Featured Post

30 December 2014

1-2, 1-2...Biriktirerek bitirdim seneyi...

Seneyi 1-2, 1-2 birikenlerle kapatayım...
Buyrunuz...

1 rüya: 
Çok oldu ama yazacağım dedim diye, yazıyorum. Geçen aylarda bir gün, Özdemir Asaf'ı rüyamda gördüm. Rüya bu ya, sinemaya gidiyormuşum. O da 5-6 yaşlarındaki oğluyla sinemaya gidiyormuş.
Sinemanın önünde "Merhaba, ben Özdemir Asaf" diyerek kendini tanıtıyor. Ben de kendimi tanıtıyorum. Sinemadan önce, hoş sohbet ediyoruz. Sonra film başlıyor, birbirimize "iyi seyirler" diyerek ayrılıyoruz.
Rüya burada bitti, rüyaların bilinçaltımızla yakın bağlantısı olduğunu biliyorum. Ertesi gün biraz şiirlerine baktım bu yüzden. Acaba bana bir mesaj mı var diye:) ama her şiir başka bir dünya haliyle...İşin içinden çıkamadım. Aklıma gelen ilk şiirini yazarak, rüya anlatımımı bitireyim en iyisi...
Altıncı Gün
"Benim söylemek için çırpındığım gecelerde,
Siz yoktunuz." Özdemir Asaf

2 film: 

Interstellar
Mit'in oldukça beğendiği, benim için 2. defa seyrettiği Interstellar filmi. Kabul etmeliyim ki, benim için anlaması çok kolay bir film değildi. Filmden sonra Mit, filmdeki zaman geçişlerini gösteren bir şema paylaştı da, film, biraz daha oturdu kafamda:) Ama zamanın göreceliliği, 4. 5. zaman boyutları gibi kavramlar beni oldukça etkiledi. Filme gitmek isteyenler olabilir, o yüzden detaya girmeyeceğim ancak özellikle baş karakterin bir boyutta takılı kaldığı zamanki çaresizliği ve sonrasında geliştirdiği yöntemle, sevdiklerine başka bir boyuttan ulaşabilmesi, aklımda en çok yer eden sahnelerden biri oldu...
Words&Pictures
Henüz vizyona girmedi, vizyona girdiği zaman; özellikle edebiyata, resme, sanata düşkün olanlar bu filmi seyretsin isterim...Juliet Binoche, gene döktürüyor ve bu kadın gerçekten güzel yaş alıyor...



Filmden bir kuple...
Why art?
If our senses and consciousness were entirely in tune with nature, if we could communicate and understand each other, then there wouldn't be any need for art.
In fact, we would all be artists. Because we would all be as one!"

1 deney : 
Japon araştırmacı Dr. Masaru Emoto'yu bilir misiniz? Su kristallerinin; kendilerine söylenen sözlere, gösterilen görüntülere ve dinletilen müziğe göre nasıl değişim geçirdiğini deneylerle gösteren kişidir kendisi... ("What do we bleep know" filmini seyredenler belki filmdeki kristal sergisini hatırlarlar...)
Bugün bahsedeceğim deney, bu değil. Benzer deneyi pirinçler için de yapmış Emoto. Önce haberini okumuştum bu pirinçlerin, videosu da varmış, buldum, buyrun izleyin, pirinç bile böyle oluyorsa...


Dr. Emoto ve Pirinç Deneyi by e-motivasyon

2 söz:
Ajandama 2014'te yazdığım ünlü sözlerden 2'si...

"Hiçbir insanın bilgisi, öğrenmiş ve görmüş-geçirmiş olduğunun ötesine geçemez. "
                                                                                             John Locke




1 takvim:
İletişim Yayınları'ndan Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi (maarif takvim)

Bu takvimi, facebook'tan edebiyatı seven bir arkadaşım önermişti. Ben de takvimi kendime sipariş etmiştim. Edebiyatı seven başka bir arkadaşım da, bana yılbaşı hediyesi olarak bu takvimi almış:) Ben de sipariş ettiğim takvimi, edebiyatı seven başka bir arkadaşıma hediye edeceğim. Edebiyatın gücüne bakar mısınız?:)))

2 şiir:
Seneyi kapatmak öyle kolay değilmiş. Haydi bakalım, sevdiğim 2 şiiri yazıyorum:



1 tiyatro ve 1 şarkı:
Kimsenin ölmediği bir günün ertesiydi.
Geçen seneden beri gitmek istiyordum, senenin son günlerinde oyunu yakaladık...Sumru Yavrucuk'un bir transseksüeli canlandırdığı 80 dakikalık oyun, su gibi akıp gidiyor. Tabi verilen mesajlar taş gibi midenize oturuyor, o ayrı, ama otursun zaten...
Anlattığı hikaye hüzünlü de olsa, ülkemde bu konular gündeme getirilebildiği için, Sumru Yavrucuk gibi sanatçılar yetişebildiği için hala umutluyum. Lütfen bu oyunu kaçırmayın. Oyun birçok farklı mekanda oynuyor. Biletix'ten mutlaka size yakın bir tiyatro salonu bulursunuz.
Dün de insandım, bugün de insanım. Sadece insanım. Beraber şarkı söylemek varken, dans etmek varken… Neden bunları giydiriyorsunuz bana? Neden beni hizaya çekiyorsunuz? Neden? Bak, gözlerim gözlerinden farksız, kahkaham şen şakrak… Ben Umut, sen?” Bu oyun, insanlığımızın trans bir kadınla imtihanıdır…
Oyundan, çok sevdiğim bir şarkı ile seneyi kapatayım. Yoksa kapatacağım yok seneyi;)



İyi bir yıl geçirmemiz dileğiyle...

Sevgiler,
Füs






                                                                 

19 December 2014

Kafa Can'dır! Bedri Rahmi Kafası

Evet bahsedeceğim 2. konu da...Kafa Dergisi!
Kasım 2014 sayısı
Kafa dergisini okumanızı hararetle tavsiye ederim...

Şahane kafalar var içinde, mutlaka ilginizi çeken birkaç kafa bulursunuz içinde...

Beni geçen sayıda etkileyen en güzel kafalardan biri "Bedri Rahmi" kafasıydı...Ezgi Cankurtaran "Hangi aşk daha büyük?" adıyla nefis bir yazı yazmış Bedri Rahmi'nin hayat hikayesiyle ilgili...

"Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar" dediği şiirlerinin ilham perisi Mari'yi,  Bedri Rahmi ile Mari'nin müthiş aşkını ve bu müthiş aşktan belki de daha müthiş aşkla, kabullenişle kocasını sevmeye devam eden Eren Eyüboğlu'nun aşkını bir solukta okudum...

Mari, Eren'den sonra Bedri Rahmi'nin hayatına giriyor ama öyle bir giriyor ki, öldükten sonra bile Bedri'nin aklından çıkmıyor...Eren tekrar hayatında olsa bile...

İşte Mari'nin ölümünden 3 yıl sonra, bir davette istek üzerine okuyup yine gözyaşlarını tutamadığı şiiri ve ikisini resmettiği "At üstünde aşıklar" tablosu...Eren'in bu olaydan sonra eşine yazdığı içten mektubunun içeriği de, meraklı okuyucunun araştırma konusu olsun:)

Bedri, Mari'yi kaçırırken...

Karadut

Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Agaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın a gülüm
Günahımsın, vebalimsin.

Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.

II

Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekün azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum

N'etmiş, n'eylemiş, n'olmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.

Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun.
Bedri Rahmi Eyüboğlu

Şimdi Reklamlar!

Geçen ay, 3 konudan bahsedeceğimi yazmışım. Onun üzerine ne konular birikti ama önce onları yazayım...
Önce reklamlar...
*
Uzun yıllar iletişim sektöründe çalıştığım için mi bilmiyorum ancak reklamlara pek dayanamıyorum son zamanlarda... Subniminal subniminal mesajlar gırla gidiyor çoğu reklamda. Hatta subniminali geçtim, markalar, artık insanın gözüne sokarak, açık açık vermeye başladılar mesajlarını...
Beni rahatsız eden 2-3 reklam ve beğendiğim 2 reklam çalışmasını paylaşarak, reklamlar bölümünü geçeceğim.

1-Lav Cam: Olmamış!
Reklamını seyreden var mı? Evdeki eski cam bardağından, cam kabından kurtulmak isteyen ev hanımları, çaktırmadan (sanki kaza ile olmuş gibi) camın olduğu yerden düşmesini sağlıyor, cam tuzla buz tabi... Ee noluyor sonra? Yenisi alınıyor. Yani Lav! Bu mudur vereceğimiz mesaj?
-Sıkıldık mı? Yenilik mi istiyoruz hayatımızda? Kır gitsin, tüket gitsin, yenisi gelir nasıl olsa...
-O zaman o ev hanımının çocuğu da, ayakkabısından sıkıldı diyelim, oh kirlet gitsin, yırt gitsin, yenisi alınır nasıl olsa...
Nasıl bir marka konumlandırmadır bu? Senin diğer markalardan farklılığın bu mudur? Buysa, kusura bakma arkadaş ben senden her daim kaçarım...Haydi ben kaçtım diyelim, diğerleri ne olacak?
Önerim: Bu reklamı hayata geçiren reklamcıların ve pazarlamacıların evlerinde bu tarz bir uygulamayı 1 ay süre ile yapalım. Aile bireylerinin(çocuklar dahil) evde memnun olmadıkları her şeyi yok etme, kırıp dökme, atma hakkı olsun...Sonra da yenileri gelsin...Bakalım sonra ne olacak? Özellikle kredi kartı ekstresi geldikten sonra... Bir müsibet bin nasihattan iyidir nasıl olsa...

2-Koton: Hiç olmamıştı!
O zamanlar yazmamıştım ama Koton da tüketimi körükleyen şımarık kampanyasıyla beni sinirlendirmişti.  Ne diyordu çocuk manken billboard'da? "Bir sene giydiğimi bir daha giymem!" "Modayı ben belirlerim" tarzında insanı çileden çıkaran sloganları vardı. Tepki sonucu onları yayından kaldırdılar ama bir kere kafaya işlendi. O zaman da; "o reklamcılar, pazarlamacılar; yarattıkları çocuk karakterleriyle 1 hafta vakit geçirseler, nasıl bir tohum attıklarının farkına varırlar mıydı acep?" diye düşünmüştüm...

3-Yapı Kredi: "Sınırsız Ülkeye Sınırsız Hizmet" Olmamış!
Yapı Kredi, bak diğer yazıda, sergi için ellerinize sağlık dedim size. Ama lütfen "sınır"ımızı bilelim! Sınırsız ülke deyip, vermişsiniz coşkuyu reklamlarda...Siz o kadar coşturunca da milleti, millet sınırsız hizmet bekliyor bankaya gidince. Sonra o hizmeti alamayınca, olan o reklam panosunun önünde oturan bankacı kıza oluyor! Tecrübeyle sabit! Lütfen abartmayalım...Sınır çok kötü birşey de değildir.

Şu sıralar çok reklam seyretmediğim için, olumlu reklam örneğini bizden bir markadan veremiyorum ama aklıma yurtdışından 2 tane beğendiğim reklam geliyor. Yapacaksak, böyle reklamlar, böyle pazarlama iletişimi çalışmaları yapalım...Çok etkileyici iki reklam, izleyin, bana hak vereceksiniz...


1-Volkswagen


2-Orkid




Top 10 - Zeki Müren

Dün, Zeki Müren'in Yapı Kredi'deki sergisine gitmek üzere vapura bindim. Vapurun kalkmasını beklerken, martılara takıldı gözüm. Martılar, büyük bir ahenkle denize konup konup, tekrar uçuyorlardı, oyun oynuyorlardı aralarında adeta...Onları seyretmek iyi geldi bana...Koptum bir süreliğine herşeyden...
Vapur hareket ettikten sonra, Ot dergisini okumaya başlamıştım ki, Can Yücel'in "Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin..."mısrasıyla karşılaştım...Eşzamanlılık bu olsa gerek. Can Yücel sanki cevap verdi bana öte taraflardan..."Denizin sokak çocukları martılar"...Ne güzel bir tanımlama değil mi?
*
Neyse, girişi martılarla yapmış olalım...Ama asıl anlatacağım Yapı Kredi'deki Zeki Müren sergisi. Serginin süresi yıl sonuna kadar uzatılmış...
*
Kısa kısa yazıyorum...
*
Sergide size Zeki Müren'in taş plak yıllarındaki güzel şarkıları eşlik ediyor. Tüm sergiyi arkılarını mırıldana mırıldana dolaştık arkadaşımla tüm sergiyi...
*
Sene sene kendini ortaya çıkarışı ve kendini ortaya çıkardıkça gerçekten güneş gibi parlaması inanılmaz!
*
1958'de ilk şortlu çılgın sahne kıyafetlerini giymeye başlamış.
Mini etekli uğur duvağını ilk giyişi-1970 Taşlık Gazinosu
*
Türk milleti kendi bastırılmışlıklarını en şık şekilde dışarı vurabildiği için belki de, Zeki Müren'i bu kadar baş tacı edebildi diye düşündüm sergiyi gezerken...
*
Seyirciye daha iyi ulaşabilmek için, T şeklindeki sahne düzenini gazinolara ilk o getirmiş. Onun zamanında gazinolar en şaşaalı dönemini yaşamış.
*
Orkestraya hep çok önem vermiş. Gerçekten konser duyurum ilanlarında hep orkestra isimleri Zeki Müren'in fotoğrafının yanında yer alıyordu. Diğer sanatçı fotoğrafları ilanın daha alt kısımlarındaydı...
*
18 senede 18 filmde oynamış. Yarısını seyretmişimdir sanırım...
*
Sergiyi gezerken, 1980'den sonra fotoğraflarında yüzüne, gözüne düşen bir hüzün gördüm. Belki o yasaklanmalar, belki yaşadığı acılar...Bilmiyorum ama o şen şakrak, dişlerini göstere göstere verdiği neşeli pozlar gitmiş, yerini acı dolu bakışlar almış sanki...Ona biraz üzüldüm...
*
Zeki Müren ayrıca, Robert Anderson'ın cinsel kimliği konu edinen "Çay ve Sempati" adlı bir tiyatro oyununda oynamış. O zamanlar için Broadway'de bile büyük yankı uyandıran bir oyunu Türkiye'de oynamak cesaretli bir işmiş...Helal olsun sana Zeki Müren!
*
Daha çok ayrıntı var da, kısa kesiyorum, sergiye gidip o havayı almak lazım...
*
Özellikle kıyafetlerinin sergilendiği 2. kat çok görkemli...Ellerinize sağlık Yapı Kredi!

*
Ben özellikle Zeki Müren'in ilk yıllardaki sesini, şarkı söyleme şeklini beğenirim. Bir zamanlar "En sevdiğim Zeki Müren şarkıları" gibi bir liste yapmıştım kendime. Ee şimdi zamanı gelmişken, yazıvereyim...
Dost ortamında, 2 kadeh rakıyla iyi gider;) (Daha damardan musiki isterseniz, Zeki Müren'in taş plak kayıtlarını öneririm...)

Top 10 /Zeki Müren
1-Manolya
2-Bir yangının külünü...
3-Ben gamlı hazan
4-Söyleyemem derdimi
5-Beklenen şarkı
6-Bahçevan
7-Ayrılık ateşten bir ok
8-Gülünce gözlerinin içi gülüyor...
9-Geçsin günler haftalar
10-Bir demet yasemen




26 November 2014

Köyümüzde Bir Tiyatrocu Var : Ümmiye Koçak

Peryön'de sevdiğim 2. konuşmacı da, Ümmiye Koçak'tı! Bilenleriniz olabilir. Ümmiye Koçak, Mersin'in Arslanlar köyünde tiyatro kuran, oyunlar yazan, yöneten, oynayan bilge bir kadın!
-İlkokul mezunu. (Kardeşlerinin hepsi okuyamamış, okuyabildiği için, kendini şanslı sayıyor.)
-Küçüklükten okumayı seviyor. 8 yaşında, adını bilmeden Maksim Gorki'nin "Ana" romanını okuyor.
-Köylerine gelen bir tiyatro grubundan etkileniyor. Sahnede başka isimle oynayan gencin, sahneden indikten sonra başka isimle çağrıldığını duyunca, tiyatronun işlevini anlamaya başlıyor.
-"Demek ki, ben de köydeki sorunları insanların isimlerini değiştirerek, biraz da hayal gücümü kullanarak, kendi köylüme verebilirim" diye düşünüyor.
-Ama köyde tiyatro grubu kurmak kolay değil haliyle...
-Adana'dan gelin gelmiş. Gelin geldiği vakitte, köyde kimse başkasının işini yapmıyor. Öğretmen, doktor... çocuğu olacağı zaman başka yere tayinini istiyor.
-Gün geliyor, öğretmene, "gitme ben bakarım çocuğuna" diyor.
-Önce çocuk bakıyor, sonra gün geliyor, doktorun evini temizlemeye gidiyor.
-Köy halkı, Ümmiye Koçak'ın yaptıklarının kötü olmadığını gördükçe, onlar da çalışmaya başlıyor. 
-Müdüre tiyatro fikrinden bahsettiğinde "feminist misin sen?" diyor müdür. ("Müdür seviyesinde birine gidip konuşmak bile benim için çok zor birşeydi ama yılmadım" diyor.)
-Grubu kurmak için, kapı kapı geziyor köyde. Bazı komşuları, kötü sözler bile söylüyor ona ama "onlar beni kamçıladı, yola devam ettim" diyor.
-Kendine katılanlarla ufak ufak oyunlar oynamaya başlıyorlar. Sonra da ünleri çevreye yayılıyor.
-Yaptıkları birçok oyunun üzerine bir de film yapıyorlar, hatta ABD'den ödül bile kazanıyorlar.
-"Ne içimizi acıtıyorsa, onu işliyoruz oyunlarda" diyor: Kadına şiddet, kadının toplumdaki yeri, küresel ısınma, engelliler...
-"Ben bunları kitaplardan öğrenmedim, bunları yaşadım" diyor.
-"Bana deli diyenler, bana kötü söz söyleyenler, başardıklarımızdan sonra benden özür dilediler. Köyde çok şey değişti..."diye de ekliyor.
*
O tabi kendi dilinde, çok daha tatlı anlattı hikayesini. Kaderine boyun eğmeyen, savaşcı, sahici bir kadındı. Tüm salon, konuşması bittiğinde ayakta alkışladık kendisini.
*
Oğlu, onun adına açtığı siteyi yönetiyormuş. Sitesini merak ederseniz; tık
Sitedeki tanıtım videosu da, Ümmiye Koçak ile ilgili size fikir verecektir.


*
İsteyen köyde de olsa yapıyor işte...Yılmamak, kendine inanmak, kadının gücüne inanmak, değişime inanmak...Önce kendi evinin önünü süpürmek...Bunlar geliyor benim aklıma, Ümmiye Koçak'ı düşündükçe...Size neler geliyor? (Bu soruları soruyorum, kimse cevap vermiyor ama yılmadan sormaya devam edeceğim:)

Eteğimdeki diğer taşları şimdi yazamayacağım ama konu başlıklarını teaser baabında yazayım en iyisi:

-Kafa Can'dır: Bedri Rahmi Kafası
-Reklamcılara söyleyecek 2 çift sözüm var!
-Rüyamda Özdemir Asaf'ı gördüm!

Haydi hoşçakalınız...


Konsantrasyon İçin 20 Dakika!

Beyin üzerine kitaplar okuyorum bu ara. "Beyni; bilgiyi depolamak için değil, bilgiyle etkileşime geçmek için kullanın" diyen uzmanları dinleyerek, depoyu biraz boşaltayım istiyorum. Zira onları yazmadıkça, kafamın bir yerinde sırada bekleyip duruyorlar. Dökülsün eteğimdekiler...1.taş...
*
20 Dakika!
Bir işe konsantre olabilmemiz için ihtiyacımız olan minimum süre: 20 dakika! İster yemek yap, ister bir proje üzerinde çalış, ister kitap oku. Bölünürsen (yok telefonun çalması, cep telefonuna gelen uyarı sesi, arada maillere bakmaca...), aptallaşırsın! O zaman da bir cacık olmaz senden...

Bunları, ben söylemiyorum. (Cacık hariç:). Bu seneki Peryön konferansına konuşmacı olarak gelmiş futurist, teknoloji uzmanı, gazeteci... Ben Hammersly söylüyor. (Bu arada adama bayıldım. Konferansın ilk günü benim için, "batı cephesinde değişen birşey yok, her sektör hala aynı tas aynı hamam" şeklinde hayal kırıklığı ile geçmişti. Ertesi gün, "dur bakayım, söylerse bu futurist adam belki iyi birşey söyler" modunda gitmiştim ki, 12'den yakaladı beni!)

Ben Hammersly kim derseniz, buradan detay inceleme yapabilirsiniz ama konuşmasından bende kalanları yazayım kısaca:
-Teknoloji şu an fena bir boyutta değil ama çok yakında sizin yaptığınız birçok işi de yapacak boyuta gelecek.
-Hala işe robot gibi çalışan insanları alıyorsanız, yanlış yapıyorsunuz!
-Romantik birini mi gördünüz, gidip onunla konuşun.
-Biri şiir mi yazıyor, onu bulun, çılgınları arayın. (Henüz zombileşmemişleri bulun diye yorumladım.)
-"İşbirliği, yaratıcılık, insan psikolojisi, güzellik, sevgi" gibi insani konular geleceğimizi şekillendirecek.
-Modern teknoloji şu haliyle çöptür. Cep telefonlarınızın notification kısımlarını kapatın! (Bazıları sessizdeydi ama hepsini sessize aldım, rahatladım:)
-Telefonlarınızın, bilgisayarlarınızın ekranı mavi-beyaz rengindedir. Bu renk, beyne her zaman gündüz uyarısını verir. Yani gece bu aletlere baktığınızda da, beyin, zamanı gündüz gibi algılamaya devam eder. Sonra da niye uyuyamıyorum? (Soruyu ben ekledim:). 
-Teknolojinin kölesi olmayın, teknolojiyi köleniz yapın!

Kölelik sistemine tamamen karşı olsam da, teknolojiyi hayatımı kolaylaştıracak şekilde kullanmak istiyorum ben de...Notification'ları sessize almak bile iyi geldi... Facebook'a, diğer sosyal medya sitelerine girmek için de, belirli zamanlar belirledim kendime. Rahatladım. Hatta ödül gibi oluyor o zamanlar, sen sağ ben selamet...
Tavsiye ederim...








21 November 2014

Modern Bir "Eşeği Kaybedip Bulma" Hikayesi

Kırmızı çantalı kız, o gün yine köyünden çıkıp, az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmişti. Çantasındaki minik hediyeleri gün boyunca çeşitli köylerde dağıtmış, artık evine dönüş yoluna koyulmuştu. Köylüsüyle bindiği at arabası onu eve bırakmak üzereydi ki, kırmızı çantasının yanında olmadığını farketti. Önce çantasının yanında olmadığına inanamadı, acaba kötü kalpli kurt mu peşindeydi? Eğer kurt, at arabasına gizlice gelip çantasını almışsa yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Ama "bir ihtimal daha var, o da sevmek mi dersin?" şarkısı bu telaşlı anında bile aklına takıldı. Hemen at arabasından indi. O sırada köyün en iyi at binen gençlerinden birini atıyla gördü, ona durumunu anlattı. Karşı köyden geçtiği o eski gemide, kırmızı çantasını unutmuş olabilir miydi? Gemideki zamanını hatırlamaya çalıştı. (Evet o gün çok yorulmuştu ama gemideki tatlı çalgıcıların müziği ruhuna iyi gelmişti. Sadece unutuvermişti çantasını, olan buydu...)

Delikanlı, küçük kızı hemen atının arkasına bindirip, gemilerin yanaştığı limana yol aldı. Hikaye bu ya, o sırada da aynı gemi gene karşı köyden gelmek üzereydi... Küçük kız, delikanlıya teşekkür ederek, gemicilerin yanına koştu. Liman görevlisi amca, sakin bir şekilde "bakarız kızım çantana, gemideyse bulunur" dedi. Gemi yanaştığında, görevli amca gemiye gitti.

Küçük kız, geçimini sağlayan bu kırmızı çantanın bulunacağına inanmak istiyordu. O sırada aklına, köylerine uğrayan perinin sihirli sözleri geldi: "Bu hayatta herşey mümkün! Eğer birşeyin mümkün olmadığını düşünüyorsanız, hemen onu mümkünmüş gibi düşünün!". Perinin söyledikleri o sırada küçük kıza güç verdi.

 "Kırmızı çantam gemide. İnsanlar iyiler, onlar çantamı bulmuşlar ve şimdi görevli amcaya veriyorlar..." diye düşünürken, görevli amcanın elinin boş geldiğini gördü, kalbindeki camlar kırılmak üzereyken; "Tamam kızım, bulmuşlar çantanı, kaptan seninle görüşmek istiyor!" dedi görevli amca. Küçük kız, hayalle gerçek arasında hızlı bir yolculuk yaptıktan sonra, sevinçle görevli amcaya sarıldı.

Sonra koşarak gemiye bindi. Gemideki mürettebattan biri, küçük kıza bir şemsiye uzatarak, "bu muydu aradığınız?" dedi. Orada hafif bir şok yaşasa da, diğer görevli, gülümseyerek kıza kaptanın yerini tarif etti. Gemi tekrar karşı kıyıya geçeceği için, küçük kız koşarak merdivenleri çıktı. Hayatında ilk defa kaptan köşküne çıkacağı için de, hafif heyecanlandı. Karşısına hayalindeki gibi, Hulusi Kentmen görünümünde bir kaptan çıkmadı ama kaptanın "endişe etme kızım, sen gemiden çıkmadan, limandan ayrılmayacağız" demesi, küçük kızın gözünde kaptanı Hulusi Kentmen'leştirdi.

Küçük kız gemiden ayrılırken, tüm mürettebata teşekkürlerini çiçek saçar gibi dağıttı. Herkes yine filmlerdeki gibi iyi ve yardımseverdi...Belki de onlar hep öyleydi...Değişen sadece onun düşünceleriydi...

Gemiden ayrılıp yürürken; köyünde büyüklerin anlattığı, eşeğini kaybedip bulma hikayesi geldi aklına....Belki o da bir gün torunlarına, çantasını kaybedip bulan kızın hikayesini anlatırdı...Ama öncelikle yapacağı, çantasını boynuna asabileceği bir askı örmek olacaktı...

Not: "Bir ihtimal daha var o da ölmek mi..." şarkısı, masalda "bir ihtimal daha var, o da sevmek mi..." olmuş, anlatıcı öyle hatırlamış, öyle yorumlamış, hoş görünüz:)  


19 November 2014

Hayalle...Herşey Mümkün...

Dün bir masal anlatma atölyesine katıldım. Hayallerimizi serbest bıraktığımız, uçtuğumuz bir çalışmaydı...
Çalışmalardan birinde; hoca bize birtakım kağıtlar dağıttı. Burada cümlelerin başını yazmıştı, cümlelerin geri kalanını biz aklımıza ilk gelen şeyle tamamlayacaktık.

Ne nefis anlatımlar çıktı. Bana gelen ilk çağrışımlar genelde yakın çevremle ilgili şeylerdi. Kendimle ilgili çok hayalden hayale zıplamadığımı farkettim.
Mesela;
Kanatlarım olsaydı...Kızımı uçururdum. (Çünkü kızımın en büyük dileği uçabilmek!)
İnsanları uykuya daldıran bir tarağım olsaydı...Fırat'ın saçını tarardım, sonra da uykuya dalamayan çocukların saçına dokunurdum. (Fırat çok yakın arkadaşım ve uykuyla ilgili biraz sıkıntısı var şu ara da...)

Başkalarının anlatımlarını dinlemek de keyifliydi... Tüm evrene kafa tutan bok böcekleri, şişedeki cinle çilingir sofrası kuran kadın, zehirli elmayı toprağa gömen kız, yağmuru durdurup şemsiyesini açan hayalci, yüzükleri isyana kalkmış öykücü...

Mesela;
Aramızdan biri, şöyle birşey yazmıştı;
İnsanları uykuya daldıran bir tarağım olsaydı...üzüldüğümde saçımı tarardım. 
Güzel değil mi? Sizi bilmem ama bu anlatımıyla kendisi beni kalpten etkiledi.

Sonra, hocamız; paylaştığımız imece cümlelerden birini alıp "6 dakika"da bununla ilgili bir masal-hikaye yazmamızı istedi. 6 dakika ile amaç; zihni işe karıştırmadan, içimizden ne çıkarsa onu kağıda dökmeyi sağlamak...

İşte 6 dakikada çıkan masal-hikayem...Olduğu haliyle yazıyorum, kurgu, türkçe yazım kurallarına uygunluk vs. gibi şeyler aramayın...

Sihirli bir tarağım olsaydı, her üzüldüğümde saçımı tarardım. Bu sihirli tarak üzüntümü çabucacık giderir, yapmak istediklerime zaman bırakmamı sağlardı. Çünkü üzülmek, çok üzülmek, sadece boşa giden vakitti. 
Ne zaman üzülsem bu tarak yardımıma koşuyordu. İstiyordum ki, bu tarağı bu kadar çok kullanmayayım. Tarak da biraz dinlensin, uçları kırılmasın. Zira tarağın uçları kırılmıştı saçlarımı sürekli taramaktan. Hem saçlarıma da yazık değil miydi? Evet ara sıra yardımı iyi oluyordu ama ona bu kadar çok ihtiyacımın olması hoşuma gitmiyordu. İstiyordum ki sihir olmasın! Aklımdan geçen onu da kendimi de özgürlüğe kavuşturmaktı. Belki onu denize atıp, saçlarımı özgürce rüzgara savurduğum gün, benim kurtuluşum olacaktı. 
Şimdilik sadece hayalini kuruyordum. Ama hayalini kurabilmek bile bana güç veriyordu. 
Düşünsene, ada vapuruna binmişim, martılar eşliğinde tıngır mıngır Burgazada'ya gidiyorum. Vapurda tarak satan amcaya gülümsüyorum. Sonra dışarı çıkıyorum. Dışarısı soğuk ama hiç etkilemiyor beni...Kendimdem memnun, hafif gururlu bir eda ile hafifçe bırakıyorum tarağı denize...


İstersem, 6 dakikada da birşeyler yazabiliyormuşum demek. Hocanın bize dediği, atölye boyunca zırvalamamızın serbest olduğu! Bize, kafalarımızdaki tüm yargıçları dehleyip, sadece 5 yaşındaki küçük yargıcımızı dinlememizi salık verdi. O ne derse doğru der! diye...Ah ki ah, çocukluğumuzdaki şahane hayal gücümüzü, eğitim sistemimizin yardımıyla yerle bir ediyoruz, sonra da eski halimize dönebilmek için, 40'lı yaşlarda tekrar kurslara gidiyoruz. Ne ironik...
Neyse, kısaca diyeceğim o ki;
Hayaller kurabilmek, hayallerini yaşatabilmek, mümkün olmayanı hayalle mümkün kılmak harika bir şey! Hayal kurmak kendini kandırmak değil, aksine kendi dünyanı yaratmak!
Bakın böyle hayallerle yatınca, nasıl bir müzikle uyandım sabaha...Hatta bu sabahki yürüyüşümde, her sabah karşılaştığım ve yanımdan günaydın demeden yürüyüp geçen okul öğretmeni bile "günaydın" dedi bana:) Haydi good morning hepinize...




13 November 2014

2 parça...

içime işleyen 2 nefis parça...





31 October 2014

Cuma Film Geceleri

Birkaç ay önce, facebook'ta "çocuklarınızla seyredebileceğiniz 50 film" gibi bir liste hazırlanmıştı. Listeyi ben de sevip, kendi duvarımda paylaşmıştım. Sonra ne olduysa, o haber duvarımdan kayboldu. Herneyse, aklımda kalan birkaç film vardı, gerisini de kendimize göre oluştururuz dedik ve ailecek cuma akşamı filmlerimize başladık!
*
Defne için özellikle ilk haftalar, oyun tadında geçti. Biz onun oteline kalmaya gelmişiz de, otel aktiviteleri arasında film gösterimi de varmış gibi çeşitli mizansenler hazırladı. Hatta bir hafta biz turist olduk, bu vesileyle ingilizce konuşabildiğini de anlamış olduk:)



*
Filmlerimize gelince...Her hafta birimizin film seçme şansı var. Seçilen filme, film çok abuk subuk olmadığı sürece müdahale etmiyoruz. Film arasında; patlamış mısır, kestane kebap, meyve salatası gibi atıştırmalıkları hazırlamak benim görevim!
*
Sözü uzatmadan seçtiğimiz filmlere geçiyorum.

Amelie: Bu film hayatımın filmidir. Mithat'ın olmadığı bir akşam ana-kız seyretmiştik, tabi bazı sahneleri atlayarak...


Ama esas listemiz şöyle başladı:

1-Roma Tatili: Defne, "ben siyah-beyaz film seyretmem" diye önce çok nazlandı ama film başlayınca sardı tabi. Bir prensesin hikayesi ne de olsa...Ertesi gün, google'da Audrey Hepburn hakkında bilgi bakıyordu...



2-Tiffany'de Kahvaltı: Bu film, hasta olduğum için idareten seyredildi, pek de sarmadı Defne'yi zaten.

3-Pıtırcık: Pıtırcık filmlerini seviyoruz. Bu sene sinemada da Pıtırcık Tatilde'yi seyretmiştik. Keyifli filmler...

4-The Kid: Charlie Chaplin'in hem siyah-beyaz hem de sessiz filmi. 1921'lerde nasıl güzel bir film çekmiş. Sevginin bu kadar tatlı anlatılabildiği film azdır. Defne, çocuk oyuncuya bayıldı. O çocuğun yaptığı gibi, şapur şupur öptü filmin sonunda bizi.


5-Grease: Büyük mücadeleler sonucu bu filmi seyredebildik. Defne başta acayip ayak diredi (kime çekmiş bu huyu acaba?:) ama sonra ayıla bayıla seyretti tabi filmi...Bazı sahneler gene hızlı geçildi ama dans sevildi hatta dans edildi...


6-Maleficent: Bu filmi Defne ile Mithat önceden izlemişti, benim için bir daha izlediler. Masalımsı bir filmdi. Çizgi filmlerin bile duygusal sahnelerinde gözleri dolan ben, tabi ki bu filmde de ağladım bir parça ama genel olarak filmi beğendim. "Herşey göründüğü gibi değildir"i iyi vermiş.


7- The Sound of Music (Neşeli Günler): Bu filmin bir parçasını, okulda müzik hocaları Defneler'e seyrettirmiş. Defne de okul kütüphanesinden almış gelmiş filmi. (Filmlerin bazılarını kütüphaneden seçiyoruz, çok iyi oluyor.) Küçükken de müzikalleri pek sevmezdim. Filmin en dramatik veya duygusal sahnesinde, artistlerin şarkı söylemeye başlamaları çok komik gelirdi bana. Gene o günleri hatırladım filmi seyrederken. Adam tam kadını öpecek, kadın şarkı söylemeye başlıyor...Oldu mu şimdi?
Film 167 dakikaymış. Unutmuşum:) Mit arada uyukladı ama Defne memnundu halinden. Sadece Hitler'le ilgili bölümde, kafası karıştı. "Almanlar kötü mü anne? Aslında futbolda şampiyon da olmuşlardı...""Yok canım kötü değiller, sadece bir sıra kötü bir yöneticileri oldu ve baskıyla yönetilip kötü şeyler yaptılar ama sonra dünyadan özür dilediler...vs vs..." Söylediklerim biraz rahatlattı sanki onu ama gene de kafası fena takıldı Hitler'e...


Bu listede baktım da, hiç türk filmi yok. Hababam filmlerini seyretmiştik ama Neşeli Günler, Süt Kardeşler, Mavi Boncuk gibi türk filmlerini de listeye katmak iyi olur...
Aklımızda; Cazcı Kardeşler, E.T. , Back to the Future, The Karate Kid gibi filmler var...

Başka önerisi olan?

Bir film müziği ile yazıyı bitireyim, iyi seyirler...

Ot, candır!

Memleketle ilgili birşeyler yazmaya başlayınca, o kadar derin kuyulara giriyorum ki, adeta kör kuyularda merdivensiz kalıyorum...Yazmaya çalıştıkça, tıkanıp kalıyorum, boğazım düğümleniyor, hiçbirşey yazamıyorum.
*
O yüzden, beni hayatta ve ayakta tutan şeyleri yazmaya çalışmak, belki de yapabildiğim...

Mesela, bu ülkede OT gibi bir derginin basılabilmesi, bu topraklara inanmamda benim için hala bir umut! Ekim sonu geldi ama ancak okuyabildim OT'u.  Dergiden, teaser niyetine, "bir tat bir doku" kıvamında birkaç söz yazıyorum...Belki ilginizi çeker, bi OT'lanmak istersiniz? Olmadı Kasım'a...

*
Şimdi soruyorum size, bu yazarlar pamuklara sarılıp sarmalanmaz da ne yapılır? 

Sıddık Akbayır'dan Aylak Adam
"Yusuf Atılgan, karşıdaki geçitte bekleyecek, Serpil de tramvaydan inecektir. Havada, sevilmiş bir kadın güzelliği vardır..."
(17 yaşındaki Serpil, 39 yaşındaki Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam kitabını okur ve kitaptan çok etkilenerek yazarın peşine düşer ve hikayeleri başlar...)

Ercan Mehmet Erdem ve Nejat İşler'den su gibi akan harbi bir muhabbet...
Muhabbetin arasına; yazarlardan, düşünürlerden de güzel sözler serpiştiriveriyorlar, okumanın tadına doyum olmuyor. Mesela, Hemingway'in şu sözünün güzelliğine bakınız:
"Hayat hakkında yazabilmen için, önce onu yaşaman gerekir!"

Murat Menteş'ten savaş, barış ve hayatla ilgili güzel bir yazı... Şimdi o silahı yavaşça yere bırak! 
"İslam'ı küçültüp küçültüp cüzdanına veya şarjörüne doldurmak...İşte asıl alçaklık ve ihanet budur!"

Angutyus'dan inci taneleri...
Unutma! Ne yaparsan yap, neyi başarırsan başar, nerelere gelirsen gel, en nihayetinde götüne pamuk tıkıyorlar bu hayatın sonunda!( pamuklara sarma sözüm biraz ironik oldu bu durumda ya, neyse:)

Gündüz Vassaf'tan hayat ile ilgili anektodlar...
"...30'lu yıllar...Babam, çiçeği burnunda bir psikiyatrist. Akşam gazetesinin birinci sayfasında aşk konusunda röportajı var. Gazeteci soruyor, " Doktor bey, aşk hastalığının tedavisi nasıl olur? " Aşık olmak değil, olmamak hastalıktır" diye cevap vermiş babam."

Ertuğrul Mavioğlu'ndan "kaybolan vicdanımız" üzerine... Vicdanımızı tekrar hatırlatan taş gibi ağır bir yazı...
"Ey insan Kaf Dağı kadar yüksek olsan da, kefene sığacak kadar küçüksün. Unutma her şeyin bir hesabı var, üzdüğün kadar üzülürsün. (Mevlana)"

Met-Üst'den Cem Yılmaz ile daldan dala bir röportaj

Ergen kelimesi mesela...Çok duyuyoruz. İnsanlar birbirlerine sürekli "ergen" diye hitap ediyorlar. "Ergen kafası" diye bir tanım var. Ergen kafası kıymetli bir şeydi yahu, ben bütün önemli kararlarımı ergen kafasıyla aldım. 15 yaşında bir çocuk bir başka arkadaşına " hadi ulan ergen" diyor...Twitter'da birbirlerine "ergen kafası" diye hakaret ediyorlar. Twitter'ı bulan çocuk ergen kafasıyla buldu, bilgisayarı bulan adam ergen kafasıyla buldu, hepsi ergen kafasıyla bulunmuş şeyler. Ergen kafası oldu sana hakaret!
(Hakkaten öyle, ben de dikkat edeyim bu kıymetli ergen kafasına)

Hakan Bıçakcı'dan -Başka Biri Mi Var? Sonu incelikle bağlanmış buruk bir hikaye...

"Erkekler bir kadının ilk sevgilisi olmak isterler, kadınlar ise bir erkeğin son sevgilisi" Oscar Wilde

Candaş Tolga- "Bırakınız İçsinler, Bırakınız Kurtarsınlar" Hem güldüren hem hüzünlendiren rakı tadında bir hikaye...

"En güzel rakı muhabbeti, hiç konuşmadan susarak yapılandır."

Maksat yeşillik olsun, haydi iyi okumalar...












15 October 2014

Alain de Botton ile Trajediden Yaşama Sanatına...The School of Life!

Kitaplarını severek okuduğum Alain de Botton'u, dün İstanbul'da konuşmacı olarak izledim. İstanbul'da Bilgi Üniversitesi ortaklığıyla, The School of Life'ın bir şubesini açıyorlar. Onu tanıtmak amacıyla gelmiş. Karamsarlık bulutları üzerimize çökmüşken, Alain de Botton gibi farklı bakış açısına sahip insanları dinlemek, okumak iyi geliyor bana.

Amerikalıların abartılı optimist yaklaşımlarını tiye alan, hayatı daha çok bir "trajedi" olarak tanımlayan ve bu kabulle hayatı "yaşam sanatı"na dönüştüren bir adam bence Alain de Botton. (Alain de Botton hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, bu ay kendisiyle yapılan bir röportaj size fikir verebilir.)

The School of Life ne ola ki derseniz, "Alain de Botton öncülüğünde, "gündelik yaşam için parlak fikirler" sloganıyla yola çıkmış, iş hayatından mutluluğa, felsefeden, sosyalleşmeye, cinsellikten psikolojiye, çeşitli konularda seminerlerin verildiği ve sıradışı aktivitelerin gerçekleştirildiği bir kuruluş" olarak tanımlıyorlar kendilerini.

Dünkü konuşması, aslında okul olarak çıkardıkları kitapların bir özeti gibiydi. Şu an bu okulun türkçeye çevrilmiş 6 kitabı var. Şu an dördüncü kitabı okuyorum, çok samimi yazılmış, keyifli kitaplar. Konu başlıkları sizin de ilginizi çekecektir. Ama içerikleri de bence gayet iyi, severek okuyorum...Tavsiye ederim.

bilgi
bilgi
bilgi
bilgi
bilgi
bilgi


Okulun bu tarz konularla ilgili eğitimleri, atölye çalışmaları da olacak. Kadroda Yankı Yazgan, Ece Temelkuran, Alper Hasanoğlu, Serra Yılmaz gibi beğendiğim isimler var ancak bütçemi Alain de Botton ve kitaplarla doldurmuş bulunmaktayım:) Çalışmaları incelemek isterseniz: Program

Hepinize esenlikler...













23 September 2014

"Herkes Yenilgiyi Tadar" (Leonard Cohen)

İstanbul'da Sonbahar...
Şu doğa ne muhteşem birşey... Sabah insanı olmayan beni bile kendine getirip, mutlu ediyor...Her sabah Defne'yi okula bıraktıktan sonra okul çevresinde yürüyüş yapmak güzel bir alışkanlık oldu benim için...Hele bu sabah, öyle nefisti ki...Yağmurdan dolayı hafif bir toprak kokusu vardı etrafta, o kokuyu içime çekerek ağaçlar arasında yürümek mest etti beni...Dönüşte yine yağmur başladı, pek de tatlı yağdı, adamı dövmeden, çisil çisil...Hafif ıslanmak bile iyi geldi. "Ulen mutluluk bu işte Füs!" dedim kendi kendime, sonra baktım, fb'ta bir arkadaşım daha ağaçların fotoğrafını paylaşarak, benzer birşey söylemiş...Hoşuma gitti...
*
Bu girizgah olsun..."Gene konular birikti" geyiğini yapmayacağım, "yazılan yazılır, yazılmayan uçar gider" diyorum kendime...
*
Sevdiğim Şarkılar
Bu sıralar fb'ta sevdiğim şarkıları paylaşıyorum. Daha doğrusu, iki sevdiğim arkadaşımın, her gün fb'tan şarkı paylaştığını gördüm ve onların şarkılarını takip etmeye başladım. Hatta onlara, "sizin şarkıları takip ediyorum, genelde topluca dinliyorum" diye mesaj attım. Onlar da, "Ee sen de paylaş!" diye meydan okudular bana. Başta "Gak guk, benim öyle sizin gibi arşivim yok" felan desem de, "Hadi deneyeyim, öyle zorlama olursa ben yapamam, içimden gelirse yaparım" felan diyip başladım paylaşmaya...Paylaştıkça, hoşuma gitmeye başladı. Sevdiğim şarkıları daha bir dikkatli incelemeye başladım. Mesela; şarkının sözleri, hikayesi, melodisi, bendeki hatırası...Sevdiğim bazı şarkıların hikayesini öğrenmek keyifli geldi ya da sözlerini daha dikkatli dinlemek...Şarkı seçmek de öyle zaman harcatan birşey değilmiş...Günün şarkısı pıt diye geliyor insanın aklına...Hoş bir güne Led Zeppelin'in Stairway to Heaven'ı ile başlayıp, Fikrimin İnce Gülü ile veda edebiliyorum ama olsun, o günün hangi parçası ağır basmışsa, o çıkıyor ortaya...
*
80 yaşındaki delikanlının son albümü çıktı!
Leonard Cohen-Popular Problems

Cohen'i daha önceden de çok yazdım. Bu dünyanın nimetlerinden biridir bana göre kendileri. O, 80 yaşında albüm çıkarırken, "Hayat zor, bittim, yoruldum vızvızlanmaları" çok beyhude geliyor bana. (Kimseye laf attığım yok, kendimedir çoğu söylediğim:). "Vızvızlanacağına, 80 yaşındaki bilgeden hayat dersleri çıkartmaya bak" diyorum kendime...İyi de diyorum sanırım, iyi geldi zira güne onun şarkılarını dinleyerek başlamak...Nasıl ulvi şarkı sözleridir Allah'ım onlar...
Nil Karaibrahimgil pek okuduğum bir kişi değildir ancak dün şans eseri onun Leonard Cohen ile ilgili yazdığı bir yazıyı okudum ve beğendim. Yazıyı okumak isterseniz buyrun. Bence yazının en çarpıcı kısmı, gene Cohen'in döktürdüğü bölümdü...Sözü burada üstada bırakıyorum:

"Acıklı güzel bir şarkı her zaman iş yapar" demiş Cohen. 
"Peki neden?" diye sorulunca da, şarkıları kadar şairane bir cevap vermiş, aynen çeviriyorum:
"Hepimiz acıklı bir şarkıyı severiz. Herkes yenilgiyi tadar. Kimsenin tam istediği gibi bir hayatı olmaz. Hepimiz sahnenin ortasında kendi kahramanımız olarak role başlarız ve zamanla kenara itiliriz. Kahramanımız yenilir, hikaye değişir, tepetaklak olur ve biz bir kenarda artık neden bize rol verilmediğini merak ederiz. 
Hatta neden rol istemediğimizi. Herkes bunu yaşar ve bu bize bir şarkının tatlı kaşığıyla verildiğinde kalpten kalbe bir yol açılır.
Daha az dışlanmış hissederiz. İşte herkes gibi bu olup biten lanet olası şeyin, bu zincirin parçasıyız deriz. Herkes yeniliyordur."

Güzel değil mi? Hayatı her haliyle kabul etmenin huzuru...Yeni albümünden birkaç şarkıyı dinledim, Nevermind şimdiden aklıma takıldı ancak albümü alayım, sindireyim, sonra yeni parçaları paylaşırım. Şimdilik, eskilerden sıkı bir parça...

22 August 2014

Çocuklar İçin Aktivite Önerileri...

Defne'nin, yazın keyif alarak yaptığı bazı aktiviteleri, ilgisini çeken bazı kitapları bu yazıda toparlamak istedim. Bu yazı, özellikle 6-10 yaş aralığında çocuğunuz varsa, ilginizi çekebilir...

1-Çocuklar İçin Çizim Teknikleri
Resim yapma konusunda çok yeteneksizim. Ancak bu kitap sayesinde, en yeteneksiz olanlar bile rahatlıkla ve keyifle resim yapabilir:) Çok basit bir dille ve teknikle resim yapmayı öğretiyor. Defne, figürleri severek çiziyor.

2-Ünlü Ressamlardan Sanat Dersleri
Picasso, Van Gogh, Degas, Matisse, Monet, Leonardo'nun resimli hikayelerinde, hem çaktırmadan ünlü ressamlar hakkında bilgi veriliyor hem de çocukta resim yapma isteği uyandırılıyor. Defne, Van Gogh'tan esinlenerek birkaç portre, Degas'tan esinlenerek bir heykel yaptı. Tabi kendi sanatçı özgünlüğünü kullanarak...;)
Model kim dersiniz?


Soldaki ben!, Sağdaki teyzesi
Ad: Angelina, Soyad: Lima, Yaş: 18, Doğum: 1996 1 Şubat
Cins: Kız, Anne: Andrea Baba: Messi (Dünya kupasının etkisi;)
3-Mitoloji İle Eğlenmek
Yazın, Arkeoloji Müzesi'ne gitmenizi hararetle tavsiye ederim. Sıcaklarda, Arkeoloji Müzesi hararetinizi alır. Sakin ortamda müzeyi gezdikten sonra, müzenin Gülhane Parkı'na bakan nefis bahçesinde, ağaçlar altında biraz soluklanmak gibisi var mı?
Müze içinde çocuklarla ciddi ciddi gezmek zor, o yüzden müzeyi gezerken biz de çocuklarla "en çok etkilendiğin heykel hangisi? oyununu oynadık. Birinciliği "Okyanus Tanrısı" aldı görkemli duruşuyla... Kafada birşeyler kalmış olmalı ki, sonrasında aldığım mitoloji kitabına oldukça ilgi gösterdi Defne. Çocuklar, mitolojik hikayeleri masal tadında okuyabilir gibi geldi bana...

Gülhane kapısından Arkeoloji Müzesine mesafe çok kısa ama çocuklar için bu servis keyifli oldu:)
Şu müzenin heybetine bakınız!
Saygılar Oceanus!
Ulu ağaçlar, size de saygılar!

4-Ev işleri: Ev işlerinden daha gerçekçi aktivite olamaz. Hayattaki etkisini hemen görürsünüz:) Bu yaşlarda da herşeyi yapabiliyorlar zaten. Yaptıkça da, daha fazlasını yapmaya hevesleniyorlar, benden söylemesi...

5-Kum'da Hikaye: Bu sene, Jung'un kum terapisi eğitimini almıştım. Eğitimde; anlatmak istediğimiz hikayeyi, çeşitli karakterlerle kumda canlandırıyor ve sonrasında bu hikayeyi analiz ediyorduk. Eğitimi sevince, Defne'nin de evdeki legolarla bu çalışmayı oyun gibi oynayabileceğini düşündüm. Yanılmamışım. Kumda evcilik! Güzel hikayeler çıkıyor ortaya. Arkadaşlarıyla da keyifle oynuyor.



6-Okuduğu kitaplar: Yazın, Defne'nin kitap okumaya çok çok hevesli olduğunu söyleyemeyeceğim üzülerek ve bu durumu kabul ederek...Heidi, Pıtırcık, Alev Saçlı Çocuk, Oğlanlar ve Kızlar,  İyi ve Kötü gibi kitapları okudu. Ara ara İngilizce kitaplar karıştırdı. Vader's Little Princess en kıymetlimisss!


7-Birlikte okuduğumuz kitaplar: Şimdiki Çocuklar Harika (Aziz Nesin'in zamanında kahkahalarla okuduğum kitabı...Bugünlerde kitabı okurken, Defne'nin kahkahalarını duymak da bana çok keyif veriyor.)
Ondan önce de Fedor Amca. (Cem Yayınları'ndan çıkan eski baskısı ve çizimleri nefis ancak sanırım artık Cem Yayınevi'nden çıkmıyor. ). Ben bu kitabı çocukken değil, gençken okumuş ve çok eğlenmiştim. Defne de koptu zaman zaman kitabı okurken...

Bu ülkeden Aziz Nesin gibi yazarlar çıkabilmiş ya, buna da şükür!
Bu baskısını bulamazsanız da, dert etmeyin, alın kitabı, pişman olmazsınız...
8-Kendi uydurduğu hikayelerden biri: Küba Tatili
Çocukların sıkılmasını çok sağlıklı buluyorum. Sıkıldıkları zaman,  çocukların Tv ve I-pad taleplerine sıkı durmayı başarırsanız, ortaya çok güzel şeyler çıkarabiliyorlar...




Toparlama yazı yazmak zormuş! Biraz dallanıp budaklandı sanki yazı ama idare edin artık:) Kısa kısa, daha sık yazsam daha iyi gelecek bünyeye...Hadi görüşmek üzere, esen kalın...