Featured Post

31 December 2013

40'lı yaşlara merhaba:)


Güle güle 30'lu yaşlar...Hoşgeldin 40'lı yaşlar...

30'lu yaşlarım, güzel geçtiniz, teşekkürler...Darısı yenilerin başına diyorum...

Hepinize sağlıklı, mutlu, huzurlu, bereketli yıllar diliyorum:)


18 December 2013

Mikrop Çık Ortaya!

Develer tellal, pireler berber iken,
Filler tepişir, çimenler ezilir iken,
Biz grip olup, yataklara serilir iken... memleketimde neler olmuş neler...
*
3 gün grip oldum yattım, yalnız ve güsel memleketim coşmuş! Kutu kutu pense oyunlarına geçilmiş...Hadi bakalım, daha neler göreceğiz? Merakla izliyoruz...
*
Aslında hastayken de, gündemden pek kopmamışız sanki? Niye mi böyle söylüyorum?
Defne günlüğüne, hastalığımızla ilgili bir şeyler yazmış. (İzniyle paylaşıyorum.)
İlk okuduğumda, gülüp geçmiştim yazdıklarına. Ancak, memlekette olanları duyduktan sonra okuduğumda, oldukça manidar buldum söylediklerini, mecazi geldi dedikleri bir bakıma da, ondan böyle söylüyorum...
Siz ne dersiniz?
Mikrop çık ortaya
Mikroplar küçük şeylerdir. Onları göremeyiz. Küçük oldukları için hemen içeri girerler.
Mikroplar kirli alanlarda yaşarlar. Biz sağlıklı ve temiz olmassak bizim başımıza daha neler gelir bir bilseniz.
Bügün hasta oldum annemle birlikte. Günlüğümden sevgilerle...




14 December 2013

Kendiyle Yüzleşen Bir Üniversite Öğrencisinden Mektup Var!

İçten gelen bir paylaşım, bize kartopu gibi büyüyen bir mutluluk getirebiliyormuş. Nasıl mı? Hikaye kısaca şöyle;

Öncelikle, Doğan Cüceloğlu büyük bir özenle "Onlar Benim Kahramanım"da iki güzel ve özel insanı, yani Gültekin ve Tülay Yazgan'ı yazmış.
Yasemin bu kitabı okumuş ve bana tavsiye etmiş.
Sonra ben de kitabı okumuş ve böyle bir kitaptan beni haberdar ettiği için, Yasemin'e minnet duymuşum.
Ben de kitabı arkadaşlarıma tavsiye etmişim.
İşte bu arkadaşlarımdan biri olan Oğul, kitabı okumakla kalmamış, kitabı okulda öğrencilerine de okutturmuş.
Kitabı okuyan öğrencilerinin arasından Harun gibi bir ışık parlamış.
Ve Harun kitapla ilgili en içten duygularını, kitapta anlatılan bu iki güzel insanın en yakınıyla, yani Yankı Yazgan ile paylaşmış.
Yankı Yazgan da, Harun'un bu güzel mektubunu Doğan Cüceloğlu ile paylaşmış...

Hikayenin devamını, Doğan Cüceloğlu'nun kendi sitesinden yazdığı yorumlarıyla okumanızı isterim:

Kendiyle Yüzleşen Bir Üniversite Öğrencisinden Mektup var!

Prof. Dr. Yankı Yazgana bir mektup gelmiş, o da, O kadar samimi ve sahici ki, yoruma gerek yok. Sevgiler, diye bir not koyarak bana yollamış. Harun Talha Ayanoğlunun mektubunu okuyunca etkilendim, kendisine yazdım, okurlarımla paylaşmak için izin istedim. İzin verdi, aşağıda paylaşıyorum.

Yankı Bey Merhabalar;

Muhtemelen bu mail doğrudan size yönlendirilmiyordur, ancak umuyorum ki maili okuyacak olan kişi size yazdıklarımı nakleder.

Ben İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi son sınıf öğrencisiyim. Geçtiğimiz hafta bir hocamız sınavda "are you here to pass/ are you here to learn?" sorusunu yöneltti. (doğan cüceloğlu açıklama: geçmek için mi / öğrenmek için mi buradasınız?) Cuma günü ise kağıtlarımızın değerlendirmesini yaptı. %90ımız soruya doğrudan yanıt vermek yerine eğitim sisteminin kötülüğünden, sosyal şartlardan şikayet etmişiz (etmişiz diyorum zira ben o sınava giremedim. Girsem muhtemelen ben de şikayet edecektim) Daha sonra bize bir kitap önerdi. Herhangi bir yorum yapmadan yalnızca "okuyun" dedi. Bu kitap Doğan Cüceloğlunun "Onlar Benim Kahramanım" isimli kitabıydı. Hepimizin okumasını istediği için rasyonel bir şekilde haftaya bu kitaptan quiz (doğan cüceloğlu açıklama: küçük sınav) olacağımız söylendi. Nitekim ekseriyetimiz bu kitabı aldı.


Dışarıya yansıtmasam da kendimin neden var olduğunu, bu okula neden geldiğimi, ne yapacağımı sorgularım sıklıkla. Okulumda, kendimi sorgulamamı sağlayan hoca sayısı çok az. O nedenle kitabı öneren hocamızın (Prof. Dr. Oğul Zengingönül) her önerisine çok özel bir önem atfederim. Tavsiye gelir gelmez hemen kitabı aldım ve okumaya başladım. Anı ve biyografi kitapları ilgimi bugüne kadar hiç çekmedi. Çekmesi için çok çaba sarf ettim, lakin olmadı. Ama Doğan Beyin kitabı ve daha da önemlisi rahmetli babanızın hayatı benim dünya görüşümü neredeyse 2 gün içerisinde değiştirdi. Eskiden şikayet ettiğim çok şey vardı.(Ha bunlar benim şikayet ettiğim şeyleri yapmaya sırt döndüğüm anlamına gelmesin sadece şikayet ediyor ama yoluma devam ediyordum) ancak 2 gün içerisinde gördüm ki, zorluklar bizim için var. Ve yüce Allah hiç kimseye taşıyamayacağı bir yükü yüklemiyor. Rahmetli babanızın söylediği gibi, sorun varsa çözüm muhakkak vardır. Bundan sonra hayatıma bu düsturla devam edeceğim. Hatta şimdiden başladım bile!

Yankı Bey, hayatımda okuduğum en çarpıcı kitap için bizzat babanıza minnetlerimi sunmayı ne çok isterdim bir bilseniz! Lakin gençlik heyecanıyla kendimi bambaşka mecralarda gösterme hülyalarımdan dolayı kitabı ancak şimdi okuyabildim. O nedenle teşekkürlerimi, minnetlerimi saygı ve selamlarımı size sunuyor, babanızı rahmetle anıyorum.

Harun Talha Ayanoğlu

Mektupla ilgili bazı gözlemlerimi paylaşmak istiyorum:

1-    Dışarıya yansıtmasam da kendimin neden var olduğunu, bu okula neden geldiğimi, ne yapacağımı sorgularım sıklıkla. Okulumda, kendimi sorgulamamı sağlayan hoca sayısı çok az, ifadesi, gelişmiş bir bilinci yansıtıyor. Böyle bir bilinçte üniversite öğrencilerimizin olduğunu bilmek, bana iyi geldi.

2-    Bu bilinçteki öğrenciler, sadece bilgi aktarmanın ötesinde kendi gelişimlerine katkı sağlamayı amaçlayan Prof. Dr. Oğul Zengingönül gibi hocaların değerini biliyorlar. Bunu gözlemlemek de iyi geldi.

3-    Okuduğu kitapla kendi yaşamını etkileşim içine sokup değerlendirme bir cesaret ve dürüstlük eylemidir; bunu bir gencimizde görmek de çok iyi geldi.

4-    Ve Türkiyenin gizli bir kahramanı olan bilinmeyen bir devin, Gültekin Yazganın öyküsünün, kitap yoluyla geleceğin güçlü bir şahsiyetine ulaşmasına aracı olmak bana nasipmiş, bu da çok iyi geldi.

Harun Talha Ayanoğlunu tanıdığım için mutluyum. Kendisine Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin SAVAŞÇI kitabımı imzalayıp göndermek istiyorum. Çünkü onu bir savaşçı adayı olarak görüyorum.

Bu vesileyle Harun Talha Ayanoğlunun şahsında kendini geliştirip bir şahsiyet olma yolunda çabalayan tüm üniversite öğrencilerimizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Onları geleceğin uygar Türkiyesinin gerçek mimarları olarak görüyorum.

Doğan Cüceloğlu (09.12.2013)

Kendi adıma, bu paylaşım zincirinin bir parçası olmaktan çok mutlu oldum. Paylaşım zincirindeki herkese çok büyük minnet duydum. Zira, bu zincirin halkalarından biri eksik olsa, Harun'un bu güzel mektubuna ulaşamayacaktık...
Hayat, her zaman, yaptığımız paylaşımların ulaştığı noktaları, bize bu kadar net göstermiyor ama artık daha çok inanıyorum ki; içten gelen küçücük bir paylaşım bile, mutlaka bir gün, birilerine temas eder...Yeter ki içten gelsin...






13 December 2013

Bugünkü yazı Defne'den:)

Bugünkü yazımı bitirmeye çalışırken, Defne beni yakaladı ve "ben de yazmak istiyorum!" dedi. "Yazıyı bitirmek üzereyim, söz, yarınki yazıyı sen yazarsın!" desem de, ısrar etti... ee bana düşen de; "iyi, buyur yaz..." demek oldu...

Konu başlıkları ve içerik tamamen Defne'ye ait. "İçinden nasıl geliyorsa öyle yaz" dedim, o da bunları yazmış:). Olduğu gibi paylaşıyorum...

Fotoğrafı da kendi seçti, yerleştirmede teknik destek verdim kendisine. Soru da Defne'den...


ANNELER VE BABALAR
Mutfakta bir ses duyuldu.Acaba bu ne sesiydi.Tabiki de annemin sesiydi.Defne Defne!hadi yemek zamanı diye söyleniyordu.Pek ilgilenmiyordum .Aslında bunu beklemiyor değildim.Annelerin 100 de 99u böyle.Benim annemin diğer annelerde olmayan birşeyi var.O benim annem.Eve bir girdim babamı bilgisayarın başında buldum.Bana hep çok işim var Defne diyor .Oysa benim gönlümü alamıyor.Hemen ödevlerimi yapıyorum.Babamda işlerini bitirmiş oluyor.Babamla film seyrediyoruz.Babamı çok seviyorum.


İYİ BİR TÜKETİCİ NASIL OLUNUR?
İyi bir tüketici meyveleri ve sebzeleri zamanında tüketir.
Yiyeceği ürünün son kullanma tarihine bakar.
Sağlıklı besinler tüketir.
İyi bir tüketici olmak herkes ister.Ama bu kolay değil.
Bu iş çaba ister.Bazı işleri yapamayız.Herkes aynı şeyleri yapamaz.Örneğin herkes yüzemeyebilir.
Bence onları yapabilirsin yapabilirsin diye desteklemeliyiz.

DEFNE GÖKSEL
Saçlarım güzel olmuş mu?



12 December 2013

Bir kitap tavsiyesi: Hermann Hesse "Bozkırkurdu"

Kitapları anlatma vaktidir!
Bugünkü kitabımız, Hermann Hesse'nin "Bozkırkurdu".

Yıllar önce Clarissa P. Estes'in "Kurtlarla Koşan Kadınlar" kitabını okuduğumda, uzun süre bu kitabın etkisinde kalmıştım. Bozkırkurdu'nu okuduğumda da, çaktırmadan sarsıldım. Kurtlarla ilgili kitaplar, beni etkisine alıyor sanırım:)

Bozkırkurdu'nu, bu yaz Assos'ta, çok sessiz-sakin bir yerde, özenle okudum. Kitabı okurken, kitabın karakteriyle birlikte, ben de birçok ruh haline girdim çıktım. Ancak kitabı bitirdiğimde, hala kafamda birçok soru işareti vardı. Bir gün ütü yaparken, "evraka evraka!" diye konuşmaya başladım kendi kendime:) Kafamdaki soru işaretlerini çözmüş ve kendi içimde oldukça anlamlı bir sonuca ulaşmıştım. O zaman, Hermann Hesse'ye derin bir hürmet duydum.

Kitabın konusuyla ilgili çok detaya girip, kitabı okuma keyfinizi kaçırmak istemiyorum ancak kitabın kapak yazısı ve beni etkileyen birkaç satırı sizlerle paylaşırsam, kitap hakkında biraz fikir edinebileceğinizi düşünüyorum.
Baştan söyleyeyim! Okunması, yenilip, yutulması kolay bir kitap değil ancak kitabı bitirdikten sonra sindirmek için, biraz vakit tanıyın kendinize. Kitabın etkisinin nerede ortaya çıkacağı belli olmaz. Ütü yaparken bile, kendinizle ilgili çok önemli bir farkındalık yaşayabilirsiniz:)

Kapak yazısı:
"Harry kendi içinde bir "insan" bulur, düşüncelerden, duygulardan, uygarlıktan, dizginlenmiş ve yüceltilmiş doğadan kurulup çatılmış bir dünyadır bu; ayrıca, bir "kurt" bulur içinde, içgüdülerden, vahşilikten, acımasızlıktan, yüceltilmemiş, yontulmamış doğadan bir dünya bulur. Varlığının böyle açık seçik ikiye ayrılmasına, birbirine düşman iki yarıma bölünmesine karşın, yine de kurt ile insanın bazı mutlu anlarda birbiriyle kardeş kardeş geçindiğini görür."

Uçarı bir "yaşam" insanı olmaya kalkışan katıksız bir "düşün" insanının, bu ikilemin gelgitleriyle oradan oraya savrulan yalnız bir ruhun, Bozkırkurdu'nun hikayesi. Aydın geçinenlerin, bildikleriyle büyüklenenlerin, bilmediklerini küçümseyenlerin, bunu yaparken -bilinçli ya da bilinçsiz- yaşamı kaçıranların yüzüne inen bir tokat.

*
Bozkırkurdu da bir kuruntudur. Harry'nin kendisini bir kurt-insan olarak algılaması, birbirine düşman ve karşıt iki parçadan oluştuğunu sanması, işi basite indirgemesi amacına yönelik mitolojik bir yaklaşımdır. 
*
Harry, iki ayrı varlıktan değil, yüz hatta bin varlıktan kurulup çatılmıştır. Yaşamı (her insanın yaşamı gibi) yalnızca iki kutup, örneğin içgüdü ve us ya da ermişlik ve zevkperestlik arasında değil, binlerce,hatta sayılamayacak kadar çok kutup çiftleri arasında salınıp durur. 
*
Harry gibi okumuş ve akıllı birinin kendine "bozkırkurdu" gözüyle bakabilmesi, yaşamının zengin ve karmaşık yapısını böyle yalın, böyle vahşi, böyle ilkel biçimde dile getirebileceğine inanması bizi şaşırtmamalıdır.
İnsan yüksek düzeyde bir düşünme yeteneğiyle donatılmış değildir. En aydın ve okumuş kişi bile, gerek dünyayı, gerek kendini her zaman pek nahif, basite indirgeyen ve aldatıcı formüllerin gözlüğüyle görür, özellikle de kendisi için yapar bunu; çünkü bütün insanlarda, doğarken yanlarında getirdikleri, düpedüz zorlayıcı nitelikte bir gereksinim yaşar; buna göre herkes kendi ben'ini bütünlük içinde tasarlar. Söz konusu kuruntu ağır sarsıntı geçirse de, her vakit yine toparlar kendini, eski sağlamlığına kavuşur.
*
Beden olarak her insan tektir, ruh olarak asla.
*
...Çünkü insan bir değil, on ruhtan, yüz ruhtan, bin ruhtan oluşur.







11 December 2013

İstanbul'da yapılacak ilk 50 şey...

Birkaç hafta önce, annem gazetede sevdiği bir yazıyı kesip saklamış. Bana da "sen bunların çoğunu biliyorsundur ama bir bak istersen" diye gösterdi sakladığı yazıyı.

Yazının başlığı: "Hayatınızda bir kere olsun İstanbul'da mutlaka yapmanız gereken 50 şey!"

Bu "mutlaka yapılması gereken şeyler" beni biraz kaşındırır esasen. Ancak farklı görüşteki insanlardan fikir alınarak oluşturulduğu için, merak edip hızlıca göz gezdirdim. Fena değildi liste. Aslında birkaç ay önce, İstanbul'da sevdiğim şeyler ile ilgili bir yazıya başlamış ancak bitirememiştim.

Bu yazıyı görünce gaza geldim. Ben de kendi listemi yaparım dedim. Ve yaptım. İtiraf etmeliyim ki, 1 günde 50 şey bulmak kolay değilmiş. (Füs, kim dedi sana illa 50 şeylik liste yap diye?) Bir de "şunu yapın, bunu yapın" demek biraz ukalaca geldi ama formatı bozmayım artık dedim. Yoksa ne haddime...Mutlaka unuttuğum şeyler vardır ancak İstanbul deyince aklıma gelen ilk 50 şey aşağıdaki gibi döküldü yazıya...Siz de İstanbul'da severek yaptığınız şeyleri söylerseniz çok mutlu olurum:)

Hayatınızda bir kere olsun İstanbul'da yapsanız iyi olur diye düşündüğüm 50 şey...

1-Kuzguncuk İsmet Baba'da rakı balık keyfi yapın.
 Kuzguncuk'ta, mahalle kültürünün hala yaşadığı yerde, İstanbul koşuşturmacasından biraz uzaklaşıp, demlenin. Semtin küçük dükkanlarını, güzel evlerini, kahvelerini görün. Günü, İsmet Baba'da Boğaz'a karşı sevdiklerinizle sohbet ederek uğurlayın. (Gökhan'a da benden selam söyleyin, size iyi masa versin:)

2-Burgazada Kalpazankaya'da güneşin batışını seyredin.
Adalar benim için huzurdur, mutluluktur. O yüzden benim için adaların her mevsimi makbuldur. Yazın herkesin şehre döndüğü vakit adaya gidin. Pazar akşamüstü mesela...Yürüyerek Kalpazankaya'ya çıkın, mis gibi ada kokusunu içinize çekin. Kalpazankaya'da sevdiklerinizle muhteşem gün batımını seyredin. Biraları da yuvarlamayı unutmayın tabi...Şehre dönmeden, Ergün pastanesinde çilekli milföy+vişneli mini acıbadem+çay güzel gider:)

3-Hamama gidin, kendinize kıyak geçin.
Hayatınızda bir kere olsun, kendinize "benim sultanlardan ne farkım var? diyin ve kendinize hamam keyfini bağışlayın. Muhteşem kokulu sabunlarla köpüklü masajı da ihmal etmeyin.
(Ölmeden önce görülmesi gereken 1001 yerden biri olan Cağaloğlu Hamamı'na gitmişliğim vardır ancak biraz hayal kırıklığı olduğunu söylemeliyim. Hamam etkileyici ancak hizmet için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Biraz da hüzünlü geldi. Diğer 1000 yere bakabilirsiniz:) Kılıç Ali Paşa hamamını övmüşler yazıda bir de. Ama bana sorarsanız en iyisini kendiniz tecrübe edersiniz.)

4-Belgrad ormanına sabah erkenden gidin ve ormanın mis kokusundan mest ola ola 6 km'yi yürüyün.
Benim mutluluk yerlerimden biridir orman. Yürürken doğanın sesini dinleyin. Kendinizi doğaya bırakın yeter...

5-Polonezköy'de, Belgrad Ormanı'na nispet yaparak 5 km'lik yürüyüş parkurunu tamamlayın.
Mevsimine göre; kestane kebapları, böğürtlenleri, dağ çileklerini de kütletmeyi unutmayın. Polonez pastaları da lezzetli. Çocuğunuzu kıra bayıra salabileceğiniz yerler de halaa mevcut Polonezköy'de...

6-Turist gibi Sultanahmet'i dolaşın. 
Sultanahmet'i, turist gibi farklı gözle görmeye çalışarak gezin. Ayasofya ve Sultanahmet'le ilgili kendi hikayenizi yazın. Sultanahmet köftecisinin cumbalı masasında köfte yiyin.

7-Yerebatan sarnıcında huzura erin.
İstanbul'un yıllarca su ihtiyacını karşılayan, bu tarihi, büyülü mekanı ziyaret edin.Yerebatan'ın o tatlı nem kokusunu içinize çekin. Medusa'yı okuyun. Para atıp dilek dilemeden sarnıcı terketmeyin:)

8-Topkapı Sarayı'ndan, İstanbul'un doyumsuz manzarasını seyredin.
Padişahlar, şehri nereye kuracaklarını ne iyi bilmiş. Buradan; "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul" diyip Yahya Kemal Beyatlı'ya bir selam gönderebilirsiniz;). (Ama Konyalılar'da pek fazla birşey yemenizi tavsiye etmem, zira oldukça pahalı, çay için:)

9-Kapalıçarşı'ya gidin.
Mücevher ustalarının sanatını görün, kendilerine hayran kalın. Kapalıçarşı'nın içinde kaybolun, içinde yeni yerler keşfedin. Kapalıçarşı'dan Mısır çarşısına inin, baharat kokularıyla kendinizden geçin...

10-Çukurcuma'da Masumiyet Müzesi'ni gezin.
Bir kere Çukurcuma'ya hakkını verin, kendine has dükkanlarını görün. Küçük kafelerinde kahve için. Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi kitabından yarattığı müzeyi gezin. Eskilere dönün...

11-Gemi yanaşmamışken İstanbul Modern'de bir kahve için.
İstanbul Modern'i gezmeyi en çok, limanda gemi yokken seviyorum. Çünkü müzeyi gezmek ekmek kadayıfı ise, kafesinde kahve içmek de, kaymaklı ekmek kadayıfı gibi geliyor bana. İstanbul'un koşuşturmacasına inat, şehir vapurlarının iki yaka arasında tıngır mıngır yaptığı ahenkli yolculuğu seyredin. (Perşembe günleri İstanbul Modern'e giriş ücretsiz.)

12-Süleymaniye'nin gölgesinde kuru fasulye pilav yiyin.
Esas olayım yeme içme gibi olmaya başladı sanki:) Ama öyle değil tabi, Süleymaniye'nin heybetini bir görün, ondan sonra kuru fasulye-pilava alalım sizi.
Süleymaniye


13-Çocuğunuzun forsuyla Sakıp Sabancı Müzesi'ni gezin.
Müzeye çocukla giden yetişkinden ücret alınmıyor. Hem çocuk hem büyük için ne hoş bir jest değil mi? İstanbul'u bir de Emirgan'dan seyredin.

14-Erguvan zamanı Rumeli Hisarı'nı kaçırmayın.
Her senenin nisan ortası-mayıs başı zamanlarında, boğazda yaşanan erguvan şölenini kaçırmayın. Bir süreliğine de olsa, işinizi gücünüzü bırakın, erguvanları seyretmeye dalın...


15-Sokak çiçekçisinden çiçek alın.
Ne büyük mutluluktur o rengarenk çiçekleri görmek, o mis kokuları içine çekerek mest olmak...Sadece bakmakla kalmayın, alın bir demet çiçek, eviniz şenlensin. Mesela şimdi nergisler çıktı, yaşasın:)

16-Kadıköy'de bir gün geçirin.
Beyaz fırından kuru poğaça ve çay alarak güne başlayabilirsiniz. Kitapçıları dolaşın. İncik cincik şeyler tasarlayan dükkanları gezin. Fazıl Bey kahvecisinde bir kahve molası verin. Kadıköy balık çarşısında dolaşın, canınıza can gelsin:) Adını unuttum ama köşedeki balıkçıda bir hamsi-salata ikilisine ne dersiniz? Balık yemeseniz Halil'de kesin 3 lahmucun yerdiniz... Arada Rexx başkasinema'da gösterilen bir filmi seyredin. Ya da Oyun Atölyesi veya Moda Sahnesi'nde bir oyuna gidin. Akşama midede yeriniz kaldıysa Çiya. Çiya'ya aç gidilmesi tavsiye olunur. Çok ağır gelmezse, Baylan'ın kup griye tatlısını yer, koşarak eve gidersiniz:)
Defne bile, kup griye için "biraz ağırmış" dedi:)
17- Bir film festivaline gidin.
"İstanbul'u sevmezse gönül, aşkı ne anlar"'ı söylemeye başladım içimden...İstanbul'u bana sevdiren en önemli şeylerden biridir film festivalleri. Önceden biletiniz yoksa da, dert etmeyin, kapıda mutlaka bilet bulursunuz...Ve o bulduğunuz biletle, hayal bile edemeyeceğiniz başka başka dünyaların kapılarını açarsınız...

18-Yıldız Parkı'nda sincaplarla yürüyün.
Evet şehrin göbeğinde, halaaa kendimizi doğada hissedebileceğimiz yerler var, az da olsa...Köpekler, kuşlar, sincaplar...Bu kadar rahat sincap görmedim, insandan çekinmiyorlar. Şehirli sincaplar:)Yürüyün doya doya parkta, köşklerde çay molası vermeyi de ihmal etmeyin:)

19-Açıkhava'da bir konsere gidin.
Artık zevkinize uygun hangi sanatçı varsa...Yaz vakti, hele de dolunay varsa, açıkhavanın keyfine doyum olmaz...

20-Lale zamanı Emirgan Parkı'na gidin.
Cennet var ise, böyle bir yer olmalı. Ama zamanında yani nisanda gidin. "En sevdiğimiz lale hangisi olacak?" oyunu oynayın aranızda:)

21-Anadolu Kavağı'nda şıp deniz keyfi yapın.
İstanbul'un ritmine inat, sakin bir zaman yaratın kendinize. İlle de açık havada oturun. Şıp deniz dedik ya:)Vapurlar da gidiyor artık kavağa, üşenmeyin, gidin, gittiğinize değecek...

22-Hatta Anadolu Kavağı sizi kesmesin, Anadolu Feneri'ne uzanın, Kaptanın Yeri'nde bahar zamanı bir keyif yapın.
İstanbul'un yanıbaşında, kendi halinde bir mekanda, sevdiğiniz bir kişiyle derin bir sohbete dalın:)

23-Beyoğlu'nda plansız bir gün geçirin.
Tamam öğrendim artık dediğimiz Beyoğlu her gün yeni birşey öğretir bize. O yüzden tünelden salın kendinizi, o sizi nereye isterse götürür...Sergiler, kitapçılar (Robinson'a ayrı bir özen gösteriniz), kafeler, sinemalar, barlar, meyhaneler, balık pazarı...
Narmanlı Han

8 sene Beyoğlu'nda çalıştım ama Narmanlı Han'ın kapısına asılmış bu bilgileri, daha geçen gün farkettim...
24-Fener-Balat tarafına bir tur yapın.
Fener- Balat'ın, farklı yapılarını ve kültürünü tanıyarak, İstanbul'un bambaşka bir yüzünü daha keşfedin.

25-Beyoğlu'ndaki St Antuan kilisesinde mum yakıp dilek tutun.
Hangi dine inandığınız önemli mi? Ya da inanıp inanmadığınız? Bence hiç önemli değil, sadece bana iyi geliyor arada sırada burada mum yakmak...Belki size de iyi gelir?

26-Tünel'deki Galata Mevlevihanesini gezin.
Daha geçen gün gezdim. Dışardan küçük görünen ama içine girince büyüyen bir yer:) Tarihteki tarikatlar, Mevlevilik hakkında bilgilenmek isterseniz görün derim. Mevlana'yı daha çok okumak istedim. Semazen gösterisi sadece pazarları imiş, ilgilenenlere...

27-İstanbul'da tarihi yarımadada bir gün kalın.
Artık Galata mı dersiniz, Sultanahmet civarı mı, Beyoğlu mu bilemem ama gönlünüze ve kesenize uyan sevimli bir otelde, bir günlük kaçamak yapın.

28-Galata Kulesine çıkın.
Çıkmışsınızdır muhtemelen, İstoş'a ara sıra yukarıdan bakıp onu gözüp gözetmek iyi geliyor benim bünyeme...Sonra da Galata civarındaki esnaf lokantalarına dalın.

29-Sabahın kör vakti, daha kimseler yollara dökülmemişken, Rumelihisarı veya Emirgan'da kahvaltı yapın.
Bu Fırat'ın bana yap yap diye çok dil döktüğü bir istekti ama yaptım Fıradım, merak etme sen:).
Moda Çay Bahçesi'ni es geçsem, Moda'ya ayıp olurdu. Çengelköy Tarihi Çay Bahçesi de geldi aklıma. Her iki semtte de, fırından simidinizi, bakkaldan peynirinizi, manavdan domatesinizi aldınız mı, çaylar emrinize amadee:)
Sabah vakti İstanbul bir başka güzel...

30-Caddebostan sahilinde bisiklete binin veya yürüyün, kumsaldaki salaş cafede kitabınızı, derginizi okuyun, bir şeyler yazın...
Anadolu yakasında Pendik-Fenerbahçe arası bir sahil yolu var. Ama bu yolun en güzel bölümü, arabaların arka yolda kaldığı Caddebostan sahili. Deniz kokusu çok parlak olmasa da, deniz kenarında olmanın keyfi başka...

31-Caddedeki Remzi Kitabevi'nde kitapların arasında kaybolun. 
Yanınızda çocuğunuz varsa, onu da salın çocuk kitaplarının oraya, bırakın o da kaybolsun içlerinde...Kendinize ödül olarak kitabevinin yanındaki cafede hazırlanan şahane keklerden birini hediye edin. Remzi Kitabevi'nin sürekli okuyan, ilgili, tatlı personeline de selam söyleyin!

32-Hala binmediyseniz Beyoğlu nostaljik tramvayına, Taksim-Tünel hattı tramvaya binin.
Oturarak gidin ki, etrafı daha rahat izleyin. Tramvayda yavaş yavaş giderken, dışardaki insan hallerini gözlemlemek çok keyifli. Belki bir tanıdığınızı da görürsünüz:)

33-İstanbul'un tiyatrolarına taze kan getiren, bağımsız tiyatrolardan birine gidin.
Dot, İkincikat, Altıdan sonra, Krek, Craft gibi tiyatro topluluklarının oyunlarını seviyorum. Konulara farklı yönlerden bakmamı da sağlıyor bu tarz oyunlar...İyi ki varlar, destekleyelim...(Bu toplulukların çoğu devlet desteği almıyor.)

34-Boğaz köprüsünü geçerken bir dilek tutun.
Bir zamanlar çok yapardım. Hatta boğazı geçerken, neyi okuyorsam bırakır, sadece İstanbul'u seyrederdim...Şimdi de kızıma dilek tutturuyorum zaman zaman:)

35-Kar yağdığında, gırç gırç yürüyerek İstanbul'un keyfini çıkartın.
Bu karlı günlerde, bu madde listenin alt sıralarında yer alsa da, gönlümde yeri başkadır karlı İstanbul'un. Henüz istediğim kıvamda ve şekilde yağmadı bizim yakada ama yarından ümitliyim:) Özellikle gece vakti sükunetinde, lapa lapa yağan karda sevdiklerinizle yürüyün. Birbirinizle kartopu oynayın, karın tadını çıkarın.

36-Zübeyir'de kendinize bir ocakbaşı ziyafeti verin.
Arka fonda Zeki Müren, dostlarla kebabın keyfine varın. Kebap bana uymaz diyorsanız, Yakup 2'de mezelerle coşmaya ne dersiniz?

37-Karaköy'ü Karaköy yapan güzellikleri yaşatın.
Galata'dan Karaköy'e uzanın. Tarihi hissedin. Salt Galata binasını görmek bile, sizi etkileyecektir. Karaköy balıkçılar çarşısına gidin.
Karaköy Balık Lokantası'nın turkuaz renkli canlı duvar çinilerini görün, Karaköy Güllüoğlu Baklavacısı'nda baklava yerseniz, yüzerek karşıya geçin;)

38-İstanbul hakkında yazılan kitapları, şiirleri okuyun. İstanbul için yazılan şarkıları dinleyin, söyleyin...
Sizin için önemli olan yerlerin, semtlerin sevdiğiniz yazarlar/şairler için de önemli olduğunu öğrenebilirsiniz ya da yeni yerler, duygular keşfedebilirsiniz İstanbul ile ilgili...

39-Bir kere olsun İstanbul'da denizde yüzün.
Artık boğazda mı, Kilyos'ta mı, adada mı bilemem. Denizanalarına çok takılmayın, torunlarınıza "İstanbul'da bizim zamanımızda halaa denize girilebiliyordu" demek için bile, bir kere İstoş'ta denize girilir:)

40-Yurtdışından gelen bir müzik grubunun konserine gidin. Ya da bir müzik festivaline...
Yaşınız kaç olursa olsun, festival havasında genç kalın!

41-Semt pazarından alışveriş yapın.
Hangi semtte olursanız olun, İstanbul pazarlarının zenginliğini kaçırmayın. Çocuğunuzu da yanınıza alın, onun da gözü gönlü açılsın. Hatta meyve-sebzeleri bırakın, o seçsin:)


42-Bir kere olsun boğaz turu yapın.
Boğazdaki yalıları, Kuleli'yi, İstanbul siluetini bir de denizden görmek için, akşamüstü vakitlerinde tura başlayın, İstanbul'un romantik gece halini de görerek turunuzu tamamlayın. Bir de mehtaba denk gelirseniz, yaşadınız:)

43-Müze kart alın, müzelere gitmek için bahane yaratın. 
Arkeoloji Müzesi'yle başlamaya ne dersiniz?

44-"Dün akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul'un" deyin, bir kez olsun sarhoş olun.
Artık nerede sarhoş olursunuz bilemem ama gerçek fasıl yapılan bir mekanda tatlı tatlı sarhoş olmak en güzelidir bana sorarsanız...

45-Kandilli'de yoğurt yiyin.
Önceki yıllarda pek sevmezdim bu yoğurdu ancak geçen aylarda gittim, pudra şekeriyle pek de güzel oluyormuş. Boğaz manzarası da cabası:)

46-Büyükada'da Aya Yorgi'ye tırmanmanın mutluluğunu yaşayın. 
Muhteşem manzaraya bakıp, yaşadığınıza tekrar şükredin:)

47-Beyoğlu Üçüncü Mevki'de yemek yiyin.
Öğrenciliğimden beri severek gittiğim kendine özgü bu minik lokantada, farklı bir yemek deneyimi yaşatın kendinize. (Yemeğin sonunda, çikolatalı muhallebisini yemeyi unutmayın.)

48-Hisar'dan Bebek'e yürüyün. 
İnsanın içini titreten Hisar'ın rüzgarını, yürürken iliklerinizde hissedin.

49-Ali Muhittin Hacıbekir'den (Beyoğlu-Kadıköy) rengarenk akide şekeri alın. Çocukluğunuzu hatırlayın. 
Favorim, fındıklı akide şekeridir. Azar azar her renkten alın, sevdiklerinizle paylaşın.

5o-Aşık olun!
Ayrı gayrı durmayın bu martılar gibi:)
Aşkın her mevsiminde size kol kanat geren başka şehir bulunur mu?

51-Vapurdan martılara simit atmayı da unutmayın tabi:)
51. maddeyi eklememe sebep olan Barış arkadaşıma, verdiği fikir ve fotoğraf için çok teşekkür ederim:)

İstanbul'da hepi topu 21 senelik bir geçmişim var. Yaşı yüzyıllarla ölçülen bir şehirde 21 sene nedir ki? Ama bu kısa zaman aralığında bile, İstanbul'un canına can katan gençliğimin mekanları birer birer yok oluyor...Benim için film festivali Emek Sineması demekti...Alkazar sessizce gitti zaten. AKM'deki programlar hep takibimizdeydi. Birçok sanatçıyı, eseri, ben buradaki gösterilere giderek öğrendim. Emek'siz, Alkazar'sız, AKM'siz bir öğrencilik hayatını gençler bilmese de, onlarsız İstanbul eksik geliyor bana...Eksiklik demişken...Ben küçükken, babam bizi İstanbul seyahatlerimizde Rejans'a götürürdü. İlginç gelirdi burası bana. Mereng adlı tatlısını ve yaşlı müzisyen teyzeyi hala hatırlarım, sarı votkaları da unutulacak gibi değil ama o da kısa tarihimde kayboldu gitti...Haydarpaşa da yandı bitti kül oldu...Daha pek çok giden değer var da...

Gidene üzülmekle, gideni geri getiremiyoruz. En iyisi; İstoş'u sevelim, İstoş'a sahip çıkalım...



10 December 2013

kim tutar füs seni?

2 sene önce aralık ayında blogumda hoş bir çalışma yapmıştım. 30 gün boyunca her gün yapmayı istediğim şeyleri listelemiş, sonra da kendimi yaptıklarım ve yapamadıklarımla ilgili değerlendirmiştim...Yaparken de çok keyif almıştım...
Bu sene için de aynı niyetim vardı ama kısmet bugüneymiş...
*
10 Aralık'ta başlamış olayım bu seneki çalışmaya...Bu sefer daha minik listem:)

-Dizimi incittiğimden dolayı aksattığım tibet egzersizlerini her sabah yapacağım..
-Blog'a her gün yazacağım...

Aslında derdim blog yazmakla. Koçluk görüşmeleri yapıyorum bu ara. Staj dönemindeyim. Başka insanlarla bu yolla bir temas kurmak çok yeniliyor beni. Başkalarıyla teması kuvvetlendirirken kendimi de ihmal etmeyim diyorum:)
Siz nasılsınız bilmem ama ben genelde düşünce balonu şeklinde dolaşırım. Çok düşünürüm. Çevremden "Füs çok düşünüyorsun!" yorumları da almışlığım vardır.
Geçen gün Mithat, "Ruhsal Astroloji" diye bir kitap okuyordu. Ben her zamanki gibi biraz alaycı bir tavırda (spritüel konulara hafif mesafeli yaklaştığımdan) "ee ben nasılmışım astroloğum?" dedim Mit'e. Bir okumaya başladı, "Yahu bu okudukların beni anlatıyor, bana mı böyle denk geldi yoksa?" dedim. Diğer burçlar da, kişinin yapısına oldukça uygun çıkıyormuş. (Belki de kişi, kendine uygun bulduklarını aralarından algılamayı seçiyor? bilemedim...). Diğer burçları okumadım ancak okuduğum ruh burcu açıklamasında kendime yakın bulduğum çok şey oldu. Detaya girmeyeceğim ama bana en çok dokunan kısımlardan biri şu oldu: Benim ruh burcumdaki insanlar, o kadar çok yönlü düşünürlermiş ki, bazen bu kadar boyutlu düşünmekten hiçbir yöne gidemezlermiş...

Yani düşün düşün...:) Çok da üstüme gitmeyim, düşünmek insan olmaya dair birşey, güzel birşey... Ancak şunu da biliyorum, düşüncelerim balon olmaktan çıkıp, yazıya aktığında daha tamamlanmış hissediyorum kendimi. Yazmaya ara verdiğimde, o balonların içimde patlatma raddesine geldiğini de hissediyorum ki, buna hiç gerek yok:) Eee seni tutan ne Füs diyebilirsiniz? İnsanı kendinden başka tutan biri olabilir mi? derim ben de size...
Kendime "kim tutar Füs seni!" diyor, yeni yıla kadar her gün yazmaya niyet ediyorum...

Uğurlar ola! Heyyamola...

Ee ne demiş ünsüzün biri;
"Eylemdir hayatı gerçek kılan!"