Featured Post

29 November 2010

havuçlu kek!

bu cumartesi defne ile cafe fernando' nun blogundan bir kek yapalım dedim. ama öyle hadi kek yapalım demekle olmuyormuş fernando'dan kek yapmak:) sözümona en basit keki seçtim kendimce, havuçlu kek! havuçlu kekin içinde bir ben yokum. tabi ki bütün malzemeleri bulamadım; vanilya özötü, taze muskat, üzüm çekirdeği yağı gibi malzemeler olmayınca, kek de kendi çapında bir kek oldu haliyle...hazırlanışı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, pek yorulduk defne'yle. tabi kendi kendimize çıkardığımız zorluklar da vardı... 1 su bardağı beyaz, 1 su bardağı esmer şeker isteniyordu tarifte. esmer şeker sadece küp şeker olarak vardı, aman almayım ezerim olur biter dedim, onu ezmesi bile yetti:) tarifi harfiyen uygulamaya kalkmak neyine be füs, hele defne'yle? havuçlu kek yapacaksan da bu kadar iddialı olandan başlama di mi, 10 üzerinden 5 alır kekimiz, çok kabarmasa da güzel kokular yayıldı etrafa, içi pişti çiğ kalmadı, yiyebildik:)

keki yaparken, defne'yle defalarca bilgisayardan videosunu izlediğimiz ve söylediğimiz şarkı: athena'dan arsız gönül (bayılıyor bu şarkıya, ben de seviyordum ama o kadar çok dinledik ki, bayıldım. defne videoda herkesin şarkıyı söylediğini görünce "aa anne bak herkes seviyormuş bu şarkıyı" dedi) izlemek ve dinlemek için tık!

kek tarifini isterseniz... tık!


işte fotolar!


fırından yeni çıktı!


kekin üstüne bol kar yağdı defne sayesinde...


hımmm hadi yiyelim!


içi pişmemiş görünüyor sanki ama ıslak kek bu ondan:)


kes artık anne fotoğraf çekmeyi,yicem!















22 November 2010

bu sıralar hoşuma giden şeyler...


cafe fernando
dünyanın en iyi 50 yemek blogundan biri seçilmiş cafe fernando 'yu ben yeni öğrendim. nefis bir site. blogun sahibi cenk'i de çok içten buldum. yaptığı tatlıların fotoğrafları çok güzel(kendi çekiyor), kimbilir lezzetleri nasıldır? yaptığı tatlıları denettirdiği bir lezzet ekibi varmış, o ekipte olmak isterdim...
en son tarifi; dolce gabbana için tasarladığı 'brownie dantel giyer' keki, harika görünüyor. yemek harici çektiği fotoları da sevdim.
defne'ye buradan pasta ve kek yapmayı planlıyorum, bakalım fotoları nasıl olacak:)
bir de cafe fernando niye fernando? sitede baktım ama bir cevap bulamadım. acaba portekizli şair fernando pessoa 'dan mı esinlendi? o esinlenmese bile ben şairin şiirlerini karıştırdım, tütüncü dükkanı şiirinden hoşuma giden birkaç dizeyi yazayım istedim:
hiçim ben.
asla bir şey olmayacağım.
bir şey olmayı isteyemem.
bu bir yana, bendedir bütün düşleri dünyanın


V.Ö'nün kişisel anayasası
uzun süredir pek tat alamıyordum vedat özdemiroğlu'nun yazdıklarından ama bu anayasa hoş olmuş.

1-sıkıcı insandan kaç.
2-bir insan nasıl sıkıcı hale gelir, yoksa doğuştan mı sıkıcıdır, bunu düşün.
3-başkasının mutluluğundan acı duyana geçmiş olsun. Aynı zamanda başkasının acısından zevk de alır o...
tamamı için tık...

erdil yaşaroğlu'nun şiir denemeleri
güldürdü bu şiiri beni:)

MASALCIMasal dinlemek istersen,
Beni çağır küçük çocuk.
Anlatırım sana
Ali Babayı,
Parmak Çocuğu,
Yedi Cüceyi...
Uyumazsan eğer
Döverim seni küçük çocuk.
Ali Babayla,
Parmak Çocukla,
Yedi Cüceyle...
1992
athena'nın 'tersine' şarkısı
athena bizim gençliğimizin grubu, az mı tepindik harbiyelerde athena'yla, sevdim ben albümlerini, güzel olmuş, en çok da bu şarkısı:)
şarkı için tık

son olarak; bugün berna doğum yaptı, aramıza bir küçük prens daha katıldı:)

04 November 2010

yeniden merhaba:)

Ohoooo,
...kııış geçtiiii, bahar geçtiii, yaaaaz geçtiii, ömüüür geçtiiii...tık yok visnecekirdeği'nde, en uygun, en rahat zamanın geleceği yok, iyisi mi, denk getirdikçe ufak ufak yazayım:)

bugün ortaya karışık...

önce reklamlar...


defne: anne bu ne?
füs: ne?
defne: turkcell:)

bayramlardan bayramlara sekerken...
cadılar bayramı
defne: anne bakalım cadılar bayramında en korkunç kim olacak?
füs: bence sen tatlı olursun:)
defne: üüüf anne, bu prensesler bayramı diil ki, korkunç olmak gerekiyor...
füs kendi kendine:soruyu dinlesene füs, ne tatlısı???

29 ekim günü
defne: atatürk dünyamızı kurtardı!
mit: yok canım, o türkiye'yi kurtardı:)
defne: biliyom zaten.

bugünden aklımda kalanlar...
ezgi başaran'ın yazısını sevdim. iyi yazıyor bu kız. kanat'ı da kaptı ama olsun helal olsun!
oradan aklıma sevdiğim adamlar geldi...
okuduğumda, dinlediğimde iyi ki bu adamlar var hayatımda dediğim adamlar, bana iyi gelen, kendileri olabilen adamlar... ilk etapta aklıma gelenleri yazıyorum, şimdilik sadece adları, aklıma geldikçe eklemeler yaparım belki...

orhan pamuk, gündüz vassaf, yankı yazgan, met-üst, kaan sezyum, leonard cohen, yıldırım türker, kanat atkaya, fatih özgüven, murat daltaban...

siz hayatınızda kimlerin olmasından memnunsunuz? (kim okuyacaksa sorumu:)
son olarak...
çok beğendiğim bir filmle kapatıyorum bugünü: çoğunluk!

hikaye; türk aile yapısının, toplumumuzun arızalarını çok doğal bir şekilde gözler önüne seriyor, bu yüzden de çok çarpıcı, oyuncular çok başarılı, çoğunluk bu filmi seyretse acaba birşeyler değişir mi hayatımızda diye düşünmeden edemedim. farkedilir mi normal görülen arızalarımız?

2 minik not:
-yasmin, yeni doğum yapan arkadaşa bir katkısı olur mu bu bilmem ama rüya'nın aramıza katılması da, beni yazmak için harekete geçirdi bilesin:)
-nilo ve berna, bugün sizin dürtüklemenizle yazmaya oturdum, siz de bunu bilesiniz:)






28 January 2010

karlı günler-1 film ve 5 kitap



Ben kışa kış demem lapa lapa kar yağmayınca...Oh nihayet yağdı, tabi ben bu yazıyı yazana kadar karlar erimeye başladı bile ama bugün yazdım yazdım, yoksa bu yazı gündemden düşecek...

Geçen kış Defne'ye karla ilgili birçok kitap okudum. Bütün kış bekledik, bir damla kar yağmadı. O yüzden bu sene çok mutluyuz. 2-3 gündür tadını çıkarıyoruz karın. Bol bol kartopu oynadık, kardamadam yaptık, karda gırç gırç yürüdük, çocuklar gibi şendik:)


Karın yağdığı ilk gün, Defne ile ilk sinemamıza gittik:) Prenses ve Kurbağa adlı çizgi filme... Defne çizgi filmleri çok seviyor ancak sinema başka birşey. Açıkçası Mithat da ben de heyecanlıydık... sinema ortamını, filmi sevecek mi? karanlıktan korkacak mı? yüksek sesten rahatsız olacak mı? filmin ortasında 'sıkıldım gidelim' diyecek mi...
Sinema ortamını sevsin diye, film öncesi sevdiği bir çikolata aldık kendisine, bir de su. Sanki yıllardır sinemaya gelirmiş gibi vakur bir eda ile yedi çikolatasını salonda. Sonrasında da suyunu içti kontes. Salonda kendisi gibi çocukları görünce biraz da rahatladı sanki?
Yaşasıııın, film güzel çıktı, filmin bazı korkutucu sahneleri vardı ama o sıralarda kucağımıza geldi. Haklı olarak yüksek sesten zaman zaman rahatsız oldu (Çocuk filmlerinde ses biraz daha kısılamaz mı?) Filmin bazı sahnelerinde bize sorular sordu, tabi normal ses tonuyla:) Sessizce cevap verdiğimizi görünce hemen adapte oldu duruma, o da kısık sesle sormaya başladı:) Sinema koltuklarında çocuklar için özel yükseltici bir aparat varmış, biz 2. yarıda duruma aydık. Yaklaşık 1.5 saat süren filmi sıkılmadan seyretti:) Gerçekten keyifli bir filmdi. Kurbağayı öpen prensesin, kurbağayı prense çevirme hikayesi burada tam tersi şekilde işlenmiş ve ortaya eğlenceli bir film çıkmış. Prenses her zamanki sarışın prenseslerden değil, hafif siyahi, Obama etkisi diyorlarmış buna, bana biraz geyik geldi sebebi ama farklı bir prenses karakteri renk getirmiş çizgi dünyaya...Filmin müzikleri de güzeldi, New Orleans'dan jazz ezgileri...

İlk sinema tecrübemizin olumlu geçmesi beni çok mutlu etti tabi ki...Defne şimdi her filme ben de geleceğim diyor:)

Karlı günlerde başka filmlere de gittik ancak filmden çok Defne'nin kış kitaplarından bahsetmek istiyorum. Yasmin, geçen sene Cem'in kış kitaplarını yazdığında çok hoşuma gitmişti, ben de niyetlenmiştim Defne'nin kış kitaplarını yazmaya, kısmet bugüneymiş. Ortak kitaplarımız var ama bizimkiler biraz daha kızsal kitaplar:)

İşte Defne'nin en sevdiği 5 kış kitabı:
Süslü Püslü Prenses: Enfes bir karlı kış hikayesi, çocuğa çocuk gözüyle baktığı ve ders verme havasından uzak durduğu için çok severek almıştım bu kitabı, Defne'nin en kıymetli kitaplarındandır...




Prenses Gelincik-Kartanesi: İş Bankası yayınlarının Prenses Gelincik serisinin sıkı takipçisiyiz. Yaş grubu olarak 7-10 yaş belirtiliyor kitapta ama zaten okumuyorum kitabı, anlatıyorum. Defne'nin yaş grubunun ilgisini de çekecek bir kış macerası...Üstelik kızların ilgisini çekecek hafif pırıltılar da var kitapta:)


Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor: Defne'ye bir kitap almadan önce, kitabı önce benim sevmem gerek. Sevmediğim kitabı Defne'ye de severek anlatamıyorum. Bu kitapta beni ilk çeken, kitabın yazarının kitabı oğluna, (küçükken giydirilmesi pek de kolay olmayan oğluna) ithaf etmesiydi. Ben de Defne'yi bir sıra ahtapota benzetiyordum hareketli olması sebebiyle...


Karlı Bir Gün:Tübitak'ın Erken Çocukluk Kitapları gerçekten çok iyi. Kar nasıl oluşur, nasıl yağar...gibi konuları Defne'ye daha basit anlatamazdım bu kitap olmasa. O kadar benimsemiş ki kitabı, kardamadamı(kardamadam diyor yanlış yazmıyorum) havuçsuz yaptık diye çok üzüldü, gittik bakkaldan 1 havuç istedik.



Karda Ayak İzleri: Bu kitabı Yasmin'in tavsiyesi üzerine almıştım. Hikayelerin kötü adamı olan kurtları farklı yönleriyle anlatan esprili bir kitap. Keyifle okuyorum:)






Size de bol karlı keyifli günler...

25 January 2010

mimlendim:)

Yasmin beni mimlemiş:) Bu mimlenme işini yeni öğrendiğimi söylesem cahilliğimi hoş görürsünüz sanırım...Ama güsel birşeymiş, aa mimlendim, peki ne konuda? 7 ilginç özelliğimi yazmam konusunda...Aslında bugün ben babasının gelmesiyle huzura ermiş Defne'mi ve kendisiyle ilk sinema maceramızı yazacaktım, onu da yarın yazarım belki?

En iyisi çok abartmadan aklıma gelen ilk şeyleri yazayım:


1-Konuşurken burnumun ucu oynar.

2-Top gördüm mü dayanamam, mutlaka topa vurmak isterim. Atıyorum, çocuklar maç yapıyor mahallede, ben de oradan geçiyorum, bi şekilde top bana gelse de, bi şut çeksem diye heveslenirim. Üstelik ne kıyafette olduğum da pek farketmez. -Aklıma gelen 2. özelliğe bakın:)

3-İnsanların hep sağ tarafında yürümeye çalışırım. Duyma ile ilgili bir sorunum yok ama eğer o kişinin sol tarafında yürürsem müthiş bir huzursuzluk duyarım ve genelde de ne dediğini pek dinlemem. Zaten çaktırmadan da sağ tarafına geçmeye çalışırım.

4-İstanbul'un sokak çiçekçilerini severim. Sevdiklerime o ayki en çok sevdiğim çiçeklerden alırım. Bu ay nefis çiçek nergis zamanı:) Balkonumuzda ise senelerdir bize eşlik eden hayırlı sardunyalarım vardır.


5-İnekleri çok severim. İneğin hayattaki mutlu ve kaygısız hayvanlardan biri olduğunu düşünürüm.

6-Keşfettiğim bir film, oyun, kitap veya müzik beni müthiş heyecanlandırır, birden yaşama sevinciyle dolarım. Duygularımı coşkulu yaşarım genelde, bir günde 4 mevsimi yaşadığımı söyleyenlerim de olmuştur. Ama en çok ilkbaharı severim:)

7-Çok domestik biri değilimdir ama ramazanda güllaç, aşure zamanı aşure yapıp sevdiklerime ikram etmek hoşuma gider.

Şimdi bunlar çok mu ilginç şeyler? Bence değil ama işte benimle ilgili şeyler...Bakıyorum da ilk aklıma gelenler, çiçek böcek gibi şeyler olmuş:) Nerede kararsızlığım, saplantılarım, en dar zamanlara sıkıştırdığım atraksiyonlarım, kendime has laflarım...
Neyse, 7 demişler, sınırı aşmayalım:)
Şimdi ben de birilerini mimleyeceğim değil mi? Blogu olan birileri olmalı tabi... Fulya ve Nilüfer diyorum o zaman!



17 January 2010

Ken Robinson says schools kill creativity | Video on TED.com

Bir arkadaşım paylaştı bu videoyu benimle. Belki biliyorsunuzdur, TED; Technology, Entertainment, Design kelimelerinin kısaltılmış adı. TED'e, fikir önderlerinin görüşlerini paylaştığı uluslararası bir konferanslar zinciri diyebiliriz. Bazen ben de geziyorum sitesinde ancak bu konuşmayı kaçırmışım. Belki uzun bir konuşma ancak dinlemeye değer, eğitim sisteminin yaratıcılığı ne denli baltaladığını trajikomik bir şekilde anlatıyor Ken Robinson. Bir de Türkiye'deki eğitim sistemini düşünün, vah ki vah halimize...

Ken Robinson says schools kill creativity Video on TED.com

12 January 2010

2009 yılında gösterilen türk filmleri


Haftasonu gazetede, 2009 yılında gösterilen Türk filmlerinin gişe hasılatıyla ilgili bir haber vardı. Türkiye'de yaklaşık 2 kişiye 1 bilet düşüyormuş. Tabi ortalamada...Daha vahim bir tablo bekliyordum açıkçası. Kötünün iyisi diye düşünerek, filmlere baktım. 2009'da en çok sevdiğim 2 film, topu topu 100.000 dolayında seyirci bulmuş, o da toplamda. 'Pandora'nın Kutusu-26.939 kişi, İki Dil Bir Bavul- 81.097 kişi. Ah ne kadar iyi olurdu biraz daha insan seyretseydi şu filmleri...Yeşim Ustaoğlu, Pandora'nın Kutusu'nda çok basit bir hikayeyi çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor. İki Dil Bir Bavul ise, Kürtçe bilmeyen bir öğretmenin bir Kürt köyüne öğretmen olmasıyla ilgili bir hikaye. Açılım açılım diye konuşulan şu ortamda, herkes önce "İki Dil Bir Bavul"'u seyretse? Çok samimi, gerçek bir film. Oyuncuları köy halkı. Nefes gişede bu kadar başarı elde ederken, bu film niye bu kadar az izlendi diye düşünmeden edemiyorum.

Geçen seneki filmlerden ''Kıskanmak'' ise, bende tam anlamıyla bir hayal kırıklığı yarattı. Zeki Demirkubuz'dan beklemezdim. Filmin kurgusu, özellikle Nüshet rolündeki oyuncu seçimi (kritik bir rol olduğu için , Nüshet'i gördüğüm dakikada film bitti benim için) beni rahatsız etti. Birşeyler tam yerine oturmuyordu filmde. Fatih Özgüven görüşüne önem verdiğim bir sinema eleştirmenidir, onun da filmle ilgili görüşleri pek olumlu değil...


Neyse, 2009'da vizyona giren Bornova Bornova, Uzak ihtimal ve Vavien'i de merak ediyorum. Muhtemelen DVD'lerinden seyredebileceğim filmleri.

Sizin gittiğiniz ve beğendiğiniz Türk filmlerini de merak ediyorum doğrusu:)







05 January 2010

ortaya karışık 2009-2010

2010'a merhaba. Her sene, gelecek sene ile ilgili dileklerimi günlüğüme yazarım, yeni senenin gazıyla, aslında yapmayacağımı tahmin ettiğim şeyleri de yapacakmış gibi yazarım. Yazdım ya, bağlayıcılığı olur, yaparım belki... Mesela ''daha çok spor yapacağım'' gibi...İçimde birden fazla Füsun var, birisi kaldır kıçını koş diyor, diğeri üzme kendini zaten yorgunsun diye fısıldıyor. Öteki de yapınca iyi hissediyorsun ama diye dürtüyor. İşte hangisi galip gelirse, o sene öyle şekillenip gidiyor.

Ama bu sene dileklerimin ayağı daha bir yere basıyor.(Bu da ne demekse?) Bu iyi mi değil mi bilemiyorum, eskiden uçardım bayaa, o hayalleri bile kurmak iyi geliyor neticede. Neyse hepinizin dileklerinin gerçekleşeceği bir yıl olsun diyim ve bu mevzuyu kapayım.

2009'da sevdiğim şeyleri yazayım diye düşündüm ama tüm yılı değerlendirmek beni aşacak, bu yüzden son günlerde hoşuma giden ve gitmeyen birkaç şeyi yazayım istedim:)

Manga'nın son albümü: Şehr-i Hüzün

Şahane bir albüm. Uzun zamandır bu kadar keyif alarak bir albüm dinlememiştim. Hem müzik hem şarkı sözleri açısından çok başarılı. Özellikle ''beni benimle bırak, dünyanın sonuna doğmuşum, cevapsız sorular, her aşk ölümü tadacak, hayat bu işte, hepsi bir nefes, alışırım gözlerimi kapamaya'' şarkıları 10 numara. Görüldüğü gibi albümün hemen her şarkısını beğendim. Özellikle arabada tek başınıza yüksek sesle dinlemenizi tavsiye ederim:)



Selçuk Erdem'in yorumu:


''Bu resmi bir kreşin camında gördüm, kafası çok karışık çocuklar yetiştiriyoruz galiba...''demiş Selçuk Erdem. Bazı değerler öyle ezbere halde şırıngalanıyor ki bünyeye, Sünger Bob bile Türkleşebiliyor. Çocuk naapsın? Sen aile olarak ne yaparsan yap, genel yaklaşım neyse çocuk onu da kapıyor. Defne'nin yuvası kendi halinde, sevimli bir yuva idi benim gözümde, ta ki milli bayram kutlamalarına kadar. Minicik çocuklara; ezbere şarkı, şiir okutuyorlar. Son olarak, 10 Kasım'da ''Ben Atama doymadım, doysun kara topraklar...'' şiirini tekerleme gibi okuduğu gün, Defne'nin yuvasını değiştirmeyi kafaya koydum! Defne yuvasını çok seviyor, umarım bu geçiş işi çok zor olmaz...

Pamuk Prenses çizgi filmi:

Bu çizgi filmi aldığım güne lanet ediyorum. Yaa bir çizgi film bu kadar mı dayanılmaz olur? Defne prensesleri seviyor diye, hadi alayım dedim. DVD'sini almaya kıyamadım, VCD aldım. Türkçe versiyonu mu bu kadar kötü? Pamuk Prenses'in aptal ses tonu, inanılmaz iyi hali, sürekli şarkı söylemesi ve yedi cücelerin bitmeyen''paydos'' şarkısı beni fitil ediyor. Fitil ediyor da ne seyrediyorsun derseniz, Defne bayılıyor çizgi filme. Paydos şarkısını haydos, taydos gibi değişik versiyonlarda söylerken, çok tatlı oluyor, o ayrı:)

Shrek 3 :
Alkışlar masal kahramanlarının gerçek yüzünü gösteren Shrek filmlerine! Çocuklar iyi ve kötü kavramlarını net olarak anlasın diye mi Cinderalla,Uyuyan Güzel,Pamuk Prenses gibi masalları yutturuyoruz çocuklara? Bu masallarla beslenen kız çocukları ,beyaz atlı prens bulma hayaliyle büyüyor manasızca. Abartıyor olabilirim ama Defne gelin olmaktan, evlenmekten felan bahsedince düşüp bayılacak gibi oluyorum. Yaa söyler misiniz hangi erkek çocuğu bu yaşta damat olmaktan bahseder? Bana kalsa; sadece Charlie ve Lola, Tom ve Jerry gibi çizgi filmleri seyrettireceğim Defne'ye ama o kadar seviyor ki prensesli filmleri, zehri aldı işte, yapacak birşey yok. Neyse işte bu noktada Shrek imdadımıza yetişiyor. Hem prensesli hem de bilinegelen hikayelerden değil. Küçük büyük herkes sevebilir Shrek'i. Shrek 3'ü yenice seyrettim, harika!

Met-üst'ün Şiyir Sevişgenleri:
Met-üst'ün Pazar Sevişgenlerini yıllardır severek okurum , sene kapanırken mektepli sevişgenleri konu edindiği güzel bir kitap patlatmış:). Kendisiyle yapılan söyleşiden bir alıntı...
Pazar Sevişgenleri ile Şiyir Sevişgenleri arasındaki yedi fark nedir?
Bir, Pazar Sevişgenleri’nde daha ziyade sokaktaki insanın aşk, hayat ve ilişki maceraları vardı. Şiyir Sevişgenleri’nde ise mürekkep yalamış, müzik emmiş, şiir yutmuş , okumuş-yazmış kişilerin aşk meşk ilişkileri revaçta. İki, Pazar Sevişgenleri’nde ki abiler-ablalar sorunlarını daha içgüdüsel bir tarzda çözüyorlardı. Ama Şiyir Sevişgenleri’ndeki mösyöler ve madamlar ise her konuda bir çuval laf edebildiklerinden daha kolay kaçabiliyor veya daha fazla çuvallayabiliyorlar. Üç, dört karısı, on yedi çocuğu olan bir baba hiçbir şeyi sorun etmezken, tek çocuklu okumuş-yazmış bir çekirdek aile, çıtırdak aile haline geldiklerinde başta kendilerini sonra herkesi verem edebiliyorlar. Sorun, yalnız ve güzel ülkemizde sadece gören gözlere sorun oluyor çünkü. Dört, fazla tıraş yani fazla teori aşkın doğasına doğru gelmiyor belki de. Birlikte, uygulamalı öğrenmek daha randımanlı kılıyor belki de aşkı. Beş, aşk acısı çekme biçimleri farklı olabiliyor. Ancak eğer mutsuzsanız, kafanız da biraz bin beş yüzse, kültür, sınıf ayrımı yapmadan geceleri tek şarkı vardır dinlenen: “Batsın Bu Dünya”. Altı, mekânlar, replikler farklı olsa da sorunlar genellikle ortak. Yalnız ve güzel ülkemizde her çift bir nevi memleketiyle de yatağa girmek zorunda kaldığından meseleler de pek değişmiyor galiba. Yedi, hayat bilgisi ile kitabi bilgi arasında bir ayırım yapmamak en doğrusu belki de. Sonuçta her çift, aşkın tanımını ilişki biçimleriyle yeniden yapıyorlar.

Fatih Akın'ın Soul Kitchen'ı:
Yeni yılda keyifli bir film seyretmek istiyorsanız ve de ayrıntılara çok takılmayacaksanız Soul Kitchen'a gidin. İyi müzik, güzel yemek, esaslı oyuncular var filmde. Bazı abartılar, kopukluklar var mı var, olsun, bütününde geçer notu alıyor benden.







Avatar:
Başka gezegendeki canlılar da ağlar mı? Aşık olurlar mı? Sevişirler mi? gibi soruların tüm cevapları Avatar'da. Film için ''Bir gün tüm yaratıklar insan olacak.'' diye bir motto geçiyor aklımdan. İşin bu kısmı klasik Hollywood senaryosu, arada dünyalıların dünyanın içine ettiği kısım da vurgulanıyor ama mutlu son oluyor elbette. Senaryo kısmını geçersek, teknolojik açıdan diyecek birşeyim yok elbet. Görsellik çok zengin, detaylarda birçok ayrıntı var, hayal dünyasının sınırlarını belki de sınırsızlığını görebileceğiniz enfes manzaralar var. Orada şapka çıkartmak gerek.



Ertuğrul Özkök'ün unutulmaz sözü: Bunu yazmasam olmazdı. Ertuğrul Özkök, okumayı tercih ettiğim bir zat değildir. Ve fakat bazen kendimi gıcık etmek için okurum. İşte aşağıda alıntı yaptığım yazıyı okuduğumda böğürerek güldüğümü hatırlıyorum. İnsan hayatının sonunda hayat muhasebesini yaparken ''that was a good life'' diye haykırır mı? Hani amerikalı veya İngilizsen dersin belki ama bu topraklarda türkçe yazıp konuşuyorsan kendi lisanında söylersin di mi? Ee fena bi hayat değildi, bana eyvallah felan dersin, yok ama E.Ö bu , illa tarzını konuşturacak. Bu sözünü o kadar çok sevmiş ki, genel yayın yönetmenliğinden ayrılış konuşmasında da, son sözü bu olmuş. İnsanların gözleri yaşarmış falan, ay dayanamayacağım. Ne diyebilirim, tavşan kardeşin bu yazısını kaçırmayın, okuyun:)
2010'da daha güzel şeyler yaşamak dileğiyle...