Featured Post

26 July 2009

severim

sevdiğim şeyleri, aklıma geldikçe bloga koyayım dedim. şu an aklıma gelen 1-2 şey...


severim...

meyveyi dalından koparıp yemeyi...

en lezzetli meyve, dalından koparılan ve hemencecik yenilen meyvedir bana göre:) ağacın altında kendinden geçerek, ellerin mosmor olana kadar, dut koparıp yiyeceksin mesela...





akşamsefasını...
çocukluğumu hatırlatır bana hep, özellikle de anneannemi, onların bahçesini... bilenler bilir, akşamsefasının çiçekleri gündüz kapalıdır, akşam açarlar, hafif ama insanı mest eden bir kokusu vardır, koklamaya doyum olmaz:)

(Çiçekleri akşam açtığı için, maalesef flashlı çektim fotoyu, daha da güseller esasında)

şeftalili pastayı...
hemen hemen hiçbir pastanede şeftalili pasta yoktur, dayanmıyor sanırım. Hafif , lezzetli ve karakterlidir bana göre. O kadar çok severim ki, her doğumgünümde(şubatta olmasına rağmen) bi şeftalili pasta olaydı da yiyeydik olurum:)

(Fotoğrafı, yemekgünlüğüm adlı bir blogdan aldım. Kendim yaptığımda onun fotosunu koyayım:)
Aklıma bir sürü şey gelmeye başladı ama onları da sonra yazarım...

24 July 2009

haftanın sonu

Hafta sonuna uygun, çok hoş bir şarkı:)




Cuma günleri valiz hazırlamak gibi
Cuma günleri seninle ilkbahar gibi
Ellerini alıp dokunmamak gibi
Gözlerini görüp de bakmamak gibi
Hiçbir cumartesi günüm bi türlü yetmedi
Asla cumartesi gece sabahla bitmedi
Ben seninim, gece benim sabah benim
Sen beni hiç düşünme, ben hep böyleyim
Haftanın sonu bi nakarat gibi
Haftanın sonu, hep aynı sözleri
Pazar günleri pazartesi alır beni
Pazar günleri elimdeki balık gibi
Gözlerini görürken ağlamak gibi
Kıymetini giderken anlamak gibi
Haftanın sonu bi nakarat gibi
Haftanın sonu, hep aynı sözleri
Haftanın sonu bi nakarat gibi
Haftanın sonu, hep aynı günleri

23 July 2009

bir tat bir doku


Bugün bir arkadaşım, Sophie Hunger 'ın muhteşem bir konserinden bahsetmiş Facebook'ta, tanımıyordum kendisini, dinledim, çok hoşuma gitti, buyrun siz de dinleyin...



beauty above all

Here you are again and everyone's aware
Even the believers join in to the state
Afraid of insufficiencies they elsewhere must deny
They're shaken by the whispering gleam of what is passing by

Hello. hello Valentine

Here you are again with all what belongs to you
Reigning over dreams that to no one else come true
The weight of such a power would break it all in two
If only you would know - yet you just don't have a clue

Hello, hello Valentine
Secretly they cry

Here you are again and we offer all to you
The longing of the ugly of those who cannot choose
The longing of the strange by differences abused
They turn inside their uniform but wouldn't dare to prove

20 July 2009

Son dakikada Rock'n Coke




Cumartesi son dakikada 1 davetiye bulunca, diğer bileti alıp gitmek farz oldu Rock'n Coke'a. Annemler buradayken abarttık bu sıra, her bulduğumuz fırsatta dışardayız. Defne de biraz anane dede ile vakit geçirsin, di mi ama:)

Aylin Aslım'a yetişmek isterdim ve fakat pek erken çıktı o da sahneye. O sıcakta, insan o şarkıların havasına giremez ki. Aylin Aslım'a ayıp etmiş bence Rock'n Coke. Biraz daha geç çıkabilirdi. Juliette Lewis'i de kaçırdım. Halbuki kadını merak ediyordum, şarkılarını dinledim ancak görmek başka olsa gerek. Duman'ı yakaladık. Askerden döneli çok oldu Kaan sanırım ama askerlik yaramış diyeceğim, performansları çok iyiydi. Her sanatçı bu sıra Micheal Jackson'ı kendince anıyor gördüğüm kadarıyla. Duman da , "Beni yak kendini yak" şarkısının arasına "Billie Jean" cover'ı yapmış, hoş olmuş. Nine Inch sevenlerini memnun etmiştir herhalde, biz kendilerini biraz dinledikten sonra festival alanında dolaşmayı tercih ettik.

Rock'n Coke sayesinde Formula 1 pistlerini de görmüş olduk ama festival ortamı için alan biraz kuru kalmış. Festival alanında şööle biraz daha çimlik çimenlik alan arıyor insanın gözleri. Fazla beton, gençleri de biraz mesafeli kılmış sanki. Konserler haricinde pek bir sakin, efendi göründü gençler gözüme. Sponsor çadırlarında internete bağlanan gençlerin hepsinin mi ekranı Facebook'u gösterir, walla gösteriyordu, ne kudretli şeymiş şu Facebook!

Bambi bile yer almış festivalde. Tabi biz eski günlerin özlemiyle hemen birşeyler yedik oradan ama günün sıcaklığını ve etin bu ortama dayanıklılığını düşünmeden yemeğe daldığımız için, ertesi gün karın ağrısı ve hafif bir mide bulantısıyla güne merhaba dedik:)

Bu tür festivallerin yapılmasını, yaşatılmasını canı gönülden istiyorum ancak... Birkaç gazeteye baktım, kimse yazmamış, şu tuvalet işini çözememiş Rock'n Coke. O gün araba kullanma sırası Mithat'ta olduğu için, istediğim gibi içebilecektim ve fakat dayanılmaz tuvalet manzaralarıyla karşılaştıktan sonra, içmeyi azalttım, içimdeki son sıvıyı da hoplayıp zıplayarak atmaya çalıştım. Bu iş bu kadar zor değil, çözen festivaller var. Hani etraf çayır çimen olsa hiç sorun değil ama böyle bir yerde festival yapıyorsan, sadece yedirip içirmeyi düşünmeyeceksin, bunun bir de geri dönüşü var di mi ama...




Neyse Prodigy zaten ööle hoplayıp zıplattı ki, tuvalet ihtiyacını uzun süre düşünmedim. Eskiden Keith Flint'in görüntüsünden, kliplerinden korkardım ama müziğini severdim, aradan onca yıl geçmiş olmasına rağmen hala korkutucu görünüyordu ama ben korkmuyordum:) Gerçekten çok iyiydiler, iyi ki gelmişler!


17 July 2009

kendi tarihimizi yazmak



Gündüz Vassaf/Tarihi Yargılıyorum kitabından





... Geleceğin tarihçilerinin günümüze bakmalarındaki engelleri kaldırmanın yolu, teknoloji ve tekelleşmenin tehditlerine önlem alarak, hepimizin günün tarihçisi olması.

Kimimiz bir yerin, nesnenin, duygu ya da çağrışımların günlüğünü tutabilir,kimimiz o gün yaptıklarımızın. Kiminin konusu, çevresinde değişen doğayı kaydetmek olabilir, kiminin teması aşkın, özverinin tanıklığı. Kimi korkularını yazabilir, kimi rüyalarını. Kimi kartpostal biriktirir, kimi incik boncuk. "Gelecekten günümüze baktıklarında, ne bilmelerini isterdik?" sorusunun cevabını, bizim için değerli, keyifli olanları aktararak ayrı ayrı verebiliriz.
Fotoğrafla, ses kaydıyla, günümüzün kokuları ve dokularıyla her birimiz geleceğe mektuplarımızı yazabiliriz. Anne ve babalarımızın genlerini taşıdığımız gibi, günümüzün tarihini kaydetmeyi kuşaktan kuşağa sürdürebiliriz. Çıkarlarına ters geldiğinden, günümüzü olduğu gibi kaydetmek istemeyen güçlerin tarihimizin malzemesini belirlemesine müsaade edeceğimize göre, biz de kaydedelim aklımıza ne geliyorsa, içimizden ne geçiyorsa.


Gündüz Vassaf'ın bir de, son gazete yazısının linkini vermek istiyorum, lütfen okuyun:

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&Date=12.07.2009&ArticleID=944707






15 July 2009

günaydın


Çok zırvalamışım dün. Yazma git yat işte, insan en büyük itişmeyi kendiyle yaşıyor bu hayatta galiba. Akşam Defne'yi uyuturken uyuyakalmışım, sonra annem tarafından yatağa yollanırken amanin yazmadım oldum, cinleştim, dişleri fırçaladıktan sonra iyice ayıldım...

Gece geç yatmak iyi hoş da, sabah uyandığımda "aman da ne güsel, yeni bir gün başladı" ruh haliyle kalkanlardan değilim.Böyle kalkabilenlere de biraz gıcık oluyorum. Eksik uyku, eğer gününde değilse, Defne'nin vızıltılarıyla güne başlamak, ne giyeceğim düşüncesi, trafik nasıldır acaba, araba, d.otosu seçimleri...yatağa daha çok yapıştırıyor beni.

Yataktan kazındıktan ve kendimi bi şekilde dışarı attıktan sonra, hayat bi şekilde akıp gidiyor. İş evden çıkana kadar. Deniz otobüsüyle karşıya geçerken bak herkes kalkmış, bir yerlere gidiyor diyorum kendime. Genelde de herkes birşey okuyor. Benim için çok kıymetli zamanlar bunlar. Gazetemi ve kitabımı bu gidiş gelişlerde gayet iyi okuyorum. Çok büyük bir iş değil belki ama okuyabilince, hayatım o gün daha bi güzelleşip renkleniveriyor. Tabi sadece deniz otobüsünü kullanmakla işe ulaşabilsem super olurdu. Gidiş 3 vesait, dönüş 3 vesait her zaman çok hoş olmuyor. Geçen gün kabataş d.otobüsü iskelesinde bisiklet park alanı gördüm. İşe bisikletle gidip gelmek yıllardır hayalimdir. Dedim, demek böyle gidip gelen de var, neden olmasın? Bizim evden Bostancı'ya süper bir bisiklet güzergahı yok ama denemeye değer, bu işi araştıracağım, bisikletle d.otosuna gireni görmedim ama belki de farkında diildim.

Arada işe arabayla gitmek de güzel ama, ne yalan söyleyim, hele de trafik azsa(yoksa diyemiyorum) şahane. Aslında bu trafik ortamında, arabasında tek başına tıngır mıngır karşıya geçenlere sinir olurdum. Çünkü bu trafiği biz yaratıyoruz ama içinde söylenmekten başka birşey yapmıyoruz. Sesimizi çıkarıp daha iyi koşulları zorlamıyorsak, o trafikte saatlerce kalmaya müstehakız diye düşünüyorum. Bazen iş durumuna göre, trafik azaldıktan sonra evden çıktığım zamanlar oluyor , bir araçla 20-25 dakikada işe gidebiliyorsan, yol gerçekten eziyet olmaktan çıkıyor, keyif bile veriyor. Hele de radyoda sevdiğin bir program, müzik dinliyorsan güne iyi başlıyorsun. Bazen müziğe göre biraz gaza basmak da coşturuyor insanı. Yolda genelde Açık Radyo'dan Ömer Madra ve Avi'nin(soyadını unuttum) Açık Gazete adlı sabah programını dinliyorum. Konulara yaklaşımları hoşuma gidiyor. Tabi birçok şeyi sorgulamadan da duramıyorum. Mesela arabada tek başına gidip karbon gazlarını yakarken, Ömer Madra arabayla işe gittiğimi bilse bana ne kadar kızar diye düşünüyorum, o nasıl gidip geliyor işe acaba diyorum? hayatının her alanında düşündüğüyle yaptığı tutuyor mu , ne mutlu ona diye geçiriyorum içimden... diğer tartıştıkları konuları da düşünüyorum ama önce özeleştiri:).

Daha keyifli sorgulamalar yapmak istiyorsam, Ayça Şen Başkan ve Carlos dinliyorum, yolda bol bol gülüyorum. Virgin Radio 99.4 . Keşkem her kadın Ayça Şen gibin olsa, çok şen bi dünyamız olurdu. Dün internetteki Second Life'tan bahsettiler. Kendi dünyasından sıkılanların, hayallerindeki kişiyi yaratıp, istedikleri hayatı sanal alemde yaşamaya kalkmaları bir dereceye kadar eğlenceli olabilir, tabi o dereceyi kaçırıp, gerçekle sanal alem arasında bi kimlik problemi yaşanması da çok olası geliyor bana. Dr Jeeykıl, Mr Hide misali. Diyeceğim o ki, sanal ortamlarda yarattığımız şahane dünyaları, gerçek hayatımızda yaratmak için biraz daha sıksak, nası olur? Sıkmak sıkıyor genelde ama o sıkılma eşiğini aşamadığın zaman debelenmenin sonu gelmiyor sanki? First life'ımızın suyu mu çıktı? Bu gidişle çıkacak. Neyse bu second life ilgimi bu kadar çekiyor işte, teknolojiye karşı mesafeli duruyorum, Ayça da bu tarz birşey söyleyince, "oh be!" dedim "yalnız değilim", niye hepimiz her çıkan yeni şeye ilgi duymak zorundayız, duymazsak niye cahil hissettiriliyoruz?

Yazacak başka şeylerim vardı, sabahı bitiremedim, neyse bir yazı çok uzayınca kabak tadı veriyor zannımca, devamı 2 gün sonra...








14 July 2009

olgun insan

Bloga başladığım zamandan beri, kafamda sürekli birşeyler yazıyorum. Kafam kazan gibi! Şu işi halledeyim, sunumu da bitirmek gerek, trafiği de atlattım mı tamamdır, Defne'yi yuvadan bile alabilirim, akşama kadar biraz eğlenelim kuzuyla, arada konserleri, arkadaşları,aileyi de ihmal etmeyeyim, bi de Defne'yi uyutayım, bulaşık makinesini boşalttım mı tamamdır, beyazları da çamaşır makinesine koyayım tam oldu, benzeri koşuşturmacalarla zırt diye geçiveriyor zaman. Okumak, yazmak için genelde gece sessizliğini beklemem gerekiyor. Şu sıralar bünye yorgunluğu, uykusuzluğu kaldırmıyor. Genelde gün sonunda kafama eklenmiş yeni yazı konularıyla ağır bir uykuya dalıyorum. Yazayım da bi huzura ereyim istiyorum. Aslında teknoloji hala benim hayal ettiğim boyutta değil. Teknoloji, düşündüklerimizi (save now tekno) ve onay verdiklerimizi(publish post yawrucuğum, belli bir yakınlık kurulur zamanla teknoyla) kafadan bloga geçiriverse, iyi olmaz mı? her zaman değil, böyle zaman darlığı yaşadığımız zamanlarda:)
Neyse en iyisi yatıp uyuyayım şimdi. Kafamdakilerin, vakti geçmemiş olanlarını yarın yazacağım. Kendime söz veriyorum!
Hatta Konfiçyus'un sevdiğim bir sözünü yazayım da, şu anlamlı yazım taçlansın:)

Olgun insan, güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceğini söyleyen insandır.

Yatayım değil mi?

06 July 2009

Defne'nin ilk yaz aşkı

Haftasonunda İstanbul yakınlarında bir yere kaçmak istediğimde, birkaç kere düşüneceğim bundan sonra. Çünkü sırf İstanbul yakınında diye, istenen konaklama fiyatlarına iyice canım sıkılmaya başladı. Haketseler birşey demeyeceğim. Bu doğayla başbaşa olma, butik otel keyfi yaşama kavramlarının da biraz içinin boşaltıldığını düşünüyorum.

Uzatmayayım, bu haftasonu Ağva yakınlarında Woodyville'ye gittik. Doğası güzeldi, odalar işte konsepte uygun basitlikteydi ama basit olsun diye kalitesiz malzeme kullanmak karşındakini enayi yerine koymak gibi geliyor bana. Banyoya koymuşsan duşakabin, tıngır tıngır her yeri açılmayacak. Böyle koyacaksan koyma daha iyi. Ya da havuz kenarına duş yaptırdıysan, o öyle dekor olarak durmayacak, açacaksın, su akacak içinden.


Tabi homurdanmaya gitmedik oraya, güsel bir haftasonu geçirmekti niyetimiz:)Zaten fotoğraftaki levhayı gördükten sonra, içinde bulunduğumuz ortamın aslında keyifli bir ortam olabileceğini düşündük:).Genç kalanların yerinin tadına, akşam yemeğinde varmaya başladık.Akşam yemek müziğimiz neydi bilin bakalım: Frank Sinatra:)Sabah kahvaltısına ise 2. dünya savaşı yıllarını hatırlatan tonda Lilli Marleen'li şarkılarla başladık. 2. günümüzün akşam yemeğinde duyduğumuz ud sesi, eğlenceli bir akşamın habercisiydi. Fasıl müziğini severim sevmesine de, hani gençtik, genç kalanların yerindeydik, niye şimdi hüzünlü hüzünlü maziyi yadediyorduk? Hadi biz çocuklu çiftleri geçtim, çıtır sevgilileri de mi düşünmüyorsunuz? Neyse 2. günün sabahında çalınan asansör müziğiyle nokta çoktan konmuştu gençliğimize.
Ama bu haftasonu gençliğimize asıl noktayı koyan Defne'ydi aslında. 3 yaş bir çocuğun en zor yaşı mıdır? Lütfen birileri evet desin. Çünkü şimdiye kadar birçok zorluğuna göğüs gerdiğim, mahalle baskısına direndiğim çocuk yetiştirme işinde çuvalladığımı düşünüyorum bu sıra. Her denilene mi itiraz edilir? Bu da can ya, bi kere de şu kadının istediğini yap di mi? Çok da zor değil istediğim. Islanan mikinisini değiştirmek. İlla aynı mikiniyle duracak Defne Hanım, çünkü o minikinin modeli benim mikinimle aynı model.(Bu konuda hazırlıklı diildim, anında çıkıyor yeni istekler, yoksa hepsini aynı modelde almam mı?) Tamam kurusun hemen giydireceğim kızım demek tabi ki nafile. Zaten öksürmekte olan kızımı ıslak bikiniyle dolaştıramam di mi? Çıplak halde manasızca bir tutturuş ve ağlama krizi başlayınca, babasıyla, onun görebileceği bir yere oturduk, o da uzuuuun uzuuuun ağlamaya devam etti. 3 ayrı kişi Defne'nin yanına gitti, 'noooldu çocuğum?' 'annen baban nerde?' 'niye ağlıyorsun?' gibi sorularda, Defne mazlum, biz zalim anne baba olarak göründük tabi ama gerçekten başka çare kalmamıştı. Sonra ne oldu? Mikini kurudu, giydirdik o mikinisini ve ağlama işi bitti. Ben de bittim.


Tabi haftasonu herşey bu kadar ters gitmedi. Enfes bir love story durumuna şahit olduk... 3 yaşındaki Defne ve 4.5 yaşındaki Hasan birbirine aşık oldu. Bunu ben söylemiyorum, hem çevredekiler söyledi hem de gördüm kızımın gözlerindeki neşeyi. Defne, Hasan'la havuzda 'küçüksün, hayır büyüküm' şeklinde bir tartışma ortamında tanıştı. Sonra bir şekilde arkadaş olmuşlar, nasıl oldu takip etmedim. Ama sanırım 'seni sevdim' gibi birşeyler söyledi Hasan'a. Hasan'ın da hoşuna gitti herhalde? Hasan'ın bir de arkadaşı vardı, adı Yunus. Yunus'la da hafif bir yarış durumu vardı sanırım. Bir sıra Hasan masa tenisi oynayanları seyrederken, Defne 'hadi koşalım Hasan' dedi. Hasan pek de gönüllü gelmedi arkasından Defne'nin, hatta 'yaa nerden de sevdin beni' dedi:) 'Peki Yunus'u sevdin mi?' diye sormayı da ihmal etmedi. Defne de 'hayır seni beğendim, Yunus'u beğenmedim' dedi. Sonra da Defne'ye 'annemin yanına gidebilir miyim' diye sordu. Ne sıra bu hale geldiler anlayamadım, sadece paralize şekilde onları dinledim, kitap okur gibi yaparken...

Sonra akşam başka çocuklar da aşklarından haberdar olmuş. Bir çocuk bana, 'Hasan, Defne'ye aşık olmuş, bana söyledi', dedi.Allaalla biz yemek yerken nooluyo? Başka bi çocuğun babası, 'ay Hasan çoktan Defne'yi kaptı, biz çekilelim' gibi laflar ettikçe, bilin bakalım kim köpürmelerden köpürmelere girdi? Mithat! Hali görülmeye değerdi:) Yaa küçücük çocuklar ne anlasın aşktan meşkten diye söylendi ama çocuklar birbirlerinin elini bırakmadı gece boyunca. Hatta Hasan akşam odalarında 'Defne'yi bi daa göremicem' diye ağlamış. Canım benim:) Sabah Defne 'Hasan Hasan' diye uyandı. Birlikte son bir havuz sefası yaptılar ve ayrıldılar. Defne eve giderken 'Hasan bize gelecek mi ? ne zaman gelecek?' diye sorup duruyordu. Eve geldiğimizde neyse ki tutturmadı Hasan'ı ama fotolara bakarken, defalarca Hasan'ın fotoğrafına bakmak istedi , yüzünde sanki çikolatalı pasta yemiş gibi bir mutluluk ve gülümseme vardı:) 'Nesini beğendin Hasan'ın?' diye sorduğumda, 'saçlarını' dedi, başka? 'kendisini işte...' daha ne sorup duruyorsun Füs, 'kendisini' diyor işte Defne, 'kendisini!'
Hasan'ın fotoğrafını bloga koymama izin veren Aslı Anne'ye ayrıca teşekkürler:)