Featured Post

07 March 2012

nothing really matters...

Her gün yazma işine tekrar döneceğim gibi görünüyor. Zira koptum mu kopuyorum.
Kısa kısa da olsa, sık sık yazacağım. (Kendime söz:)
Ben yazmayalı, Şebo ve Mit de blog dünyamıza katıldı. Şu anki blog dünyamız küçük, dünyamız büyür büyümez bilemiyorum ama yazmak, okumak, paylaşmak güzel geliyor...
*
Dot-Supernova
Stüdyo Oyuncuları-10 Adımda Unutmak

Bahsedeceğim tiyatro oyunları, filmler arada kaynadı. Çok detaylı yazmayacak olsam da, Dot'un "Supernova"'sını ve Şahika Tekand-Stüdyo oyuncularının "10 Adımda Unutmak" oyunlarını görmenizi tavsiye ederim. Çok dinamik, etkileyici oyunlar ikisi de. Ben genelde bir oyunu görmeden, onun hakkındaki eleştirileri okumamaya çalışırım. Oyunu önyargısız seyretmek isterim. Fakat oyunu seyrettikten sonra, farklı görüşleri okumak hoşuma gider. "Aaa bak ben hiç böyle düşünmemiştim, ya da bak o da benim gibi hissetmiş, bunu da mı vurgulamak istemişler oyunda?..." gibi yorumlamaları kendi kendime yapmak hoşuma gider. Siz de bu tür bir tiyatro keyfi yaşamak isterseniz, oyunları seyrettikten sonra, oyun adları üzerine tıklamanız yeterli, sitelerinde oldukça detaylı bilgi bulacaksınız.
*
Film olarak da "The Artist"'ten bahsedecektim değil mi? Film; Oscar aldıktan sonra, benim çok fazla birşey dememe gerek kalmadı aslında:) The Artist, sessiz film döneminden sesli film dönemine geçişi, çok naif bir hikayede anlatıyor. Film siyah beyaz ve sessiz olarak çekilmiş (sadece müzikler ve altyazılar var). Bu sebeple, filmin sıkıcı olabileceğini düşünebilirsiniz. Ancak film; eski filmlerdeki gibi masalsı bir tadda olduğu ve iyi kurgulandığı için, keyifle seyrediliyor.
Aslına bakarsanız, Oscar kazanan filmlere son zamanlarda biraz mesafeli yaklaşıyorum. Hepsi de çok parlak filmler olmayabiliyor. Mesela neydi o 'The Hurt Locker (Ölümcül Tuzak)' filmi, tamamen iyi Amerikalılar, kötü düşmanlar tadında kurgulanmış vasat bir Amerikan filmiydi bana göre.
Neyse, ben 'The Artist''e, Oscar kazanmadan önce gitmiştim ancak sinema tarihine saygı açısından da, film ödülü hakediyor kanımca, zaten komite de böyle düşünmüş olacak ki, heykelciği yapımcılarına vermişler:).
Diğer Oscar'a aday filmlerin hepsini seyretmedim, öyle çok büyük yorumlarda bulunamam, ama keyifli bir filmdi The Artist, bu filmi izlemek isterseniz, mutlaka sinemada izleyin, sinemada eski günlere giderek hoş bir nostalji yaşayın derim...
*
Nostalji dedim de, aklıma geçenlerde Defne'yi götürdüğümüz 'Muppet Show' filmi geldi. Açıkçası ben de filmi göreceğim için oldukça heyecanlıydım. Ne de olsa çocukluğumuz ve ilk gençliğimiz Muppet Show ile geçmişti. Zamanında Miss Piggy olarak anılmışlığım bile vardı. Locadaki huysuz ihtiyarlar (Statler ve Waldorf) olarak da adlandırırdık bir zamanlar kendimizi Şebo'yla. Her programda konuk edecekleri ünlüleri merakla beklerdim.
Ama herşey zamanında güzel sanırım. Film maalesef çok parlak bir film değildi. Zorlama yapılmış gibiydi. Gene de eski ekibi birarada görmek, hoş bir nostalji oldu benim için...
Muppet Show'dan bir Queen parçası yorumuyla (Bohemian Rhapsody) aranızdan ayrılıyorum.
Hepinize iyi geceler...


Yarın görüşmek üzere...

3 comments:

  1. Deme mukaddes deme,benim de cok seyretmek istedigim oyunlar bunlar. Buralarda dolup dolup gelmeden once herseye bilet aliyorum sonra istanbulda kasilip kaliyorum sirf bu oyunlar yuzunden. Sahikam zaten oole herzaman heryerde oynamaz, bulunca kacirmamali. Artist filmini sevdiysen, chaplinin hayatini anlatan filmi de mutlaka seversin, orda da siyah beyaz donemin baslangicini guzel bir huzunle vermisti, hem gulmus hem aglamistik:)) firatin telefonunda hala miss piggy olarak kayitlisin sen bizim heeer zaman saclarini arkaya dogru attiran suh ve cilveli miss piggimizsin yawlum. Filme biraz hevesim kacti, dvd yapcam o ayri!

    ReplyDelete
  2. edim sen de haklısın, ben de kısıtlı bir süre için istoş'a gelsem, senden farklı davranmazdım...ben sana alırım istediğin oyuna istediğin bileti!
    charlie chaplin'in filmini hayal meyal hatırlıyorum, tam hakkını vererek seyretmek gerek, önerin için sağol :)
    defne sevdi gene de muppet show'u, "mana mana" diye mırıldanıp duruyoruz evde, onun dediğine göre mana mana "evet evet" demekmiş:) seyredin, efe de sever...
    miss piggy de sizi çok seviyor!

    ReplyDelete
  3. yazımda ufak bir düzeltme yaptım, daha doğrusu yanlış bir bilgiyi kaldırdım. bohemian rhapsody queen'in 1975'deki "a night at the opera" albümündenmiş. yani freddie mercury'nin hastalığını öğrendikten sonra yazıp bestelediği bir şarkı değil imiş. yanlış duymuşum. doğrusunu paylaşayım dedim. bilginize.

    ReplyDelete