Featured Post

15 January 2016

Not Defterime Düştüğüm Sözler...

Yine filler tepişiyor, çimenler eziliyor... Zor zamanlardan geçiyoruz ama bu sefer tekrar günlüğüme dönmeyeceğim. Madem yazmaya karar verdim bloga, yazmaya devam...
*
Bu sıralar Bulutsuzluk Özlemi'nin şarkısı takıldı yine dilime...Bazen sokakta veya metroda avazım çıktığı kadar, "Uuuuuu biri anlatsın hemen, nedir bu normal?Uuuu canım sıkılıyor artık, yoksa ben miyim anormal?..." şarkısını söylemek istiyorum. Kendi içimden söylüyorum da, bu şarkıyı mesela sesli olarak metroda söylemeye başlasam, ben şarkıya başladıktan sonra, herkes şarkıya katılsa ve dahi şarkıyı birlikte söylesek güzel olmaz mıydı? Sosyolojik bir flash mob yaratmış olurduk birlikte;) Hem içimizde tuttuklarımızı müzik yoluyla dışarı çıkarmış olurduk hem de toplu bir terapi yaşamış olurduk...Fena mı? Sonra da atlardık metromuza, giderdik yolumuza...
*
Neyse, 2016'da Ocak'ın ortasına geldik, ben halaa 2015'i kapatamadım. Birkaç yazı kaldı, ha gayret diyorum...
-Not defterime düştüğüm sözler
-2015'in aklımda kalan 10 filmi
-2015'in aklımda kalan 10 kitabı
*

Her sene ajanda tutarım. Okuduğumda bana dokunan bir sözü mutlaka bu ajandama not ederim. Sene sonunda hangi sözleri not ettiğimi görmek bana ilginç gelir. Hangi ruh durumlarından geçmişim, hangi sözler bu dönemde bana eşlik etmiş? Hangisi beni dürtmüş, hangisi bana güç vermiş? Başlayalım bakalım...2015 kolay bir sene değildi, bu dönemde sözlerden çok destek almışım ki, bu kadar çok söz not almışım deftere...Aralarında bu sene aramızdan ayrılan kişilerin de sözleri var, onları da anmış olayım bu vesileyle...
Hatta numaralandırayım, size dokunan 1-2 söz olursa, belki numarasıyla paylaşmak istersiniz? (Ben de sizden bir cevap aldığımda mutlu oluyorum, bilesiniz...)

1-Dünyada değişiklik yapmakta başarılı olanlar, değişikliğe kendilerinden başlayanlardır.
Bernard Shaw

2-Önemli olan içinizdeki ışıktır. Kendiniz kendinize ışık olun. Dışınızda olan, dışınızdan gelebilecek hiçbir şeyden destek, dayanak aramayın.
Buda'nın son vaazı 

3-Herşeyden biraz kalır. Kavanozda biraz kahve, kutuda biraz ekmek, insanda biraz acı.
Turgut Uyar

4-Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsündür.
Andy Dufresne/Shawshank Redemptions

5-Dünya korkunçlaştıkça, sanat da soyutlaşmıştır.
Paul Klee

6-Dans edemeyeceksem, bu benim devrimim değildir.
Emma Goldman

7-Fazla iffetli bir gençliğin ardından, ikiyüzlü haz peşinde koşan bir ihtiyarlık gelir.
Andre Gide

8-"Keşke" yaşamın hakkını veremeyişin bedeli. Bil ki ey talib, bilgeliğin kapısı, insana ancak kendini yadsıyabildiği takdirde açılır.
Düdane Cündioğlu

9-Çocuklar, tanımadıkları bir ülkeye yeni gelmiş yolculardır.
John Locke

10-Ben güler yüze inanıyorum artık, gerisine bakmıyorum.
Cem Yılmaz

11-Bilimlerin en zoru, kendini bilmektir.
Miguel de Unamuno

12-Hüzün saklanabilir birşey değil. Ne renge boyarsan boya, dibi kendi rengiyle çıkıyor.
Başak Buğday

13-Hayat sıkı sıkı giyinmek değil, sıkı sıkı sarılıp birbirimizin sıcağında ısınmak demek.
Nermin Yıldırım

14-Sevdiği kadının aklı başından giderse, aşkını da kaybeder diye telaş eder insan. Yanlış. Aşk akılda değil, kalptedir.
Tarık Tufan

15-Hayat, kendini bulmak değildir. Hayat kendini yaratmaktır.
Bernard Shaw

16-Bir kadın, ne zaman kendi sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış olsa bile, tüm kadınlar için ayağa kalkmış olur.
Maya Angelou

17-"Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun?" dedi. Öleceğini bildiği halde yaşadığını unutmuştu.
Gabriel Garcia Marquez

18-Bilemezsin sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı, hiçbirşey içime sinmedi; altın madenine altın sunmanın ne anlamı var ya da okyanusa su. Düşündüğüm herşey doğu'ya baharat götürmek gibiydi...Kalbimi ve ruhumu vermenin bir yararı yok, çünkü sen zaten bunlara sahipsin...O yüzden sana bir ayna getirdim, kendine bak ve beni hatırla...
Mevlana

19-Dünyayı aydınlatmaya çalışmayın. Bulunduğunuz köşeyi aydınlatın.
Buda

20-Gülümsemek için mutlu olmayı beklersen, hayat boyu gülümseyecek fırsatı bulamayabilirsin.
Uzakdoğu sözü

21-Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya...
Gülten Akın

22-Dünyanın duyduğu hikayeler değişirse, dünya değişir.
Judith Liebe

23-Bir çatlak var herşeyde, ışık işte böyle girer içeriye...
Leonard Cohen

24-Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız, oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanırız.
Bernard Show

25-Kederlerin en tatsızı, insanın kendi kendini hor görmesidir.
Montaigne

26- Yüksek ve değerli ilişkiler, rollerimizi bırakarak mümkün olur.
Zeki Demirkubuz

27-Önemli olan insan doğmak değil, insan olarak vuslata ermektir.
Mevlana

28-Aldatıcı, iğva edici iyimserlik, gerçek kötümserliktir.
Karl Marx

29-Sanat anlatılamayanı anlatmaya kalkışmaktır ve yalnızlığımızdan kaynaklanır. Kimseye itiraf edemediğimiz şeylerden...
Zeki Demirkubuz

30-Dünya mükemmel olmadığı için sanat var.
Tarkovski

31-Mutluluk kısa süreli bir haz değildir. Çevreye, hemcinslerine dursuz duraksız bir yarar sağlama mücadelesidir. Mutlu ederek mutlu olabilir insan. Yazı adamının icraat adamı olması zor ama denemeye değer.
Mutluluğun sırrı zamanı unutmaktır. Zamanı unutursan mutlusun demektir.
Çetin Altan

32-Kendi vicdanınızdan hiçbirşeyi gizleyemezsiniz.
Anton Çehov

33-Ağrımasa bilir miydim yüreğimin yerini?
Sennur Sezer

34-Her zaman seni üzecek birileri olacaktır, yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğine daha fazla dikkat etmektir.
Gabriel Garcia Marquez

35-Hayat gelecektir, geçmiş değil! Bu geçmişin yaşanmadığı anlamına gelmez. Geçmiş vardır ama belirleyici olan gelecektir. Sana unutabilme yeteneğini verecek olan da budur. Aslında unutmak doğru sözcük değil Hiçbir boku unutmuyorsun. Ben tüm yaşadıklarımı nasıl unutacağım ki? Mesele, üstesinden gelmek.
Jose Mujica (Eski Uruguay Başkanı)

36-Kendimle çelişiyor muyum? 
Ne güzel, çelişiyorsam çelişiyorum.
(Demek ki çok genişim, içimde herşeyden var.)
Walt Whitman

37-Her insanda insanlığın bütün halleri vardır.
Montaigne

38-İki hep vardır. Bu harika, sihirli, yaratıcı, kamusal ve özel rakam belki de evrenin gizemli sırrıdır. İnsan iki kişiyi sevebilir, hepimizin içinde iki cinsiyet de vardır, taban tabana zıt duygular yan yana bulunur. Ben dünyayı böyle görüyorum.
Patricia Highsmith

39-Her durumda, her koşulda ve sonuçları ne olursa olsun ve kimin işine yararsa yarasın, hep ama hep ve hiç şaşmadan insan haklarının yanında olacaksın. Yanlış yapmamanın yegane yoludur. 
Ali Nesin

40-Cennet vatanımızda dört mevsimi bir arada yaşayabildiğimiz gibi, tüm çağları da bir arada yaşayabiliyoruz artık! 
Met-Üst (Ğ-Kasım 2015)

41-Yaşamına giren herkes, sana seni anlatmak için girmiştir. Bırakın başkalarına iyilik edip, kendinizi iyi hissetme, mutlu olma, huzurlu olma hazcılığını ve cennetten iyi yer kapma ticaretini, bir ucundan da siz tutun. Ya insan olur bir ucundan da siz tutarsınız ya da bahanelere sığınıp döner arkanızı gidersiniz.
Ali Denizci

42-Terörü durdurmak için..., bence tam tersine ilgilendiğin şeylerle daha çok ilgilenmen gerekiyor böyle zamanlarda. Yapacağın işe dört elle asılacaksın, daha iyisini yapmaya çalışacaksın. Bir şeylerle ilgilen, bir şeyler üret ki hayat devam etsin. Hayata karşı en iyi duruş yaşamak ve yaşamayı istemek...Ürettikçe çoğal, nefretinle değil...
Kaan Sezyum- Penguen 17 Eylül 2015

43-Dans eden insandan kötülük gelmez.
Mustafa Fırat Kabadayı


11 January 2016

Zihin Haritaları İle Açıl Susam Açıl!

Yıllar önce bir arkadaşımla iş üzerine konuşurken, 2 dakika içinde; önüme yapabileceğim iş fikirlerini sıralayıvermişti. Çok da artistik bir şekilde; oklarla şekillerle, bir sayfada gösterivermişti yapabileceklerimi. Kafamda büyüttüğüm herşeyi, pıt pıt gözümün önüne bir sayfada koyuvermesi, beni hem şaşırtmış hem de rahatlatmıştı. Sonuçta atla deve değildi kafamda büyüttüklerim...O büyük resmi bir çırpıda görmek, bana iyi gelmişti...

Tabi o sıra, bu yaptığının "Zihin Haritası oluşturmak" olduğunu anlamamıştım. (Sormamıştım da:) Bu sihirbazlık işinin Zihin Haritaları'yla ilgili olduğunu, başka bir arkadaşımın eğitimine gittiğimde öğrendim. Arkadaşım konuyla ilgili bir kitap tavsiye etti. Kitabı okuduğumda, gizli şifreyi çözmüşüm gibi hissettim;) 

Çağımızda herşey insanlara o kadar komplike bir şekilde veriliyor ki; 10 milyon kitap okumadan, 100 milyon eğitime gitmeden bazı şeyleri anlamamız mümkün değilmiş gibi bir his yaratılmaya çalışılıyor sanki üzerimizde. Halbuki bazen sayısız kitap okusak da, birşeyleri çözemiyoruz, bazen de bir kitap okumak, o şeyi anlamak için yeterli olabiliyor...

Hastasıyım bu başlıkların;)
Tony Buzan'ın kitabı da böyle bir kitap oldu benim için...Kitabı "bağlantılı düşünebilme becerimizi" bize hatırlattığı ve yaratıcılığı yüreklendirdiği için sevdim. Ama kitap, okur okumaz hayatınızı değiştirmiyor, baştan söyleyeyim;) 

Tony Amca diyor ki; "İnsan beyni, araç çubukları veya menü listeleri aracılığıyla değil, sinir sistemi gibi doğal bir sistemle çalışır. İyi çalışabilmesi için; doğal, organik akışı yansıtan araçlara ihtiyacı vardır. Bu araç "Zihin Haritası"dır. Zihin Haritası, tek boyutludan çift boyutluya, çok boyutlu düşünmeye doğru atılan önemli bir adımdır."

"Beynin İsviçre çakısı" olarak tanımlıyor Zihin Haritası'nı. Gözünüzde, açıldıkça açılan bir İsviçre çakısı canlandı mı? Canlanmadıysa, görselini de koyuverdim işinizi kolaylaştırmak için...İşte zihnimizde de birçok düşünce birbirine bağlı ve yeni çağrışımlarla yeni açılımlar ortaya çıkartabiliyoruz. Bu çağrışımlarda da, kullandığımız kelimelerin ve görsellerin rolü büyük!

Okulda, günlük hayatta ve iş hayatında, kafanızı kurcalayan her türlü durum için Zihin Haritaları işinize yarayabilir. 

Peki Zihin Haritası nasıl yapılır? 

En özet haliyle;
  
1-Bir hedef konu seçiyorsun kendine. Ve bu konuyu bir resim ile ifade ediyorsun. 
2-Merkezdeki resimden aklına gelen serbest çağrışımlarla çeşitli dallar çıkarıyorsun. Çıkardığın bu ana dallara; anahtar kelime veya görsellerini koyuyorsun. (Ana dallardaki kelimeleri büyük harfle yazmakta fayda var.)
3-Ana dallardan gene serbest çağrışımlarla ara dallar çıkarıyorsun, onları da anahtar kelime veya görsellerle ifade ediyorsun.

Harita bittiğinde, "Neredeydik, nerelere geldik?-Nil Burak" şarkısını söylüyorsun;) (Kafa böyle birşey işte, beyin nerelerden ne bağlantı kuruyor, anlamak mümkün değil, en iyisi mi kendisini serbest bırakalım...Neyse konuyu dağıtmayayım:)

Bu haritalamada; farklı renkler, çeşitli kalınlıkta kalemler kullanmak, kendinize özgü işaretlerle kodlamalar yapmak(***) istenen şeyler... Çünkü beynimizin renklere ve resimlere verdiği tepkiler daha fazla oluyormuş. (Sanırım prefrontal korteksimiz devreye giriyor bu aşamada;)
Bir de dallar arasındaki bağlantıları çizerken, aman diyim dalların bağlantısını koparmayın, nöronlarımızın ara bağlantılarının kopması gibi birşey bu! O bağlantıları kolay mı kurduk, hatta sizin için daha fazla önemli olan dallar varsa, onları kalınlaştırarak da çizebilirsiniz... Aklınıza gelen ama saçma olduğunu düşündüğünüz dalları da kırmayın, boşa gelmemiştir o çağrışım size, kalsın, gerekirse sonra budarsınız...

Zihin Haritaları hangi alanlarda işime yaradı?

ZH ile haftalık plan yapmak, beni disipline etti...
Normalde kafası dağınık bir insanımdır ancak bu haritaların, disipline olmamda etkisinin oldukça yüksek olduğunu söyleyebilirim. Bir kere, iki seneden beri; her hafta, haftalık plan yapıyorum. Bir sayfada; o hafta yapmam gerekenleri, planladıklarımı, yapmak istediklerimi net olarak görebiliyorum. Birşeyler yazıp çizdikçe, aklıma başka birşeyler daha geliyor. Sadece iş için değil, genel hayat planı. Zaten iş-özel diye bir ayrımı hiçbir zaman anlayamadım. Hepsi senin hayatın işte...Birbirinden bağımsız değil...Düzenli zihin haritası yaptıkça, neleri gerçekten yaptığımı, neleri aylarca salladığımı görüyorum. Önceliklerimi, zorunluluklarımı ve zamanımı planlamayı öğreniyorum.

ZH ile sunum ve eğitim taslakları hazırladım...
Sadece haftalık plan için değil, bir sunum veya bir eğitim hazırlayacaksam da haritalar faydalı oluyor. En azından ben faydasını gördüm. Şekillerle, farklı renk ve kelimelerle oluşturulmuş tek sayfalık taslakta; neyi, hangi sırada anlatacağını hatırlamak daha kolay. 

Zihni özgür bırakınca; gerisi geliyor, hediye fikri de, blog yazı fikri de...
Bu işin herhalde en sevdiğim yanı, beyinden gelen çağrışımlara kendini bırakma kısmı...Zihni zorlamadan, zihnin akışını takip etmek... 
Hepimizin doğal olarak yaptığı düşünme faaliyetini kağıda dökünce, dervişin fikri neyse zikri de ortaya çıkıyor:) Arkadaşlarıma hediye düşünürken bile, bu haritadan yararlandığım oluyor. Bazen blog yazısı hazırlamadan önce, aklıma gelen kelimeleri not alıp haritalandırıveriyorum. Konu konuyu açıyor...

Neyse çok anlattım, bu iş anlatılmaz, çizilir aslında;) 2 sene önce, Defne'nin "mutluluk ve mutsuzluk" ile ilgili yaptığı iki zihin haritasını, Defne'nin iznini alarak, sizlerle paylaşıyorum. 

Annenin ev işi, babanın gıcıklık yapmasından
mutluluk duyan bir çocuğumuz varmış:)
Çocuklar herşeyi görür, görmediklerini sandığımızda bile...
Haydi, zihniniz açık olsun...




06 January 2016

Sadeleştim de Duruldum!

Yazdan beri bloga yazmıyorum. Zira yazdan beri ülkemde, dünyada yaşananlar; aklımın, yüreğimin kaldıramayacağı kadar ağır oldu benim için.
"Herkesin delirdiği bir dönemde, belki de yapılabilecek en iyi şey, kendi deliliğine sahip çıkmak" dedim ve günlüğüme döndüm bir süreliğine...
İyi de geldi kendi kendime yazmak...İnsanın en yakın arkadaşı, kim ne derse desin, kendisi. Kafadaki Füsler'i özgürce konuşturduğum bir yer günlük. Demokrasi önce insanın kendisinde başlıyor sanırım...Kendi içimde az buçuk demokrasiyi sağladığıma göre, biraz dış dünyaya açılabilirim sanki?
(Bedri Baykam-Art International/İstanbul)
***
Tamamdır, bu kadar girizgah yeter:) 2015'le ilgili yazılacak çok iyi haber yok maalesef ancak kendi biriktirdiklerimi bloga aktararak, 2015 ile helalleşeyim istiyorum.
***
2016'yı "sadeleşme" yılı ilan ettim kendim için. Birkaç yıldır sadeleşme ile ilgili birşeyler yapıyorum ancak 2016'da kalıcı olsun istiyorum bu sadeleşme...Bir sürü uyaran tarafından sürekli dürtüklendiğimiz, algı yönetiminin had safhada olduğu, herşeyin çok hızlı yaşandığı bu devirde, sadeleşmek çok kolay birşey değil. Birçoğumuz başı kesik tavuk gibi oradan oraya koşturuyoruz. Düşünmek için zaman yok. Sadeleşmemiz istenmiyor sanki!
Kendi tecrübemden gördüm ki; sadeleşmek için önce yavaşlamam gerekiyormuş, yavaşlamadan sadeleşme olmuyormuş. Zira yavaşlayınca birçok şeyi daha fazla farketmeye, görmeye başladım...

Sonra da başladım sadeleşmeye...Sadeleşme derken, neler yaptım, son dönemden başlayarak paylaşayım...

-Eşyalar: Evin tüm odalarını, mutfağı tek tek, elden geçirdim. Fazladan, kullanmadığımız, versem o kişi(ler) için faydalı olabilir diye düşündüğüm herşeyi, torba torba ayırdım, dağıttım. (Kime ne yararlı olur konusu, kafa yorulması gereken bir konuymuş!) Bu arada, evde gereksiz ne çok şey varmış!

-Kıyafetler: Kıyafetler de aynı şekilde. Bu sene farklı bir yere de gönderim yaptım. Kadıköy Belediyesi'nin ihtiyacı olanlar için oluşturduğu "Açık Gardırop"bölümüne de bir gönderim yaptım. (Açık Gardırop'ta; temiz, az kullanılmış kıyafetleri bir butikte sergiliyorlar, ihtiyacı olan kişiler gelip oradan istediğini alıyor.)

-Kitaplar: Kitaplar konusunda hala çalışıyorum. Önceden bir kargo şirketinin, kitapları ihtiyacı olan okullara dağıttığı bir kampanyası vardı. Bu kampanya birkaç sene sürdü ancak bitti, şimdi de kitaplar gerçekten işe yarayacak yerlere gitsin istiyorum...Onlarca kitabın kütüphanemi beklemesi saçma geliyor bana. Tamam, dönüp baktıklarım var ama hepsini de döne döne okumuyorum ki...Üstelik okuduğum kitabı birçok insanın okuması beni sevindiriyor...Bir de muhtarla konuşacağım, öneriniz olursa beklerim!

-Kitap Değiş-Tokuşu: Kitap değiş tokuşu da yapmaya başladım arkadaşlarımla. Okuduğum kitapları arkadaşlarımla tartışabilmek güzel...

-Film Değiş-Tokuşu: Kitapla aynı şekilde...Bazen tavsiye edilmesi bile yeterli, internetten o filmi bulmak da mümkün olabiliyor...

-Marka mesajlarına son!: Şirketlerden gelen abuk subuk mailleri ve mesajları da büyük bir sabırla yok ediyorum! "Üyelikten ayrıl, unsubscribe, iptal..." Oh sen sağ ben selamet! O kadar da çoklar ki...Üye olmadığım yerlere de ulaşmışlar namussuzlar ama bu konudaki sabrımı takdir ediyorum! Kontrol bende walla, sizde değil..."Sizi çok özledik" mesajlarınızdan kusmak üzereydim, çekilebilirsiniz!

-Gereksiz almıyorum: Bunu çok uzun süredir yapıyordum ama şu an daha da dikkatli yapıyorum. Gereksiz hiçbirşey ALMIYORUM. Kıyafetler yıllarca idare edebiliyor, dışı değil, içi önemli olan. Bedeni, kafayı iyi tutmak lazım, enerjin iyi olunca, zaten kıyafeti de güzel geliyor insana...Bir de ne kadar az kıyafetin olursa, o kadar düzenli oluyorsun:) Çocuk kıyafetleri de, mümkün olduğu kadar çok çocuk tarafından eskitilmeli diye düşünüyorum, orada dönen bir zincirimiz var neyse ki...

-Ev ekonomisi ne kadar önemliymiş!: Pazardan, marketten aldıklarımı bir hafta içinde ne kadar tüketiyoruz? Tüketmediklerimizi paylaşabiliyor muyuz? Attıklarımız var mı? Neler onlar? Bunları bozulmadan ne şekilde değerlendirebiliriz? Ev ekonomisi ne kadar önemliymiş...Artık okullarda bu ders okutulmuyor değil mi? Çok yazık... "Ne için çalışıyoruz? Ne için yaşıyoruz? Nasıl yaşıyoruz?" felsefik tartışmalarına bile uzanabiliriz buradan...Tartışma boyutundan aksiyon boyutuna geçmeye çalışıyoruz ailecek...

-Kaynakların kullanımı: Kaynakların anlamsızca harcanması beni sinirlendiriyor. Mesela evde boşa yanan elektrik lambasına tahammülüm yok. Farkına vardığım herşeyi daha ekonomik kullanmaya çalışıyorum. Misal, gün içinde evde değiliz, çıkarken kaloriferleri kapatıyorum. Boş yere doğalgaz gitmiyor. Eve gelince yakıyorum, hemencecik ısınıyor ortalık zaten. (Bugünlerde biraz soğuk ortalık, salonu açık bırakıyorum, o kadar gaddar değilim ama prensesliğin de lüzumu yok. Defne ve Mithat da çoktan alıştı bu düzene:).
Bir de geri dönüşüm konusundan bahsetmek istiyorum. Kadıköy Belediyesi birkaç yıl önce bizim apartmanda her kata geri dönüşüm kutusu koydu. Bütün kağıt/cam/plastik çöpümüzü o kutuya koyuyoruz. Nasıl bir kullanımımız olduğunu görmek açısından bile öğretici. Sizin oralarda bu uygulama var mı bilmiyorum ama isterseniz, belediyenizden talep edin, belki yaparlar?

-Sosyal Medya'nın da Bir Sınırı Var Canım! Facebook, Instagram gibi sosyal medya kanallarında henüz istediğim noktada değilim ancak kendimce önemli adımlar attım. Enerjimiz kısıtlı, o yüzden tüm fotolara, tüm haberlere bakamam. Bakınca zaten balık gibi oluyorum...O yüzden bazı arkadaşları takipten çıkarmak, fikirlerine önem verdiğim bazı kişileri, arkadaşım olmasa dahi takip etmek, bana daha iyi geldi. Notifications kısmını çok önceden kapatmıştım zaten:) Bir de bu sosyal medya için zaman sınırı koymak şart!

-Eski medyaya dönüş!: Haberler için sabahları genelde Açık Radyo dinliyorum. Gazeteyi, dergileri basılı halleriyle okumaya çalışıyorum. Medyayı kendi seçtiğim zamanda, başka bir uyaran olmadan almaya gayret ediyorum.

-Hediyenin bir anlamı olmalı!: Sizce de kuşak olarak abartmadık mı bu hediyeleşme işini? Bizi geçtim, çocuklar için de hediye almanın heyecanı, sürprizi azaldı bu kadar çok hediye alınınca diye düşünüyorum...Toplumda kendi kendime yaşamadığım için, bu konuda çok radikal adımlar atamadım henüz ama az olsun gönülden olsunculardanım...Mesela, anneannem bayramlarda bize sadece mendil verirdi ve o mendiller çok kıymetliydi benim için. Her bayram hangi renk mendil vereceğini merak ederdim. Tamam o günlere de dönemeyiz belki ama hediyede nicelikten çok incelik arıyorum ben, illa maddi birşey olması da gerekmiyor...

-Zihin haritaları ile gün planı: Zihin haritalarını birkaç sene önce bir arkadaşım göstermişti bana. O dönem değerini pek anlamamışım, sonra üzerine okudum ve çok sevdim.  Zihnimden geçenleri bir sayfada toparladığım bir plan. Her hafta yapınca, neleri yapıp neleri salladığımı görüyorum, fazlalıkları da... Zihnimi sadeleştirmemde işime yarıyor. İş için, günlük hayat için, herşey için uygulanabilir bir plan. Bu konuyu başka bir yazıda ayrıntılı yazacağım.

-Yaz hafifle!: Bloga bir süredir yazmayıp içimde tuttuklarım var. Eteğimdekileri önce silkeleyip, 2016'da biriktirmeden yazmayı istiyorum...

Bunlar ilk etapta aklıma gelen şeyler ama gidecek yolum çoktur eminim...Bu hali bile beni oldukça hafifletti... Birşeyleri sadeleştirince, hayatımda başka şeylere de yer açabildim. Yer açtıklarımı da başka bir yazıda yazarım. Sizin de sadeleşme ile ilgili yaptıklarınızdan önerileriniz olursa beklerim:)

09 October 2015

Herşey Değişir...

Bir yerden bloga tekrar başlamak istiyordum, dün Filmekimi'nde seyrettiğim "Arjantin" filminden muhteşem bir Mercedes Sosa şarkısıyla yazmaya başlamış olayım...Filmde Sosa'nın söylediği "Todo Cambia" şarkısı türkçe altyazısıyla verilmişti ve sözleri nefisti. Şarkının aşağıdaki ingilizce çevirisi, tam olmasa da, şarkının özünü üç aşağı beş yukarı anlatıyor. Gürül gürül çağladı dün sinema salonunda şahane sesi...Siz de dinlerken yüksek sesle dinleyin derim...

Mercedes Sosa'nın muhalif bir ses olduğunu bilirdim de, dün hakkında biraz da okudum. Sosa, Arjantin'deki 1976 askeri darbe sonrası günlerde, politik duruşundan ödün vermediği için, ülkesinde zor zamanlar geçirmiş. 1979 yılında verdiği bir konserinde tutuklanmış, şarkılarının çalınması ve bundan sonra ülkesinde şarkı söylemesi yasaklanmış. 1982'ye kadar yurtdışında sürgün hayatı geçirmek zorunda kalmış...Ülkesine döndükten sonra da, diktaya karşı sıkı duruşunu korumuş...Saygılar Mercedes Sosa!

Hayat başka topraklarda da çok farklı değil ama herşeyin öyle ya da böyle mutlaka değişeceğinin şarkısını duymak bile iyi geldi dün bana...



Todo Cambia-Everything Changes

The meaningless changes
The profound also changes
Ways of thinking change
Everything in the world changes

Over time the weather changes
The shepherd's herd changes
And just as everything else changes
That I change is not strange

The finest diamond's shine changes
As its brilliance wears off
The little birdie's nest changes
The lover's feelings change

The traveler's path changes
Even though painful
And just as everything else changes
That I change is not strange

Change, everything changes (x4)

The sun's path changes
to sustain the night
The plants change
to wear the green of spring

The fur of the wild beasts change
The hair of the wise ones change
And just as everything else changes
That I change is not strange

But my love doesn't change
No matter how far away I am
Nor the memory nor the pain
of my place and of my people

That which changed yesterday
Will have to change tomorrow
Just as I change
In this faraway land

Change, everything changes (x4)

But my love doesn't change
No matter how far away I am
Nor the memory nor the pain
of my place and of my people

That which changed yesterday
Will have to change tomorrow
Just as I change
In this faraway land

Change, everything changes



03 July 2015

Şahane Animasyon: "Ters Yüz"

Kitaptan bahsedecektim, araya film aldım!

Bence yaz vaktinde yapılabilecek en güzel şeylerden biri, serin sinema salonlarına kaçmak! Üstelik vizyonda "Ters Yüz/Inside Out" gibi şahane bir animasyon filmi varsa...


Sinemaya, ister çocuğunuzla ister yalnız gidin, kafalarımızın içindeki sesleri konuşturan bu şahane animasyon filmini kaçırmayın...Kişiliğin oluşumu, duyguların değişkenliği, hatıra, hafıza gibi kavramlar, hiç bu kadar basit ve keyifli bir şekilde anlatılmamıştır herhalde...Ben filme çocuklarla gittim ama çocuklardan fazla sevmişimdir filmi...Giderseniz, hepinize iyi seyirler...



01 July 2015

Murakami Sever Misiniz?

Eveeet, gelelim kitaplara...
Tatile gitmeden önce, bir arkadaşım "senin bir Murakami okumanı çok istiyorum, bence seversin sen onun kitaplarını" dedi. Okumayı severim ama kalın kitaplar beni hala başta ürkütür biraz. Haruki Murakami'nin de tuğla gibi bir kitabı olduğunu bildiğimden dolayı (1Q84), şimdiye kadar kendisine mesafeli duruyordum. Halbuki başka kitapları da varmış. Arkadaşımla kitapçıdayken, kapağını da beğendiğim daha ince bir Murakami kitabını aldım: "Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında"

Kitap okurken su gibi aktı. Ne kadar sade, samimi ve doğal yazmış romanı. O sadeliğin altında yatan derinlik beni çok etkiledi. İnsan duygularının, özellikle bir erkeğin kaleminden bu kadar açık, dobra bir şekilde dile getirilmesi hoşuma gitti. Murakami, kahramanının gel-gitlerini, duygu dalgalanmalarını, iç konuşmalarını oya gibi işlemiş, okuyucuya en şeffaf haliyle sunmuş...
*
Bir kitabı okurken, kitapta sözü edilen müziklere, yazarlara, kitaplara, ressamların eserlerine vs genelde bakarım. Hatta artık kitabı okurken, bunları kitabın ilk sayfalarına not olarak düşüyorum. Okuduğum sırada bakamasam da, hikayeyi hissetmeme yarayacak bu kaynaklara mutlaka bakıyorum. O zaman kitabı daha iyi özümsüyorum. Bu kitabın da müziklerini dinledim. Bazı müzikler hayalimdekine çok uymadı ama uysa da uymasa da, yeni keşifler yapabilmek güzel...
*
Tokyo'da iyi bir işi olan, sevdiği eşi ve 2 çocuğuyla sakin bir hayat yaşayan Hacime'nin sıradan görünen ama sıradan olmayan hikayesi...Kitap bittiğinde bile Hacime'nin sonraki hayatını merak ettiren bir hikaye...
*
Kitabın içinden bir alıntı yapıp yapmamaya karar veremedim. Zira kitabı bütün olarak okuduğunuzda tam anlamı yakalıyorsunuz, şimdi bir parça yazarsam kitabın etkisi düşer mi emin olamıyorum ama ufak bir parça koyayım en iyisi:
"Hafıza ve duyular bu kadar belirsiz ve her yöne eğilimli olduğundan, olayların gerçekten yaşandığını ispatlamak için daima belirli bir gerçekliğe -alternatif gerçeklik diyelim- güveniriz. Belirli bir şekilde algıladığımız olaylar ne dereceye kadar göründükleri gibidir ve bu olaylar ne dereceye kadar biz onları öyle adlandırdığımız için öyledir bilmek mümkün değildir...Bilincimizin sınırları içinde sonsuz bir zincir yaratılır ve gerçekten burada olduğumuz duygusunu veren, var olduğumuzu söyleyen zincir buradan beslenir. Fakat bu zinciri koparacak bir şeyler olur ve zarar görürüz. Gerçek nedir? Zincirin kopan tarafının burasındaki mi? Ya da orada, diğer tarafındaki mi?
Bu noktada hissettiğim işte böyle bir kopuş duygusuydu."
*
Bu yazıyı, kitabın adına da vesile olmuş bir şarkı ile noktalayalım...İkinci kitap diğer yazıda gelsin...

Nat King Cole'dan South Of The Border





Bir Gemi Seyahatinden Bende Kalanlar...

"Çanakkale Boğazı'nda bir yolcu gemisiyle akaryakıt tankeri çarpıştı. Ölen ya da yaralanan olmadı." 27 Haziran 2015.
Bu tür bir haber normalde hızlıca göz gezdirip geçebileceğim bir haberken, geminin içinde yer alan yolculardan biri olunca, durum haliyle bir parça değişti benim için...
Çok uzun yazmayacağım ancak şu an hala hayatta isem, bu konudan ufacık da olsa bahsetmek istiyorum.
Annem, Defne, ben; komşu topraklarda bir gemi seyahati yapmış ve gemiyle İstanbul'a dönüş yoluna koyulmuştuk. Amma velakin, gece saat 1.30'da deprem olduğunu düşündüğüm bir gümbürtüyle yataktan fırladım. Meğer bize boğazda bir tanker çarpmış. Hatta annem aracın bize yaklaşan ışığını görmüş. Biz o vakit çarpan aracın akaryakıt tankeri olduğunu bilmiyoruz. (İyi ki bilmiyoruz.).
*
Herkes çıkıyor kabininden, uzun süre kaptandan anons yok. Ne kadarlık bir hasar aldığımızı bilmiyoruz. Titanik filmi ile yetişmiş bir kuşak olduğumuz için de, ister istemez heyecan yapıyorum. Defne çarpma sırasında uyanmıyor. Onu uyandırmalı mıyım bilemiyorum. Annem uyanık, onları kabinde bırakıp, yukarı çıkıp bilgi almaya da çekiniyorum. Ya birden gemi su alırsa? O sırada çok mantıklı düşünemiyor insan. Can yeleklerimizi giymeli miyiz? Birçok yolcu can yeleklerini giyiyor. Anons olmayınca, herkes kendince bir önlem almaya çalışıyor haliyle. Sonra bir gemi görevlisi dolaşıyor katımızda. "Endişelenecek bir durum yok" diyor ama net bir açıklama da yapamıyor.
*
En nihayetinde, kaptan anons yapıyor. Gemiye bir aracın çarptığını, geminin stabilitesinde ve güvenliğinde sorun olmadığını söylüyor. "Kabinlerinizde kalın" diyor ama dedim ya, Titanik ile yetişmiş kuşak olduğumuz için, nedense çok da emin olamıyorum o saatte dediklerinden. Hele bir süre sonra gemiye yayılan mazot kokusu insanı iyice pirelendiriyor. (Meğer tankerden yakıt sızmaya başlamış) Bir süre sonra midem bulanmaya başlıyor. Defne tosur tosur uyurken, acaba bu kokudan bayılır mı diye endişeleniyorum ama uyandırmaya çalışsam da uyandıramıyorum onu. "Anne beni rahat bırak" diyor, mazot kokusuyla karışık uyuyup gidiyor kuzum. Ben de can yelekleriyle başında bekliyorum...Bir iki saat sonra ya koku azalıyor ya da biz kokuya alışıyoruz...
*
Neyse, o geceyi tüm gemi uykusuz geçiriyoruz, sonradan çarptığımız aracın petrol ürünü taşıyan bir tanker olduğunu öğreniyoruz. (Tankeri hemen uzaklaştırmışlar gemiden, boğaz trafiğini kapatmışlar, Gelibolu mazot kokusu altında kalmış.) Olayın vehametini sonra sonra anlıyoruz. Ne diyeyim, çok çok ucuz atlatmışız. İşte hayat böyle birşey. Hiç tahmin etmediğin bir yerde, sana çok farklı sürprizler hazırlayabiliyor.
İstanbul'a dönüş yolculuğumuzu hiç anlatmayayım, orası da ayrı bir maceraydı ama şu an sağlıkla şu satırları yazabiliyor olmak bile çok güzel birşey...
*
Aslında ben gemide tanıdığım insanları, okuduğum kitapları yazacaktım ama önce bunlar döküldü parmaklarımdan...Onları da yazayım:)
*

Hayatımda ilk defa gemi yolculuğu yaptım. Yapmaya alışık olduğum tarzda bir tatil değildi ama gemide uzun zaman geçirdiğimiz için, insanları bol bol gözlemleme şansım oldu. Özellikle yabancı yaşlı insanların yaşama bağlılıkları çok hoşuma gitti. 80-90'lık yaşlı teyzeler, güzel güzel giyinip makyajlarını yapıyorlardı. Yaşlıların çoğu güleryüzlüydü. Akşamki showlara aktif bir şekilde katılıyorlardı, dans ediyorlardı. "Yaşın kaç olursa olsun, içinde yaşama sevincin olsun!" dedim kendi kendime...
*
Defne gemideki showlara çok meraklıydı. Dans, müzik ve jimnastik gösterilerinin olduğu showları iyi yerden izleyebilmek için, salona ilk gidenlerden oluyorduk. Yine böyle erken gittiğimiz bir akşam, burada tanıştığımız bir çiftin hayat hikayesinden çok etkilendim. Çift Kanada'dan gelmiş. Defne, adama Kanadalı'ya hiç benzemediklerini söyledi. (Çok bilirmiş gibi Kanadalılar'ı...) Meğer Kanada'ya Uganda'dan iltica etmiş Hint asıllı vatandaşlarmış. 1972 yılında, Uganda'da Hint kökenli insanlara çok zulüm yapılmış, çoğu Hintli öldürülmüş, bazıları da ülkeden kaçarak canlarını zor kurtarabilmişler...Bu çift de kaçarken, kadın hamileymiş, yolda bebeğini düşürmüş ama neyse ki, Kanada'da yeniden çocukları olabilmiş. Adamın babasından öğrendiği bir zanaatı olduğu için(kuyumculuk) bu işi Kanada'da da yapabilmiş. Çok tatlı bir çiftti. Şu an Suriye'de yaşananları da anlayabildiğini söyledi adam. "Yaşamayan bilemez tam olarak bu durumları ama ben onları anlayabiliyorum" dedi...Dünyanın başka bir noktasından, ne kadar benzer hikayelerle tanışabiliyor insan...
*
Geminin durduğu bir adada, şirin bir restorana gittik. Bir adamın üzerinde "Dance saved my life" yazan bir t-shirt vardı. Adam öyle atletik yapılı biri değildi ama yüzüne baktığımda gerçekten bir yaşanmışlık hissiyatı aldım adamdan. Yemekte ister istemez bu sözü düşündüm. Olabilir miydi? Dans insanın hayatını kurtarabilir miydi? Belki de kurtarabilirdi? Mesela bana çok iyi gelen birşey dans etmek, düşüncelerin ağırlığı altında ezildiğimi hissettiğim zamanlarda "hop hop hop değiş tonton" yaptırabilen sihirli bir değnek dans! İnsana yaşam enerjisi, hayat veren şahane bir meditasyon dans! Velhasıl, sevdim bu sözü. Adam arkadaşıyla yemekten kalkarken, adama dayanamayıp laf attım. "I liked your t-shirt" diyiverdim:). O da çok nazikçe gülümsedi bana...Oh içimde kalmamış oldu düşündüklerim:)

*
En iyisi kitapları öbür yazıda yazayım, yoksa bu yazı uzayıp gidecek böyle...
*
Gemide show'da dinlediğim müziklerden biriyle yazıyı bitireyim dedim, aklıma gelen ilk şarkı bu oldu:)