Featured Post

30 November 2012

kaldığımız yerden devam...

görüyorum ki, tutarlı bir şekilde tutarsız aralıklarla yazıyorum...beni okuyan az sayıda kişi bilir, geçen sene aralık'ta, tam bir ay boyunca, her gün yazmış idim. bu sene de aralık'ta her gün yazmaya niyetlendim.

bugünkü yazı; kısa bir toparlama yazısı olsun. yarın, artık gün ne getirirse bize, onu yazarız...

yazmayalı neler yaptım? en son yazımda, mr'a girdiğimi yazmışım. nice mr çekimi ve doktordan sonra boyun fıtığı olduğum ortaya çıktı. yaklaşık 20 gün taktığım sevimsiz bir boyunluk, anlamsızca aldığım ilaçlar ve sadece lokal teşhis koyup, bende bir türlü iyileştirme sağlayamayan doktorlardan sonra; isyan ettim ve kendimi ancak kendimin tedavi edebileceğine hükmettim. yıllar önce okuduğum "düşünce gücüyle tedavi" kitabını aldım elime. hastalığın sonucundan ziyade, hastalığa sebep olan şeyler(!) üzerine yoğunlaştım. bu şeyleri çözdüğümde, ağrılarım da sızılarım da geçti. bir yeriniz ağrıyorsa, bu kitaba da bir göz atmanızı tavsiye ederim.
Kitap kapak resmi çok sevimli olmasa da, takılmayın, faydalı bir kitap!
bir konuyu belirtmeden de geçmeyim. hastalık sırasında 15 günlük fizik tedavi gördüm. fizik tedavi nedir diye merak ederdim. bana göre fizik tedavi; şefkat gösterme ve iyi hissettirme merkezi. öncelikle; 1 saat boyunca dünyayla tüm ilişiğini kesip sadece yattığın için, dinleniyorsun. sonra omzuna ılık ılık düşük voltajda bir elektrik akımı veriliyor, üzerine de, bir güzel masaj yapılıyor omzuna. en sonda da, rahatlatan hafif egzersizler yapıyorsun.
bu fizik tedaviden öğrendiğim; kendini sağlıklı tutmak istiyorsan; fiziksel egzersizini, hareketini aksatmayacaksın, enseyi hiçbir zaman karartmayacaksın, masaj, hamam gibi güzellikleri kendine çok görmeyeceksin. şanslıyım ki; defne çok güzel masaj yapıyor. ailemizin masözü oldu kendileri:)
neyse, sabahları artık hem boyun egzersizlerimi hem de tibet hareketlerini yapıyorum. güne iyi başlıyorum...

önce sağlık, diğerlerini zamanı geldikçe yazarım...

bakalım bu bir ay neler yapacağım?
yapmak istediklerimi yazayım gene de, bir şekilde lafta kalmasın, yapayım:)

-her gün blog yazacağım.
-her gün TED Talks'dan bir konuşma izlemeye çalışacağım. (izleyeceğim desem ya:)
-her gün egzersizlerimi yapacağım. (yarım saat yürüyüşü de ekleyelim buna füs)
-her gün beğendiğim bir sözü sevdiklerimle ve blogda paylaşacağım.
-her gün foto çekeceğim. (bundan hala emin değilim ama özeniyorum güzel foto çekmeye)
-her gün sevdiklerime, çevreme minik de olsa, bir hediye vermeye çalışacağım.(bu mithat'ın da yazısında belirttiği gibi; üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konu bence...)

hadi bakalım, bugünün sözüyle kapatayım yazıyı...

insanda güzel olan sözdür.
yüzde güzel olan gözdür.
ama insanı insan yapan ağızdan çıkan sözdür...

mevlana

02 October 2012

daldan dala...

film ekimi'nden bahsedeceğim dedim ama bu gidişle kaçırdığım filmleri yazacağım sanırım:) dün işi kendimce gayet güsel ayarlamıştım ancak acil bir iş çıkınca, haliyle işten de geç çıktım ve 5 dakika ile filmi kaçırdım. eskiden azıcık gecikince, emek'te ne güsel filme alırlardı arka sıradan, nefes nefese koştuğumla kaldım. neyse, beyoğlu'na gitmişken hadi başka bir filme gireyim bari dedim ve "araf'"a girdim. film hakkında çok olumlu yorumlar okumuştum ancak gerçekçi sahneleriyle dünkü ruh halime çok hitap eden bir film olduğunu söyleyemeyeceğim. filmin üstüne bir de MR çektirdiğim düşünülürse, şahane bir film seçimi yapmadığım da ortada, neyse dünün de öyle bir gün olacağı varmış. geçti, gitti...

film ekimi'nde kayde değer bir film seyredersem, mutlaka yazacağım....

şimdiyse; okuduğum kitaplardan beğendiğim birkaç bölüm yazmak istiyorum:

"...Dünyamızda alışılmışın dışındaki her şeyin açıklanması gerekir ve bu hiç de masum bir gereklilik değildir. Açıklama yaparsınız, neden gösterirsiniz, makul gerekçeler sunarsınız, sonra bir de bakmışsınız tam da sizden açıklama bekleyenlerin dilini kullanıyorsunuz, kendi dilinizi değil. Birilerine açıklama borçluysanız, borcunuzu daima kendi dilinizi harcayarak ödersiniz. " 

(Sinek Isırıklarının Müellefi/Barış Bıçakçı-Yasmin'in verdiği bir kitap, okuması rahat, akıcı bir kitap)

"...Dünya karmaşık bir yer olduğu için bu oyuna katılmanız gerekmez. Bunun yerine, konu beslenmeden, fiziksel ya da zihinsel sağlığa ve mutluluğa kadar herhangi bir şey olduğunda sizi sadeliğin ve basitliğin yönlendirmesine izin verin."

(Tibet'in Gençlik Pınarı/Peter Kelder)

bu kitabı, tibet egzersizlerini yapmaya başladıktan sonra okudum, kitap işin daha çok felsefesini anlatıyor ancak ben işin egzersiz kısmından daha çok etkilendim. egzersizleri yapmaya mithat sayesinde başlamıştım. belki daha önceleri de yazmışımdır, spora çok yatkın bir tip değilim ancak tibet egzersizlerini her sabah yapıyorum kendimden beklenmeyecek bir disiplinle. iyi geliyor, bir kere zor değil, yani çok zor değil, topu topu 10-15 dakika sürüyor ve güne daha iyi bir nefesle, modla başlıyorum.
tibet egzersizleriyle ilgili bir video buldum internette, tabi ki ben bu adam gibi yapamıyorum hareketleri ama yaptığınız kadarıyla bile denemeye değer! gençlik pınarında yıkanıp gençleşeceğinizi düşünmediğiniz sürece, egzersizler gayet iyi geliyor bedene:)
tibet egzersiz videosu için tık!

iki kitap daha var bahsetmek istediğim...

birini banu tavsiye etmişti ısrarla, sen kesin seversin diye. adı "küçük vahşi". 40'lı yaşlara merdiven dayamış, maddeten oldukça iyi durumda ancak ruhen yolunu kaybetmiş bir adamın çocukluğuna yani özüne dönme isteğini konu edinen bir kitap. kitabı sevdim, hızlı okunuyor ancak hüzünlü bir hikayesi var, okuduktan sonra etkisinde kalıyorsun bir süre. çocukluğumuza dönme isteğimiz belki hepimizin içinde bir yerlerde var ama ne kadar olası, ne kadar gerçekçi? tartışılır...

diğer kitabın adı "cesur sorular"! onu ayrıntılı olarak başka yazıda yazacağım.

şimdi sizi çok severek izlediğim "take this waltz" filmine de isim babalığı yapmış leonard cohen'le başbaşa bırakıyorum. (take this waltz, son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biriydi. asıl amacım, filmin içinde bu şarkıyı da kullandıkları müthiş sahneleri size izletmekti ancak öyle bir çalışma bulamadım youtube'da:( siz en iyisi filmi izleyin:)
bu arada geçtiğimiz ay, leonard cohen'i tekrar izleme fırsatı yakaladım istoş'ta ancak gerek mekanın anlamsız büyüklüğü gerek her saniye flashlı fotoğraf çekerek dikkat dağıtan izleyiciler, açıkhava'daki konserin tadını yaşatmadı bana. sen gene de bize bakma leo, çok yaşa, gene gel güzel insan buralara...)



üff çok şeyi bir anda yazdım, biriktirmeden yazmak istiyorum aslında. ama bunları yazmasam da aklımda kalacaktı...

hadi görüşmek üzere...

28 September 2012

yazmak, okumak üzerine...

uzun zaman oldu yazmayalı. keyfimden değil, babam rahatsızlandı, elim gitmedi yazmaya. çok şükür ki, iyi şu an babam...
o kadar çok şey vardı ki yazacağım...hepsi uçtu gitti aklımdan, daha doğrusu önemini yitirdi babam rahatsızlanınca...önemli zannettiğim ne varsa, hiçbir önemi olmadığını görüverdim o dönem. sevdiklerimize hiçbirşey olmazmış gibi yaşıyoruz, ya da hiç ölmeyecekmişiz gibi...halbuki hiçbir şey sür git değil bu hayatta, bir gün biz de çekip gideceğiz işte... bunu bilerek, zaman zaman bunu hatırlayarak yaşamak gerek...ben çok mu böyle yaşıyorum? elbette hayır ama azaltabileceğim ve çoğaltabileceğim birçok şey var hayatta, mesela ota boka takılarak, üzülerek geçirdiğim vakitleri azaltabilirim. sevdiklerime daha çok vakit ayırabilirim, onların tadını daha çok çıkartabilirim. gereksiz birçok şeyi hayatımdan atabilirim...
bu yapabileceklerim ve yapmayı tercih etmeyeceklerimin listesi uzun, şimdi o listeye girmeyeceğim...
ama şunu söyleyebilirim, daha çok yapmak istediklerimin içinde daha sık blog yazmak da var.
*
kendimizi ne kadar tanıyoruz? peki ya sevdiklerimizi? yazarak kendimi daha iyi tanıdığımı düşünüyorum, çok bilmediğim ya da görmezden geldiğim bazı hallerimi bu sayede farkediyorum belki de...aslında sevdiklerimizi de tam anlamıyla tanıdığımızdan emin değilim. hepimiz kendi bakış açımızla karşımızdaki kişiyi değerlendiriyoruz ve bu değerlendirmeye göre onu tanımlıyoruz. ama belki de bizim çizdiğimiz şablonla o kişinin özü, birbirleriyle çok da örtüşmüyor. demek istediğimi tam anlamıyla anlatabildiğimden emin değilim, belki bir örnekle daha net açıklayabilirim. mithat da blog tutmaya başladı, çok sık yazmıyor ama, arada yazıyor. onun yazılarını okuduğumda, şaşırıyorum zaman zaman. "aa mithat demek bu olayı bu şekilde görmüş, bu şekilde aktarmak istemiş. şu olaydan etkilenmiş, diğer olayı ne kadar komik gözlemlemiş, yazmış vs vs..."yani aynı evde yaşadığımız eşimin bile farklı yönlerini yazı ile görüyorum.
*
yazarak, okuyarak sanki daha çok özümüze dönüyoruz. o yüzden de belki, okuduğum kitaplardaki karakterleri bazen çevremdeki herkesten daha yakın hissedebiliyorum kendime. günlük hayatta doğal olarak, her duyguyu, düşünceyi dile getirmiyoruz, çoğu zaman yüzeysel yaşıyoruz. mesela çok da iyi tanımadığımız bir kişinin o an, o şekilde bakışının, gülümsemesinin veya kaşlarını çatmasının ardında neler yattığını çoğu zaman bilmiyoruz, düşünmüyoruz bile sebebini. etrafımızda çoğu dikkat etmediğimiz kişinin kimbilir nasıl bir iç dünyası, hayal gücü var? genelde aşık olduğumuzda büyülü geliyor karşımızdaki kişinin özellikleri, ya da o zaman farkına varıyoruz onun iç dünyasının özelliklerine, kendimizce...
*
bu sıralar sabahattin ali'nin "kürk mantolu madonna" kitabını okuyorum. bu kitabı yıllar önce okumuştum ama kimbilir nasıl okumuşum, hiçbirşey hatırlamıyorum. halbuki şu sıra çok da ilgiyle okuyorum. hikayenin kahramanı da sessiz, sakin biri dışardan bakıldığında, hatta silik biri ama gerçekte öyle olmadığını okudukça görüyoruz...belki herkesin derinliklerine inebilecek kadar vaktimiz ve halimiz yok hayatta ama en azından sevdiklerimizi daha fazla anlayabileceğimiz bir payımız vardır gibi geliyor bana...
*
hem kendime hem de bu satırları okuyanlara; her daim zengin hayal dünyası ve dünyayı sevme, güzellikleri, özellikleri görebilme becerisi diliyorum. (çalıştığım şirketlerin performans görüşmelerinde, hangi yetkinliklere sahip olmamız gerektiği konuşulurdu zamanında, bu beceriyi söyleyebilsem o yıllarda, güzel olurmuş:)

ted konuşmaları, son okuduğum kitaplar, film ekimi, etkilendiğim filmler gibi konular var aklımda, en kısa zamanda görüşmek üzere...


17 August 2012

ben ok'im, sen ok'sin!

evet, son zamanlarda okuyup etkilendiğim 2 kitaptan bahsetmek istiyorum size. yıllar boyunca kişisel gelişim kitaplarına hafif alaycı bir tavırla yaklaştım. ama gel gör ki, 40 yaşına merdiven dayadığım bu yıllarda, o kitapların da insana katabileceği şeyler olduğunu gördüm ve bu durumu kabul ettim. aferim bana:) (ama şunu da belirtmeliyim; bu kitapların kapaklarında yazan "milyonların hayatını değiştiren, mucizeler yaratan, hayatı bir kutlamaya çeviren kitap... gibi klişe tanımlamalar hala irite ediyor beni, gene de çok takılmamaya çalışıyorum.)
ilk kitap, aslında arkadaşlarımla bir sohbet sırasında ortaya çıktı. tam arkadaşıma "biz aslında yetişkin olmayı tam öğrenememiş bir toplumuz bence, ben kendimde de yetişkin hallerine daha yeni yeni rastlıyorum" gibi şeyler söylerken, arkadaşım(eğitim şirketinde çalışıyor kendisi) "füsun, sen transaksiyonel analiz kavramından bahsediyorsun" dedi. yani bilimsel birşeyler söylemişim farkında olmadan. psikolojide bu tür bir yaklaşım varmış. bu yaklaşım; insanın doğasında hem çocuk, hem ebeveyn hem de yetişkin yapısı barındırdığını söylüyor. konuyla ilgilendiğimi görünce, arkadaşım bana birkaç kitap tavsiye etti. bunlardan biri, yeni okuduğum; "ben ok'im, sen ok'sin!"kitabın çevirisi çok parlak değildi ancak içeriğini beğendim.
kitap diyor ki; hepimizin içinde; çocuk, ebeveyn ve yetişkin yapısı var ancak bir yetişkin olarak bizden; çocuk ve ebeveyn yapılarımızı yetişkin süzgecinden geçirerek dışarı yansıtmamız bekleniyor.
olumlu çocuk ve ebeveyn yapılarını bünyemizde bulundurmamız iyi birşey ancak çocuk ve ebeveyn denince, geçmişimiz tamamen de olumlu anılarla bezenmiş değil tabi ki...işte bunları farkedip, kendi geçmişimizle helalleşir ve yetişkin tavrıyla davranabilirsek, yetişkinliğe harika bir geçiş yapmış oluyoruz. hayatımızda...bilmediğimiz şeyler değil elbet ancak uygulamakta her zaman başarılı oluyor muyuz tartışılır...
çok havada gelmişse yazdıklarım, biraz daha ayaklarımız yere bassın, şöyle ki;

transaksiyon, bir kişiden gelen uyaran ve diğerinin ona yanıtı olarak tanımlanıyor. uyaran ve yanıtın çocuk, ebeveyn ve yetişkinin hangisinden geldiğini anlamanın ipuçları var: kelimeler, ses tonu, beden hareketleri, yüz ifadeleri...

şimdi o ipuçlarını yazıyorum, bakalım siz en çok hangi yapıda bulacaksınız kendinizi? ben kendi analizimi yaptım, kendimde çocuk ve ebeveyn yapılarını bolca gördüm. önemli olan; bunların farkında olmak ve bunların otomatik yanıtlarını vermeden, yetişkine uygun, sorgulayan, objektif yanıtlarla hareket edebilmek...bunun için gerekirse, içinizden 10'a kadar saymanızı bile tavsiye ediyor yazar.
bu ipuçlarını okuduktan sonra çevremi incelediğimde, kimin hangi yapıda davrandığını gözlemlemek, keyifli bir deneyim oldu benim için, hadi farkındalığınız bol olsun...

çocuk ipuçları (fiziksel)
-gözyaşı, ağlamaklı ses, titreyen dudak
-somurtmak, öfke nöbetleri, küsmek
-keyifli olmak, gülmek, tırnak yemek
-kıvırmak, kikirdemek

çocuk ipuçları (sözel)
-isterdim ki, isterim, bilmiyom, yapcam, sanırım, büyüdüğüm zaman
-en büyüğü, en iyisi benimki
-zavallı ben (herşey benim başıma geliyor)
-korkunç değil mi?

ebeveyn ipuçları(fiziksel)
-çatık kaş, uzatılmış işaret parmağı
-bükülmüş dudak, kafa sallamak
-eller kalçada, kollar göğüste kavuşmuş
-cık cık yapmak, iç çekmek
-ellerini avuşturmak

ebeveyn ipuçları (sözel)
-hayatım pahasına da olsa, asla yapmam
-şimdi daima şunu hatırla
-sana kaç defa söyledim. (ilk, son söylüyorum)
-eğer yerinde olsaydım.
-meli, malı...
-unutulmamalıdır ki, herkes bilir ki...

yetişkin ipuçları(fiziksel)
-yetişkin dinlerken, yüz ifadesi, gözleri,bedeni dinlediğini belli eder.
-hareketsiz olmak dinlememektir.
-baş yana doğru eğikse, aklında başka şeyle dinlemektedir.
-yetişkin; meraklı, coşkulu cocuğun ortaya çıkmasına izin verir.

yetişkin ipuçları(sözel)
-neden? ne, nerede, ne zaman? kim, nasıl?
-bu doğru mu? uygulanabilir mi?
-bu fikre nasıl vardın?
-karşılaştırırsak, olasılıklar? mümkün...
-objektif olarak, düşünüyorum ki, anlıyorum...bu benim fikrim...fikrimce...

(ayrıca yetişkin bireyi korur, almaktansa vermek daha kutsal diye düşünür, yetişkin için vermek gücün en üst düzeyde ifadesidir. yetişkin kendine samimidir. eğer senin değerini düşünürsem kendi değerimi de düşürürüm diye düşünür. ben ok'im, sen ok'sin:)

not: kitapta bol bol uygulamalar var, ben kitaptan çok kısa bir alıntı yaptım. kitapla ilgilenirseniz; çocuk ve ebeveyn davranışlarınızı ortaya çıkartabilecek egzersiz ve örnekleri kitapta görebilirsiniz, hatta kendi üzerinizde de uygulama yapabilirsiniz.

diğer kitabı, bir sonraki yazıda yazayım...
hadi görüşürüz...

16 August 2012

radikal, radikal midir?

selam,
bugün, okuduğum kitaplardan bahsedeceğim ama ondan önce canımı sıkan bir konu hakkında, sizinle ezgi başaran'ın yazısını paylaşacağım. yıldırım türker, radikal'den gazeteyle olan fikir ayrılığı sebebiyle ayrılmış, daha doğrusu işten çıkarılmış. kimseden çıt yok, ezgi başaran yazdı ama korkuyorum ki; onun da radikal'deki yazarlık hayatı bu gidişle uzun sürmeyecek...farklı fikirleri okuyamadan, olaylara farklı açılardan bakmayı öğrenemeden nasıl bir türkiye'de yaşamayı hayal ediyoruz acaba? ya da çok umurumuzda mı çevremizde neler olup bittiğini öğrenmek? mutlu mesut yaşayıp gidiyoruz işte...bilmeden, sorgulamadan, sürülerdeki kuzular gibi...
çok söze gerek yok aslında, ezgi gayet güzel yazmış zaten, lütfen okuyun...

ezgi başaran- işte böyle yıldırım'sız kalınacaktır!





14 August 2012

özlü sözlerden bir demet...

Daha önce sanal ortamda kaybettiğim yazıyı, bir arkadaşımdan destek alarak buldum:)
Onu paylaşıyorum. (Bu arada evde boya devam ediyor...)
*
Eski küçük ajandalarımı atmaya kıyamamışım bir türlü...Kaç sene biriktirmişim, pes Füs! Onları atmadığın sürece, onlar da sana bir yük, bilmez misin?
Neyse, tek tek ajandalara bakıp, hangi bilgiler lazım hangisi değil, eleme yapmak zor geldiği için, blogu kendime arkadaş olarak gördüm, birlikte eleyelim dedim...
Sene sene gidiyorum, hadi bakalım...
Başlangıç senesini görünce korkmayın, o senelerde ajandaya yazdığım, beni etkileyen birkaç sözü bloga geçireceğim o kadar. Ajandalarda genel olarak not aldıklarım ise; merak ettiğim müzikler, kitaplar, filmler, tiyatrolar, sergiler, insanlar, tabi bir de yapılması gerekenler... Biz sözleri yazalım, yeter! Ortaya ne çıkacak, ben de merak ediyorum...

2003:
Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Herşeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin! (Bir Kızılderili söylemiş)

This time, like all times is a very good one, if we but know what to do with it. (Ralph Waldo Emerson)

Ufak tefek şeylerin önemi abartılmamalıdır. Örneğin yaşam ciddiye alınamayacak ölçüde kısadır. (Bentley)

Kolay yaşamak istiyor musun? Sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut! (Nietzsche)

Zor olduğu için cesaret edemediğimiz şeyler, biz cesaret edemediğimiz için zordurlar. (Seneca)

Kargalar ötmeye başlayınca, bülbüller susar. (Mevlana)

Yapılırken heyecan duyulmayan işler, başarılamaz. (Emerson)

Hiç kimse, sizin izniniz olmadan, size kendinizi değersiz hissettiremez. (Roosevelt)

2004:
Bu sene ajandaya hiç alıntı yapmamışım. Belki de başka defterime ya da günlüğüme yazdım, olabilir. Geçiniz.

2005:
Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç
Gençlik sevincin pınarıdır, iç
Gamı yakar eritir ateş gibi
Sağlık sularından şifalıdır iç
(Ömer Hayyam)

İçelim güselleşelim havasındayım herhalde o sene:)

2006:
Defne'ye hamilelik, doğum derken; konular, alınan notlar çok farklılaşmış...Geçiyorum...

2007-2008-2009:
Bir şekilde atmışım o ajandaları, hayret:)

2010:
Defterime not aldığım konular benzer ancak takip ettiğim şeyler arasına internet, blog siteleri de ufaktan girmiş...

2011:
Başarılı biri olmaktan çok, değerli biri olmaya çalışın! (Einstein)

Anyone who stops learning is old, whether at 20 or 80.
Anyone who keeps learning stays young.
The greatest thing in life is to keep your mind young. (Henry Ford)

Bedeniniz, ruhunuzun arpıdır. Ondan tatlı bir müzik veya karmaşık sesler çıkarmak, sizin elinizdedir. (Halil Cibran)

Biz şaşırma duygusunu kaybetmiş bir toplumuz. Sürekli pornoya maruz kaldığı için artık normal herhangi bir şeyle uyarılamayan bir birey gibiyiz. Normal bir hayat sürmeye başlamadan, "şaşırma" duygusuna şaşırmadan da ruh sağlığına kavuşmamız pek mümkün olmayacak galiba. (Orhan Kemal Cengiz)

Gökyüzü gibi şu çocukluk...hiçbir yere gitmiyor...(Edip Cansever)

2012:
Never argue with stupid people, they will drag you down to their level and then beat you with experience. (Mark Twain)

Beni kötülerin zulmü değil, iyilerin sessizliği korkutuyor. (Martin Luther King)

Seçenekler sadece koşulsuz kulluk ve onun karşısında kulluğa isyan değildir. Üçüncü bir yol vardır, her gün binlerce insan tarafından seçilen üçüncü bir yol. Bu yol, sessizlik, rızaya dayalı bilmezden gelme ve içe göçmedir. (J.M. Coetzee)

Yazının başında, "ortaya ne çıkacak, merak ediyorum" diyordum, eh çok matah birşey çıkmadı belki ama bu vesileyle, defterleri gözden geçirmiş oldum:)

Arşivleme işini gözden geçirmemde fayda var...

Hadi iyi geceler...


konu ile alakasız ama eklemek istedim fotoyu.
portakal çiçeğinin nefis kokusunu bilir misiniz?
ben bu bahar o müthiş kokuyla tanıştım.
siz de bilmiyorsanız, nisan ayında bir portakal ağacı gölgesinde
hayatınızın ikinci baharını yaşayabilirsiniz:)

13 August 2012

evde minik değişimler...

Şu anda evin tek kullanılabilir yerinden yani mutfaktan yazıyorum. Ev dandini durumda, neden mi?
Bu sene Defne ilkokula başlıyor! Hadi dedik, bebek odasından çocuk odasına geçme vaktidir! Defne'nin odasını boyatalım, odayı biraz daha değiştirelim. Defne'ye odasını boyatma fikrini sorduğumda neşeyle atladı fikrin üstüne. "Evet boyatalım, lila olsun!" Super! Ben de havaya girdim, hemen boyacı ustayı aradım, bugün için anlaştık. Haftasonu Defne'nin odasını boşalttık. "Aaa odayı toplamaya başlayınca, kapladı mı beni bir hüzün?" Daldım gittim. Bir dönemin kapanışı işte! Gitti bebek bordürleri, boyanmış duvarlar, oynanmış oynanmamış oyuncaklar...Başlıyor işte yeni bir dönem...Neyse ki çabuk çıkardım kendimi o hüzünlü durumdan. Sonra diğer odaları dolaştım, "dur ya, bizim oda da boyansa iyi olur, ee salonun da vakti gelmiş" derken hemen hemen tüm evi boyatmaya karar verince, bugün kalakaldım tabi mutfakta. Usta, koku olmaz demişti ama gayet de keskin bir koku var etrafta, gece kalınmaz yani, hoş belki hole bir yer yatağı atarak evcilik misali uyuyabiliriz yerde? (Tabi bu şahane fikrimi henüz Mithat'la paylaşmadım. Defne'ye söylediğimde heyecanlanır diyordum, o bile pek ciddiye almadı beni:) Neyse akşam için dayımları  arasam fena olmayacak...Boya daha 3 gün sürecek, bakalım kahramanlarımızı nerelerde göreceğiz?
Ev bu kadar almış başını gitmişken iyi yazıyorum gene di mi? Ne yapayım, ustalar gitti, evden çalışmam bitti, Defne aşağıda arkadaşlarıyla oynuyor, Mit yolda, bi nefes alayım dedim! Semizotu da pişir beni diye bana bakıyor tezgahtan ama hiç kalkasım yok.

güle güle filli, zürafalı bordürler...

böyle salkım saçak saçlarla boya yapılır mı?

saçlarını toplattırmadı ama iyi duvar işi yaptı, saçları beyazladı çalışmaktan:)
Ev bir güsel yerleşsin(daha yolun çok başındayız ama:) daha yazacaklarım var...
Hadi görüşürüs...