Featured Post

05 January 2010

ortaya karışık 2009-2010

2010'a merhaba. Her sene, gelecek sene ile ilgili dileklerimi günlüğüme yazarım, yeni senenin gazıyla, aslında yapmayacağımı tahmin ettiğim şeyleri de yapacakmış gibi yazarım. Yazdım ya, bağlayıcılığı olur, yaparım belki... Mesela ''daha çok spor yapacağım'' gibi...İçimde birden fazla Füsun var, birisi kaldır kıçını koş diyor, diğeri üzme kendini zaten yorgunsun diye fısıldıyor. Öteki de yapınca iyi hissediyorsun ama diye dürtüyor. İşte hangisi galip gelirse, o sene öyle şekillenip gidiyor.

Ama bu sene dileklerimin ayağı daha bir yere basıyor.(Bu da ne demekse?) Bu iyi mi değil mi bilemiyorum, eskiden uçardım bayaa, o hayalleri bile kurmak iyi geliyor neticede. Neyse hepinizin dileklerinin gerçekleşeceği bir yıl olsun diyim ve bu mevzuyu kapayım.

2009'da sevdiğim şeyleri yazayım diye düşündüm ama tüm yılı değerlendirmek beni aşacak, bu yüzden son günlerde hoşuma giden ve gitmeyen birkaç şeyi yazayım istedim:)

Manga'nın son albümü: Şehr-i Hüzün

Şahane bir albüm. Uzun zamandır bu kadar keyif alarak bir albüm dinlememiştim. Hem müzik hem şarkı sözleri açısından çok başarılı. Özellikle ''beni benimle bırak, dünyanın sonuna doğmuşum, cevapsız sorular, her aşk ölümü tadacak, hayat bu işte, hepsi bir nefes, alışırım gözlerimi kapamaya'' şarkıları 10 numara. Görüldüğü gibi albümün hemen her şarkısını beğendim. Özellikle arabada tek başınıza yüksek sesle dinlemenizi tavsiye ederim:)



Selçuk Erdem'in yorumu:


''Bu resmi bir kreşin camında gördüm, kafası çok karışık çocuklar yetiştiriyoruz galiba...''demiş Selçuk Erdem. Bazı değerler öyle ezbere halde şırıngalanıyor ki bünyeye, Sünger Bob bile Türkleşebiliyor. Çocuk naapsın? Sen aile olarak ne yaparsan yap, genel yaklaşım neyse çocuk onu da kapıyor. Defne'nin yuvası kendi halinde, sevimli bir yuva idi benim gözümde, ta ki milli bayram kutlamalarına kadar. Minicik çocuklara; ezbere şarkı, şiir okutuyorlar. Son olarak, 10 Kasım'da ''Ben Atama doymadım, doysun kara topraklar...'' şiirini tekerleme gibi okuduğu gün, Defne'nin yuvasını değiştirmeyi kafaya koydum! Defne yuvasını çok seviyor, umarım bu geçiş işi çok zor olmaz...

Pamuk Prenses çizgi filmi:

Bu çizgi filmi aldığım güne lanet ediyorum. Yaa bir çizgi film bu kadar mı dayanılmaz olur? Defne prensesleri seviyor diye, hadi alayım dedim. DVD'sini almaya kıyamadım, VCD aldım. Türkçe versiyonu mu bu kadar kötü? Pamuk Prenses'in aptal ses tonu, inanılmaz iyi hali, sürekli şarkı söylemesi ve yedi cücelerin bitmeyen''paydos'' şarkısı beni fitil ediyor. Fitil ediyor da ne seyrediyorsun derseniz, Defne bayılıyor çizgi filme. Paydos şarkısını haydos, taydos gibi değişik versiyonlarda söylerken, çok tatlı oluyor, o ayrı:)

Shrek 3 :
Alkışlar masal kahramanlarının gerçek yüzünü gösteren Shrek filmlerine! Çocuklar iyi ve kötü kavramlarını net olarak anlasın diye mi Cinderalla,Uyuyan Güzel,Pamuk Prenses gibi masalları yutturuyoruz çocuklara? Bu masallarla beslenen kız çocukları ,beyaz atlı prens bulma hayaliyle büyüyor manasızca. Abartıyor olabilirim ama Defne gelin olmaktan, evlenmekten felan bahsedince düşüp bayılacak gibi oluyorum. Yaa söyler misiniz hangi erkek çocuğu bu yaşta damat olmaktan bahseder? Bana kalsa; sadece Charlie ve Lola, Tom ve Jerry gibi çizgi filmleri seyrettireceğim Defne'ye ama o kadar seviyor ki prensesli filmleri, zehri aldı işte, yapacak birşey yok. Neyse işte bu noktada Shrek imdadımıza yetişiyor. Hem prensesli hem de bilinegelen hikayelerden değil. Küçük büyük herkes sevebilir Shrek'i. Shrek 3'ü yenice seyrettim, harika!

Met-üst'ün Şiyir Sevişgenleri:
Met-üst'ün Pazar Sevişgenlerini yıllardır severek okurum , sene kapanırken mektepli sevişgenleri konu edindiği güzel bir kitap patlatmış:). Kendisiyle yapılan söyleşiden bir alıntı...
Pazar Sevişgenleri ile Şiyir Sevişgenleri arasındaki yedi fark nedir?
Bir, Pazar Sevişgenleri’nde daha ziyade sokaktaki insanın aşk, hayat ve ilişki maceraları vardı. Şiyir Sevişgenleri’nde ise mürekkep yalamış, müzik emmiş, şiir yutmuş , okumuş-yazmış kişilerin aşk meşk ilişkileri revaçta. İki, Pazar Sevişgenleri’nde ki abiler-ablalar sorunlarını daha içgüdüsel bir tarzda çözüyorlardı. Ama Şiyir Sevişgenleri’ndeki mösyöler ve madamlar ise her konuda bir çuval laf edebildiklerinden daha kolay kaçabiliyor veya daha fazla çuvallayabiliyorlar. Üç, dört karısı, on yedi çocuğu olan bir baba hiçbir şeyi sorun etmezken, tek çocuklu okumuş-yazmış bir çekirdek aile, çıtırdak aile haline geldiklerinde başta kendilerini sonra herkesi verem edebiliyorlar. Sorun, yalnız ve güzel ülkemizde sadece gören gözlere sorun oluyor çünkü. Dört, fazla tıraş yani fazla teori aşkın doğasına doğru gelmiyor belki de. Birlikte, uygulamalı öğrenmek daha randımanlı kılıyor belki de aşkı. Beş, aşk acısı çekme biçimleri farklı olabiliyor. Ancak eğer mutsuzsanız, kafanız da biraz bin beş yüzse, kültür, sınıf ayrımı yapmadan geceleri tek şarkı vardır dinlenen: “Batsın Bu Dünya”. Altı, mekânlar, replikler farklı olsa da sorunlar genellikle ortak. Yalnız ve güzel ülkemizde her çift bir nevi memleketiyle de yatağa girmek zorunda kaldığından meseleler de pek değişmiyor galiba. Yedi, hayat bilgisi ile kitabi bilgi arasında bir ayırım yapmamak en doğrusu belki de. Sonuçta her çift, aşkın tanımını ilişki biçimleriyle yeniden yapıyorlar.

Fatih Akın'ın Soul Kitchen'ı:
Yeni yılda keyifli bir film seyretmek istiyorsanız ve de ayrıntılara çok takılmayacaksanız Soul Kitchen'a gidin. İyi müzik, güzel yemek, esaslı oyuncular var filmde. Bazı abartılar, kopukluklar var mı var, olsun, bütününde geçer notu alıyor benden.







Avatar:
Başka gezegendeki canlılar da ağlar mı? Aşık olurlar mı? Sevişirler mi? gibi soruların tüm cevapları Avatar'da. Film için ''Bir gün tüm yaratıklar insan olacak.'' diye bir motto geçiyor aklımdan. İşin bu kısmı klasik Hollywood senaryosu, arada dünyalıların dünyanın içine ettiği kısım da vurgulanıyor ama mutlu son oluyor elbette. Senaryo kısmını geçersek, teknolojik açıdan diyecek birşeyim yok elbet. Görsellik çok zengin, detaylarda birçok ayrıntı var, hayal dünyasının sınırlarını belki de sınırsızlığını görebileceğiniz enfes manzaralar var. Orada şapka çıkartmak gerek.



Ertuğrul Özkök'ün unutulmaz sözü: Bunu yazmasam olmazdı. Ertuğrul Özkök, okumayı tercih ettiğim bir zat değildir. Ve fakat bazen kendimi gıcık etmek için okurum. İşte aşağıda alıntı yaptığım yazıyı okuduğumda böğürerek güldüğümü hatırlıyorum. İnsan hayatının sonunda hayat muhasebesini yaparken ''that was a good life'' diye haykırır mı? Hani amerikalı veya İngilizsen dersin belki ama bu topraklarda türkçe yazıp konuşuyorsan kendi lisanında söylersin di mi? Ee fena bi hayat değildi, bana eyvallah felan dersin, yok ama E.Ö bu , illa tarzını konuşturacak. Bu sözünü o kadar çok sevmiş ki, genel yayın yönetmenliğinden ayrılış konuşmasında da, son sözü bu olmuş. İnsanların gözleri yaşarmış falan, ay dayanamayacağım. Ne diyebilirim, tavşan kardeşin bu yazısını kaçırmayın, okuyun:)
2010'da daha güzel şeyler yaşamak dileğiyle...

3 comments:

  1. çok eğlendim ya. iyi ki gelmemişim bu gece dedirttin bana bu yazıyla, ehe :) zaten feci karnım ağrıdı eve dönünce, çıkmasak da gelemezmişim. neyse bana da yazacak çok şey çıkardın şimdi, bi dakka.

    özkök dökdürttürtmüş valla. acaba ben nasıl, nasıl bi son cümle kurardım? that's all folks! nasıl? havalı oldu mu? see you later alligator nasıl, yeterince esprili mi?

    sünger boplu karikatüre gülmekten geberdim. defne yaptı sandım önce :) selçuk erdem'in karikatürlerinden daha komik bence :D

    ya şu şirekleri i izleyemedik biz ya, geçende söylediğinde de merak etmiştim şimdi iyice meraklandım. kitabı okuya okuya bi hal olduk gerçi. şirek büyük adam ama değil mi, keklik sekişlim :p

    pambuk prenses o kadar kötü müydü ya, biz anane, cem, ben pek bayılarak izledik hatta ben ne varsa eskilerde var falan diye geçirmiştim aklımdan. bi de senin gözle bakayım. gerçi cüceli kısımların biraz bayık olduğunu kabul ediyorum.

    bugün soul kitchen'a gittim çok tırışkadan geldi bana ya. sıfır verdim geçtim, pişman oldum gittiğime. hep ilker'İn yüzünden gerçi biraz niyetliydim o övmeden de ama ne bileyim ya olmamış bence. sevmedim.

    avatar'ı çok merak ettim. onur pek beğenmedi ama beğenen de çok bi göreyim 3 boyutlusunu diyorum. bilim kurgu değil mi o? ilk defa bilim kurgu filme gidicem şu yaşımda ne kadar heycanlıyım allaaam.

    ReplyDelete
  2. gelsen daha ne sürprizlerimiz vardı sana ama olsun, iyileş öyle gel, hatta dışarı çıkalım!
    senin yorumlarına da ben çok güldüm:)

    bi kere senin cümlelerin bin basar E.Ö'ye:)

    defne'nin resimlerinden de koymayı düşünüyorum bloga ama henüz bu kadar başarılı değil:)

    yüzbinkere izlesen sen de nefret edersin pamuk prensesten hoş ben 1-2 izlemede o sesle irrite olmuştum ya neyse. seyret bakalım bi daa, değişecek mi fikrin?

    soul kitchen laylaylom bir film, ben ööle büyük bi beklentiyle gitmedim, çok iz bırakmadı belki ama pişman da değilim:)

    avatar'ın amerikan senaryosu seni de kesin bayar, doğa görüntüleri güzel ama, masal gibi...walla avatar'ın bilmem kaç milyon seyircisi olması değil de, senin bilim kurgu filmine gitme işin benim için tarihi bir olay olacak!

    shrekleri topluca vereceğim sana:)

    ReplyDelete
  3. Oo son okuduğumdan beri renkli ve eğlenceli bir yazı daha gelmiş.
    Şu piggy resmine bayıldım doğrusu. Pamuk prenses 'e niye haksızlık ediyorsun yaa??? Ben Defne gibi paydooos şarkısını beğendim. Avatar ve Manga da sana katılıyorum. Hele Ertuğrul Özkök'e ne demeli? Bence kesin senin bloguna rastlar kırmızı şarabını yudumlarken "that was a good life'ı" başka hangi ünlüler söylüyor diye googleluyordur ..sonra ..patt visnecekirdegi..

    ReplyDelete