Featured Post

31 December 2012

iyi seneler:)

bu ay her gün yazacağımı söylemiştim değil mi?:) önce eğitim, sonra grip ve son hafta bastıran iş yoğunluğu...eğitimle birlikte açılan pandora'nın kutusu...bu kutuyla ne yapacağımı tam bilememenin verdiği hafif panik, sıkışma, sindirememe, gelgit halleri...
ooof nasıl bir yeni yıl yazısı oluyor:) yok yok şu an gayet iyi hissediyorum kendimi! ama insanın kendini deşmesi, şöyle bir sarsması lazım arada...bu dönemde; kendi arızalarımı görmek, onların kimini kabul edip kimini değiştirmekle ilgili aksiyon planları yapmak iyi geldi bana...

bu yazıyı yazarken gene, şule gürbüz'ü düşündüm, seneyi şule gürbüz ile kapatayım istedim:

...insan kendini değerlendirmede karınca ve diğer herşey gibi sade, memnun ve yolunda değil. Yani oluşa razı değil. Bir yapsa yaptığını fark eden on bakış arıyor, bulduğu anda da daha yapmaktan vazgeçiyor, seyirlik oluyor. Ama kendinden razı olmak, rıza göstermek, olanı beğenmek, sofrasını beğenmek, kendi içini açıp da şöyle bir "fena da değil" demek çok da kolay birşey değil... 

işte ben 2013'te bu işi kolaylaştırmaya niyetleniyorum:) "kendinden razı olmak" ne güzel bir tanımlama değil mi?

senenin son gününü bu düşüncelerle yolculuyorum. içerde yılbaşı için uydurduğum yemek pişiyor ya da yanıyor! mit de evde. o da birşeyler yazıyor. birazdan defne'yi okuldan almaya gideceğiz. akşam; kafamıza göre müzik, dans, şarap, arkadaş sohbeti...ee daha ne olsun diyorum kendime...aklıma can yücel geliyor bu sefer de...
 "...arkadaşım hayat bu daha ne olsun? ama en önce ve illa ki sağlık olsun...

hepinize sevdiklerinizle sağlıklı, iyi seneler...

not: canlı, hareketli bir müzikle seneye veda edeyim istemiştim ama dilime fikret kızılok'un zaman değirmeninden bahsettiği "ama babacığım" şarkısı takıldı. çok güzel, hafif hüzünlü bir şarkı, senenin ilk günü iyi gelir sanırım:)

24 December 2012

and the waltz goes on...

uzun bir eğitim arası vermişim:) eğitim gerçekten yoğun ve hafif sarsıcıydı ama iyi ki gitmişim. "gestalt coaching" dünyasına ilk adımımı attım. adımlarımı zaman zaman yazacağım ama bugün değil:)
ara daha fazla uzamasın diye, iş arasında kısacık da olsa yazmak istedim.
*
eğitimde, sevgili oğul arkadaşımızın bizimle paylaştığı müzik videosunu sizinle paylaşmak istiyorum. o gün de gözlerim dolu dolu dinlemiştim müziği. bugün oğul facebook'tan videoyu tekrar paylaşınca, blogumdan ben de sizinle paylaşmak istedim.
anthony hopkins'i "kuzuların sessizliği'"nden beri hafif korkarak severdim. kendisinin bir de müzisyen yönü varmış, bilmiyordum. ne güzel bir beste yapmış. kendi bestesini dinlerkenki çocuk heyecanına hayran oldum.
bakalım siz nasıl bulacaksınız?

iyi dinlemeler...

12 December 2012

eğitim arası!

yoğun bir eğitime katılıyorum birkaç günlüğüne...eğitimde neler yaşayacağımı, burada neler anlatacağımı ben de merak ediyorum...dönüşte görüşmek üzere...
hepinize iyi geceler...

11 December 2012

cevaplar kitabı

ofise bir gün bir arkadaşımız eğlenceli bir kitap getirdi. adı "cevaplar kitabı". remzi kitabevi çıkarmış. o gün kafanızı karıştıran, henüz cevabını veremediğiniz bir sorunuz mu var? hemen kitabın kapağına dokunun, sorunuzu hissederek sorun ve ta ta ta taaa! cevabı açtığınız sayfada! işle ilgili tıkandığımız noktalarda, kafamızı dağıtıp, biraz eğlenmek için kitaba bakıyoruz arada. (kitabın bir de "aşk üzerine cevaplar" versiyonu çıkmış, ilginizi çekerse...)

neyse diyeceğim başka, kitap birkaç gündür evde, elden ele dolaşıyor. defne kitabı çok sevdi. kendi sorularını da bizim sorularımızı da, kendisi kitaba bakarak cevaplandırıyor. cevabı kendisinden almak biraz zaman alıyor ama olsun, okumayı bu kitap sayesinde sökecek gibi görünüyor:) sorularımızı soruyoruz, cevabı ailecek mantıksız bulursak, tekrar bir sayfa açıyor kızımız.

bugün soruları iyice abarttık, buyrun sorularımızdan bazıları ve cevapları:

defne: annem digiturk alacak mı?
cevap: farklı önerilere açık ol
(bravo kitap! cevabını çok beğenmese de, mantıklı bir açıklama geldiği için bu cevabı kabul etti defne)

defne: okula gitmezsem ne olur?
cevap: annene sor!
(hah haa, kitap gerçekten ne cevap vereceğini biliyor)

defne: annem babam benimle oynamazsa ne olur?
cevap: bu işi bilenlerin önerilerinden faydalan!
(işte arkadaşlarınla konuş defnecim, onlar neler yapıyormuş konuşursunuz, ee şimdi konuşamam ama, e napalım yarın konuşursun)

defne: annem makyaj yapmadan işe giderse ne olur? (zaten öyle gidiyorum hep:)
cevap: boşuna çaba sarf etme! 
(boşuna uğraşma işte, annen rahatına düşkün bir kadın, her gün makyajla uğraşmaz)

anne ağzımızın açık kalacağı bir soru sor!

füs: gittikçe gençleşecek miyim?
cevap: durum net değil
(nesi net değil? sorudaki mantık hatasını hissetti mi yoksa kitap? sistem arıza verdi:)

aynı soruyu mit de sordu.

mit'in cevabı: bu, sana pahalıya patlayacak!
(hah ha:)
....

bu sıralar kafanızı kurcalayan sorular varsa, size ilaç gibi gelecek bir kitap, almasanız da, kitapçıda bir iki sayfasına bakın, eğlenin derim...

günün sözü de oscar wilde'dan gelsin:

life is not complex. we are complex.
life is simple and the simple thing is the right thing.

iyi geceler...


10 December 2012

AÇEV ile "okuma günleri"

ikinci yazıyı ancak şimdi yazabiliyorum:)
*
AÇEV'in çocuklara yönelik düzenlediği "kitap okuma projesi"nden bahsetmek istiyorum. yıllardır gönüllülük üzerine arkadaşlarımla konuşuruz. ama hep birşeyler çıkar, ya düşündüğümüz şey bizim zamanımıza uymaz ya da istediğimiz şeyi bulamazdık. harekete geçmeye yeterince gönüllü değildik belli de...
doğru zaman bu zamanmış..."okuma günleri" adlı bu projede 6 hafta boyunca hafta sonları (uygunsanız hafta içleri) çocuklara kitap okuyorsunuz. (kitapları AÇEV seçiyor.) amaç çocukların kitap okuma alışkanlıklarını geliştirmek. araştırmalara göre yüksek sosyo-ekonomik seviyede yetişen çocuklar, 4 yaşına geldiklerinde 45 milyon kelime duyuyorken, düşük sosyo-ekonomik seviyede yetişen çocuklar sadece 13 milyon kelime duyuyormuş.
*
defne'ye her akşam kitap okuduğum için, bu işi kolaylıkla yapabilirim diye düşünmüştüm. gel gör ki, ilk hafta çocuklara kitap okumaya başladığım zaman, işin o kadar da kolay olmadığını anladım:) çocuğuna kitap okumakla 15-20 çocuğa sınıfta kitap okumak bir değilmiş! ilk hafta kitabı güzel okudum, kitabı okurken çocuklara da kitapla ilgili sorular sordum, katılım gösterip cevap verdikleri için de çok sevindim. amma velakin, kitap bittiğinde daha 1 saatlik zamanın dolmasına çok vakit vardı. hadi 2. kitabı da okuyayım dedim ve fakat çocukların ilgisi çoktan dağılmıştı. defne ile aynı yaşta oldukları için, defne'nin oynadığı oyunlardan bazılarını oynattım çocuklara, söylediği bazı tekerlemeleri çocuklarla birlikte söyledik. çocukların ilgisini çekmek için animasyon yönümü de kuvvetli tutmak gerektiğini farkettim.
*
tabi ilk haftaki hafif şaşkınlığımdan sonra, diğer haftalara defne'nin danışmanlığında hazırlıklı gittim. çocuklara okuyacağım her kitabı öncesinde defne'ye okudum. onun da fikrini alarak, çocuklara okuma sonrası o kitapla ilgili aktiviteler yaptırdım. mesela çocuklara "uçan balık" diye bir kitap okuyacaktım. (çizgileri güzel, keyifli bir kitap ancak içerikte takıldığım noktalar olduğunu söylemeliyim, mesela uçan balığın dedesi ölüyor ve kitapta bu durum uzun süreli uyuma olarak tanımlanıyor. içime sinmedi o şekilde okumak, daha önceden bu tür açıklamaların çocukları uyumaktan korkutabileceğini duymuştum. o tür yerleri biraz revize ederek okudum.)
neyse, aktivite olarak da, çocuklara hamurdan balık yaptırayım dedim. defne hemen bir kavanoz çizip "dur bir dakika, örnek yapmamı ister misin?" dedi ve hemen hamurdan güzel bir balık yaptı. çok sevindim tabi. hemen her hafta, defne yapacağımız aktiviteyle ilgili evde örnek çalışma yaptı. bazı çalışmalar, evde yapılan denemelerden sonra elendi:)
sınıfta çocukların yaptığı çeşit çeşit balıklar:)
*
çocuklara söz verdiğim üzere, dünkü son çalışmamıza defne'yi de götürdüm. defne geceden heyecanlanmaya başladı. sabah "utanıyorum, korkuyorum" gibi şeyler söyledi. itiraf etmeliyim ki, ben de heyecanlıydım. sabah arabayla diğer arkadaşı aldıktan sonra, defne biraz açılmaya başladı. ama okula geldiğimizde sınıfa giremedi. "kızım ben varım, ben okuyacağım kitabı" desem de içeri sokamadım, iyi mi? çocuklara dedim, "defne içeri girmiyor, siz davet ederseniz belki gelir?" çocuklar elinden tutarak, defne'yi sınıfa getirdi. neyse utangaçlık sınıfa girene kadar sürdü. sonra defne de diğer çocuklarla kitap okuma ve tartışma kısmına katıldı. hatta kitabın başlığını o okudu. kitap okuma sonrası, son günümüz olduğu için biraz parti yaptık, dansettik, birlikte fotoğraf çektik.
*
okul sonrası defne'nin izlenimlerini çok merak ediyordum. çok eğlendiğini söyledi. en çok hoşuma giden yorumu, "değer biliyorlar" demesi oldu. çocuk her yerde çocuk tabi ama çocuklardaki mütevazilik ve olgunluğu defne'nin görmesi hoşuma gitti.
*
bu projede her cumartesi sabah kalkıp, arabayla 2 okutman arkadaşı(öyle diyelim:) alarak belirlenen okula gittik. giderken de hep aramızda, çocuklar için neler yapabiliriz diye konuştuk. birbirimize fikirler verdik. birbirini hiç tanımayan insanlar arasında çocuklar sayesinde çok yakın bir diyalog gelişti. çocuklara 6 haftada okuma alışkanlığı kazandırabildik mi emin değilim ama ben onlardan çok şey öğrendim. çocukların yüzünde merak ifadesini görmek, onları gülümsetebilmek, en sessizinin bile her buluşmamızda biraz daha katılımcı olmaya çalışmasını farketmek beni çok mutlu etti.
*
bu yazıyı yazarken diğer yazılara nazaran biraz zorlandım. çünkü aslında çok büyük bir şey yapmadım. sadece çocuklara kitap okudum. üstelik bu tek tarafın verdiği birşey de değildi. biz çocuklarla hediyeleştik. onların enerjisi bana enerji verdi.
ama yazmak da istedim öte yandan. çünkü ben bu projeden 2 arkadaşıma bahsetmiştim. onlardan biri daha başladı okuma projesine ve o da çok iyi hissediyor kendini. o paylaşım bambaşka birşey. diğer arkadaşım ise, yeni işe başladığı için projeye katılamadı ancak o da sosyal sorumlulukla ilgili bir işe girdi.
facebook'ta, twitter'da birçok şeyden haberdar oluyoruz belki ama, haberdar olmanın ötesinde eyleme geçebilmek istedim. seyirci olmanın bir tık ötesine geçmek bana iyi geldi. o yüzden paylaşmak istedim sizinle. bu projeye katılmak isteyen olursa bana visnefus@gmail.com adresinden yazabilir, ilgililerle temas kurmada yardımcı olabilirim.
not: beni bu güzel projeyle tanıştıran canım arkadaşım banu'ya binlerce teşekkür...:)
*
son olarak, sizi bülent ortaçgil'in şarkısıyla başbaşa bırakıyorum. hani karar vermem gereken bir konu vardı ya, kararımı verdim:)


iyi geceler...


09 December 2012

sabun köpüğü

dün koşturmalı bir gündü, yazamadım. bugün 2 yazı yazarak arayı kapatayım diyorum:)

ilk konu biraz sabun köpüğü tadında gelebilir size ama mutluluk biraz da bu minik şeylerden aldığımız tadlarda değil mi?
sabun köpüğü derken gerçekten sabundan bahsedeceğim. sabun kokusu sever misiniz? ben bayılırım. çocukluğumda annanem, yeşil defne sabunlarıyla bizi hatturu hutturu yıkardı. saçlarımızı da sabunla yıkadığını söylememe gerek yok sanırım. o vakitler  hiç hoşlanmadığım yeşil sabunları, şu yaşımda bu kadar keyifle kullanacağımı söyleseler gülerdim. banyo yapmasam bile, zaman zaman banyodaki sabunları gidip kokluyorum, kokularını mis gibi içime çekiyorum. bunu yapınca hem çocukluğum geliyor aklıma, hem de güzel koku güzel bir his veriyor bana. favorim defne sabunu ama erguvanlı, güllü, lavantalı sabunları da seviyorum.
kokusu güzel şeyler insanı ne kadar keyiflendiriyor değil mi? gün nasıl geçerse geçsin; bir nergis, bir lavanta, bir kekik kokusuna ya da bir kahve kokusuna kayıtsız kalabilir mi bir insan?
peki siz hangi kokuları seviyorsunuz?
*
kokudan bahsedince, "scent of a woman" filmi geldi aklıma, buyrun tangoya...


bir de "günün sözü" işini çıkardım başıma ama her gün bir şekilde karşıma çıkıyor bir söz, bu da sözümüz olsun:

we grow neither better nor worse as we get old, but more like ourselves.
(may lamberton becker-american writer and critic)

diğer yazıda görüşmek üzere...

08 December 2012

la traviata-drinking song

genelde gece 12'den sonra yazdığım için, hep bir sonraki gün yazıyormuşum gibi oluyor.
neyse, önemli mi? değil!
hele bir iki kadeh içtin mi hiç değil:)
oh be hafif çakır keyif oldum, rahatladım. bugün gün boyunca, karar vermem gereken bir konu hakkında düşünmekten gerçekten kafayı yemiştim. internette konu ile ilgili bakmadığım yer kalmamıştı. hatta inanmayacaksınız kararsızlık üzerine yazılar bile okudum. o derece takıldım kaldım. karar verebildin mi derseniz elbette hala karar veremedim ama şu an sinirleri alınmış et kıvamındayım. ne gereksiz kasmışım kendimi. insanın kendine ettiğini kimse etmiyor walla.
o yüzden bugünü la traviata ile kapatalım diyorum. şarkıyı bilirsiniz muhtemelen, ben ingilizce sözlerini bilmediğim için, şimdiye kadar şarkının sadece melodisini seviyordum. bugün mit sayesinde sözlerini de öğrenmiş oldum. ne diyelim, içelim güzelleşelim...(bugünün özlü sözü bu olsun:)
hepinize mutlu rüyalar...

07 December 2012

aldım verdim ben seni yendim...

çamaşırları astım biraz önce.(gece yatmadan önce yapmak istemeyeceğim 10 şey'den biri!). gözümden uyku akıyor. deli füs kendine söz verdi ya, yazmadan yatarsa uykusu kaçar...
*
röportajı okuduğum sayı bir sonraki sayı
ama bu fotoğraf yazarın fotoğrafı
geçen haftalarda, yasmin'in tavsiyesiyle bir+bir adlı bir dergi almıştım. dergide şule gürbüz adlı yazarla bir röportaj yapılmış. kadını okudukça çok sevdim. yasmin daha önceki yazılarında bahsetmiş kadından ama ben o gün dergide okuduğumda tanıdım yazarı.
röportajı henüz yayınlanmamış internette. röportaj çıktığında belki siz de okursunuz. röportajdan farkındalıkla ilgili minik bir bölüm:
"...kaderini sevmek, hatta beğenmek gerekir. onun içinde ve onun ne yana seyirttiğini fark ederek tuhaf ve güzel bir uyum yakalanabilir. kendisine verileni ve başkasına verileni anlamak asıl en büyük farkına varıştır. sonrası ile baş edilebilir. yükselmeyi de zaten bu getirir. yalnızlık, ıssızlık, fakirlik hatta hastalık bile sevilebilir şeyler haline gelebilir. onu anlamak ve taşıyıp içinde durabilmek insanı enikonu birşey yapar. insan farkına varabildiğiyle de, farkına varıp az çok değiştirebildiği, değiştiremediği şeylerle de bir arada bir ömür geçiriyor. bunlarla ne oluyorsa oluyor. bu nedenle belki de insan ne oluyorsa daha ziyade kafasında oluyor..."

coşkuyla ölmek kitabındaki "ruhuna fatiha" öyküsünden bir bölümü paylaşarak yatıyorum...

bana derler ki; "verilenler günahları örter perdeler." ben de derim ki; "örtülüp perdelenecek şeyleri azaltmak daha iyi değil mi?"
bana derler ki; "verenin malı artar". ben de derim ki; "malım artsın diye vermek, vermek midir, almaya hazırlık mı?"
bana derelr ki; "öyle bir ver ki, sağ elin verdiğini sol elin görmesin, bilmesin" ben de derim ki;"peki bu sağ elleriniz nasıl bu kadar meşhur oldu?"
bana derler ki; "az sadaka çok kaza bela savar" ben de derim ki;" çoğunu verip gelecektekiler de dahil hepsini birden savuşturmak daha iyi değil mi o zaman?"
bana derler ki;"olmayanı verdiğinle sevindirmek mevcudunun zekatıdır" ben de derim ki; olmayan, olmayan olmaya, sen, verip de sevindiren olmaya, ne çabuk ne kolaylıkla alışmışsınız, rolleri değiştirmek, biraz da sen alıp da sevinen olmak ister misin?"
bana derler ki; "biz bize verilenlerle böyle olduk." ben de derim ki "sizin gibi olmamak için her şeyimi vermeye de, hiçbir şeyimi vermemeye de ahdettim."

düşünmeye değer değil mi?

iyi geceler...



06 December 2012

döne döne yaşamak!

bugün bir konferansa gittim. gerçekten beğendiğim tek bir sunum oldu. konuşmacı; sunumu canlı müzik eşliğinde yaptı, herşeyden önemlisi anlattıklarını yaşayarak, yaşatarak ruhla sundu. seçtiği görseller ve videolar da çok iyiydi. bir sıra kahkalarla güldüm gösterdiği videolara. işini gerçekten severek yapan biri diye düşündüm. sanırım videosunu paylaşacak. o zaman sunumu sizinle de paylaşırım.
gönül isterdi ki, tüm konuşmacılar böyle şaşırtıcı, sürprizli sunumlar yapsın...
*
neyse, bahsedeceğim konu başka...kahve molası sırasında standlardaki kitaplara bakıyordum. o sırada daha önceden TED'de konuşmasını izlediğim bir kadının(susan cain) kitabını gördüm. adı "sakinler de kazanır". kitabı almadım ancak kadının konuşmasını sevmiştim. hepimizin dışa dönük olmak üzere yetiştirildiği ve koşullandırıldığı şu çağda, içe dönüklüğe övgü niteliğinde bir konuşmaydı.
susan cain'in bu konuşmasını, hazır yeri gelmişken, sizinle paylaşmak istedim.






bugünün sözü de; kitaplara bakarken görüp, okuduğum bir sözden olsun:

zaman yaşamınızın parasıdır. sahip olduğunuz tek paradır ve nasıl harcayacağınızı yalnız siz belirleyebilirsiniz. dikkat edin de başkaları sizin yerinize harcamasın.
carl sandberg, amerikalı şair

(amerikanın şairi bile paralı bir söz söylüyor. benzetme yapılan nesne, başta size de antipatik gelebilir  ama sözün özü doğru geldi bana.)

istediğiniz zaman içe dönük, istediğiniz zaman dışa dönük geçirebileceğiniz bol paralı günler diliyorum sizlere;)

iyi geceler!


04 December 2012

gözlerimiz konuşsun...

dün 20 yıllık arkadaşımla bi güsel kafaları çektik. şahane bir akşamdı, ee dünden kalma olduğum için de, şu an biras leylayım ama değer...
o yüzden, bugün bir arkadaşımın gönderdiği alıntıyı sizinle paylaşarak kapatacağım geceyi...
*
Hintli bir ermiş, öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. 
Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.
Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha
alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”
“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz..

not:gene de arada ses ayarı yapmak iyi gelir bünyeye, rahatlanır, karşıdaki bi sarsılır, sonra sakin sakin oturulup konuşulur...tabi dozu abartmamak kaydıyla... hani içki için "kararında içiniz" diyorlar ya, o misal...


iyi geceler...

03 December 2012

oblivion

gerçekçi olmak gerekirse, her gün yazmak kolay iş değil. ama kendimi bu şekilde disipline etmezsem de, yazmayı erteledikçe erteliyorum...çok abartmadan yazmak lazım işte...bu ay böyle yazayım, sonra bir düzene girer elbet yazı düzenim:)
*
iş çok yoğundu bugün, ki hala bitmiş sayılmaz. ama bir ara vermek istedim.
bundan önceki aramda da, gözlerimi kapayıp bir müzik dinledim.
dün gazetede okumuştum. dot'un tiyatro oyuncularından gonca vuslateri, her sabah uyandığında; astor piazzolla'dan "oblivion"'u dinlermiş. astor piazzolla'yı ben de dinlerim ama bugün özellikle belirttiği parçayı dinledim, gözlerimi kapayarak...ofis ortamında bile, iyi geldi.
burada da paylaşayım. belki siz de seversiniz.
not: oblivion'un anlamını bilmiyordum, "unutulma, farkında olmama, kayıtsızlık" gibi bir anlamı varmış, hüzünlü bir hikaye anlatılıyor sanırım...


günün sözü de müzikle ilgili gelsin o halde...

müzik doğruca ruha seslenir, ruh da kendisini ancak müzik yardımıyla en iyi şekilde anlatabilir.
goethe

*
bu arada, her gün TED'den bir konuşma da dinleyemiyorum tabi ki ama o da dursun bir kenarda. belli mi olur, bir gün oturur birkaç konuşma birden dinlerim. hediye konusunu ayrıca yazacağım.
hadi hoşçakalın...




iyi geceler:)

bugünü de bitirdik! internetimiz çok yavaş ve uykum var. bugünü önümüzdeki günlerde telafi ederiz...
*
minik 1-2 şey yazıp yatıyorum...

tai-chi hocamız diyor ki;
nefesinizi iyi vermeye odaklanın, nefesinizi iyi verin ki, iyi nefes alabilesiniz...

gerçekten hep iyi nefes almaya çalışıyoruz. halbuki nefesimizi iyi verebilirsek, zaten doğal olarak iyi nefes de alabileceğiz...

herşeyde olduğu gibi; bu konuda da almaktan ziyade vermeye odaklanmak gerek zannımca...

*
günün sözü de, arkadaşımın bana bugün hediye ettiği bir kitaptan, kitabı okuyunca detaylarını da paylaşırım...

her çocuk bir sanatçıdır. sorun, büyüdükten sonra da sanatçı olarak kalabilmektir.
pablo picasso



bu sözü yazarken, aklıma defne'nin picasso'nun bir eserine bakarak çizdiği resim geldi, onu da paylaşayım istedim:)

iyi geceler,

01 December 2012

büyük dünya tarihi belgeseli

bugün sabah çocuklara kitap okumaya gitmem haricinde, tüm gün evdeydim. çok sakin, keyifli bir gün geçirdim.
yağmur yağıyor, seller akıyor, arap kızı camdan bakıyor modunda çayımı içip, gazete, kitap okudum.  defne ile; heidi ve aslan kral'ı seyrettik, müzik dinledik, evin tadını çıkarttık. mithat'ın dürtmesiyle akşamüstü hepbirlikte parka yürümeye gittik. başta çok nazlandık ana-kız ama iyi ki gitmişiz. yağmur sonrası mis gibi toprak kokusunu ve temiz havayı içimize çekerek yürüdük.
aralık'ın ilk gününü sevdim.
birazdan da ntv'de yayınlanacak bbc yapımı "büyük dünya tarihi"ni seyredeceğim. belgesel; tarihin önemli dönemlerini sıkmadan, güzel bir kurguda anlatıyor. tavsiye ederim.
cumartesi günleri 22.00'de yayınlanıyor. kaçırırsanız pazar 23.00'te tekrarı var.

sadece savaş sahneleri yok, geçen hafta buda ve konfüçyus dönemi anlatıldı mesela, çok hoşuma gitti. buda'nın hikayesini yazarım belki ama beni en çok etkileyen, buda'nın bir incir ağacının altında (bodhi ağacıymış) 49 gün sonunda aydınlanmış olduğunu öğrenmek oldu. buda bile 49 günde aydınlanıyorsa, çok yüklenmeyeyim kendime, bu hayat içinde aydınlana aydınlana yol alayım bana yeter...

buda'nın bir sözüyle iyi geceler...

önce gideceğin yolu öğren, sonra öğretmeye kalk...

not: bu yazıyı yayınlayana kadar, bu bölümü de seyrettim; bölümde; çin'in ünlü terracota askerleri, hindistan'ın büyük dönüşüm yaşayan imparatoru asoka, hristiyanlığın ve islamiyet'in doğuşu genel hatlarıyla anlatıldı. ilginiz varsa, yarınki tekrarı kaçırmayın derim.