
Bir kitabı okurken, kitapta sözü edilen müziklere, yazarlara, kitaplara, ressamların eserlerine vs genelde bakarım. Hatta artık kitabı okurken, bunları kitabın ilk sayfalarına not olarak düşüyorum. Okuduğum sırada bakamasam da, hikayeyi hissetmeme yarayacak bu kaynaklara mutlaka bakıyorum. O zaman kitabı daha iyi özümsüyorum. Bu kitabın da müziklerini dinledim. Bazı müzikler hayalimdekine çok uymadı ama uysa da uymasa da, yeni keşifler yapabilmek güzel...
*
Tokyo'da iyi bir işi olan, sevdiği eşi ve 2 çocuğuyla sakin bir hayat yaşayan Hacime'nin sıradan görünen ama sıradan olmayan hikayesi...Kitap bittiğinde bile Hacime'nin sonraki hayatını merak ettiren bir hikaye...
*
Kitabın içinden bir alıntı yapıp yapmamaya karar veremedim. Zira kitabı bütün olarak okuduğunuzda tam anlamı yakalıyorsunuz, şimdi bir parça yazarsam kitabın etkisi düşer mi emin olamıyorum ama ufak bir parça koyayım en iyisi:
"Hafıza ve duyular bu kadar belirsiz ve her yöne eğilimli olduğundan, olayların gerçekten yaşandığını ispatlamak için daima belirli bir gerçekliğe -alternatif gerçeklik diyelim- güveniriz. Belirli bir şekilde algıladığımız olaylar ne dereceye kadar göründükleri gibidir ve bu olaylar ne dereceye kadar biz onları öyle adlandırdığımız için öyledir bilmek mümkün değildir...Bilincimizin sınırları içinde sonsuz bir zincir yaratılır ve gerçekten burada olduğumuz duygusunu veren, var olduğumuzu söyleyen zincir buradan beslenir. Fakat bu zinciri koparacak bir şeyler olur ve zarar görürüz. Gerçek nedir? Zincirin kopan tarafının burasındaki mi? Ya da orada, diğer tarafındaki mi?
Bu noktada hissettiğim işte böyle bir kopuş duygusuydu."
*
Bu yazıyı, kitabın adına da vesile olmuş bir şarkı ile noktalayalım...İkinci kitap diğer yazıda gelsin...

Nat King Cole'dan South Of The Border





Bir Gemi Seyahatinden Bende Kalanlar...

"Çanakkale Boğazı'nda bir yolcu gemisiyle akaryakıt tankeri çarpıştı. Ölen ya da yaralanan olmadı." 27 Haziran 2015.
Bu tür bir haber normalde hızlıca göz gezdirip geçebileceğim bir haberken, geminin içinde yer alan yolculardan biri olunca, durum haliyle bir parça değişti benim için...
Çok uzun yazmayacağım ancak şu an hala hayatta isem, bu konudan ufacık da olsa bahsetmek istiyorum.
Annem, Defne, ben; komşu topraklarda bir gemi seyahati yapmış ve gemiyle İstanbul'a dönüş yoluna koyulmuştuk. Amma velakin, gece saat 1.30'da deprem olduğunu düşündüğüm bir gümbürtüyle yataktan fırladım. Meğer bize boğazda bir tanker çarpmış. Hatta annem aracın bize yaklaşan ışığını görmüş. Biz o vakit çarpan aracın akaryakıt tankeri olduğunu bilmiyoruz. (İyi ki bilmiyoruz.).
*
Herkes çıkıyor kabininden, uzun süre kaptandan anons yok. Ne kadarlık bir hasar aldığımızı bilmiyoruz. Titanik filmi ile yetişmiş bir kuşak olduğumuz için de, ister istemez heyecan yapıyorum. Defne çarpma sırasında uyanmıyor. Onu uyandırmalı mıyım bilemiyorum. Annem uyanık, onları kabinde bırakıp, yukarı çıkıp bilgi almaya da çekiniyorum. Ya birden gemi su alırsa? O sırada çok mantıklı düşünemiyor insan. Can yeleklerimizi giymeli miyiz? Birçok yolcu can yeleklerini giyiyor. Anons olmayınca, herkes kendince bir önlem almaya çalışıyor haliyle. Sonra bir gemi görevlisi dolaşıyor katımızda. "Endişelenecek bir durum yok" diyor ama net bir açıklama da yapamıyor.
*
En nihayetinde, kaptan anons yapıyor. Gemiye bir aracın çarptığını, geminin stabilitesinde ve güvenliğinde sorun olmadığını söylüyor. "Kabinlerinizde kalın" diyor ama dedim ya, Titanik ile yetişmiş kuşak olduğumuz için, nedense çok da emin olamıyorum o saatte dediklerinden. Hele bir süre sonra gemiye yayılan mazot kokusu insanı iyice pirelendiriyor. (Meğer tankerden yakıt sızmaya başlamış) Bir süre sonra midem bulanmaya başlıyor. Defne tosur tosur uyurken, acaba bu kokudan bayılır mı diye endişeleniyorum ama uyandırmaya çalışsam da uyandıramıyorum onu. "Anne beni rahat bırak" diyor, mazot kokusuyla karışık uyuyup gidiyor kuzum. Ben de can yelekleriyle başında bekliyorum...Bir iki saat sonra ya koku azalıyor ya da biz kokuya alışıyoruz...
*
Neyse, o geceyi tüm gemi uykusuz geçiriyoruz, sonradan çarptığımız aracın petrol ürünü taşıyan bir tanker olduğunu öğreniyoruz. (Tankeri hemen uzaklaştırmışlar gemiden, boğaz trafiğini kapatmışlar, Gelibolu mazot kokusu altında kalmış.) Olayın vehametini sonra sonra anlıyoruz. Ne diyeyim, çok çok ucuz atlatmışız. İşte hayat böyle birşey. Hiç tahmin etmediğin bir yerde, sana çok farklı sürprizler hazırlayabiliyor.
İstanbul'a dönüş yolculuğumuzu hiç anlatmayayım, orası da ayrı bir maceraydı ama şu an sağlıkla şu satırları yazabiliyor olmak bile çok güzel birşey...
*
Aslında ben gemide tanıdığım insanları, okuduğum kitapları yazacaktım ama önce bunlar döküldü parmaklarımdan...Onları da yazayım:)
*

Hayatımda ilk defa gemi yolculuğu yaptım. Yapmaya alışık olduğum tarzda bir tatil değildi ama gemide uzun zaman geçirdiğimiz için, insanları bol bol gözlemleme şansım oldu. Özellikle yabancı yaşlı insanların yaşama bağlılıkları çok hoşuma gitti. 80-90'lık yaşlı teyzeler, güzel güzel giyinip makyajlarını yapıyorlardı. Yaşlıların çoğu güleryüzlüydü. Akşamki showlara aktif bir şekilde katılıyorlardı, dans ediyorlardı. "Yaşın kaç olursa olsun, içinde yaşama sevincin olsun!" dedim kendi kendime...
*
Defne gemideki showlara çok meraklıydı. Dans, müzik ve jimnastik gösterilerinin olduğu showları iyi yerden izleyebilmek için, salona ilk gidenlerden oluyorduk. Yine böyle erken gittiğimiz bir akşam, burada tanıştığımız bir çiftin hayat hikayesinden çok etkilendim. Çift Kanada'dan gelmiş. Defne, adama Kanadalı'ya hiç benzemediklerini söyledi. (Çok bilirmiş gibi Kanadalılar'ı...) Meğer Kanada'ya Uganda'dan iltica etmiş Hint asıllı vatandaşlarmış. 1972 yılında, Uganda'da Hint kökenli insanlara çok zulüm yapılmış, çoğu Hintli öldürülmüş, bazıları da ülkeden kaçarak canlarını zor kurtarabilmişler...Bu çift de kaçarken, kadın hamileymiş, yolda bebeğini düşürmüş ama neyse ki, Kanada'da yeniden çocukları olabilmiş. Adamın babasından öğrendiği bir zanaatı olduğu için(kuyumculuk) bu işi Kanada'da da yapabilmiş. Çok tatlı bir çiftti. Şu an Suriye'de yaşananları da anlayabildiğini söyledi adam. "Yaşamayan bilemez tam olarak bu durumları ama ben onları anlayabiliyorum" dedi...Dünyanın başka bir noktasından, ne kadar benzer hikayelerle tanışabiliyor insan...
*
Geminin durduğu bir adada, şirin bir restorana gittik. Bir adamın üzerinde "Dance saved my life" yazan bir t-shirt vardı. Adam öyle atletik yapılı biri değildi ama yüzüne baktığımda gerçekten bir yaşanmışlık hissiyatı aldım adamdan. Yemekte ister istemez bu sözü düşündüm. Olabilir miydi? Dans insanın hayatını kurtarabilir miydi? Belki de kurtarabilirdi? Mesela bana çok iyi gelen birşey dans etmek, düşüncelerin ağırlığı altında ezildiğimi hissettiğim zamanlarda "hop hop hop değiş tonton" yaptırabilen sihirli bir değnek dans! İnsana yaşam enerjisi, hayat veren şahane bir meditasyon dans! Velhasıl, sevdim bu sözü. Adam arkadaşıyla yemekten kalkarken, adama dayanamayıp laf attım. "I liked your t-shirt" diyiverdim:). O da çok nazikçe gülümsedi bana...Oh içimde kalmamış oldu düşündüklerim:)

*
En iyisi kitapları öbür yazıda yazayım, yoksa bu yazı uzayıp gidecek böyle...
*
Gemide show'da dinlediğim müziklerden biriyle yazıyı bitireyim dedim, aklıma gelen ilk şarkı bu oldu:)