Featured Post

09 September 2013

bir rock'n coke macerası...

yarın defne'nin okulu açılıyor. yarın sabahı düşünerek, bu saatte bilgisayarın başına oturmasam daha iyi olacaktı ama oturdum artık:)
*
yeğenim şebnem, 14 yaşında olup kendisi sıkı bir müzikseverdir. çoğu müzik grubunu ondan öğreniyorum. meğer bu sene de rock'n coke'a çok sevdiği bir grup olan " hurts" geliyormuş. "hadi" dedim "gelin istoş'a, gidelim!". ablamı ikna etmek biraz zaman alsa da, ana-kız eskişehir'den geldiler bu haftasonu. şebo'dan festival öncesi biraz müzik dersi aldım, öncelikle tabi "hurts" çalıştım.
yani cumartesi günü için hazırız festivale!
tabi defne de tutturdu "ben de geleceğim diye!" o kadar uzak bir yer olmasa, hadi bir görsün diye götüreceğim ama nerdeeee...
defne'yi gündüzden bırakabileceğimiz bir yer yok. akşama arkadaşımıza bırakabiliyoruz.
"hadi, şebo günü kaçırmasın, biz önden gidelim şebo ile, siz mit'le defne'yi bırakır, arabayla gelirsiniz akşama..." dedim bizimkilere.
bana göre plan gayet iyi olmuştu ama çok büyük bir stratejik hata yaptığımın o an tabi ki henüz farkında değildim...
*
şeboyla teyze-yeğen düştük yollara. tam öğrenci gibi, önce minibüs, sonra metrobüs (arada elimizdeki sezen biletlerini trump towers önünde bir arkadaşa vermece) en son da yine oradan kalkan servise binip hezarfen yollarına düşmece...tabi sürüne sürüne gittik, yolda dur kalk dur kalk...2 saatte ulaştık ama ne yapalım festival uğruna düştük yola dedik, söylenmedik...
*
sonra şebo fest alanının muhteşem wc'leri ile tanıştı! ne bu böyle yaa, bu kadar da kötü olmaz ki wc'ler! ilk defa da gelmiyoruz festivale, daha iyi yapanlar var bu işi! neyse buna da takılmadık, akrobatik hareketlerle işimizi gördük, kaçtık o sahneden!
*
festival havasına girmeye hazır, bilet kontrol sırasına yürüdük. sıra bize geldi. biletlerimizi görevliye gösterdik.
-"18 yaş altı kişiler için şu bölüme geçin lütfen" dediler. tıpış tıpış oraya geçtik. kimliklerimizi istediler.
- siz annesi değil misiniz?
- "hayır teyzesiyim. (doğrucu davut, şaşkın tavuk füs)
(((biiiip yandınız!!! ve bittiniz hatta!!! daha farkında değilsiniz!!! sizi sürüm sürüm süründüreceğiz!!!)))
-o zaman alana giremezsiniz.
-ama bakın yeğenim esk'den sırf bu fest için geldi.
-olabilir, alamıyoruz.
-bir yetkili ile görüşebilir miyim?
-hamfendi sizi anlıyorum, vıt vıt vıt, zıt zıt zıt...
-annesi gelmeden maalesef içeri alamıyoruz.
-pardon hezarfen'deyiz, nasıl gelsin hemen annesi? annesi akşama gelecek. kimliğim sizde kalsın isterseniz?
-annesi gelince alabiliriz ancak içeri.
-bakın sizin iyi bir insan olduğunuz yüzünüzden belli, ee biz de pek kötü insanlara benzemiyoruz değil mi? uzatmasak?
-hamfendi lütfen kenarıya alalım sizi.
(şebo hayal kırıklığı ile yere çökerek ağlamaya başlar!)
ve o bölümde birçok gözü yaşlı gencin olduğunu o an farkederim. meğer orası "18 yaş altı özel ağlama bölümü"ymüş. şebo'nun ağladığını gören, durumu çoktan kanıksamış bir kız " biz 4 saattir buradayız, arkadaşımın babası bizi getirmişti ama velimiz olmadığı için bizi içeri almadılar, babamızı bekliyoruz, ancak o gelince girebileceğiz. hoş, işini bilen çoktan girdi içeri. kimi öğrenci kimliğinde yaş düzeltmesi yapmış, kimi tam bilet almış, makyajı full yapmış, havayı kapmış, içeri zıplamış, aradan kaytarıp içeri girenler, el sallayanlar...)
*
eh be füüüs, yıllardır bu organizasyon-fest işlerini bilirsin, arada yaptığın çakallıklar da olmuştur ama yaş kemale erince, hafif pas tutmuşsun ya da basiret bağlanması diyelim... çok basit birşeyi atlamışsın. ablanın kimliğiyle kendi kimliğini değiştir gel işte. ablanla benzerliğinden hayatta bir kere yararlan be kızım!!!
*
atladık işte, ama pes eder mi anadolu çocuğu? kırk yılda bi yeğenimi getirmişim konsere, elbette gireceğiz, ne salakça birşey kapıda takılmamız...
*
-hadi başka kapıdan deneyelim.
*
saçlarımızı açtık. şebo benim gözlüğü taktı, hafif makyaj(ama sıkı makyaj gerekiyormuş aslında) ve fakat başka kapıda da takıldık. buyrun yine ağlama duvarına...
*
bu sefer kadın olan başka bir yetkiliyi buluyorum.
-"bakın durumu şöyle izah edeyim. yeğenim ve annesi esk'den geldiler, ablam evde kızıma bakıyor, kızımı akşam bırakabileceğiz, yeğenimin annesiyle, eşim akşama buraya gelebilecek... bıt bıt bıt..."
(füs ne anlatıyon yaaa? hayat hikayemi anlatıyorum orada ama kimin umrunda, zaten niye umurlarında olsun ki? ah bi yaşıma göre birini bulsam...artık sonunda o kadar koptum ki, "siz de anne olacaksınız, o zaman anlayacaksınız beni..."filan diye iyice kükremeye başlıyorum ama nafile çabalar tabi...:)
*
duman konseri başlıyor.
dışarda volta atıyoruz şebo'yla, bi taraftan da "gireriz canım, merak etme" diyorum kuzuma.
*
içeride olan arkadaşlarımdan yardım istiyorum. oradan da olumlu cevap yok.
*
ablamlar yola çıktılar bu arada ama yol çok kalabalık diye başka bir yollara sapmışlar. onlardan ümit yok yakın vadede...
*
bir daha başka kapıdan deneyelim diyoruz.
bu sefer görevliye "annesiyim" diyorum. "tamam kimlik kontrolü yapacağız ağlama noktasına buyrun" diyorlar.
maalesef kükrediğim kadın beni görüyor. bu sefer başka bir kadın yetkili var, o kadın daha bir profesyonel çemkiriyor. yaa ben de artık kendimi tanıyamıyorum. tamam anladık annesi değilim ama teyzesiyim ulan.
-sitenizin ilk sayfasına büyük büyük harflerle bu uyarıyı yapmalıydınız. annesi babası hayatta olmayan bir genç olsa, bu festivale gelemeyecek mi?
-hamfendi alamıyoruz. annesi gelsin.
(tabi bu püskürtmeler sonunda hafif tonda küfürleri basıyorum çevreme, çevredeki gözü yaşlı gençler, büyük birinden böyle bir destek gelince, gülümseyerek bakıyor bana, yalnız değilsiniz çocuklar!!!)
-şebo "18 yaşını tam doldurmamışsa kişi, illa babasıyla mı gelecek konsere? yaa nasıl bir mantık bu? diyor, gülüyorum:)) yassah kardeşim, burası türkiye! 18 yaşın altındaysan müzik dinlemek yok sana! teyzeye anne yarısı derler ama burada geçmez o laflar...alkolü dayar felan ağzına mazallah...korku kültürünün egemen olduğu topraklarda bu konserler de devam eder mi acep?
*
akşama doğru giriş alanı, sırf çocuğu için gelmiş olduğu belli olan velilerle dolmaya başlamıştı. şaşkın gözlerle etrafa bakıyordu çoğu veli...
*
bizse, deniz kenarının oradaki su bidonlarının tepesine tüneyip "duman"ı dinliyoruz. güvenlik görevlileriyle sohbete başlıyoruz. yardım etmek istiyorlar ama belli ki emir büyük yerden verilmiş!
*
hurts'un başlamasına 5 dk var. ablamların gelmesine daha en az yarım saat var. son birşey geliyor aklımıza.
-hadi öğrenci biletini tam yapalım. akşam vakti artık çok bakmazlar.
ve fakat üstüne para vermemize rağmen öğrenci biletinin arkasına bir bilet daha zımbalıyor gişedeki adam. hayıııır!!!
-bu biletin tam yazan halini istiyorum.
-yok bu da öyle sayılır.
-öyle sayılmaz.
-tamam vazgeçtim, geri alayım parayı lütfen.
*
ve hurts başlar!!!
*
şebo da ağlamaya başlar. onun o halini görüp, eli kolu bağlı, çaresiz hisseden teyzesi de artık gözyaşlarını tutamaz! teyze-yeğen sarılırız birbirimize...
*
işte o an mucizevi birşey olur! kimseyi zor durumda bırakmak istemediğim için ayrıntısını yazmayacağım ama ufacıcık bir kapı bize açılır, 3.5 saatlik bekleyişimiz sonunda içeri gireriz!!!
*
konserine "miracle" şarkısıyla başlayan hurts, belli ki bizi çağırıyordu. hem ağlıyorduk hem de sevinçle ana sahneye koşuyorduk!
*
sonrası...sonrası müthiş bir mutluluk... şebom her şarkısını ezbere bildiği bu konseri keyifle seyretti ya, daha ötesi yok benim için...

ablamla mit'i merak ediyorsanız, onlar da konserin sonuna yetişti:)
*
"miracle"'dan sonra "wonderful life" şarkısına geçen "hurts" gerçekten bizi anlamış gibiydi... hayat böyle birşey galiba... en umutsuz olduğunuz zamanda size bir yerden "pişşt, enseyi karartma hemencecik, 5 dakkada değişir bütün işler" diyiveriyor...

buyrun siz de dinleyin bu güsel şarkıları...







not: sabah defne'ye hikayemizi anlattığımızda, çok büyük bir heyecanla dinledi. sonunda "aslında kimlikleri değiştirseydiniz teyzemle, yalan söylemiş olacaktınız ama gerekli bir yalanmış" diyiverdi:)

05 September 2013

mutlu olmanın 10 bilimsel yolu:)

eylül'e girdik diye melankolinin derinliklerine daldım sanmayın. onun daha demini alma zamanına var:)
günlerim pek dolu geçiyor... birçok şeyi yapma heyecanı var içimde...özellikle geceleri iple çekiyorum...
ama tabi geceleri seven füs, eğer uykusunu tam almamışsa, gündüzleri çekilmez olabiliyor. bugün çocuklarla birlikteydim ama o kadar nemruttum ki, "sana ayak masajı yapalım istersen" kıvamına gelmişlerdi kızlar günün sonunda. (bu arada, arada nemrutluk da iyi oluyormuş:) höttürü zöt, ben ne istersem o olur modu!)
yazacak çok şey var kafamda.
ama bu akşam kısa keseceğim.
aşağıdaki "mutluluk dansı" yollarını sevdim. hem büyük ölçüde doğru, hem de komik! üstelik bilimsel;) yorumlarım aşağıda...


-görseli ilk gördüğümde aklıma: "groove is in the heart" şarkısı geldi!
-"plan a trip" güsel de, neden "don't take it?" (bu kısmı pek anlamadım? para harcamayın, bazen hayaller gerçeklerden güseldir mi?... anlayan varsa buyrun...)
-"move closer to work" en büyük kariyer hedeflerimden biri olmuştur! (ne kadar başardın derseniz, bir süreliğine de olsa, bu tatlı duyguyu yaşadım, gene yaparım heeeyt!)
-"go outside esp. 13.9 C." beni biraz üzer sanırım. üşüyen bi kadınım, ayrıca niye 14 değil de 13.9? dışarıya termometre ile mi çıkıyoruz?
-"help others" ama haftada 2 saat ona göre;)
-"exercise at least 7 minutes" hadi hergün tibet hareketlerini 15 dakika yaparak yırttım da, neden en az 7 dakika? bilen?
-"sleep more" işte bu gecenin son noktası! hadi iyi geceler...

26 August 2013

yankı yazgan der ki...

yatmadan önce, yankı yazgan'la remzi kitabevi kitap gazetesi'nde yapılan söyleşiyi paylaşmak istedim. (ağustos 2013-ırmak zileli röportajı)
yazıdan minik bir alıntı yaptım ancak yankı yazgan'ın röportajda her söylediği çok değerli bence... alıntıya tıklayınca yazıya kavuşabilirsiniz:) yazı uzun demeyin, okuyun, pişman olmayacaksınız...

"'secret' arıyorsanız, kelime haznenizi geliştirin"

“Kişisel gelişim kavramı bugün hayatın sırlarını açıkladığını iddia edilen kitaplara armağan edildi. Oysa kişisel gelişim başka bir şeydir diyorsunuz. Nedir kişisel gelişim?”

“Orayı belirsiz bırakmışım gördüğünüz gibi… O kitapların hepsi belirsizliği nasıl kontrol edebileceğimizle ilgili sırlar veriyor. Bak bu iş böyledir diyor ve siz sırrı almış oluyorsunuz. Öyle olup olmadığını sorgulamaktan artık vazgeçerek rahat ediyorsunuz. Böyleymiş diyorsunuz. Her sabah bir sarımsak yersem kalp hastası olmuyormuşum. Tamam kalp hastalığını saf dışı ettik… Reçete kitapların yaptığı şey belirsizliğin yok edilemez olduğu alanlardaki belirsizliğin yok edilmesi için formüller üretmek. Ama ben diyorum ki ‘secret’ arıyorsanız, mesela, kelime haznenizi geliştirin, bol kitap okuyun. Araştırmalar net; kelime hazneniz ne kadar genişse, o kadar çok eğitim, o kadar yüksek gelir, o kadar başarı, o kadar uzun süreli ilişkiler. İstedikleriniz buysa…”


kitap hakkında

bu gece 3 yazı yayınlayarak, kendimi coşua ilan ettim!
hadi iyi geceler:)

ağustos böceği

ağustos böceğinin gerçek hikayesini bilir misiniz? sunay akın'ın anlattığı versiyonu severim ben:

"Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama olarak 12 yıl bekler. Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos.
Yani topu topu bir ay... Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.
Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir. Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay...
Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok.
Siz olsanız çalışır mıydınız, şarkı mı söylerdiniz?"

nereden çıktı bu ağustos böceği hikayesi derseniz, kendimi bu ay ağustos böceği ilan ettim! erkek- dişi takılmayın. kendimce, belli zorlukları aşarak, iş hayatımda bir karar noktasına geldim. aslında bu kadar afilli yazmama da gerek yok, işten ayrıldım:) önümüzdeki dönemde başka iş alanına geçmeyi düşüneceğim ama bu ay hiçbirşeyi düşünesim yok. 39 yıllık ömrümde, en azından bu ağustos ayında, kendime kıyak geçme hakkı verdim. gelecekle ilgili hiçbir şey düşünmeyip sadece bugünü yaşıyorum. ne şahane birşeymiş böyle yaşamak...gözümden sis perdesi kalktı. hep böyle yaşamalı be insan, ağustos böceği gibi şarkı söyleyerek, her günü dolu dolu hissederek, sindirerek...ben daha ziyade başı kesik tavuk gibi yaşıyordum son dönemlerde:)
*
ağustos ayında yardımcı teyzemiz köyüne gitti, her sene bir ay gider zaten. çalışırken bu dönemde, defne'yi ayarlamakta zorlanırdım ama bu sene nefis oldu gitmesi...
evde gerçek işlerle haşır neşir olmak bana bu dönemde çok iyi geldi.
-bir kere yardımcı teyzemizin değerini daha iyi anladım. (her çalışan kadın, böyle bir dönem geçirmeli bence ki, yardımcı teyzelerinin değerini iyice anlasınlar, dırdırlanıp durmasınlar.)
-evde her gün yemek yapıyorum. hiç yemek yapmayan biri değildim elbet ancak ne yalan söyleyim, yemek yapma konusunda titrek bir kadındım. ablam ve annem ne kadar becerikliyse, ben de o kadar ezik hissederdim bu konuda. walla konuyu abartmayıp, yemek yapmaya bodoslama dalınca, bayaa da iyi yemek yapabildiğimi gördüm. defne ile mit hevesle masaya oturup, o yemekleri bitirdi mi mest oluyorum, kendime güvenim geldi:). kek işini halaa beceremiyorum ama, kabarmıyorlar bir türlü! olsun kızlar yaparken eğlendi o gün...
portakallı ıslak kek:) defne: sosu koymadan daha mı iyiydi anne?
-ne çok çamaşırımız oluyormuş yahu. çamaşır yıka, çamaşır as, ütü yap. bu rutin işleri bu dönemde bolca yapıyorum. ama hayatımın aydınlanmalarından birini de, bir gün ütü yaparken yaşadım. onu da başka bir yazıda anlatırım.
-ne iş yaparsam yapayım, müzik dinliyorum. annem de iş yaparken radyodan müzik dinler, sanatçıya eşlik ederdi... ay ne keyifli birşeymiş müzikle iş yapmak...o şarkıların dünyasına dalarak, moddan moda sekmek...
-evi her gün topluyorum, arada da süpürüyorum.
-çiçekleri çok ihmal etmişiz, onlar da kendine geldi şimdi.
-defne ile bol bol vakit geçiriyoruz birlikte. hem onun arkadaşlarıyla hem benim arkadaşlarımla birlikte görüşüyoruz, arada minik arızalar çıksa da, bayaa eğleniyoruz.
-defne de, evde gerçek işlerle meşgul olmayı seviyor. becerikli bir kız (belki ben de öyleydim, ah o kodlanmalar, kıracağım ulen tüm kodları!). yemek hazırlıklarından, ev süpürmeye, ütüye kadar herşeyi yapıyor. hatta geçen gün tam 1 saat ütü yaptı, o kadar iyi yapıyordu ki, bırakmışım kendi haline, koltukta sızmış kalmışım...




-pazara gitmeyi özlemişim. pazarda eskiden alışveriş yaptığım pazarcılar beni tanıyınca, çok sevindim. defne ile pazarda resmen kendimizden geçiyoruz. ne cennet ülkede yaşıyoruz!
-araba kullanmam minimuma indi. her işi mahalle içinde halletmeye çalışıyorum. defne'nin sık görüştüğü arkadaşı, zaten bir paralel sokağımızda. manav, kasap, bakkal 5 dakika. yürüyüş yaptığımız park biraz yokuş yukarı ama o kadar da olacak, spor niyetine...
-neyse özet olarak; fiziksel olarak kıçımın çıktığı ama kafamın da bir o kadar berraklaştığı bir dönemdeyim.
-kitap da okuyorum, henüz tam istediğim kıvamda değil, olsun. olanı kabul edip, şükrettiğim bir dönem...
okuduğum kitaplar:)
tembellik hakkı:) (paul lafargue)
bozkırkurdu (hermann hesse)
how to be idle:) (tom hodgkinson) 

kitaplardan ayrı bir yazıda bahsedebilirim.
yarın bir haftalık tatile çıkıyoruz. tatile çıkmadan en azından bu yazıyı yazayım istedim. döndüğümde malum eylül olacak:) aman her ayı hakettiği şekilde yaşayacağız işte, melankoli gelirse kapıya, git mi diyeceğiz? onun da kendine göre bir güselliği var...

coştum gece gece, belki bir yazı daha patlatırım;)

hadi iyi geceler...

daldan dala...

daha önceden yazdığım ve fakat yayınlayamadığım bir yazım vardı, önce onu yayınlayım da, taslaktan hayata geçsin yazı. sonraki postta bugüne geliris:)
***
üniversitedeki erkek arkadaşım "füs, ne zaman değişeceği belli olmayan dört mevsim gibidir ama en çok bahar olmak ister..." diye yazmıştı yıllığa. aradan geçen yıllara bakıyorum da, fena bir saptama yapmamış.
hakikaten değişken bir ruh halim var. ama genel gayretim günün sonunda, baharı yakalayabilmekte...
kendimi dövmeyi bırakıp, sevdiğim hallerimi daha çok benimsedikçe, daha bir güzelleşiyor sanki hayat. ama tabi hayat bu, sorgulamalar da bitmiyor...

neyse, daha önceden okuyup altını çizdiğim, "hııımmm iyiymiş" dediğim, birkaç kitaptan, yazıdan alıntı yapayım en iyisi...

...İşte disipline sokulması gereken duygulardan biri de sevgi duygusudur. Daha önce belirttiğim gibi, bu duygu gerçek sevginin kendisi değil, kateksisle bağlantılı olan duygudur. Beraberinde getirdiği yaratıcı enerjiden dolayı saygı duyulması, geliştirilmesi gereken bir duygudur ama eğer başıboş bırakılırsa, sonuç gerçek sevgi değil, karışıklık ve verimsizlik olur. Gerçek sevgi insanın benliğini genişletmesini içerdiğinden, muazzam bir enerjiyi gerektirir; ama ister beğenin ister beğenmeyin, enerji stoklarımız da tıpkı bir günün saatleri gibi sayılıdır. Herkesi birden sevemeyiz. Tüm insanlığa sevgi duyabileceğimiz doğrudur, bu da bize belli birkaç kişiye sevgi gösterebilmek için gerekli enerjiyi sağlar. Ama gücümüz ancak birkaç kişiyi gerçekten sevebilmeye yeter.
(Az Seçilen Yol-Dr. M. Scott Peck)

"Ne istediğimizi bilmemiz normal değildir. Çok ender ve zor bir psikolojik başarıdır bu. (Abraham Maslow-Motivasyon ve Kişilik)

(Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı- Alain de Botton kitabında Maslow'un bu sözüne yer vermiş.)

Herkes için farklı tabii bu durumlar. Öyle olması da doğal. Kiminin küçük derdi, öbürünün cehennemi, ya öyle ya da tersi. Kimine göre ölümdür gerçek dert, kimine göre yaşam. Nasıl ayırt edeceğiz küçüğü büyükten diye dert etmeyin boşuna, başına gelince anlıyor insan. Siz siz olun, küçük dertlerin şımartan aromasından uzak durun. Sevdiklerinize sahip çıkın, sevmek büyütür insanı, gerçek dertlerle boğuşurken, sevdikleriniz kadar varsınız, sevemedikleriniz sizin kaybınız. Hafta sonu becerebilirsem adaya gideceğim. Kim bilir, belki de aynı şiirdeki gibi şehre bir film gelir, bir güzel orman olur yazılarda ve adada başlayan Kalamar hikâyesi, adada biter haftaya. 
Neyse ki yok olmak zor, insanın birazı hep kalıyor tabakta, yeter ki insan açgözlülük etmesin. Güneşli bir hafta sonu diliyorum. Allah kimseye gerçek dertler vermesin.

(Berkun Oya, Damak, Radikal 17.05.2013)


farklı dönemlerde okuduğum bu yazıları alt alta koyunca bir özet yapma ihtiyacım doğdu!
özetim;
1-enerji stoklarımız sayılı, enerjini ota boka harcama füs!
2-hayatta ne istediğini bilen insanlara her zaman hayranlık duymuşumdur, "ulen ben niye böyle net bilemiyorum hayatta ne istediğimi?" diye hayıflanırdım. maslow amcam bunun o kadar da kolay bişi olmadığını söyleyerek beni rahatlattı, yaşa!
3-"siz siz olun, küçük dertlerin şımartan aromasından uzak durun!"

hadi iyi geceler...

23 July 2013

Before Midnight

Dün seyrettiğim "Before Midnight"'ın hala etkisindeyim. "Yaz rehavetindeyim, diyalogu yoğun bir film bana ağır gelir" diyorsanız film sizi açmayabilir ancak hayat hakkında gerçekçi, sıkı bir bir film seyretmek istiyorsanız, lütfen "Before Midnight"a gidiniz. Özellikle bizim kuşağa söylüyorum, huuuu!
(Eğer serinin ilk 2 filmini önceden seyretmediyseniz, öncelikle onları seyretmenizi öneririm.)

"Before Death'"den önce seyredilecek 3 film:)

Before Sunrise


Before Sunset


Before Midnight

15 July 2013

kişisel gezi tarihim

31 mayıs'ta gezi'ye bir gitmişim, gidiş o gidiş...
öncelikle, bu günleri unutmamak için, kısaca kendi "kişisel gezi tarihim"i yazacağım. biliyorum birçok insan benzer şeyler yazmıştır ama, ancak bu yazıyı yazdıktan sonra diğer konulara geçebileceğim.
o kadar çok şey var ki yazılacak...mutlaka atladığım şeyler olacaktır...
aslında aşağıdaki karikatür anlatacağım şeyleri pek güsel toparlamış. hangi berk olduğunu bilemediğim berk'in alamadığım izniyle, o karikatür üzerinden yazıya devam edeceğim...


  • 31 mayıs akşamı, hayatım boyunca sürdürdüğüm apolitiklikten kurtuldum ve "artık yeteeeer!" diyerek kendimi sokağa attım. 
  • ilk defa gaz maskesi aldım, işin ciddiyetini maske alırken anlamasam da, sıraselviler'de polisin biber gazıyla karşılaşınca olayın vehametini anladım.
  • başta acayip korktum. ama sokağa ilk defa çıktığı belli olan bizim gibi tipleri görünce ve bizi sürekli sakinleştiren sağduyulu insanların desteğiyle, korkum azaldı. haksızlığa karşı çıkan insanların arasında olmaktan huzur duydum. yaşadığımı hissettim. 
  • met üst'üm ne güsel söyledi : sinirlenince çok güsel oluyorsun türkiye... güselleştik gerçekten...
  • yedik gazları, çekildik, sonra tekrar yürüdük, gene gaz attılar. sonra gene geldik. tek yaptığımız alkış protestosuydu. bütün gece gaz bombası bitmedi.
  • eve geldiğimizde doğal olarak hemen tv'yi açtık. hiçbir kanalda haber olmayınca, "yaşadıklarımız gerçek değil miydi, niye hiçbir yerde bir haber yok?" diye delirdik. tabi en çok delirteni de cnntürk'ün penguen belgeseliydi. medyanın çaptan düştüğünü biliyordum da bu kadar çapsız olabileceğini düşünememiştim. yazıklar olsun...

  • o gece, ece temelkuran'ın yazdığı twit de çok anlamlıydı: Evet, Diyarbakır'ı da 30 yıldır bu medyadan izlediniz! Şimdi herkes her şeyi anladıysa beraberce önümüze bakabiliriz!
  • bu medya yokluğunda, twitter ve halk tv imdadımıza yetişti! twitter'ı efektif kullanmaya başlamak da, bana bu dönemde nasip oldu. hoş hala oradan birşeyler yazmıyorum ama rt'yi bile bilmeyen bir insandım, şimdi fikrine değer verdiğim insanları oradan takip ediyorum ve  önemli şeyleri paylaşıyorum. bu da bir aşama benim için:)

  • neyse her günü, böyle uzun uzun yazmayacağım. sonraki günler de her gün olamasa da gezi'ye gittik. 
  • her gün gündem değişti, gelişti...şahane görüntülere sahne oldu gezi. 



  • ve şahane mizaha...gençlerin dünyayı algılama şekline ve en zor durumlarda bile en şık şekilde cevap vermelerine hayran oldum ve gençlerimizle gurur duydum! odlü'lü gençler de mezuniyet törenlerindeki protestolarıyla ayrı bir "saygılar!"ı hakediyor!




  • işte bu noktada john lennon'a da bi selam göndermek istiyorum...
  • "toma, poma" gibi kavramlar girdi hayatımıza. 
  • çapulcu olduk. çapulling şarkılarıyla dans ettik.

  • kırmızı elbiseli kadın, duran adam, çıplak adam gibi sahici kahramanlarımız oldu.  çocuklarının yanına direnişe desteğe gelen anneler ise benim baş kahramanlarım oldu. ezeli rakipler bjk-fener-gs taraftarları biraraya geldi. çarşı gönüllere taht kurdu. takım tutmam ama beşiktaş benim takımım oldu.
  • tencere tavalar çalındı günlerce. ışıklar yakıldı söndürüldü. tencere tava çalınmasından komşu kavgalarına geçiliyordu ki, eylemler şekil değiştirmeye başladı.
  • sansür uygulayan medya kuruluşlarını, holdingleri protesto ettik ve hala da protesto etmeye devam ediyoruz. bu durumdan en çok yakınan defne oldu. "oraya gidelim, yok gitmiyoruz, buraya gidelim, yok gitmiyoruz, dondurma alalım, kitap alalım, yok oralardan almıyoruz..." 
  • defne'nin yanında çok gaza gelmemeye çalışsak da, o da tüm olanlardan bir şekilde etkilendi. mesela evde monopoly oynarken, taksim'e geldi piyonu. taksim'i neşeyle almak isteyip, "her yer taksim, her yer direniş" sloganı attı:) abbasağa parkı'na foruma gittiğimizde, gümbürtülü bir ses geldi yakınlardan. ben "acaba havai fişek mi? "diye sorarken, " ya da biber gazı?" diyiverdi. neyse, yaşının çok ötesinde şeyler vermemeye çalışsak da, o alacağını sünger gibi almaya devam ediyor...
  • yurtdışı basın, bizi, bizim medyadan daha net anlattı. gelişmeleri ironik bir şekilde yurtdışı basından takip ettik! gezi'deki durumu anlatan tayvan animasyonunu anlamak için, o dili bilmeye elbette ki gerek yoktu...
  • yurdışından gezi'ye birçok destek geldi. joan baez, patti smith, chomsky... gibi sevdiğim insanlar gezi'ye destek verdi. 

  • gezi, tüm direnişlerin sembolü oldu. 
  • uzun yıllardır ülkemle ilgili duyduğum umutsuzluğum, gezi sayesinde azaldı. "benim hala umudum var "şarkısını mırıldanmaya başladım...
  • haksızlık arttıkça, halk sokağa dökülmeye devam etti. ya da halkın %50'si mi demeliyim? doğru ya, rte, "halkın yarısını zor evde tutuyorum dememiş miydi?" ne güsel insanlardı o antikapitalist müslümanlar...bu dönemde başta rte, tüm devlet yetkilileri en nadide demeçlerini verdiler. favorilerim: 
  • milli eğitim bakanı nabi avcı: “muhalefetin senelerce uğraşsa da başaramayacağı bir şeyi 5 günde başardık ve normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan birbirinden çok farklı kesimleri grupları, fraksiyonları toz duman içerisinde birbirleriyle buluşturduk.” 

  • ankara bbb melih gökçek : "vallahi sizi bir kaşık suda boğarız ama dua edin ki biz demokrasiye inanıyoruz.. bizde kaba kuvvet ve eşkıyalık yok" 
  • istanbul valisi hüseyin avni mutlu: "gençler, gezi parkında kuş sesleri, ıhlamur kokusu ve arı vızıltısıyla huzurlu bir sabah varmış doğru mu? aranızda olmak isterdim."
  • işte bu güzellemelerden sonra olanları yazmaya elim bile gitmiyor. sadece haklarını talep eden onlarca insan, polisin ve hükümetin orantısız gücüne maruz kaldı. yüzlerce kişi sebepsiz yere gözaltına alındı. gaz saldırılarında yaralanan insanlara yardım eden doktorlar sorgulandı. adliyeden avukatlar yaka paça çıkarılarak gözaltına alındı. mesleğini hakkını vererek yapmaya çalışan insanlar boyun eğmedikleri için cezalandırıldı ve cezalandırılmaya devam ediyor. olaylarda birçok genç insanımız yaralandı, bazıları gözünü kaybetti. en acısı da, 5 genç insanımızı bu vahşi saldırılarda kaybettik. o gençlerin anne babalarının yüzü gözümün önünden gitmiyor...
  • umutlu başladım yazıya ama bu acılar yüreğimi dağlıyor. 
  • bu gençlerimiz için, çocuklarımız için, kendimiz için artık kıçımızı kaldırma zamanı. 
  • dünya değişiyor. bu bir tek rte meselesi değil bana göre. bu şekilde tüketmeye devam ederek, bu hırsla, birbirimizin üzerine basarak bir yerlere gelemeyeceğiz. sadece dünyayı yok edeceğiz. hakkı yenen için sesimizi çıkarmadığımız sürece, iç çığlığımız biraz daha büyüyecek. artık hayatımızın sorumluluğunu almaya, birbirimizi anlamaya, birbirimize destek vermeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. başkasına el vermediğimiz sürece, kendimizin de kurtulamayacağı çok açık değil mi? 
  • gezi benim için, birçok insan için bir uyanış oldu. artık geri döndürülemez bir noktadayız. iyi ki de öyleyiz...gezi'de birçok güsel tohum atıldı, şimdi onları yeşertme zamanı! yapılan bütün eziyetlere rağmen, insanca mücadele devam ediyor ve devam da edecek...
  • "sen ne yaptın?" derseniz... şu dönem parklarda yapılan forumlara katılmaya çalışıyorum. pazar günü de bir parkta şenliğe katıldık, onun ayrıntılarını da bir sonraki yazıda yazacağım. 
  • bundan sonrası için neler yapabileceğime bakıyorum,  gelin birlikte neler yapabilirize de bakalım...ben dünyayı güselliğin kurtaracağına inanıyorum...
  • yazıyı da bu dönemde yapılan bir belgesel ve birkaç gezi şarkısıyla bitiriyorum. 
  • "yaşasın bağzı şeyler!":)))