Featured Post

26 August 2013

yankı yazgan der ki...

yatmadan önce, yankı yazgan'la remzi kitabevi kitap gazetesi'nde yapılan söyleşiyi paylaşmak istedim. (ağustos 2013-ırmak zileli röportajı)
yazıdan minik bir alıntı yaptım ancak yankı yazgan'ın röportajda her söylediği çok değerli bence... alıntıya tıklayınca yazıya kavuşabilirsiniz:) yazı uzun demeyin, okuyun, pişman olmayacaksınız...

"'secret' arıyorsanız, kelime haznenizi geliştirin"

“Kişisel gelişim kavramı bugün hayatın sırlarını açıkladığını iddia edilen kitaplara armağan edildi. Oysa kişisel gelişim başka bir şeydir diyorsunuz. Nedir kişisel gelişim?”

“Orayı belirsiz bırakmışım gördüğünüz gibi… O kitapların hepsi belirsizliği nasıl kontrol edebileceğimizle ilgili sırlar veriyor. Bak bu iş böyledir diyor ve siz sırrı almış oluyorsunuz. Öyle olup olmadığını sorgulamaktan artık vazgeçerek rahat ediyorsunuz. Böyleymiş diyorsunuz. Her sabah bir sarımsak yersem kalp hastası olmuyormuşum. Tamam kalp hastalığını saf dışı ettik… Reçete kitapların yaptığı şey belirsizliğin yok edilemez olduğu alanlardaki belirsizliğin yok edilmesi için formüller üretmek. Ama ben diyorum ki ‘secret’ arıyorsanız, mesela, kelime haznenizi geliştirin, bol kitap okuyun. Araştırmalar net; kelime hazneniz ne kadar genişse, o kadar çok eğitim, o kadar yüksek gelir, o kadar başarı, o kadar uzun süreli ilişkiler. İstedikleriniz buysa…”


kitap hakkında

bu gece 3 yazı yayınlayarak, kendimi coşua ilan ettim!
hadi iyi geceler:)

ağustos böceği

ağustos böceğinin gerçek hikayesini bilir misiniz? sunay akın'ın anlattığı versiyonu severim ben:

"Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama olarak 12 yıl bekler. Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos.
Yani topu topu bir ay... Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.
Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir. Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay...
Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok.
Siz olsanız çalışır mıydınız, şarkı mı söylerdiniz?"

nereden çıktı bu ağustos böceği hikayesi derseniz, kendimi bu ay ağustos böceği ilan ettim! erkek- dişi takılmayın. kendimce, belli zorlukları aşarak, iş hayatımda bir karar noktasına geldim. aslında bu kadar afilli yazmama da gerek yok, işten ayrıldım:) önümüzdeki dönemde başka iş alanına geçmeyi düşüneceğim ama bu ay hiçbirşeyi düşünesim yok. 39 yıllık ömrümde, en azından bu ağustos ayında, kendime kıyak geçme hakkı verdim. gelecekle ilgili hiçbir şey düşünmeyip sadece bugünü yaşıyorum. ne şahane birşeymiş böyle yaşamak...gözümden sis perdesi kalktı. hep böyle yaşamalı be insan, ağustos böceği gibi şarkı söyleyerek, her günü dolu dolu hissederek, sindirerek...ben daha ziyade başı kesik tavuk gibi yaşıyordum son dönemlerde:)
*
ağustos ayında yardımcı teyzemiz köyüne gitti, her sene bir ay gider zaten. çalışırken bu dönemde, defne'yi ayarlamakta zorlanırdım ama bu sene nefis oldu gitmesi...
evde gerçek işlerle haşır neşir olmak bana bu dönemde çok iyi geldi.
-bir kere yardımcı teyzemizin değerini daha iyi anladım. (her çalışan kadın, böyle bir dönem geçirmeli bence ki, yardımcı teyzelerinin değerini iyice anlasınlar, dırdırlanıp durmasınlar.)
-evde her gün yemek yapıyorum. hiç yemek yapmayan biri değildim elbet ancak ne yalan söyleyim, yemek yapma konusunda titrek bir kadındım. ablam ve annem ne kadar becerikliyse, ben de o kadar ezik hissederdim bu konuda. walla konuyu abartmayıp, yemek yapmaya bodoslama dalınca, bayaa da iyi yemek yapabildiğimi gördüm. defne ile mit hevesle masaya oturup, o yemekleri bitirdi mi mest oluyorum, kendime güvenim geldi:). kek işini halaa beceremiyorum ama, kabarmıyorlar bir türlü! olsun kızlar yaparken eğlendi o gün...
portakallı ıslak kek:) defne: sosu koymadan daha mı iyiydi anne?
-ne çok çamaşırımız oluyormuş yahu. çamaşır yıka, çamaşır as, ütü yap. bu rutin işleri bu dönemde bolca yapıyorum. ama hayatımın aydınlanmalarından birini de, bir gün ütü yaparken yaşadım. onu da başka bir yazıda anlatırım.
-ne iş yaparsam yapayım, müzik dinliyorum. annem de iş yaparken radyodan müzik dinler, sanatçıya eşlik ederdi... ay ne keyifli birşeymiş müzikle iş yapmak...o şarkıların dünyasına dalarak, moddan moda sekmek...
-evi her gün topluyorum, arada da süpürüyorum.
-çiçekleri çok ihmal etmişiz, onlar da kendine geldi şimdi.
-defne ile bol bol vakit geçiriyoruz birlikte. hem onun arkadaşlarıyla hem benim arkadaşlarımla birlikte görüşüyoruz, arada minik arızalar çıksa da, bayaa eğleniyoruz.
-defne de, evde gerçek işlerle meşgul olmayı seviyor. becerikli bir kız (belki ben de öyleydim, ah o kodlanmalar, kıracağım ulen tüm kodları!). yemek hazırlıklarından, ev süpürmeye, ütüye kadar herşeyi yapıyor. hatta geçen gün tam 1 saat ütü yaptı, o kadar iyi yapıyordu ki, bırakmışım kendi haline, koltukta sızmış kalmışım...




-pazara gitmeyi özlemişim. pazarda eskiden alışveriş yaptığım pazarcılar beni tanıyınca, çok sevindim. defne ile pazarda resmen kendimizden geçiyoruz. ne cennet ülkede yaşıyoruz!
-araba kullanmam minimuma indi. her işi mahalle içinde halletmeye çalışıyorum. defne'nin sık görüştüğü arkadaşı, zaten bir paralel sokağımızda. manav, kasap, bakkal 5 dakika. yürüyüş yaptığımız park biraz yokuş yukarı ama o kadar da olacak, spor niyetine...
-neyse özet olarak; fiziksel olarak kıçımın çıktığı ama kafamın da bir o kadar berraklaştığı bir dönemdeyim.
-kitap da okuyorum, henüz tam istediğim kıvamda değil, olsun. olanı kabul edip, şükrettiğim bir dönem...
okuduğum kitaplar:)
tembellik hakkı:) (paul lafargue)
bozkırkurdu (hermann hesse)
how to be idle:) (tom hodgkinson) 

kitaplardan ayrı bir yazıda bahsedebilirim.
yarın bir haftalık tatile çıkıyoruz. tatile çıkmadan en azından bu yazıyı yazayım istedim. döndüğümde malum eylül olacak:) aman her ayı hakettiği şekilde yaşayacağız işte, melankoli gelirse kapıya, git mi diyeceğiz? onun da kendine göre bir güselliği var...

coştum gece gece, belki bir yazı daha patlatırım;)

hadi iyi geceler...

daldan dala...

daha önceden yazdığım ve fakat yayınlayamadığım bir yazım vardı, önce onu yayınlayım da, taslaktan hayata geçsin yazı. sonraki postta bugüne geliris:)
***
üniversitedeki erkek arkadaşım "füs, ne zaman değişeceği belli olmayan dört mevsim gibidir ama en çok bahar olmak ister..." diye yazmıştı yıllığa. aradan geçen yıllara bakıyorum da, fena bir saptama yapmamış.
hakikaten değişken bir ruh halim var. ama genel gayretim günün sonunda, baharı yakalayabilmekte...
kendimi dövmeyi bırakıp, sevdiğim hallerimi daha çok benimsedikçe, daha bir güzelleşiyor sanki hayat. ama tabi hayat bu, sorgulamalar da bitmiyor...

neyse, daha önceden okuyup altını çizdiğim, "hııımmm iyiymiş" dediğim, birkaç kitaptan, yazıdan alıntı yapayım en iyisi...

...İşte disipline sokulması gereken duygulardan biri de sevgi duygusudur. Daha önce belirttiğim gibi, bu duygu gerçek sevginin kendisi değil, kateksisle bağlantılı olan duygudur. Beraberinde getirdiği yaratıcı enerjiden dolayı saygı duyulması, geliştirilmesi gereken bir duygudur ama eğer başıboş bırakılırsa, sonuç gerçek sevgi değil, karışıklık ve verimsizlik olur. Gerçek sevgi insanın benliğini genişletmesini içerdiğinden, muazzam bir enerjiyi gerektirir; ama ister beğenin ister beğenmeyin, enerji stoklarımız da tıpkı bir günün saatleri gibi sayılıdır. Herkesi birden sevemeyiz. Tüm insanlığa sevgi duyabileceğimiz doğrudur, bu da bize belli birkaç kişiye sevgi gösterebilmek için gerekli enerjiyi sağlar. Ama gücümüz ancak birkaç kişiyi gerçekten sevebilmeye yeter.
(Az Seçilen Yol-Dr. M. Scott Peck)

"Ne istediğimizi bilmemiz normal değildir. Çok ender ve zor bir psikolojik başarıdır bu. (Abraham Maslow-Motivasyon ve Kişilik)

(Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı- Alain de Botton kitabında Maslow'un bu sözüne yer vermiş.)

Herkes için farklı tabii bu durumlar. Öyle olması da doğal. Kiminin küçük derdi, öbürünün cehennemi, ya öyle ya da tersi. Kimine göre ölümdür gerçek dert, kimine göre yaşam. Nasıl ayırt edeceğiz küçüğü büyükten diye dert etmeyin boşuna, başına gelince anlıyor insan. Siz siz olun, küçük dertlerin şımartan aromasından uzak durun. Sevdiklerinize sahip çıkın, sevmek büyütür insanı, gerçek dertlerle boğuşurken, sevdikleriniz kadar varsınız, sevemedikleriniz sizin kaybınız. Hafta sonu becerebilirsem adaya gideceğim. Kim bilir, belki de aynı şiirdeki gibi şehre bir film gelir, bir güzel orman olur yazılarda ve adada başlayan Kalamar hikâyesi, adada biter haftaya. 
Neyse ki yok olmak zor, insanın birazı hep kalıyor tabakta, yeter ki insan açgözlülük etmesin. Güneşli bir hafta sonu diliyorum. Allah kimseye gerçek dertler vermesin.

(Berkun Oya, Damak, Radikal 17.05.2013)


farklı dönemlerde okuduğum bu yazıları alt alta koyunca bir özet yapma ihtiyacım doğdu!
özetim;
1-enerji stoklarımız sayılı, enerjini ota boka harcama füs!
2-hayatta ne istediğini bilen insanlara her zaman hayranlık duymuşumdur, "ulen ben niye böyle net bilemiyorum hayatta ne istediğimi?" diye hayıflanırdım. maslow amcam bunun o kadar da kolay bişi olmadığını söyleyerek beni rahatlattı, yaşa!
3-"siz siz olun, küçük dertlerin şımartan aromasından uzak durun!"

hadi iyi geceler...