kaşındım, TED konuşmalarından ilgimi çeken bir konuşma olur mu diye bakınıyordum veeee ekteki videoyu buldum!
daha iyisini, daha içime sineni yapmak için ertelediğim birçok şeyi, minik minik aralık ayı boyunca yapmayı kafama koydum:
neler yapacağım?
-bloga her gün yazacağım, az da olsa her gün!bazen sadece merhaba da olabilir tabi:)
-her gün foto çekeceğim (bu aksiyon fikrini matt abiden aldım ama hoşuma gitti, belki her gün çektiğim fotolardan bloga koyarım;)
-her gün yarım saat yürüyeceğim. (spor yaptığım günleri yürümeye sayarım.)
-her gün en az 50 sayfa kitap okuyacağım. (kitap okuyorum elbet ancak bazen elime alacak halim olmuyor yorgunluktan, böyle sayfa okuma baskısına da gelemem ben ama, neyse şimdilik 50 diyeyim, kitabına göre bu artar azalır, pek net olmadım sanki?:)
-her gün en az 5 bardak su içeceğim. (su içiyorum ama günde ne kadar içtiğimin farkında değilim.)
neleri yapmayacağım?
bu maddeler hemen aklıma gelmedi, geldikçe yazarım;
-gece çok geç yatmayacağım.
-internete saatlerce takılıp kalmayacağım.
-...
hadi bakalım iyi aralık'lar...
Featured Post
30 November 2011
defne'nin hediyesi
o kadar zaman bloga girmezsen, şifren bile unutulur gider işte füs...şifreyi yenileyene kadar göbeğim çatladı!
oysa ki sadece, defne'nin dayıma ve meloş'a hediye ettiği resmi koyacaktım bloga...
defne geçenlerde ilk defa meloşlar'da yatılı olarak kalacaktı, çok heyecanlıydı, onlara bir resim yapacağım dedi ve bu resmi yapıverdi.
çok söze gerek yok, resmin bir yanında elele tutuşmuş dayım ve meloş, diğer yanında mutlu ve huzurlu defne var, çiçek filan da götürdüğümüz yoktu dayımlara ama öyle çizmek istemiş:) özellikle yüz ifadeleri çok hoşuma gitti...
normalde "I love" yerine "love I"'ı tercih ediyor defne, netekim resmi koyduğu zarfta kendi tarzına dönmüş:)
oysa ki sadece, defne'nin dayıma ve meloş'a hediye ettiği resmi koyacaktım bloga...
defne geçenlerde ilk defa meloşlar'da yatılı olarak kalacaktı, çok heyecanlıydı, onlara bir resim yapacağım dedi ve bu resmi yapıverdi.
çok söze gerek yok, resmin bir yanında elele tutuşmuş dayım ve meloş, diğer yanında mutlu ve huzurlu defne var, çiçek filan da götürdüğümüz yoktu dayımlara ama öyle çizmek istemiş:) özellikle yüz ifadeleri çok hoşuma gitti...
normalde "I love" yerine "love I"'ı tercih ediyor defne, netekim resmi koyduğu zarfta kendi tarzına dönmüş:)
26 September 2011
şimdi okullu olduk...
Hani dönüşümüz muhteşem olmuştu, olmuşsa da,sönüşümüz çabuk olmuş:)
Neyse Eylül ayındaki 2. yazımız olacak, buna da şükür...
Yazmak için konu başlıklarını belirttiğim konuların kimi güncelliğini kaybetti, bu arada gündeme yeni konular geldi oturdu!
O yüzden hala yazmak istediğim şeyleri yazacağım. Mesela;Patti Smith'in yazdığı "Çoluk Çocuk" kitabından çok etkilendim. Patti Smith, Robert Mapplethorpe ile yaşadıkları dönemin hikayesini yazmış. Çok samimi ve naif bir dille yazmış, özellikle aralarındaki ilişkinin gücü beni çok etkiledi. Yolları ayrılsa bile, birbirlerinden hiç kopmamaları, birbirlerini her zaman ve her şekilde oldukları gibi kabul etmeleri,koruyup kollamaları gerçekten hayranlık uyandırıcı.Patti Smith'in çok sadık bir dinleyicisi değildim ancak bu kitabı okuduktan sonra, kadına duyduğum sempati ve saygının arttığını kesinlikle söyleyebilirim.
"Taş Devri Diyeti"'ni bir sonraki yazıda ayrıntılı olarak yazacağım.
,
Gündeme oturan en önemli konu ise; yaklaşık 2-3 hafta önce başlayan Defne'nin anaokulu! Evet Defne kendi deyimiyle artık "hazırlık" sınıfına gidiyor.Okul seçimi detaylarına hiç girmeyeceğim. Bu okulu seçmemizin en önemli nedeni, okulun eve yürüyüş mesafesinde olması. Defne'yi okula yürüyerek götürüp geliyoruz. Zaten eskiden hepimiz evimize en yakın okula gitmez miydik? Neyse,sabah herkes servislerle, arabalarla okula yetişmeye çalışırken, Defne ile sohbet ederek okula gitmek hoşuma gidiyor. Sabahları okuldaki tavşanlara marul veriyoruz bazen,kümesteki diğer hayvanlara selam veriyoruz...İşte bu sabah ritüeli bile iyi geliyor bana. Bu tabloya bakıp hemen okula adapte olduğumuzu sanmayın tabi. Defne çabuk adapte olmuş görünüyordu ancak geçen gün okul saatlerinin uzunluğu yüzünden siniri bozulmuş, yemekte "anne okulu seviyorum ama bu kadar uzun zaman okulda kalmak zorunda mıyım?" diyip ağlamaya başladı. Ah yavrum haklı tabi,8.20-16.20 arası okulda. Biz yarım gün gider gelirdik okula onun yaşındayken. Mithat'la kendi çocukluğumuzdan, öğrenciliğimizden bahsettik Defne'ye. Biraz rahatladı, sevmediği öğretmenler varmış, onları söyledi.Bizim de sevmediğimiz hocalar vardı Defne dedim ben ve bunu duyunca yüzü aydınlandı yavrumun. Aslında düşünüyorum da bende iz bırakan doğru dürüst pek bi hocam bile olmamış. Ne yazık...
Bizim okula adaptasyonumuza gelince, Mithat bana göre daha ılımlı, ben biraz daha tıktıkıyım. Önyargılı olmamaya çalışıyorum ancak hem velilerin bazılarında hem de okuldaki bazı yöneticilerde aynı tas aynı hamam ezberciliğini görüyorum.
Oryantasyonda,okul müdürü kadın Türk çocuklarıyla ilgili yapılmış bir araştırmadan bahsetti. Türk çocukları, okul öncesi dönemde; yaratıcılıkları ile ülkeler bazında ilk sıralarda yer alırken, okul dönemiyle birlikte yaratıcılıkları en alt sıralara düşüyormuş...Yani Milli Eğitim süzgecinden geçen her çocuk mis gibi oluyor, yok birbirimizden farkımız kıvamına getiriliyorlar, ne hoş, sonrasında da zaten çoğunluk içinde mutlu mesut yaşayıp gidiyoruz...
Ben ezberci eğitimden çok çektim sorgulamayı taaa üniversitede öğrendim diyebilirim tam anlamıyla. O yüzden birşeyler gerçekten değişsin artık diyorum. Okul öncesi dönemde cin gibi olan çocuklarımızı yanlış sistemlerle köreltmeyelim, doğrularımızı gözden geçirelim, ezbere birşeyleri yapmayalım istiyorum.
Umarım birşeyler değişmiştir eğitim sisteminde yıllar içinde...
Gelişmelerle tekrar karşınızda olacağız,
Hadi iyi geceler...
Neyse Eylül ayındaki 2. yazımız olacak, buna da şükür...
Yazmak için konu başlıklarını belirttiğim konuların kimi güncelliğini kaybetti, bu arada gündeme yeni konular geldi oturdu!
O yüzden hala yazmak istediğim şeyleri yazacağım. Mesela;Patti Smith'in yazdığı "Çoluk Çocuk" kitabından çok etkilendim. Patti Smith, Robert Mapplethorpe ile yaşadıkları dönemin hikayesini yazmış. Çok samimi ve naif bir dille yazmış, özellikle aralarındaki ilişkinin gücü beni çok etkiledi. Yolları ayrılsa bile, birbirlerinden hiç kopmamaları, birbirlerini her zaman ve her şekilde oldukları gibi kabul etmeleri,koruyup kollamaları gerçekten hayranlık uyandırıcı.Patti Smith'in çok sadık bir dinleyicisi değildim ancak bu kitabı okuduktan sonra, kadına duyduğum sempati ve saygının arttığını kesinlikle söyleyebilirim.
"Taş Devri Diyeti"'ni bir sonraki yazıda ayrıntılı olarak yazacağım.
,
Gündeme oturan en önemli konu ise; yaklaşık 2-3 hafta önce başlayan Defne'nin anaokulu! Evet Defne kendi deyimiyle artık "hazırlık" sınıfına gidiyor.Okul seçimi detaylarına hiç girmeyeceğim. Bu okulu seçmemizin en önemli nedeni, okulun eve yürüyüş mesafesinde olması. Defne'yi okula yürüyerek götürüp geliyoruz. Zaten eskiden hepimiz evimize en yakın okula gitmez miydik? Neyse,sabah herkes servislerle, arabalarla okula yetişmeye çalışırken, Defne ile sohbet ederek okula gitmek hoşuma gidiyor. Sabahları okuldaki tavşanlara marul veriyoruz bazen,kümesteki diğer hayvanlara selam veriyoruz...İşte bu sabah ritüeli bile iyi geliyor bana. Bu tabloya bakıp hemen okula adapte olduğumuzu sanmayın tabi. Defne çabuk adapte olmuş görünüyordu ancak geçen gün okul saatlerinin uzunluğu yüzünden siniri bozulmuş, yemekte "anne okulu seviyorum ama bu kadar uzun zaman okulda kalmak zorunda mıyım?" diyip ağlamaya başladı. Ah yavrum haklı tabi,8.20-16.20 arası okulda. Biz yarım gün gider gelirdik okula onun yaşındayken. Mithat'la kendi çocukluğumuzdan, öğrenciliğimizden bahsettik Defne'ye. Biraz rahatladı, sevmediği öğretmenler varmış, onları söyledi.Bizim de sevmediğimiz hocalar vardı Defne dedim ben ve bunu duyunca yüzü aydınlandı yavrumun. Aslında düşünüyorum da bende iz bırakan doğru dürüst pek bi hocam bile olmamış. Ne yazık...
Bizim okula adaptasyonumuza gelince, Mithat bana göre daha ılımlı, ben biraz daha tıktıkıyım. Önyargılı olmamaya çalışıyorum ancak hem velilerin bazılarında hem de okuldaki bazı yöneticilerde aynı tas aynı hamam ezberciliğini görüyorum.
Oryantasyonda,okul müdürü kadın Türk çocuklarıyla ilgili yapılmış bir araştırmadan bahsetti. Türk çocukları, okul öncesi dönemde; yaratıcılıkları ile ülkeler bazında ilk sıralarda yer alırken, okul dönemiyle birlikte yaratıcılıkları en alt sıralara düşüyormuş...Yani Milli Eğitim süzgecinden geçen her çocuk mis gibi oluyor, yok birbirimizden farkımız kıvamına getiriliyorlar, ne hoş, sonrasında da zaten çoğunluk içinde mutlu mesut yaşayıp gidiyoruz...
Ben ezberci eğitimden çok çektim sorgulamayı taaa üniversitede öğrendim diyebilirim tam anlamıyla. O yüzden birşeyler gerçekten değişsin artık diyorum. Okul öncesi dönemde cin gibi olan çocuklarımızı yanlış sistemlerle köreltmeyelim, doğrularımızı gözden geçirelim, ezbere birşeyleri yapmayalım istiyorum.
Umarım birşeyler değişmiştir eğitim sisteminde yıllar içinde...
Gelişmelerle tekrar karşınızda olacağız,
Hadi iyi geceler...
05 September 2011
bu kez fena dinlendim...

Neredeyse 1 sene olmuş yazmayalı...vay ki vay!
Uzatmıyorum, başladım işte tekrar yazmaya...
Bugün Ege'nin sessiz sakin beldesi Kabakum'dan İstoş'a döndük. Çoğunluğun aksine hareket ettiğimiz için, giderken de dönerken de,yolda bayram trafiğine yakalanmadık. Çok akıllıyız diye yazmıyorum bunu, öyle denk geldi ama hep böyle denk getirmeliyiz, akıllı olmalıyız:)
Annemler bu yaz Kabakum'da ev tutmamış olsa, bayramda İstoş'un boş halinin keyfini çıkarırdık herhalde...Ama iyi ki gitmişiz, bayram kalabalığının, gürültüsünün hiç yaşanmadığı , belirli bir zaman diliminde(70'ler gibi) donmuş bir yer sanki burası.
Bu anlattığıma bakıp da müthiş bir beklenti yaratmayayım kimsede. Sadece çok sakin ve çok basit bir yer olması benim aradığım şeymiş, bana çok iyi geldi. Bol bol okudum, uyudum, 3 vakit elde bulaşık yıkadım, kızımla denizde saatlerce oynadım, boş boş durdum, çekirdek çitledim, Midilli üzerinden muhteşem gün ve ay batışlarını seyrettim, aileme doydum...
Diyeceğim o ki Kabakum'un sakin ortamında yakaladığım huzuru, İstoş'un hemencecik bozmasına izin vermeyeceğim. Bugün dönüş yolunda, her ne kadar blackberry sebebiyle bir hayli çalıştıysam ve şu ana kadar halaa işle meşgul olduysam da, ilk günden havluyu atmaya niyetim yok!
Yazdıkça bilin ki direniyorum İstoş'un omuzlarıma koymaya çalıştığı yüklere!
Şu anki ruh halimi, bir alıntı ile yansıtabilirim sanırım. Kanat Atkaya tatile çıkarken, Ferhan Şensoy'un "Gündeste" kitabından hoş bir şiir iktibas(alıntı demek imiş) etmiş, ben de ondan iktibas ediyorum bu güzel şiiri:
günler çabuk geçiyor
saniyeler çok uzun
sıkı dur köhne bizans
arındım geliyorum
cevat şakir mavisi
artık derim değişti
sıkı dur yunan bizans
soyundum geliyorum
ayvalık'ta van gogh sarısı
bir bekar adamın karısı
bir cigara düşüncenin yarısı
savulun geliyorum
kız kurusu zeytin ağacı
bıyıkta tuz kokusu
tozolun geliyorum
dikkat buyurun arkadaşlar
en güneyden geliyorum
bu kez fena dinlendim
sıkı dur köhne bizans
akşamüstü fütühata(fethe) geliyorum
Bu arada, şiiri biraz araştırınca görüyorum ki, Kanat bu şiirin bazı kısımlarını sansürlemiş, kendi ruh haline uygun olan,edepli yerlerini alıntılamış şiirin:), şiirin bu halini okuyup sevdiğim için, şiiri onun yazdığı haliyle yazıyorum... Şiirin daha bir Ferhan Şensoy'luk kısımları da var ki, o kısımlarda bayaa güldüm. Merak edene Güldeste sayfa 156-157...
Yazacaklarım var daha ama sonraki günlere artık...Kısaca başlıkları yazayım da, sonradan vazgeçmeyim yazmaktan, kendime söz vereyim:)
-Dragos'ta şaşırtan bir deniz kabukları müzesi...
-Bir Salzburg macerası...
-Bir doktora gittim ve hayatım değişti... Taş Devri'ne Dönüş!
-Beni günlerce düşündüren bir ilişki: Çoluk Çocuk Patti Smith...
Haydi iyi geceler...
29 November 2010
havuçlu kek!
bu cumartesi defne ile cafe fernando' nun blogundan bir kek yapalım dedim. ama öyle hadi kek yapalım demekle olmuyormuş fernando'dan kek yapmak:) sözümona en basit keki seçtim kendimce, havuçlu kek! havuçlu kekin içinde bir ben yokum. tabi ki bütün malzemeleri bulamadım; vanilya özötü, taze muskat, üzüm çekirdeği yağı gibi malzemeler olmayınca, kek de kendi çapında bir kek oldu haliyle...hazırlanışı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, pek yorulduk defne'yle. tabi kendi kendimize çıkardığımız zorluklar da vardı... 1 su bardağı beyaz, 1 su bardağı esmer şeker isteniyordu tarifte. esmer şeker sadece küp şeker olarak vardı, aman almayım ezerim olur biter dedim, onu ezmesi bile yetti:) tarifi harfiyen uygulamaya kalkmak neyine be füs, hele defne'yle? havuçlu kek yapacaksan da bu kadar iddialı olandan başlama di mi, 10 üzerinden 5 alır kekimiz, çok kabarmasa da güzel kokular yayıldı etrafa, içi pişti çiğ kalmadı, yiyebildik:)
keki yaparken, defne'yle defalarca bilgisayardan videosunu izlediğimiz ve söylediğimiz şarkı: athena'dan arsız gönül (bayılıyor bu şarkıya, ben de seviyordum ama o kadar çok dinledik ki, bayıldım. defne videoda herkesin şarkıyı söylediğini görünce "aa anne bak herkes seviyormuş bu şarkıyı" dedi) izlemek ve dinlemek için tık!
kek tarifini isterseniz... tık!
işte fotolar!
fırından yeni çıktı!

kekin üstüne bol kar yağdı defne sayesinde...
keki yaparken, defne'yle defalarca bilgisayardan videosunu izlediğimiz ve söylediğimiz şarkı: athena'dan arsız gönül (bayılıyor bu şarkıya, ben de seviyordum ama o kadar çok dinledik ki, bayıldım. defne videoda herkesin şarkıyı söylediğini görünce "aa anne bak herkes seviyormuş bu şarkıyı" dedi) izlemek ve dinlemek için tık!
kek tarifini isterseniz... tık!
işte fotolar!
fırından yeni çıktı!
kekin üstüne bol kar yağdı defne sayesinde...
22 November 2010
bu sıralar hoşuma giden şeyler...

cafe fernando
dünyanın en iyi 50 yemek blogundan biri seçilmiş cafe fernando 'yu ben yeni öğrendim. nefis bir site. blogun sahibi cenk'i de çok içten buldum. yaptığı tatlıların fotoğrafları çok güzel(kendi çekiyor), kimbilir lezzetleri nasıldır? yaptığı tatlıları denettirdiği bir lezzet ekibi varmış, o ekipte olmak isterdim...
en son tarifi; dolce gabbana için tasarladığı 'brownie dantel giyer' keki, harika görünüyor. yemek harici çektiği fotoları da sevdim.
defne'ye buradan pasta ve kek yapmayı planlıyorum, bakalım fotoları nasıl olacak:)
bir de cafe fernando niye fernando? sitede baktım ama bir cevap bulamadım. acaba portekizli şair fernando pessoa 'dan mı esinlendi? o esinlenmese bile ben şairin şiirlerini karıştırdım, tütüncü dükkanı şiirinden hoşuma giden birkaç dizeyi yazayım istedim:
hiçim ben.
asla bir şey olmayacağım.
bir şey olmayı isteyemem.
bu bir yana, bendedir bütün düşleri dünyanın
V.Ö'nün kişisel anayasası
uzun süredir pek tat alamıyordum vedat özdemiroğlu'nun yazdıklarından ama bu anayasa hoş olmuş.
1-sıkıcı insandan kaç.
2-bir insan nasıl sıkıcı hale gelir, yoksa doğuştan mı sıkıcıdır, bunu düşün.
3-başkasının mutluluğundan acı duyana geçmiş olsun. Aynı zamanda başkasının acısından zevk de alır o...tamamı için tık...
erdil yaşaroğlu'nun şiir denemeleri
güldürdü bu şiiri beni:)
dünyanın en iyi 50 yemek blogundan biri seçilmiş cafe fernando 'yu ben yeni öğrendim. nefis bir site. blogun sahibi cenk'i de çok içten buldum. yaptığı tatlıların fotoğrafları çok güzel(kendi çekiyor), kimbilir lezzetleri nasıldır? yaptığı tatlıları denettirdiği bir lezzet ekibi varmış, o ekipte olmak isterdim...
en son tarifi; dolce gabbana için tasarladığı 'brownie dantel giyer' keki, harika görünüyor. yemek harici çektiği fotoları da sevdim.
defne'ye buradan pasta ve kek yapmayı planlıyorum, bakalım fotoları nasıl olacak:)
bir de cafe fernando niye fernando? sitede baktım ama bir cevap bulamadım. acaba portekizli şair fernando pessoa 'dan mı esinlendi? o esinlenmese bile ben şairin şiirlerini karıştırdım, tütüncü dükkanı şiirinden hoşuma giden birkaç dizeyi yazayım istedim:
hiçim ben.
asla bir şey olmayacağım.
bir şey olmayı isteyemem.
bu bir yana, bendedir bütün düşleri dünyanın
V.Ö'nün kişisel anayasası
uzun süredir pek tat alamıyordum vedat özdemiroğlu'nun yazdıklarından ama bu anayasa hoş olmuş.
1-sıkıcı insandan kaç.
2-bir insan nasıl sıkıcı hale gelir, yoksa doğuştan mı sıkıcıdır, bunu düşün.
3-başkasının mutluluğundan acı duyana geçmiş olsun. Aynı zamanda başkasının acısından zevk de alır o...tamamı için tık...
erdil yaşaroğlu'nun şiir denemeleri
güldürdü bu şiiri beni:)
MASALCIMasal dinlemek istersen,
Beni çağır küçük çocuk.
Anlatırım sana
Ali Babayı,
Parmak Çocuğu,
Yedi Cüceyi...
Uyumazsan eğer
Döverim seni küçük çocuk.
Ali Babayla,
Parmak Çocukla,
Yedi Cüceyle...
1992
athena'nın 'tersine' şarkısı
athena bizim gençliğimizin grubu, az mı tepindik harbiyelerde athena'yla, sevdim ben albümlerini, güzel olmuş, en çok da bu şarkısı:)
şarkı için tık
son olarak; bugün berna doğum yaptı, aramıza bir küçük prens daha katıldı:)
athena bizim gençliğimizin grubu, az mı tepindik harbiyelerde athena'yla, sevdim ben albümlerini, güzel olmuş, en çok da bu şarkısı:)
şarkı için tık
son olarak; bugün berna doğum yaptı, aramıza bir küçük prens daha katıldı:)
04 November 2010
yeniden merhaba:)
Ohoooo,
...kııış geçtiiii, bahar geçtiii, yaaaaz geçtiii, ömüüür geçtiiii...tık yok visnecekirdeği'nde, en uygun, en rahat zamanın geleceği yok, iyisi mi, denk getirdikçe ufak ufak yazayım:)
bugün ortaya karışık...
önce reklamlar...

defne: anne bu ne?
füs: ne?
defne: turkcell:)
...kııış geçtiiii, bahar geçtiii, yaaaaz geçtiii, ömüüür geçtiiii...tık yok visnecekirdeği'nde, en uygun, en rahat zamanın geleceği yok, iyisi mi, denk getirdikçe ufak ufak yazayım:)
bugün ortaya karışık...
önce reklamlar...
defne: anne bu ne?
füs: ne?
defne: turkcell:)
bayramlardan bayramlara sekerken...
cadılar bayramı
defne: anne bakalım cadılar bayramında en korkunç kim olacak?
füs: bence sen tatlı olursun:)
defne: üüüf anne, bu prensesler bayramı diil ki, korkunç olmak gerekiyor...
füs kendi kendine:soruyu dinlesene füs, ne tatlısı???
29 ekim günü
defne: atatürk dünyamızı kurtardı!
mit: yok canım, o türkiye'yi kurtardı:)
defne: biliyom zaten.
bugünden aklımda kalanlar...
ezgi başaran'ın yazısını sevdim. iyi yazıyor bu kız. kanat'ı da kaptı ama olsun helal olsun!
oradan aklıma sevdiğim adamlar geldi...
okuduğumda, dinlediğimde iyi ki bu adamlar var hayatımda dediğim adamlar, bana iyi gelen, kendileri olabilen adamlar... ilk etapta aklıma gelenleri yazıyorum, şimdilik sadece adları, aklıma geldikçe eklemeler yaparım belki...
orhan pamuk, gündüz vassaf, yankı yazgan, met-üst, kaan sezyum, leonard cohen, yıldırım türker, kanat atkaya, fatih özgüven, murat daltaban...
siz hayatınızda kimlerin olmasından memnunsunuz? (kim okuyacaksa sorumu:)
son olarak...
çok beğendiğim bir filmle kapatıyorum bugünü: çoğunluk!
hikaye; türk aile yapısının, toplumumuzun arızalarını çok doğal bir şekilde gözler önüne seriyor, bu yüzden de çok çarpıcı, oyuncular çok başarılı, çoğunluk bu filmi seyretse acaba birşeyler değişir mi hayatımızda diye düşünmeden edemedim. farkedilir mi normal görülen arızalarımız?
2 minik not:
-yasmin, yeni doğum yapan arkadaşa bir katkısı olur mu bu bilmem ama rüya'nın aramıza katılması da, beni yazmak için harekete geçirdi bilesin:)
-nilo ve berna, bugün sizin dürtüklemenizle yazmaya oturdum, siz de bunu bilesiniz:)
Subscribe to:
Posts (Atom)