Featured Post

25 March 2014

Jung ile Dengelendim de Duruldum!

Yarım kalan yazılardan biri de Carl Jung ile ilgiliydi.
Art terapi ile ilgili bir eğitim alıyorum. Bu modülün konusu da Jung idi. Modülden sonra, Jung'un hastası oldum diyebilirim:).

Jung için, daha çok başlangıç aşamasındayım ancak küçük bir bilgi bile, bana kendimle ilgili kuvvetli bir mesaj verdi. Jungcu psikoloji diyor ki; her erkekte feminen taraf olduğu gibi(anima), her kadında da erkek taraf(animus) vardır. Salt masculine(eril) ve feminine(dişil)'in belirli ayırtedici özellikleri bulunmaktadır.
Hocamız bize bu özellikleri özetledi ancak internette bulduğum grafik de benzer özellikleri kapsadığı için, bu grafiği bloga koyayım dedim. Bizim çalışmamızda masculine özellikler içinde ; linear, rationale, speed, feminine özellikler içinde de; emotion, mother, darkness, instinct de bulunmaktaydı.

http://www.normanchorn.com/future-strategy/good-leadership-feminine-thing#!prettyPhoto
Kadın ve erkeğe bu şekilde bilimsel bakınca, karşı cinse daha anlayışlı yaklaşabiliyor insan. Ama bu tablonun benim için en anlamlı yanı şu oldu: Doğam gereği feminine özelliklerim baskın ancak çok yoğun feminine özelliklerle yaşamak, dengeyi bozuyor. Son dönemlerde masculine tarafıma biraz haksızlık ettiğimi farkettim. İçimde eril bir tarafın olduğunu hatırlamak, onun özelliklerinden de yararlanarak, eril-dişil Füs arasında bir denge bulmaya çalışmak bana iyi geldi.
Hayat da bunun dengesini bulmaya çalışmakla geçmiyor mu zaten? Olsun, arada grafiklerle hatırlatılması fena olmadı:)


Son günlerde biriktirdiklerim...

Bu günlerde yazamıyorum. Kaç yazıya başladım, hep yarım kaldı ama bir yerden başlamam gerek...Önce yarım kalan yazılar...
*
Memlekette zor günler geçiriyoruz. Olanları yazmaya elim varmıyor. Ölümün olduğu yerde zaten kelimeler anlamını yitiriyor. Ama bu topraklarda Berkin'in, Burakcan'ın, Ahmet'in yürekleri yanan babaları, acılarına rağmen, topluma sağduyu çağrısı yapabiliyorsa, bizim "umudumuzu yitirdik" deme hakkımız yok gibi geliyor bana. Bu günlere nasıl geldiğimizi, öncelikle takkeyi kendi önüme koyarak düşünüyorum...Ne de olsa, Dante'nin dediği gibi; "Her karanlık, kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını içinde taşır."
*
"En büyük dileğim, insanın sorumluluk taşıması ve akıntıya karşı yüzmeyi de bilmesi. Demokratik rejimlerde bu daha kolay. Ama görüldüğü kadar da kolay değil. En çok ve özellikle de dikta rejimlerde gerçekleştirilmesi gereken insanlık görevi. İnsanlara 3 çağrım var. Her bireyi insanlığa ihanet etmemeye çağırıyorum. Bugünün insanının 3 uzvuna gereksinimi var:
1-Akıl için kafaya
2-Duygu için yüreğe
3-Omurgaya: Bu da kimse önünde sürünmemek için"

Hilde Domin
(Hitler faşizmi yıllarında yaşamış, şiir, roman, deneme yazarı; 1979 yılında Tezer Özlü'nün yazarla yaptığı röportajdan bir bölüm-Yeryüzüne Dayanabilmek İçin s.30)

"Bireysel kurtuluş diye bir yaşam biçimi yoktur. İnsan, her zaman toplumsal bir yaratık olduğunu kavrayıp kendi sınıfının bilinçlenmesi ve daha insancıl koşullara kavuşması için çaba gösterdikçe mutlu olabilecek, yaşamını değerlendirecektir. Yaşam, şöyle bir yaşanıp geçmek için varolmak değildir. Aksine insanları, en insancıl yaşamlara ulaştırmanın mücadelesinin verildiği bir olgudur. Bilinçsiz bir yaşam, insan yaşamı değildir."

(Tezer Özlü- Yeryüzüne Dayanabilmek İçin s.45)





11 March 2014

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin


Tezer Özlü "Yeryüzüne Dayanabilmek İçin" kitabında ne güzel demiş;

"Kanımca yazı yazmak, coşku, hafif melankoli, taşkınlık gibi psikolojik bir semptomdur. İnsan yazarlık hastalığını-az da yazsa-sürekli olarak içinde taşır. Ben, bu hastalığa ancak dayanamayacak hale gelince, neredeyse psikoza girecek duruma geldiğimde yazabilen bir hastayım.

"Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmayagörsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır(ya da kendi kendine kanıtlamak için). Çünkü insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar."

Füs, kelimelerin hoyratça savrulduğu bir ortamda, senin kelimelerin niye kozasında ki? Bilesin ki, o kelimelerin yarası yazdıkça geçecek. İçinde tuttukça değil...

Bu yazıyı kendime yazmış olayım:)

Hadi iyi geceler...


03 March 2014

İyi ki Doğmuşum Dedirten 40 Yaş Hediyelerim:)

Evet memleketin çivisi çıktı. Murathan Mungan'ın pek doğru dediği gibi "her şeyin normalleşmesi, Türkiye'yi açık tımarhaneye çevirdi". Canımız sıkkın. Ama bugün olsun, memleket gündeminden uzaklaşmak istiyorum.
*
Güzel birşeyler yazmak istiyorum. 40 yaşına girdim geçen hafta. Çevremdeki kadınlardan da gördüğüm kadarıyla, kadınlar için önemi var bu 40 yaşın. "30 yaşını geçince hayat hızlanır, 40'ı geçince kanatlanır" derlermiş ya...Uçacağımız bir döneme giriyoruz sanırım:) 
Konu 40 yaş olunca, yakın arkadaşlarımız arasında, zihni sinir bir fikir ortaya atıp, "bu sene, el emeği, göz nuru bir hediye yapalım birbirimize" demiştim. Atıp tutması kolay da, iş uygulamaya gelince, o kadar kolay değil, gerçekten düşünmek gerekiyor. Ama insan sevdikleri için düşünmeyecek de, kimin için düşünecek? 40 yılda bir üstelik:)
*
Doğumgünümden birkaç gün önce, yakın arkadaşlarımdan Banu'nun doğumgünü vardı. O sıralar ruhen çok parlak durumda hissetmiyordum. Ta ki, Banu'nun hediyesini hazırlamaya başlayana kadar...Hediye fikrini kafamda oluşturduktan sonra bir heyecan geldi üzerime. Bütün fotoğraf albümlerimi indirdim. 22 senelik arkadaşlığımızın fotoğraflarını taradım, aralarından fotoğraflar seçtim, onlarla ilgili hatırladığım anılarımızı bir deftere yazdım. Ortaya tarihimiz çıktı. "Eee boşa yaşamamışız şu hayatı" oldum foto-anı albümünü bitirdiğimde...
Aaa daldım, Banu'nun hediyesini anlatıyorum. Esas ben doğumgünümde bana gelen nadide hediyeleri yazacaktım. Tamam başlıyorum! Alfabetik gideyim, kimseye hak geçmesin. Zira bu hediyelerin hepsi benim için birbirinden değerli...

1-Banu'nun kanaviçe tablosu:
Bilenler bilir, Banu pek beceriklidir. Birkaç sene önce yazdığım bloga, bana ördüğü battaniyenin fotosunu koymuştum, belki hatırlayanlar olacaktır. Banu'nun şu an 2 küçük çocuğu olduğunu düşündüğümde, hangi arada derede bu kanaviçe tabloyu yapabildiğine hala şaşıyorum ama Banu bu, yapar mı yapar!. 2 ayda bitirmiş. Ellerin dert görmesin Banum. Bir de güzel yazı yazmış. Minicik bir parçasını buraya da yazayım: "Tependen güneş ve ay, yüzünden tatlı meltemler, ayaklarının altından yemyeşil çimenler hiç eksik olmasın." Bunları yaşarken senin de başın gerek Banum:) (Bu sözü ilk defa duyanlar için, söz ürkütücü gelebilir ama Banumuzun uydurduğu, bizim de pek sevdiğimiz bir sözdür "başın gerek" sözü!)


2-Fulya'nın tasarladığı ilk bluzu:
Fulya kuzenim. Ve artık bir tasarımcı. Vero Moda için yurtdışına tasarladığı ve dikimi onaylanan ilk tasarım bluzunu bana hediye etmiş kuzum. Üstelik elindeki tek örnek! Ee biz de modelliğini yapacağız artık:) (Bu arada, Fulya'nın bu el emeği göz nuru saplantımdan haberi yoktu:)

3-Sibel'in 7 dileği:
Yazdığı yazıyla beni ağlatan ama aynı zamanda da, seçtiği dilekler&hediyelerle beni güldüren Sibelim, sen de hiç değişme ve hep ol hayatımda:). Yazıyı yazmayacağım ama dilekleri yazmazsam olmaz:) 
-Tüm dileklerinin yeşermesi için "kır çiçekleri" tohumu
-40 yaşında çok güzel sürprizlerle karşılaşman için "kinder sürpriz yumurta"
-İçindeki kız çocuğunun hep canlı kalması için "pembe tokalar"
-Sevgi dolu, aşk dolu, mutlu bir kadın olmaya devam etmen için "kırmızı oje"
-Cesaretle çıktığın coaching yolunda başarıların için Jung'dan "Dört Arketip"
-Varlığınla ne kadar değerli olduğunu hatırlaman için "el aynası"
-Tüm güzel seyahat notların için "life is compared to a voyage" defteri

Kinder Sürpriz'den uçak çıktı! 40'lı yaşlarda gerçekten uçacağız galiba:))
4-Şebnem'in Füs ile ilgili gelecek 40 yaş hedefleri:
Beni yakından bilenler sevdiğim şeylerle ilgili liste yapmayı sevdiğimi bilir. Sevdiğim yerler, bir gezide en sevdiğim yemekler, meyveler, sevdiğim şarkılar...Ee Edim de Büdü'sünü bildiği için, "Füs'e gelecek 40 yıl seyahat hedefleri" yapıvermiş müthiş bir teknoloji kullanarak...Gitmek istediğim yerleri de nasıl bilirmiş...2 senede bir gideceğiz artık bir yere...Fotoları da resimlere cuk oturtmuş, en çok Stockholm'e güldüm ama her baktığımda farklı farklı fotolara da gülüyorum:) En çok güldüklerimin listesini yapayım mı?:) Beni yıllardır güldürüyorsun Edim. Önümüzdeki 40 yılda da birlikte gülelim inşallah...

Click to play this Smilebox slideshow
Create your own slideshow - Powered by Smilebox
Customize a free photo slideshow


Ne kadar şanslı bir insanım ben. Böyle sevenlerim olduktan sonra, karada ölüm yok bana. İyi ki varsınız, burada yazmadığım diğer sevenlerim gücenmesin. Bu yazı, "el emeği göz nuru" saplantımı dikkate alan, "delidir ne yapsa yeridir" şeklinde beni kabul eden arkadaşlarımla ilgili kişisel tarihime düştüğüm bir yazıydı...Yoksa hepinizin yeri ayrı gönlümde...
Dünyada çirkinlikler çok ama güzel şeyleri yaratabilenler, yaşatabilenler az. Onca yaşanan yıldan sonra ne kalıyor geriye? Bana göre sadece anılar...Güzel anıları da çoğaltmak elimizde...
Yaşlandım mı ne, lafı uzattıkça uzatıyorum:) Hepinizin çevresinde güzellikler olsun, siz de size doğuştan verilen hediyelerinizi başkalarıyla paylaşmaktan sakınmayın, kendinizi sakınmayın  diyesim geldi son söz olarak...
Hadi esen kalın!

02 March 2014

Bir Demet Montaigne

Montaigne'den bir demet söz yazacağımı söylemişim şubat ayında, yazıyı yazmaya başlamış ancak bitirememiştim. Öncelikle onu bitireyim...

Buyrun bir demet Montaigne...İki söz başkalarından ama olsun, onları da Montaigne kitabına almış, kitabında bu sözlerle ilgili yorumlar yapmış... Buraya, kendisinin kısa sözlerini yazıyorum. Uzun sözlerin büyüsü kitapta...

-Ruhumuz yapacağını gösteriş için yapmamalı, her şey içimizde, hiçbir gözün görmediği en gizli yerimizde olup bitmelidir.

-Ne kadar az korkarsak o kadar az tehlikedeyiz. (Bunu Titus-Livius söylemiş.) 

-İnsan sevincini büyülterek anlatmalı, üzüntülerini kısaltarak. 

-Ben ne isem, ne durumdaysam, eylemlerim de ona göre, ona uygun olur.

-Gereğinden önce dertlenmek, gereğinden fazla dertlenmektir. (Bunu Seneca söylemiş.)

-Hiçbir şey, kendiliğinden ne o kadar üzücüdür, ne de zor. Bizim gevşekliğimiz, güçsüzlüğümüzdür ona bu niteliği veren. Büyük ve yüksek şeyleri görebilmek için onlara göre bir ruhumuz olması gerekir, yoksa kendi çamurumuzu görürüz onlarda. Önemli olan bir şeyin görülmesi değildir yalnız, nasıl görüldüğü de önemlidir.

-İnsanın kendini anlatmasından daha zor ve daha yararlı hiçbir şey yoktur.

-Filanca hayatını işsiz güçsüz geçirdi, deriz; bugün hiçbir şey yapmadım, deriz- Birşey yapmadım ne demek? Yaşadınız ya! Bu sizin yalnız başlıca işiniz değil, en parlak, en onurlu işinizdir!

-Yüksek ve ince felsefi düşünceler iş görmeye elverişli değildir. Dünya işlerini daha hoyratça, daha gelişi güzel yürütmeli ve her zaman talihe büyük bir pay bırakmalıdır.

-Düşüncelerimizin en iyi aynası, yaşamlarımızın akışıdır. 

Montaigne

Dün, Fazıl Say'ın konserine gittik. Chopin'in doğumgünüymüş birkaç gün önce, programda yer almasa da, bir parçasını çaldı. Ne de güzel çaldı... Montaigne'ye iyi gider diye onu da ekleyiverdim yazının sonuna...