Featured Post

27 March 2012

sass

"Daha sade bir hayat" kitabını bitirdim. Yasmin'in dediği gibi, bilmediğim şeyler değildi çoğu ama insanın bilip de uygulamadığı şeyleri, zaman zaman hatırlamasında fayda var...

Kitaptan...
Evimizi (bir yandan büyütürken), hayatımızı (koşuşturmaktan bitap düşüp yeterince uyuyamadığımız halde) ve bilincimizi (24 saatlik haber yayını, bloglar, Blackberry'ler, sürekli değişen gündemle) tıka basa dolduruyoruz. Hayatlarımız bu hıza ayak uyduracak şekilde hızlandıkça, sadece çocuklarımızı yanımızda sürüklemekle kalmıyor, aynı zamanda bu hızla ilgili endişelerimizi onlara da yansıtıyoruz.
...Oysa endişelerimiz yerine tutkularımızla (mesela dünyayı koruma arzusu gibi) motive olsak, hareketlerimiz daha tutarlı ve sürekli olabilir.
konuya sert girdik, baharla yumuşatalım:)
"Kıssadan hisse, bu kitaptan neleri uyguladın hayatına?" diyecek olursanız, buyrun...
-Defne'nin oyuncaklarının çoğunu çıkardım odasından. Zaten birçoğunu uzun süreden beri gözü görmüyordu. Bir kısmını, daha küçük çocuğu olan arkadaşlarıma ayırdım, bir kısmını da ihtiyacı olabileceğini düşündüğüm birilerine verdim. Aslında çocukların pek oyuncağa ihtiyacı olduğunu da düşünmüyorum ya neyse, 1-2 şey ilgilerini çekerse, bir süre onunla oyalanabiliyorlar o kadar. Özellikle yaş büyüdükçe, oyuncak iyice anlamını yitiriyor. Defne de oyuncağa çok düşkün bir çocuk olmadı hiçbir zaman. Odadan gereksiz oyuncakları çıkarınca, ondan önce ben rahatladım,...oooh be!

-Sıra geldi Defne'nin kitaplarına. Kitaplığındaki kitapların içinden, aradığımı ben bile bulmakta zorlanır duruma gelmiştim. Defne nasıl bulsun? Kitaplıktaki kitapların 3'te 1'ini; gelecek sene kendi okumak isteyebilir diye ayırdım, diğer 3'te 1'ini; freecycle'dan bir üniversite öğrencisine verdik, meğer o da Van'a gönüllü giden öğrencilerden biriymiş, sevindim kitapların işe yaramasına... Kalan kitaplarla, kitaplık nefes aldı şu an. Okumak istediğimiz kitapları rahatça seçiyoruz, kafamız karışmadan, temiz!

-Defne'nin DVD ve VCD'lerine gelince... Bazıları seyredilmekten bozulmuş, iflah olmaz, at gitsin. (Bu CD ve DVD'lerin geri dönüşümü var mı acaba? Çünkü çok büyük çöplük bu bozuk DVD'ler). Sağlam olanların çoğunu da seyretmiyor artık. Hepsini yokedemedim Defne'nin gözü önünde ancak ufak ufak ortadan kaldırıyorum seyretmediklerini. Mesela seyretmediği 2 DVD'yi okulun kütüphanesine bağışladık. Onun da hoşuna gitti. Her hafta düzenli olarak okulun kütüphanesinden; kitap ve DVD alıyor. Kendi de alıştı bu düzene. Artık her kitapçıya gittiğimizde, illa kitap ve DVD alalım diye ısrar etmiyor. Hepimiz rahat bir nefes alıyoruz:) Ooh ki ne oh!

-Defne'nin kıyafetlerini zaten uzun bir süredir abartmadan alıyorduk. Giyeceği kadar, ee ablamlardan da geliyor az çok kıyafet, tamamdır. Küçülen kıyafetlerinin de, arkadaşlarımın çocuklarında işe yaradığını görmek keyifli:)

-Yazar(lar)ın çocuğa sorumluluk verme önerilerinden bazılarını da denedim. Mesela çorap söküğünü Defne'ye diktirmek hiç aklıma gelmemişti önceden, düğme dikmişliği vardı kızımın, "çorabını diker misin?" dediğimde, öyle keyifle dikti ki, ikimizin de işi görülmüş oldu. Şimdi de güsel güsel giyiyor kendi diktiği çorabı.

Bir de boncuktan kolye yapma hikayemiz var ki...Defne boncuklarıyla meşgul, mutlu mesut kolye yaparken, ben de diğer odada, rahat rahat kıyafetleri elden geçiriyordum. Oh ne güsel, koptu gitti boncuklarla diye seviniyordum. Defne güsel kolyeler yapmış olmanın keyfiyle, boncuk dolu kutuyu artık kaldırıyor olmalıydı ki, birden yüzlerce boncuğun, pıt pıt pıt, pıtpıtpıtpıtpıt.... diye kutudan düşme seslerini duydum yandaki odadan...Eee bu da işin cilvesiydi, odanın dört bir yanına dağılan boncukları tek tek toplayarak, pilates'in ileri seviyesini de yapmış olduk:)

-Hep Defne'yi yazdım ama biz de zaman zaman hayatımızda bazı sadeleştirmeler yapıyorduk. Uzun süredir, okuduğumuz çoğu kitabı başkalarına veriyoruz. Seyrettiğimiz DVD'leri de aynı şekilde, tutmuyoruz. Bir daha dönüp seyretmiyoruz, okumuyoruz ki, çok nadir oluyor o tür geri dönüşler, işte o kıymette gördüklerimi saklıyorum bir tek. Uzun süredir pek kıyafet de almıyoruz üstümüze. Kilo almadığımız sürece, bu kıyafetler yıllarca işimizi görür diye düşünüyorum:)

-Bu sadeleşme işinde aslında yaptığım en önemli şey, yaptığım programları azaltmak oldu! Şimdi beni tanıyanlar "hadi canım, sen de füs" diyeceklerdir. Ama gerçekten... Program azalttığımda, o bir yerlere yetişme stresi de azaldı içimde, daha huzurlu bir insan oldum:)

-Zaten iş gereği, ister istemez Blackberry canavarına maruz kalıyorum, en azından onun dışında kalan zamanlarımı(!) daha özgür geçireyim. Mesela, son yıllarda hafta sonları spor merkezine gidiyordum. Normalde bu mekanları çok ruhsuz bulurum ancak toplu derslere katıldığım zamanlarda, itiraf etmeliyim ki, hareket etmenin güzelliğini yaşadım. Sporla yetişen bir insan olmadığım için de, kendimi disipline etmek için uzun bir süre spora gittim, faydasını da gördüm ama yeter artık, yeterince disipline oldum. Derse yetişeceğim diye koştur, Defne'yi bir yere bırakmak ya da spora götürmek için düşün dur, dönüşte trafiğe takıl, eee ne anladık bu spordan? Biraz geç bir uyanış oldu ama uyandım:) Yürüyüş yapmak da güsel, Defne ile koşmak da, hem de evin etrafında arabaya binmeden gidilebilecek yerler var. "İnsanın kendine ettiğini kimse etmezmiş" diye bir söz var, ne doğru...

-Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinden de mümkün mertebe uzak durmakta fayda var. Twitter'la zaten işim olmaz. Bakmayın bugün bu kadar uzun yazdığıma, kısa ve duru yazılar yazmak istiyorum aslında... Blog dolaşmalarını da sınırlamak lazım. Herşey kararında güsel...

-Evde hiçbir program yapmadan oturmak da çok rahatlatıcı. Kitapta sevdiğim şeylerden ikisi de; yazarın çocukların can sıkıntısı yaşamalarını hararetle tavsiye etmesi ve sıradanlığa övgüde bulunması oldu.

-Benim Sass tanımlamamla birebir ters bir açıklaması var bu kitabın yazarının:) Bir gün aktif(A) geçirdiyseniz, ertesi günü sakin(S) geçirin diyor haklı olarak. Bir günü çok aktif(A+) geçirdiyseniz, 2 günü sakin(SS) geçirin diyor. Hepimize iyi geliyor bu reçete...

-Kendimle ilgili bir başka dikkat ettiğim konu da, "daha az konuşmaya çalışmak!" Defne'ye yıllarca tane tane herşeyi anlatmaya çalıştım, ama zaten Defne beni çoktan çözmüş durumda. (Çok konuşan bir insan olduğumu düşünmesem de, aynı durum Mit ve diğer yakınlarım için de geçerli sanırım:) Daha az ve net konuşunca, hayat da daha basit. Sen sağ ben selamet...

Bu sadeleştirme harekatının film festivali zamanına denk gelmesi çok iyi olmadı tabi benim açımdan ama onda da yapacak birşey yok, sade sade gideceğiz artık filmlere...

Hadi hepinize iyi geceler...

20 March 2012

bahar kıyağı

Tersten gidiyorum, bir önceki günü yazacağım.
Dün Defne ile ana-kız kendimize bir bahar kıyağı çektik! Tüm gün dışarda, Bahariye-Moda-Kadıköy'ün altını üstüne getirdik!
Sadeleşme harekatına devam ediyoruz ama dün bütün rutinlere biraz es verdik, bir günlük kaçamak yapalım dedik, kendimize geldik:)

önce park!
"oooh, anne sallan, ferahla sen de, oooh be nefes aldık !"
(ben de baya güsel sallandım, neyse ki salıncak dayanıklıymış:)
"dinleniyorum"
o kadar hareket edince acıktık!
bahariye/pita
"mantı da yerim, hemi de beyaz ekmekle!"
moda'ya tramvay ile geliş!
ali usta dondurmacısı
"çok da özel değilmiş dondurması, niye bu kadar uzun sıra var anne?"
bu günleri de görmek varmış:)
rexx'ten ist film fest kitapçığını aldık ve filmleri birlikte seçtik!
biraz hızlı ve sallamasyon bir seçim oldu ama olsun, Defne de 2 filme gidiyor!
biri çocuk filmi-miyav, diğeri animasyon-mutlulukla boya beni
(ama şaşkın anne anime filmin fransızca olduğuna bakmadan(sadece türkçe altyazı) alıyor biletleri,
 efelere de alıyor üstelik, neyse tercüme ederim, sıkılırlarsa da çıkarız:)


Sonrası, Kadıköy'e yürüyerek iniş ve Mit'le buluşma, 1-2 kitapçı dolaştıktan sonra, Kadıköy sebze-meyve pazarından alışveriş, arabada Defne nakavt! Ve sonrasında 12 saatlik uyku! 
Oh be, iyi ki bahar geldi!

güne erken başlamak...

Bugün sabah, ailecek güne erken başladık. Sabahçı bir insan olmamama rağmen, evdekilerin enerjisiyle, bana da bir enerji geldi, bir de sabah erken kahvaltıya misafirim vardı. O da bana bir şevk verdi. Oh ne güsel masayı hazırladım, çayı demledim, portakal suyu bile sıktım. Bir de müzik...Üzerine sıcak poğaçalar gelince de; sabahın bütün sevimsizliği bu sabaha özel, benim için kayboldu:)
Can Yücel boşuna yazmamış aşağıdaki şiiri, var bi bildiği...
Güne erken başlamak aslında keyifli, arada bir de olsa, rutinin dışına çıkıp, işten önce Emirganlara, Çengelköylere kaçmalı ya da erken kalkıp çok yol olan bir arkadaşı kahvaltıda ağırlamalı:)
cemal süreya'nın dediği gibi; "kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı"

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin…
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin…
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,
Bak güzelim kahvaltının keyfine.

Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin..
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
seni mutlu eden sesi duymak için “alo “de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa…
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla ,köpek görürsen okşa ,
Çocuk görürsen yanağından makas al.
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
Sen çok darda iken kimler seni ferahlattı,
Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak,
yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..
Arkadaşım,
hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!
Can Yücel







13 March 2012

güneş mutlak doğar!

375 gün sonra olsa da, Ahmet (Şık) tahliye oldu. Hiç tutuklanmamalıydı. Yaşamından sebepsiz yere bir sene çalındı. Geç de olsa; özgürlüğüne, Yonca'ya, Mina'ya kavuşmuş olmasına seviniyorum şu an. Bu sebeple bugün daha huzurlu uyuyacağım.

Ama adalet tüm insanlar için yerini bulmadığı sürece, hiçbirimizin uzun süre huzurlu uyuyamayacağını da biliyorum. Diğer taraftan, dünyanın değişebilirliğine dair inancımı, umudumu da korumak istiyorum. Tabi dünya durduk yerde değişmiyor. Birey olarak seyirci konumundan çıkıp, bizim de birşeyler yapmamız gerektiğine inanıyorum. Farkındalığımızı arttırıp; haksızlıklara ses çıkarmakla, dünyaya katkı sağlayacak işlere kafa yormakla, bu değişimde bir payımız olabilir gibi geliyor bana... Zira eylemsizlik rahatsız ediyor, bir süre önce okuduğum Martin Luther King'in sözü, sürekli kafamda dönüp dolaşıyor:
"Beni kötülerin zulümleri değil, iyilerin sessizliği korkutuyor."


Tabi bahsettiğim eylemler, sadece facebook gibi sosyal mecralar üzerinden yandaki gibi bir saniyelik, kliklik eylemler değil. (Yalnız ve güzel ülkemde, bu eylemleri bile yapmaktan korkar hale geldik o ayrı. İşte bu kadar sinmemek gerek. Başka bir bakış açısı da, bu tıklamaların bile bir işe yaradığı şeklinde olabilir. Esasında demek istediğim; sadece vicdanımızı rahatlatmak ve tepki gösterdiğimizi belirtmek için, facebook üzerinden arkadaşlarımızla yazışmanın ötesinde aksiyonlar alabilmeliyiz. Almıyorsak, öyle atıp tutmanın kimseye bir faydası yok kanaatimce. Bu aksiyonu kendimiz için değilse bile, en azından çocuklarımız için almalıyız. Bu konuda ben kendimi kızıma karşı sorumlu hissediyorum mesela.)

Neyse, gene de enseyi karartmayalım, Brecht'in dediği gibi; "Gece uzun da olsa, güneş mutlak doğar!"

Not: Bu kız da amma çok Brecht yazarmış diyorsanız, geçen gün Genco Erkal'ın "Ben Bertolt Brecht" oyununa gittik de, oyundan aklımda kalanlar dökülüyor yazılara:)

Hepinize iyi geceler,

12 March 2012

daha sade bir hayat

Bir süreden beri biriktirdiğim, yazmak istediğim konular var. Ama bugün okumaya başladığım "Daha Sade Bir Hayat" kitabı, yazmak istediklerimi sadeleştirmeme yol açabilir:)
Oldukça koşuşturmalı bir hayatın içindeyim. Tabiatımda da birçok şeyi yapma isteği var ancak bir düzenleme getirmesi gerekiyor insanın kendisine. Herşeye yetişmeye çalışmak insanı yıpratabiliyor. Daha sade bir hayat için; iyi seçimler yapmak, hatta bazı şeyleri seçmemek lazım zannımca. Bunun farkındayım, her zaman yapamasam da, zaman zaman hayatımda birtakım sadeleştirmeler yaparım, özellikle bahar döneminde...
Kitabın ilk sayfalarında okuduğum kadarıyla, burada daha sistematik bir sadeleştirme harekatından (Waldorf eğitim sistemi prensipleri) bahsediliyor. Heyecanlıyım, bakalım farklı bir şeyler bulacak mıyım kitapta? Kendi hayatımı sadeleştirmeyi başarabilirsem, çocuğumun, ailemin hayatını da sadeleştirebilirim. (Kitap aslında çocukların hayatını sadeleştirmekle ilgili ama bunun için önce bizden başlamak gerekiyor tabi ki:)
Müsadenizle biraz okuyayım, beğendiğim kısımları sizinle paylaşırım...
*
Bertolt Brecht'in "İyilik Neye Yarar?" şiirinden beni etkileyen bir bölümüyle hepinize iyi geceler diliyorum...

İyi insan olacağınıza, 
Öyle bir yere götürün ki dünyayı,
İyilik beklenmesin

Bertolt Brecht

08 March 2012

defne'nin dünyası...

Defne'nin hayalindeki mesleklerimiz:) 
annem şarkıcı, babam kovboy
ben de veteriner:)

Defne babasını muhtemelen Red Kit'le özdeşleştirerek, ona kovboyluk payesi verdi. Beni kimle özdeşleştirdi bilemedim ama sormadım da:) Küçükken ben de şarkıcı olmak isterdim. Kızım da öyle görmek istemiş beni, hoşuma gitti, bu sesle beni şarkıcı yapacak tek kişi de Defne'dir zaten:)
Defne ne kadar hayvanları sevse de, kedi köpeğe yaklaşmaktan oldukça korkar, "bu korkusunu yenmek için mi veteriner olmaya karar verdi acep?" diye düşünmeden edemedim, tabi onu da sormadım:) Sormak istemedim. Resimler bu haliyle kalsın istedim.


Hepinize iyi geceler...

07 March 2012

nothing really matters...

Her gün yazma işine tekrar döneceğim gibi görünüyor. Zira koptum mu kopuyorum.
Kısa kısa da olsa, sık sık yazacağım. (Kendime söz:)
Ben yazmayalı, Şebo ve Mit de blog dünyamıza katıldı. Şu anki blog dünyamız küçük, dünyamız büyür büyümez bilemiyorum ama yazmak, okumak, paylaşmak güzel geliyor...
*
Dot-Supernova
Stüdyo Oyuncuları-10 Adımda Unutmak

Bahsedeceğim tiyatro oyunları, filmler arada kaynadı. Çok detaylı yazmayacak olsam da, Dot'un "Supernova"'sını ve Şahika Tekand-Stüdyo oyuncularının "10 Adımda Unutmak" oyunlarını görmenizi tavsiye ederim. Çok dinamik, etkileyici oyunlar ikisi de. Ben genelde bir oyunu görmeden, onun hakkındaki eleştirileri okumamaya çalışırım. Oyunu önyargısız seyretmek isterim. Fakat oyunu seyrettikten sonra, farklı görüşleri okumak hoşuma gider. "Aaa bak ben hiç böyle düşünmemiştim, ya da bak o da benim gibi hissetmiş, bunu da mı vurgulamak istemişler oyunda?..." gibi yorumlamaları kendi kendime yapmak hoşuma gider. Siz de bu tür bir tiyatro keyfi yaşamak isterseniz, oyunları seyrettikten sonra, oyun adları üzerine tıklamanız yeterli, sitelerinde oldukça detaylı bilgi bulacaksınız.
*
Film olarak da "The Artist"'ten bahsedecektim değil mi? Film; Oscar aldıktan sonra, benim çok fazla birşey dememe gerek kalmadı aslında:) The Artist, sessiz film döneminden sesli film dönemine geçişi, çok naif bir hikayede anlatıyor. Film siyah beyaz ve sessiz olarak çekilmiş (sadece müzikler ve altyazılar var). Bu sebeple, filmin sıkıcı olabileceğini düşünebilirsiniz. Ancak film; eski filmlerdeki gibi masalsı bir tadda olduğu ve iyi kurgulandığı için, keyifle seyrediliyor.
Aslına bakarsanız, Oscar kazanan filmlere son zamanlarda biraz mesafeli yaklaşıyorum. Hepsi de çok parlak filmler olmayabiliyor. Mesela neydi o 'The Hurt Locker (Ölümcül Tuzak)' filmi, tamamen iyi Amerikalılar, kötü düşmanlar tadında kurgulanmış vasat bir Amerikan filmiydi bana göre.
Neyse, ben 'The Artist''e, Oscar kazanmadan önce gitmiştim ancak sinema tarihine saygı açısından da, film ödülü hakediyor kanımca, zaten komite de böyle düşünmüş olacak ki, heykelciği yapımcılarına vermişler:).
Diğer Oscar'a aday filmlerin hepsini seyretmedim, öyle çok büyük yorumlarda bulunamam, ama keyifli bir filmdi The Artist, bu filmi izlemek isterseniz, mutlaka sinemada izleyin, sinemada eski günlere giderek hoş bir nostalji yaşayın derim...
*
Nostalji dedim de, aklıma geçenlerde Defne'yi götürdüğümüz 'Muppet Show' filmi geldi. Açıkçası ben de filmi göreceğim için oldukça heyecanlıydım. Ne de olsa çocukluğumuz ve ilk gençliğimiz Muppet Show ile geçmişti. Zamanında Miss Piggy olarak anılmışlığım bile vardı. Locadaki huysuz ihtiyarlar (Statler ve Waldorf) olarak da adlandırırdık bir zamanlar kendimizi Şebo'yla. Her programda konuk edecekleri ünlüleri merakla beklerdim.
Ama herşey zamanında güzel sanırım. Film maalesef çok parlak bir film değildi. Zorlama yapılmış gibiydi. Gene de eski ekibi birarada görmek, hoş bir nostalji oldu benim için...
Muppet Show'dan bir Queen parçası yorumuyla (Bohemian Rhapsody) aranızdan ayrılıyorum.
Hepinize iyi geceler...


Yarın görüşmek üzere...