Featured Post

06 July 2009

Defne'nin ilk yaz aşkı

Haftasonunda İstanbul yakınlarında bir yere kaçmak istediğimde, birkaç kere düşüneceğim bundan sonra. Çünkü sırf İstanbul yakınında diye, istenen konaklama fiyatlarına iyice canım sıkılmaya başladı. Haketseler birşey demeyeceğim. Bu doğayla başbaşa olma, butik otel keyfi yaşama kavramlarının da biraz içinin boşaltıldığını düşünüyorum.

Uzatmayayım, bu haftasonu Ağva yakınlarında Woodyville'ye gittik. Doğası güzeldi, odalar işte konsepte uygun basitlikteydi ama basit olsun diye kalitesiz malzeme kullanmak karşındakini enayi yerine koymak gibi geliyor bana. Banyoya koymuşsan duşakabin, tıngır tıngır her yeri açılmayacak. Böyle koyacaksan koyma daha iyi. Ya da havuz kenarına duş yaptırdıysan, o öyle dekor olarak durmayacak, açacaksın, su akacak içinden.


Tabi homurdanmaya gitmedik oraya, güsel bir haftasonu geçirmekti niyetimiz:)Zaten fotoğraftaki levhayı gördükten sonra, içinde bulunduğumuz ortamın aslında keyifli bir ortam olabileceğini düşündük:).Genç kalanların yerinin tadına, akşam yemeğinde varmaya başladık.Akşam yemek müziğimiz neydi bilin bakalım: Frank Sinatra:)Sabah kahvaltısına ise 2. dünya savaşı yıllarını hatırlatan tonda Lilli Marleen'li şarkılarla başladık. 2. günümüzün akşam yemeğinde duyduğumuz ud sesi, eğlenceli bir akşamın habercisiydi. Fasıl müziğini severim sevmesine de, hani gençtik, genç kalanların yerindeydik, niye şimdi hüzünlü hüzünlü maziyi yadediyorduk? Hadi biz çocuklu çiftleri geçtim, çıtır sevgilileri de mi düşünmüyorsunuz? Neyse 2. günün sabahında çalınan asansör müziğiyle nokta çoktan konmuştu gençliğimize.
Ama bu haftasonu gençliğimize asıl noktayı koyan Defne'ydi aslında. 3 yaş bir çocuğun en zor yaşı mıdır? Lütfen birileri evet desin. Çünkü şimdiye kadar birçok zorluğuna göğüs gerdiğim, mahalle baskısına direndiğim çocuk yetiştirme işinde çuvalladığımı düşünüyorum bu sıra. Her denilene mi itiraz edilir? Bu da can ya, bi kere de şu kadının istediğini yap di mi? Çok da zor değil istediğim. Islanan mikinisini değiştirmek. İlla aynı mikiniyle duracak Defne Hanım, çünkü o minikinin modeli benim mikinimle aynı model.(Bu konuda hazırlıklı diildim, anında çıkıyor yeni istekler, yoksa hepsini aynı modelde almam mı?) Tamam kurusun hemen giydireceğim kızım demek tabi ki nafile. Zaten öksürmekte olan kızımı ıslak bikiniyle dolaştıramam di mi? Çıplak halde manasızca bir tutturuş ve ağlama krizi başlayınca, babasıyla, onun görebileceği bir yere oturduk, o da uzuuuun uzuuuun ağlamaya devam etti. 3 ayrı kişi Defne'nin yanına gitti, 'noooldu çocuğum?' 'annen baban nerde?' 'niye ağlıyorsun?' gibi sorularda, Defne mazlum, biz zalim anne baba olarak göründük tabi ama gerçekten başka çare kalmamıştı. Sonra ne oldu? Mikini kurudu, giydirdik o mikinisini ve ağlama işi bitti. Ben de bittim.


Tabi haftasonu herşey bu kadar ters gitmedi. Enfes bir love story durumuna şahit olduk... 3 yaşındaki Defne ve 4.5 yaşındaki Hasan birbirine aşık oldu. Bunu ben söylemiyorum, hem çevredekiler söyledi hem de gördüm kızımın gözlerindeki neşeyi. Defne, Hasan'la havuzda 'küçüksün, hayır büyüküm' şeklinde bir tartışma ortamında tanıştı. Sonra bir şekilde arkadaş olmuşlar, nasıl oldu takip etmedim. Ama sanırım 'seni sevdim' gibi birşeyler söyledi Hasan'a. Hasan'ın da hoşuna gitti herhalde? Hasan'ın bir de arkadaşı vardı, adı Yunus. Yunus'la da hafif bir yarış durumu vardı sanırım. Bir sıra Hasan masa tenisi oynayanları seyrederken, Defne 'hadi koşalım Hasan' dedi. Hasan pek de gönüllü gelmedi arkasından Defne'nin, hatta 'yaa nerden de sevdin beni' dedi:) 'Peki Yunus'u sevdin mi?' diye sormayı da ihmal etmedi. Defne de 'hayır seni beğendim, Yunus'u beğenmedim' dedi. Sonra da Defne'ye 'annemin yanına gidebilir miyim' diye sordu. Ne sıra bu hale geldiler anlayamadım, sadece paralize şekilde onları dinledim, kitap okur gibi yaparken...

Sonra akşam başka çocuklar da aşklarından haberdar olmuş. Bir çocuk bana, 'Hasan, Defne'ye aşık olmuş, bana söyledi', dedi.Allaalla biz yemek yerken nooluyo? Başka bi çocuğun babası, 'ay Hasan çoktan Defne'yi kaptı, biz çekilelim' gibi laflar ettikçe, bilin bakalım kim köpürmelerden köpürmelere girdi? Mithat! Hali görülmeye değerdi:) Yaa küçücük çocuklar ne anlasın aşktan meşkten diye söylendi ama çocuklar birbirlerinin elini bırakmadı gece boyunca. Hatta Hasan akşam odalarında 'Defne'yi bi daa göremicem' diye ağlamış. Canım benim:) Sabah Defne 'Hasan Hasan' diye uyandı. Birlikte son bir havuz sefası yaptılar ve ayrıldılar. Defne eve giderken 'Hasan bize gelecek mi ? ne zaman gelecek?' diye sorup duruyordu. Eve geldiğimizde neyse ki tutturmadı Hasan'ı ama fotolara bakarken, defalarca Hasan'ın fotoğrafına bakmak istedi , yüzünde sanki çikolatalı pasta yemiş gibi bir mutluluk ve gülümseme vardı:) 'Nesini beğendin Hasan'ın?' diye sorduğumda, 'saçlarını' dedi, başka? 'kendisini işte...' daha ne sorup duruyorsun Füs, 'kendisini' diyor işte Defne, 'kendisini!'
Hasan'ın fotoğrafını bloga koymama izin veren Aslı Anne'ye ayrıca teşekkürler:)









30 June 2009

Canını Seven Kaçsın-Aylin Aslım


Yoksa beğenmedin mi noooldu hoşuna gitmedi miii?

Anladım ki bu blog işinde, bişi yazmak istiyorsan o sıra yazacaksın sonra o konuyu aynı istekte yazmak istemeyebiliyorsun. Öyle biriktirdiklerim var ama bakalım onların sırası gelecek mi? Çetin Altan'ın dediğin gibi; "bir şeyi yapmanın sırası onu istediğin andır." İstediğim an sırası gelir elbet...

Bu sıralar Aylin Aslım'la yatıp kalkıyorum. Bugün yaz günlerinde hiç seyretmediğim TV'yi açasım tuttuğunda, karşımda bulunca onu, yazayım dedim. TRT2'nin bir programına konuk olmuş. Spiker kadın ne kadar yapmacıksa, Aylin Aslım da o kadar samimi ve doğaldı. Müzikten başka en çok yemek yapmayı seviyormuş:) Müzik olmasa hayatımı sevenlerime yemek yapmakla geçirebilirim dedi. Hani bazı insanları tanımazsın ama seversin uzaktan, bugünkü programda daha çok sevdim kadını.

Haftasonunda da onunla ilgili bir röportaj okumuştum. Hayatının bu aşamasında en çok etkilendiği kitabı anlatmış. Clarissa Estes'in Kurtlarla Koşan Kadınlar .Dün kitapçıdan aldım ve aldığım gibi çöktüm kafeye okumaya başladım. Vahşi kadın dünyamızdan nasıl uzaklaştırıldığımız ve sindirildiğimizle ilgili bir kitap. Kitaptan ayrıca bahsedeceğim. Merakla okuyorum şu günlerde.

Tersten gidiyorum belki ama Aylin Aslım'ı bu sıra bu kadar sevmemin esas sebebi yeni çıkan albümü:
Canını Seven Kaçsın
Şahane, alın bangır bangır dinleyin işte, düzene meydan okuyan, canı sıkıldığında cevabını sakınmayan, dobra dobra, harika bir kadın dinlemek fena mı olur şu günlerde?

Her ruh haline gidecek şarkı var. Sözleri, melodileri pek hoş. Şarkılarını Defne'yle bile arabada söylüyoruz. Defne özellikle Aylin'in "hoşuna gitmedi mi?" şarkısının " hoşuna gitmedi miiiii? nakarat kısımlarını söylemeyi seviyor, orada ikimiz de bağırıyoruz. Şarkının "istersem soyunurum, istersem giyinirim" kısımlarını da severek söylüyor. Ne şahane yetiştiriyorum di mi kızımı? Bilsin, şimdiden bilsin bunları, hayata hazırlıklı olsun:)

22 June 2009

Mutluluk demişken



Yankı Yazgan'ı çok severim. Yankı Yazgan "Akıl Çizgileri" diye çok rahat okunabilecek yeni bir kitap çıkarmış. Defne bahçede suluboya yaparken, dakikada bir "anne şimdi ne renk boyamamı istersin?" diye zırt pırt bölse de beni, okuyabildim kitabı.

Mutlulukla ilgili yazdıklarından beğendiğim bir yazıyı bloga da koyayım dedim. Bu alıntıyı almamın, pazar gününe denk gelmesi de ilginç oldu:)

Mutlu olmak için mücadele gerekir. İnsan beyninin doğal hali pek "olumlu" sayılmaz;eğitim, sosyal yaşam, çalışma, o bizi zorlayan şeyler beynimizi aktifleştirerek iyimser düşünce sisteminin egemen olmasını sağlar. Depresyon; gayretle örülen bu iyimserlik kılıfının çıkması, derinin sıyrılıp alttaki dokuların belirivermesi gibi can acıtıcı bir etki gösterir. Mücadeleye ara verdiğinizde, sıkılmaya hazır olun. Pazarları düşünün. Pazar günleri, kimsenin tam ne yapacağına bir türlü karar veremeden akşamı ettiği, genellikle o gün için en istediği şeyleri yapamadığı, sonra da bir günümüz daha böyle geçti gitti diye hayıflandığı günlerin başında gelir. Sıkılmak, boş durduğumuzdaki sıkıntıdan çok farklıdır. Boş durmaya tahammül edebilenler, en mücadelecilerimizdir.

http://www.netkitap.com/ayrinti2.asp?id=87267

Her insanın en azından bir dönem çalışmaması; hayatta hanyayı konyayı anlaması, kendini tanıması açısından gerekli diye düşünüyorum ben de...

Bu arada bu yazının konusuyla çok ilgili olmasa da yazmak istediğim birşey daha var. Bugün Defne'yle alışveriş merkezine gitme gafletinde bulundum. Zaten alışveriş yapmayı sevmem, kararsızın tekiyim, isterim ki yanımda biri olsun, şu şu şu, tamam super, al gidelim desin, bitsin gitsin. Defne'yle böyle bir maceraya girişmem, bile bile ladesti ama ben kıyafet denerken kabinden çıkıp kendini başka bir kabine kitlemesi kadar ladeslik bir durum beklemiyordum tabi ki. " Anne ben burdayım" diye gayet mutlu bir saklambaç oyununa girdiği için ben de güldüm başta. Ama kabinin kilidini açamayınca, soğuk terler boşalmaya başladı benden. Defnecim şööle yap, bööle yap desem de nafile. Görevli kızlar hanfendi lütfen kulbu çevirsin, kulbun üstündeki tuşa bassın, anahtarı nerde bilmiyoruz dedikçe, güleyim mi ağlayım mı bilemedim. Yaa daha 3 yaşında nasıl yapsın? Görevli kızlar da boş durmadı tabi, siz 3 yaşındaki kızınıza mukayyet olamadınızsa biz naapalım bakışlarıyla beni yerden yere vurdular. Kabin anahtarlarının bulunmasını beklediğimiz 10 dakikada, Defne'yle kabin altından elele tutuşarak anne-kız dayanışması sergiledik, aslında halaa gülüyordum hatta Defne de ben gülüyorum diye gülüyordu ama kapıyı açacak anahtarlar bulunmasaydı, durumumuz vahimdi. Neyse bulundu anahtar da kavuştuk birbirimize. Şimdiii burada kıssadan hisse çıkarılabilecek 2 durum var: Çocuğun alışveriş merkezinde işi ne? Bi taraftan da alışveriş yapmak durumunda olan ve fakat çocuğunu o sırada birisine bırakamayan kadın naapsın? Hadi iyi geceler...

16 June 2009

Mutluluk...



Bu mutlu anı yakalayan Fırat'a teşekkürler:)

15 June 2009

Eskişehir'de bir hafta sonu...




Sevgi Soysal'in "Yenişehir'de bir öğle vakti" gibi bir başlık oldu. Evet bu hafta sonu memleketim Eskişehir'deydik. Defne'yle ana-kız bindik trene. Olur da Defne uyur diye; yine bir sürü gazete, dergi, kitap aldım yanıma. Hala öğrenemedim kızımı. Tabi ki uyumadı. Hiçbir çocuğun bizim pulmanda seyahat etmemesi de, sabrımı denemeye yönelik, planlanmış bir komplo gibi geldi bana. Neyse ki restaurantta 2 abla bulduk, onlarla neden doktor olduklarından, niye kırmızı oje sürdüklerine kadar engin bir sohbete daldık. 4 saatlik yolda, benim için tek başımayken bile büyük bir stres konusu olan, trende tuvalete gitme işini, Defne'yle tam 3 kez tekrarladık. Hem de alaturka tuvalette cambazlık yaparak. Kaka yapma girişimi de oldu Defne'nin ama benim kollarımda onu taşıyacak derman kalmadı, o da konfor eksikliği yaşadığı için bu faaliyeti gerçekleştiremedi haliyle.

Neyse vardık şehrimize. Eskişehir'in turistik bir şehir olacağını bundan 10-15 sene önce söyleseler, gülerdim. Haftasonları otellerde yer kalmıyormuş. İnsanın hoşuna gidiyor. Gerçekten güzel şeyler yapılıyor. Yapılan parklar bile yeterli benim için. Biz de turistik gezi yaptık. Kentpark'ta plaj bile yapmışlar. Her yer çiçek, ağaçlar genç ama büyüdüklerinde muhteşem olacak görüntüleri. Eskişehir'de öğrenci olmak varmış şu sıra, hem ucuz hem rahat hem de şehir gibi şehir. Bisikletinle dolaş şehirde alabildiğince.

Amma övdüm şehrimi, kendim de şaştım. Çünkü çok da ait hissetmiyorum aslında buraya kendimi, turist gibiyim, 18 yaşına kadar yaşadığım şehir bu şehir miydi gerçekten? İlkokuluma gittim kızımla. Okulumun bahçesini otopark yapmışlar, bizim köşe kapmaca oynadığımız yerler araba dolu şimdi. Okulun içine girmek için izin istedim, ne mutlu ki okulun içi aynı kalmış, sıralar dışında. Yaşamak istediğim hüzünle karışık mutluluk duygusunu en nihayetinde içerde yaşadım.

Bisküvi kokan şehir derdim eskiden şehrime. Okuldan aç karınla dönerken, Eti fabrikasının insanı mest eden bu bisküvi kokusunu, özellikle dışarı verdiğini düşünürdüm. Babamın bize fabrikadan getirdiği karışık bisküvi kolileri ise, en kıymetlilerimdendi.

Kısacası; biraz nostalji, biraz turistik gezi, bolca aile ile hoş bir haftasonu geçirdik Eskişehir'de. Bir de Defne'yle yaşadığımız tren yolculuğu sendromu olmasa:) Dönüşte gene aldım gazete ve dergileri. Hiç uslanmıyorum. Bu sefer emindim çünkü, Defne bütün gün açıkhavada koşturmuştu, mutlaka uyurdu. Uyumadı tabi ki, tersine bülbüller gibi şakıyıp, coştu. Bu sefer şanslıydım ki, arkadaş vardı pulmanda, bir de tuvalete hiç gitmedik:) Bir tane gazeteye bakabildim. Bundan daha büyük mutluluk olabilir mi?

12 June 2009

Parantezin içindeki çizgi

Kitaplarda Ölmek

Adı,soyadı,
Açılır parantez
Doğduğu yıl,çizgi,öldüğü yıl,bitti
Kapanır parantez

O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları
...
Parantezin içindeki çizgi
Ne varsa orada
Ümidi, korkusu, gözyaşları, sevinci
Ne varsa orada

Behçet Necatigil


Behçet Necatigil'in bu şiirini bilmiyordum. Bugün Defne yolda uyuyakaldığı için, Remzi Kitapevi'nde kitap gazetesini karıştırabilme şansım oldu, iyi ki de olmuş. Şiirin adı hüzünlü ama bana hüzünlü gelmedi şiir, hayatı güsel özetlemiş, sevdim.

07 June 2009

Kiraz Çiçekleri

Bloga başlama günüm daha doğrusu gecem bu geceymiş...Öncelikle bu blogu bana açan yasmin'e teşekkür:) Bakalım teknoloji cambazı olarak neler yapacağım blog dünyasında...

Fonda Damien Rice çalıyor. Bu pirinç soyadlı şahsı bilirdim ama bir arkadaşım sayesinde, daha bi tanır oldum kendisini , sesi de güsel, şarkı sözleri de, bakalım ekleyebilirsem bi de şarkısını ekleyim.



Blogun adı Vişne Çekirdeği, anlatacağım film Kiraz Çiçekleri...Seviyorum galiba bu çekirdekli familyayı...

Film festivali tarihimde, bilet almadığım filmlere, seans öncesi " bileti olan var mı? bir bilet, bir bilet!" diyerek girmişliğim çoktur hatta girememişliğim hiç olmamıştı, taa ki bu filme kadar! Hiç bu kadar sefilce " bileeeet, sadece bir bileeet" dediğimi hatırlamıyorum. Ne talep varmış filme. Allah'tan benim gibi olan 4-5 kişi daha vardı. Film başladı, biz içeri giremedik ama yarım saat sinemanın kapısı önünde siftindik. Öyle ya, Emek sinemasının emektar çalışanlarının bizi kaç filme sessizce almışlığı vardı, niye olmasındı... Ama bu sefer uzun saçlı,havalı İKSV görevlisi kurallara sadıktı, havalıydı ama olayın ruhunu kaçırmıştı. Siftinenler arasında bizden yaşça oldukça büyük bir hanım " hala böyle şeyler için burada direnen insanları görmek iyi geldi bana " dedi. Yaptığımız bişi yoktu esasında ama bu sözler iyi hissettirdi beni:)

Kaçırdığım bu filmi geçen gece evde Mithat ile izleme şansım oldu. Çaktırmadan sarsan filmlerden. Filmin sonunda ikimiz de burnumuzu çekiyorduk fırk fırk. Sarstı. Halaa etkisindeyim. Yaşarken kaçırdıklarımız, görmediklerimizle ilgili. Konusu kısaca aşağıdaki gibi. Bu arada ben bol bol kiraz çiçeklerini göreceğimi sanıyordum ama çok da ona odaklanmamış Doris Dörrie. Seyredilmesini tavsiye ederim.