Featured Post

18 August 2014

Haftanın Getirdikleri...

Geçen hafta gündemimde olan birkaç konuyu derleme bir yazıyla toparlamak istedim. Önümüzdeki haftaya yeni yazılar...Güzel bir hafta olsun hepimiz için...

1-Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi...
Blogu okuyanlar hatırlar belki, geçen yaz bu sıralar düşüp dizimi incitmiştim. Bir senedir dizim tam olarak iyileşemedi. Bu süreçte dört farklı doktora gittim. Her biri farklı uygulamalar yaptı, farklı ilaçlar verdi. Baktım doktorların elinde maymuna dönüyorum, aylar öncesinden randevu alınıp gidilebilen bir doktor vardı, onda da bir şansımı deneyeyim, dedim. Doktor, mevcut MR'ıma bakıp, belli bir duruşta röntgenimi çektirdi. Kısa bir muayene sonrasında da halimi anladı. Ben de adama inandım. Sabah-akşam 50'şer kere yapacağım sıkı bir egzersiz uygulaması+ilaç+buz takviyesi verdi. "İki ay sonra gel, iyi bakmazsan dizine, %10-20 ameliyat olma olasılığın bile var" dedi. Tabi ben acayip tırsıp, tüm hareketleri muntazaman yapmaya başladım. Hatta 50 kereyi atlamayayım diye, yaptığım egzersiz sayısını ilk zamanlar abaküsle bile saydım:) Sonra baktım parmakla da sayıyorum, tamam dedim:).
Düşmeyeydim iyiydi ama öyle çok şey oluyor ki hayatımızda, öyle olmasaydı, böyle olmasaydı demenin bir faydası yok... Bana da bu çıktı piyangodan işte. Elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Yazarken dizimde buz var mesela şu an! Ameliyatsız yırtacağım inşallah bu durumdan...
*
2-Robin Williams ve Süleyman Seba'nın Ardından...
Geçen hafta, Robin Williams ve Süleyman Seba uçup gittiler bu dünyadan. O kadar çok şey yazıldı ki haklarında, ben burada ne söylesem muhtemelen önceden söylenmiş olacak. Okuduklarımdan, bu konuyla ilgili en harbi yazıyı Mehmet Tez'in yazdığını söyleyebilirim. Ama kişisel olarak bende kalanları da, iki satır yazayım:
Robin Williams, en çok "Good Morning Vietnam" ve "Ölü Ozanlar Derneği" filmleri ile kafama kazınmıştır. "Carpe Diem" onun sayesinde lugatımıza girmiştir. Filmlerini sevdiğim için, kendisi tanımasam da, severdim uzaktan. Belli ki ruhu gitmek istemiş bu diyarlardan, umarım gittiği yerde keyfi yerindedir. Bu arada, bunca yazılanlar arasında en trajikomik bulduğum, yurdum insanının Robin Williams ile ilgili haber alıntılarının altına "RIP" yazmasıydı. "Rest in peace"'in kısaltmasıymış. Tey tey tey...

Neyse, gidenlerin yolu açık olsun. Solucan yemi olmadan önce de, bu parça bizlere gelsin...



3-Sabah Saatleri...
"İnsanın en savunmasız olduğu anlar, sabah saatleri, ilk uyandığı dakikalar olurmuş." Bu yazıyı okuduğumda, yalnız değilmişim diye sevindim. Zira, benim en depresif olduğum zaman, sabah zamanıdır. Daha önce de yazmışımdır. "Yaşasın yeni bir güne uyandım, hayat ne güzel!" coşkusuyla zırt diye kalkamam sabahları...Vardır kafamda bazı düşünceler, endişeler, üzüntüler, süzüntüler...Ama kıçımı kaldırıp güne başladım mı, kalkar üstümden kara bulutlar...Günlüğe yazılan birkaç satır, biraz tibet hareketi, müzik, Defne'nin sesi, pencereden gördüğüm güne çoktan başlamış insanlar...Çiçekleri de sulamaya başladım mı, tamam hop hop hop, değiş tonton yaptırır bana gün...Düşünceler eyleme dönünce, hayata da dönüyorum sanırım...Gene de güne daha neşeli uyanmak hoş olabilirdi...Sabah insanı değilsin Füs, kabul et. Bir de geç yatmaaa!
Siz nasıl uyanırsınız güne?
*
4-17 Ağustos 2014-Marmara Depremi'nin 15. yılı.
İstoş her geçen yıl, kentsel dönüşüm projesiyle beton beton doluyor. Kendi felaketine hazırlanan şehir mi demeliyiz İstoş'a? İstoş'un kabahati ne ki?
Bugün okuduğum bir yazıdan:
“Halkımız da kendi felaketiyle ilgilenmiyor”
Bu durumda yapılması gereken en önemli şey; İstanbul’da inşaatı durdurmaktı. Bu yapılmadı. Bugün İstanbul’da bir deprem olsa kimse kıpırdayamaz trafikten. Depremden sonra tüm hükümetler cinayet işlemiştir. İstanbul’daki halkı ölüme veya sürülmeye, Türkiye’yi de iflasa mahkum etmişlerdir. Halkımız kendi felaketiyle ilgilenmiyor, kendi seçtiği adamlarda bu felaketlerle uğraşabilecek kapasite aramıyor.
(Prof. Dr. Celal Şengör - İstanbul Teknik Üniversitesi Yer Bilimleri Enstitüsü)

Ay bunu yazdıktan sonra içim şişti. Sevimli bir konu değil ama İstoş'u bırakıp gitmediğimize göre, bu gerçeğe uygun, kendimizce birşeyler yapmalıyız diye düşünerek, Akut'un sitesine girdim biraz önce. Bunu 15 sene sonra yapmam da ayrı bir meziyet ama olsun. Bir form doldurarak, Akut Kent Gönüllüsü oldum. Bir saatlik eğitimi aldıktan sonra eğitim projelerine katılabilecek duruma geliyormuşuz. Ama gördüğüm kadarıyla pek aktif proje yok. Belki biraz daha araştırmak, Akut'un başka projelerine başvurmak lazım. En azından ilkyardımı adamakıllı öğrenmek lazım. Neyse, kendi kendimi dürttüğüm iyi oldu. Bu huzursuzlukla biraz daha araştırma yapıp, harekete geçerim. Umarım o günleri görmeyiz ama hazırlıklı olmakta fayda var depreme, olabildiğimiz kadar...Evde tatbikat da yapardık bir sıra, onu da ara ara yapmak lazım...
Siz neler yapıyorsunuz depremle ilgili? Eminim bu konuda benden daha aktif olan birileri vardır. Görüşlerinize açığım:)
*
5-İştah açan bir kitap: "İstanbul 100 Lokanta!"
Yazıyı güzel kapatalım:). Bugün kayınpederlerde, Vedat Milör'ün "İstanbul 100 Lokanta" kitabını gördüm ve kitabı iştahla karıştırdım. Karıştırdıkça da iştahım kabardı. Esnaf lokantalarından meyhanelere, balıkçılara kadar çok keyifli lokantalar var içinde. Sevdiğim bazı lokantaları kitapta da görünce, Vedat Milör'le damak tadımızın uyabileceğini düşündüm. (Hadi iyisin Vedat;). Keşfedilecek bir Fatih semti var benim için ufukta...Damağınıza düşkünseniz, kitabı çok tavsiye ederim. (İstanbul hayatıma başladığım ilk yıllarda; Artun Ünsal'ın "Benim Lokantalarım" kitabını kendime rehber edinmiştim. Biraz da Vedat Milör'ü takip edelim. Sonra da kendi kitabımızı yazarız belki, keşif iyidir!)




2 comments:

  1. • siz nerenizi sakatladınız?
    • siz nasıl yas tutarsınız?
    • sizin istanbul kitabınız ne?

    sorularını aradı gözüm ama bulamadı?

    hah hah hahhh kızma hanım :D

    ReplyDelete
    Replies
    1. güzel sorularmış fıradım, güldürdün:))
      sorulara cevap yok ama ek soru var, bu da iyiymiş!
      ee var mı bu sorulara cevap vermek isteyen?

      Delete