Featured Post

12 February 2015

1 Kitap:Terapi Olarak Sanat ve 2 Film: Whiplash/Being There

Geçen aydan bir yazı daha vardı ancak onu geçtim şimdilik...
*
Sabah Açık Radyo ile güne başladım. Ekonomik olarak "büyümeme" üzerine bir hayatın mümkünlüğü üzerine konuştular Ömer Madra ve arkadaşları(diğer isimleri kaçırdım maalesef). Kapitalist sistemin sürekli büyümeye dayalı yaklaşımının sürdürülemezliği ve sürdürülebilir yaşam koşulları üzerine konuştular...Telefon çaldı, sonra araya başka işler girdi, tüm programı dinlemeyedim ancak kapitalist sistemin ehlileştirilmesi gereken bir dönemde olduğumuzu bir kez daha duymak, hissetmek, iyi geldi bana...
*
Son bir sene, hayata bakışımın oldukça farklılaştığı bir sene oldu. Sanki başka bir ben çıktı içimden. Anlatması güç, belki de bir kitap yazar, anlatırım ilerde:) Hala da bu süreç içinde olduğumu hissediyorum. Detaya girmiyorum şu an ancak yaşadığım bu farklı dönemi, acısıyla tatlısıyla kabul ederek, hayata devam ediyorum. "Kabul" içinde hazineler barındıran, çok kıymetli bir değermiş. Bu yaşlarda öğreniyorum.
*
Neyse uzatmayayım, bu süreçte yazmayı kesmek, kendimden vazgeçmek olacakmış gibi geldi bana. O yüzden yazmaya devam...Hoş bir yazı yazdıktan sonra "ay yayınlamasaydım, yanlış anlarlar mı insanlar? şöyle mi yazsaydım, böyle mi yazsaydım" durumlarım oluyor gene zaman zaman ama bir arkadaşımın dediği gibi ;"Yazı sen yazdıktan sonra senin olmaktan çıkar, herkes o yazıdan kendi alacağını, anlayacağını anlar. Tabi alacağı birşey varsa..." O yüzden durumu abartmadan, çıkar kafadakileri, olsun bitsin Füs diyorum kendime...İnsanın kendine ettiğini başka kimse ona etmiyormuş walla:)
*
Öğlene kadar vaktim var, artık o zamana kadar ne yazabilirsem...
*
Aklımdaki konu başlıkları:
-Müzeyyen Senar'a veda
-2 film, 1 kitap
-40 yaşından sonra üniversiteli olmak
-Sürdürülebilir yaşam üzerine...
-Para para para...
-İletişim özürleri üzerine...

*
Bugün konuya zor girdik, 2 film ve 1 kitapla yazıyı noktalayayım...
1 kitap:

Terapi Olarak Sanat

Bu kitabı Alain de Botton benim için yazmış sanki:) Kendime yılbaşı hediyesi olarak aldığım kitap, her gece yatmadan önce başımın ucunda beni bekliyor. Sanatı, sanatçıyı genelde toplumdan kopuk, hayatın gerçeklerinden uzak, romantik insanlar olarak görme eğilimi var çoğu insanda. (Bu benim yorumum tabi.) Halbuki sanatçılar bana göre, hayata karşı çok duyarlı insanlar, dünyadaki güçlüklere, çirkinliklere, zalimliklere sanat aracılığıyla çare bulmaya çalışıyorlar.  İnsanı katman katman açarak, insanın kendisiyle yüzleşmesini sağlıyorlar...Dünyanın güzelliklerini, insanların görmesine gayret ediyorlar...
*
Alain de Botton ve John Armstrong, Sanat'ın hayata yaptığı katkıları; "Aşk, Doğa, Para ve Siyaset" konu başlıklarında örnekleriyle anlatıyor. Kitabı okudukça, sanat çalışmalarına farklı bir gözle bakmaya başlıyorsunuz. Kendi biricik gözlerinizle:). Alain de Botton ve John Armstrong, sanata çok samimi bir yaklaşımda bulunmuş. Sanatı, sade vatandaşın anlayabileceği, hayatına katabileceği basitlikte anlatmışlar...
Çok söze gerek yok, birkaç metin yazayım kitabın içinden, ne demek istediğimi anlayacaksınız...(Kitap çok ucuz bir kitap değil, almayı düşünürseniz, internetten indirimli almanızı tavsiye ederim.)

"Dünya daha nazik bir yer olsaydı, herhalde güzel eserlerden ne o kadar çok etkilenir ne de onlara o kadar çok gerek duyardık. Sanatın bize kendini hissettiren en tuhaf yanlarından biri, bizi zaman zaman ağlatma gücüdür; yürek paralayıcı ya da ürkütücü bir görüntü sunarken değil, müstesna bir sevimliliği ve zarafeti olan bir eserle, biran için yüreğimizi dağlayabilir. Güzellik karşısında, yoğun bir duygulanım yaşanan bu özel anlarda bize ne olur?"

"Sanat sıklıkla çektiğimiz sancıları gözden geçirmek için önemli ve ciddi bir bakış noktası sunar. Yıldızlar ile okyanusların, büyük sıradağların ya da kıta yarıklarının resmedildiği, romantik anlamada yüce sanat eserleri için bu özellikle geçerlidir. Bu eserler, değersizliğimizin farkına varmamızı sağlayarak bizde tatlı bir huşu uyandırır, insanların yaşadığı felaketlerin, sonsuz ihtimallerle kıyaslandığında nasıl da önemsiz olduğunu hissettirerek, bizleri hayatın başımıza sardığı anlaşılmaz trajedileri tevekkülle karşılamaya biraz daha istekli kılar. Hiçe sayılan varlığımızın öneminde ısrar ederek, incinen gururumuzu onarmak yerine, bir sanat eserinin yardımıyla, özümüzdeki hiçliği idrak etmeye ve böylece değerini kavramaya gayret edebiliriz.

"Kendimize karşı şeffaf değiliz. Sezgilerimiz, kuşkularımız, önsezilerimiz, belirsiz derin düşüncelerimiz ve tuhaf bir biçimde birbirine girmiş duygularımız var; hepsi de basit tanımlara karşı direnç gösteriyor. Halden hale giriyoruz ama gerçekten nedir bu haller bilmiyoruz. Derken, zaman zaman, daha önceden hissetmiş olduğumuz ama asla açıkça kavrayamadığımız bir şeye değinen sanat eserleriyle karşılaşıyoruz. "Sıkça düşünülmüş ama asla o kadar güzel ifade edilmemiş" düşünceler. Başka bir deyişle; kendi düşüncemizin, kendi deneyimimizin, elle tutulmaz, tarifi zor bir parçası alınıp kurgulanıyor ve bize öncesinden daha iyi bir şekilde iade ediliyor, bizler de sonunda kendimizi daha iyi anladığımızı hissediyoruz."

2 Film: 
Whiplash
Bir bateri öğrencisiyle hocasının ilişkisinin anlatıldığı filmin konusu başta sıradan gelebilir size. Ancak seyredenler bilir, bir gerilim filmi tadında seyrediyorsunuz filmi. (Biz filmin sonunda oldukça gerilmiş olduğuzu farkettik Mithat'la:) Hocanın aşırı sert tavırları, öğrencinin sınırları zorlayan azmi, soluk soluğa seyrettiriyor filmi. Birşeyi başarmak için denemenin sınırı nedir? Hangi noktada bırakmak, hangi noktaya kadar zorlamak gerek? Tamamen kişinin iç dünyasına göre değişir bence...Filme gitmeyi düşünenler olabilir, o yüzden ayrıntı vermeyeceğim ancak bu güzel müzikler bu aşırı disiplinde nasıl ruh bulur, ortaya çıkar ondan çok emin olamadım. Neyse, güzel film, özellikle Whiplash ve Caravan müziklerini dinlemek hoştu...

Buyrun filmin fragmanına;



Being There
Peter Sellers'ın bu filmini yazar birilerinden duymuştum ancak kimdi hatırlamıyorum. Peter Sellers'ın olgunluk döneminde çektiği filmlerden biri. Hayatında sadece bahçe ile uğraşmış, bahçıvanlık yapmış, az ve kesik kesik konuşan, dünyadan kopuk, tuhaf bir karakteri canlandırıyor Peter Sellers. Filmdeki adı; Chance Gardener.
Film, yazar Jerzy Kosinski'nin romanından uyarlanmış. Hatta Peter Sellers, bu romanı okuduktan sonra Kosinski'ye, "Benim bahçemden veya bahçemin dışından temin edilebilir" notuyla bir telgraf göndermiş adını belirtmeden. Yani role talip olduğunu böyle gizemli bir şekilde Kosinski'ye bildirmiş. Kosinski verdiği numarayı aradığında, karşısına Peter Sellers çıkmış. Ve sonunda da, Peter Sellers rolü kapmış. (Gerçekten ondan başka kim oynardı bu rolü bilemedim:)
Bu tuhaf bahçıvanın enteresan olaylar neticesinde, kendi dünyasından çıkarak, dış dünyayla buluşması ve burada yaşanan komik olaylar anlatılıyor filmde. Ne yaşanırsa yaşansın, bahçıvanın her şeyi, bahçıvanlıktan bildiği, doğanın kanunları ile basitçe açıklayabilmesi, insanlarda müthiş bir hayranlık uyandırıyor ve ortaya hiciv dolu bir komedi çıkıyor. Film yavaş yavaş açılıyor, başta biraz sabırlı olmakta fayda var. Kahkahalar atmıyorsunuz belki ama film boyunca yaşanan ironik durumlar sizi kıs kıs güldürüyor...Doğanın gücüne de, bir kez daha saygı duyuyorsunuz:)



İyi seyirler...








No comments:

Post a Comment