Featured Post

08 August 2014

Bir Kitap Önerisi: Carl G.Jung- Anılar, Düşler, Düşünceler

Durup durup, sonra bir gecede herşeyi yazmaya çalışıyorum sanki...
Bu bana ne diyor? Ne diyorsa diyor...Yaz işte Füs...Bekleme yapma...
*
Son okuduğum kitaptan bahsedeceğim. Carl Gustav Jung'un "Anılar, Düşler, Düşünceler" adlı kitabı.
Otobiyografileri severim, başkalarının hayat hikayesini okumak, başka hayatları tanımak ilgimi çeker. Onların yaşamlarından, farklı tecrübelerinden birşeyler öğrenmeye çalışırım. Kitabı okurken, bir süre onların hayatlarına dahil olmuş gibi hissederim kendimi.
Jung'u okurken de, Jung'u bir arkadaşımmış gibi hissettim. Çünkü öyle samimi bir dille anlatmış ki kendini...Gerçi kendini bu kadar açabilmesi 81 yılını almış ama insanın açılması o kadar da kolay birşey değilmiş, işin uzmanından bunu görmek de hoşuma gitti...
Çok kolay okunan bir kitap değil yani en azından benim için okuması, sindirmesi kolay olmadı. Çünkü yazdıklarını kafamda evirip çevirdim, kitapta onunla kendimce dertleştim, düşüncesine katıldığım katılmadığım noktaları kitaba not düştüm. Şimdi çevremdekilerin kitabı okumasını bekliyorum tartışabilmek için...
Kitabın çoğu bölümünde "yürü be Jung!" başlıklı notlar düştüm:). Söze dökemediğim birçok hissiyatımı çok net, temiz bir dille anlatmış. Dinle, Tanrıyla ilgili düşündükleri, açıklıkla paylaştığı iyi-kötü yönleri, şaşırtıcı vaka çalışmaları, onu coşturan imgeleri&arketipleri, Freud ile ilgili görüşleri beni çok etkiledi. Özellikle, rüyalarının ve anlattığı hikayelerin gerçekleşmesiyle ilgili kısımlarda biraz ürktüm kendisinden ama ne yalan söyleyeyim, çok yakın hissettim kendisini kendime...
Çok uzatmadan, kitaptan birkaç alıntı yapıyorum...

"Yaşamın sorunlarına ve karmaşıklığına içinizden bir yanıt gelmezse, bu olayların sonuçta çok da fazla bir anlamı olmadığını çok önceleri sezdim. Dış dünya, içsel olanın yerini alamaz...Kendimi yalnızca içimde olup bitenlerle anlayabilirim. Yaşamımı benzersiz kılanlar onlar ve özgeçmişim de onlarla ilgili."

"Bir numaralı ve iki numaralı kişiliklerimin yaşamım boyunca kendi içlerinde ve de karşılıklı sürdürdükleri oyunların günlük tıpta kullanılan "bölünmüşlük" ya da "kopuklukla" ilgisi yok. Tam tersine, bu herkeste olan bir durumdur. Yaşamımda iki numaralı kişiliğim benim için her zaman ön planda oldu ve ondan bana ulaşmak isteyen her şeye her zaman açık olmaya çalıştım. İkinci kişilik tipiktir ama çok az kişi onu ayrımsayabilir çünkü çoğu kişinin bilinci, bunun onların bir parçası olduğunu anlayacak kadar gelişmemiştir." 

"Ruh bedenden çok daha karmaşık ve ulaşılmazdır. Şöyle diyebilirim: Birey, bilincine varabilirse, dünyanın yarısının ruhtan oluştuğunu anlar. Bu nedenle, ruh bireysel bir sorun değil bir dünya sorunsalıdır ve bir psikiyatrist tüm dünyayla uğraşmak zorundadır. Günümüzde bizi tehdit eden tehlikenin doğadan gelmediğini, insan ve kitle ruhundan kaynaklandığını apaçık görüyoruz. Tehlike, insanın ruhundan kopmuş olmasında. Her şey ruhumuzun doğru dürüst işlevini yerine getirip getirememesine bağlı. Bu günlerde birileri kendilerini tutamazsa, bir hidrojen bombasının patlaması işten bile değil!"
"Bir psikoterapistin hastasını anladığı kadar kendini anlaması da önemlidir...Ancak doktor kendiyle ve sorunlarıyla başa çıkmayı biliyorsa, hastaya bunu nasıl yapabileceğini öğretebilir. Ancak o zaman!"

"Bastırmanın içeriğine geldiğimde, durum farklılaştı. Bu konuda Freud'un düşüncelerine katılamıyordum. Bastırmayı cinsel bir travmaya bağlıyordu. Meslek deneyimlerim, bana nevrozda cinselliğin ikincil bir rol oynadığını, örneğin; topluma uyum sağlama, yaşamın acı gerçeklerinin verdiği baskı ve prestij gibi öğelerin daha ön planda olduklarını göstermişti. "

"İnsanı biçimlendiren ve gelişmesini sağlayan, bilinçdışının içeriğine eğilebilmesidir. Yazdığım her şey, içsel bir zorunluluğun sonucuydu...Yazdıklarım bana içimden saldıran şeylerdi...Günümüz insanına, bilinç dünyasının karşıtı bir dengeyi kabul etmek zor geliyor. Bu nedenle, söyleyeceklerimin kimsenin hoşuna gitmeyeceğini biliyordum..."

"Yaygın olan, mantıklı Avrupalı tipi, insanca olan birçok şeyi kendine yabancı bulur. Gurur duyduğu mantığını, canlılığını kaybederek kazandığının ve bu nedenle kişiliğinin ilkel yönünün yeraltında varlığını sürdürmeye mahkum olduğunun farkında bile değildir."

"Başkalarında bizi rahatsız eden şeyler, kendimizi tanımamıza yardımcı olabilirler."

Afrika'ya yaptığı gezisinde tanıştığı bir kabile reisi(Ochwia Biano) "Beyazların ne denli acımasız göründüklerine bak! Dudakları ince, burunları da sivri. Yüzleri kırışıklardan değişmiş. Gözlerinden arayış içinde oldukları anlaşılıyor. Hep birşey arıyorlar. Ne arıyorlar acaba? Beyazlar hep birşeyler ister ve her zaman huzursuzdurlar. Ne neyin peşinde olduklarını biliyoruz ne de onları anlayabiliyoruz. Bizce onlar deli." dedi. Ona tüm beyazlara neden deli gözüyle baktığını sordum. "Kafalarıyla düşündüklerini söylüyorlar" diye yanıtladı. Şaşırarak " Tabii ki öyle yapacaklar" dedim. "Siz neyle düşünürsünüz?" Kalbini göstererek, "Burasıyla" dedi. Uzun bir süre susup düşündüm. Yaşamımda ilk kez biri bana gerçek beyaz adamın resmini çizmişti."

Hindistan'a yaptığı bir gezi sırasında "Bir Hintlinin amacı ahlaksal açıdan kusursuzluğa ulaşmak değil, nirvana durumuna gelebilmektir. Kendisini doğadan soyutlamak ister ve bu amaca yönelik olarak meditasyon yaparak hiçliği ve imgesizliği yaratmaya çalışır. Buna karşın ben, doğayı ve ruhsal imgeleri bilinçli düşünmeyi sürdürmek istiyorum. Ne insanlardan ne kendimden ne de doğadan kurtulmak istiyorum. Doğa, ruh ve yaşam; bana tanrısallığın sürekli ortaya çıkışları gibi geliyor. Daha ne isteyebilirim ki? Bence varoluşun en yüce anlamı, ne olmadığı ya da artık ne olmadığında değil, yalnızca "ne olduğu" gerçeğinde yatıyor. 
("İşte ben de aynen böyle düşünüyorum!" diye bu bölümün sonuna not düşmüştüm:) 

"Tutkularının cehenneminden geçmemiş bir insan, hiçbir zaman onların üstesinden gelemez çünkü o zaman, o tutkular komşu kapıda pusu kurarlar ve herhangi bir anda kıvılcımlanarak insanın kendi evine saldırırlar. Bir şeyden vazgeçersek ve bir şeyi geride bırakıp onu iyice unutursak, görmezden geldiğimiz şeyin güçlenerek geri dönme tehlikesini oluşturmuş oluruz."

"Bu düşte ve imgelerde yaşadıklarım, tamamlanmış bir kişilik gelişme sürecinin bir parçasıdır. Değerlendirmelerden ve duygusal dediğimiz bağlardan arınmışlığı gösterir. Duygusal bağlar, genelde insanlar için çok önemlidirler. Oysa yansıtmaları da içerdikleri için, kendimize dönmek ve nesnelliğe kavuşabilmek için bu yansıtmaları geri çekmemiz gerekir. Duygusal ilişkiler, baskı ve sıkıntıyla yüklü, istek ilişkileridir. Başka bir insandan bir şeyler beklenir. Bu da, hem o kişinin hem de bizim özgürlüğümüzü yok eder. Duygusal bir ilişkinin altında nesnel bir saptama her zaman vardır ve büyük bir olasılıkla ana giz de odur!"
("Beklentisizlik" ne büyük bir hafiflik getirir insana değil mi?Kolay değil ama bu aşamaya gelmek...Jung'un son paragrafında yazdıklarının benzerini ben de geçen gün bir arkadaşıma söylemiştim, sonrasında Jung'un bu satırlarını okumak beni hem şaşırttı hem de düşüncelerime tercüman olduğu için sevindirdi...Eyvallah Jung:)








No comments:

Post a Comment