geçen gün yasmin blogunda 2012'de seyrettiği filmleri ve o sene sevdiği ilk 10 filmi yazmış. imdb'de seyrettiğiniz filmlerden kişisel film listenizi oluşturabiliyorsunuz. yasmin zamanında bu listeden bahsetmişti bana ancak tembelliğimden seyrettiğim filmleri imdb listesinde arşivlememiştim. yasmin listeyi sene boyunca güsel güsel oluşturmuş, tam 125 film seyretmiş! ben de film izlemeyi seven bir insan olarak, 2012'de iyi sayıda film seyretmişimdir. amma velakin, yasmin "sizin geçen yıl izleyip sevdiğiniz fimler hangileriydi ?" diye sorunca, "aa ne seyretmiştim ben?" oluverdim. o gazla 2013 için hemen imdb listemi oluşturmaya başladım. (filmlere verilen puanlar genel izleyicinin verdiği ortalama puanlar, benim puanlarım değil ama o da vardır sanırım,araştırayım.)
neyse, 2013'e fena başlamadım, şimdiden 3 film seyrettim:): anna karenina, pi'nin yaşamı ve marilyn ile bir hafta
anna karenina'ya senenin ilk günü gittik. senenin ilk günü filme gitmeyi seviyorum. keira knightley iyi oynuyor da, bütün düzene başkaldırmasına sebep olan o tutkulu aşkı, vronsky(aaron taylor johnson) ile aralarında pek hissedemedim. yakışıklı jude law, bu filmde çok yakışıklıydı diyemeyeceğim ama rolünün hakkını vermiş.
burcumdan mıdır nedir bilmem, "balık" hafızalı bir yapım var. anna karenina'nın hikayesini gayet iyi biliyorum ancak romanını okuduğumdan mı yoksa daha önceki film versiyonlarını seyrettiğimden mi hikayeyi biliyorum, hatırlayamıyorum. geçen gün dostoyevski, woody allen ve orhan pamuk'un anna karenina romanını yerlere göklere koyamayan görüşlerini okumam sebebiyle, tolstoy'un bu ünlü romanını da okumaya karar verdim.
(Orhan Pamuk Yaptığı bir konuşmada Anna Karenina kitabı için şunları söylemişti: “Okuduğum en mükemmel, en kusursuz, en derin ve en zengin roman. Tolstoy’un her şeyi gören, herkesin hakkını veren, hiçbir ışığı, hareketi, ruhsal dalgalanmayı, şüpheyi, gölgeyi kaçırmayan, inanılmayacak kadar dikkatli, açık, kesin ve zekice bakışı, bu romanın sayfalarını çevirdikçe okura, ‘evet, hayat böyle bir şey!’ dedirten kitap. )
romanından daha çok etkileneceğimi düşünüyorum. (aa okumuştum bu romanı da olabilirim tabi). kitaplar için de mi bir liste tutsam acaba?
pi'nin yaşamı: çok büyük bir beklentiyle gitmediğiniz sürece, görsel açıdan keyifli bir film. gerçeğe çok yakın canlandırmalar yapmışlar. bir sıra yorgunluktan filmde uyuklasam da, değişik konusuyla fena bir film de değildi. bir de son kısımda hikayeyi tamamlama işini izleyiciye bıraksalar daha şık bir final olurdu kanaatindeyim...
my week with marilyn'i dün evde izledim. michelle williams'ı çok sevdiğim take this waltz adlı filmde tanımış ve çok beğenmiştim. burada da marilyn rolünü gayet iyi kotarmış. cumartesi için iyi bir seçim yapmışım.
*
"sizin 2012'de sevdiğiniz filmler hangileriydi?" diye sorayım mı?:) aklınıza film gelmezse, hadi siz de 2013 için listenizi tutun, 2013 sonu konuşalım filmlerimizi...
yasmin, hay aklınla bin yaşa diyorum sana da...
iyi geceler...
Featured Post
07 January 2013
31 December 2012
iyi seneler:)
bu ay her gün yazacağımı söylemiştim değil mi?:) önce eğitim, sonra grip ve son hafta bastıran iş yoğunluğu...eğitimle birlikte açılan pandora'nın kutusu...bu kutuyla ne yapacağımı tam bilememenin verdiği hafif panik, sıkışma, sindirememe, gelgit halleri...
ooof nasıl bir yeni yıl yazısı oluyor:) yok yok şu an gayet iyi hissediyorum kendimi! ama insanın kendini deşmesi, şöyle bir sarsması lazım arada...bu dönemde; kendi arızalarımı görmek, onların kimini kabul edip kimini değiştirmekle ilgili aksiyon planları yapmak iyi geldi bana...
bu yazıyı yazarken gene, şule gürbüz'ü düşündüm, seneyi şule gürbüz ile kapatayım istedim:
...insan kendini değerlendirmede karınca ve diğer herşey gibi sade, memnun ve yolunda değil. Yani oluşa razı değil. Bir yapsa yaptığını fark eden on bakış arıyor, bulduğu anda da daha yapmaktan vazgeçiyor, seyirlik oluyor. Ama kendinden razı olmak, rıza göstermek, olanı beğenmek, sofrasını beğenmek, kendi içini açıp da şöyle bir "fena da değil" demek çok da kolay birşey değil...
işte ben 2013'te bu işi kolaylaştırmaya niyetleniyorum:) "kendinden razı olmak" ne güzel bir tanımlama değil mi?
senenin son gününü bu düşüncelerle yolculuyorum. içerde yılbaşı için uydurduğum yemek pişiyor ya da yanıyor! mit de evde. o da birşeyler yazıyor. birazdan defne'yi okuldan almaya gideceğiz. akşam; kafamıza göre müzik, dans, şarap, arkadaş sohbeti...ee daha ne olsun diyorum kendime...aklıma can yücel geliyor bu sefer de...
"...arkadaşım hayat bu daha ne olsun? ama en önce ve illa ki sağlık olsun...
hepinize sevdiklerinizle sağlıklı, iyi seneler...
not: canlı, hareketli bir müzikle seneye veda edeyim istemiştim ama dilime fikret kızılok'un zaman değirmeninden bahsettiği "ama babacığım" şarkısı takıldı. çok güzel, hafif hüzünlü bir şarkı, senenin ilk günü iyi gelir sanırım:)
ooof nasıl bir yeni yıl yazısı oluyor:) yok yok şu an gayet iyi hissediyorum kendimi! ama insanın kendini deşmesi, şöyle bir sarsması lazım arada...bu dönemde; kendi arızalarımı görmek, onların kimini kabul edip kimini değiştirmekle ilgili aksiyon planları yapmak iyi geldi bana...
bu yazıyı yazarken gene, şule gürbüz'ü düşündüm, seneyi şule gürbüz ile kapatayım istedim:
...insan kendini değerlendirmede karınca ve diğer herşey gibi sade, memnun ve yolunda değil. Yani oluşa razı değil. Bir yapsa yaptığını fark eden on bakış arıyor, bulduğu anda da daha yapmaktan vazgeçiyor, seyirlik oluyor. Ama kendinden razı olmak, rıza göstermek, olanı beğenmek, sofrasını beğenmek, kendi içini açıp da şöyle bir "fena da değil" demek çok da kolay birşey değil...
işte ben 2013'te bu işi kolaylaştırmaya niyetleniyorum:) "kendinden razı olmak" ne güzel bir tanımlama değil mi?
senenin son gününü bu düşüncelerle yolculuyorum. içerde yılbaşı için uydurduğum yemek pişiyor ya da yanıyor! mit de evde. o da birşeyler yazıyor. birazdan defne'yi okuldan almaya gideceğiz. akşam; kafamıza göre müzik, dans, şarap, arkadaş sohbeti...ee daha ne olsun diyorum kendime...aklıma can yücel geliyor bu sefer de...
"...arkadaşım hayat bu daha ne olsun? ama en önce ve illa ki sağlık olsun...
hepinize sevdiklerinizle sağlıklı, iyi seneler...
not: canlı, hareketli bir müzikle seneye veda edeyim istemiştim ama dilime fikret kızılok'un zaman değirmeninden bahsettiği "ama babacığım" şarkısı takıldı. çok güzel, hafif hüzünlü bir şarkı, senenin ilk günü iyi gelir sanırım:)
24 December 2012
and the waltz goes on...
uzun bir eğitim arası vermişim:) eğitim gerçekten yoğun ve hafif sarsıcıydı ama iyi ki gitmişim. "gestalt coaching" dünyasına ilk adımımı attım. adımlarımı zaman zaman yazacağım ama bugün değil:)
ara daha fazla uzamasın diye, iş arasında kısacık da olsa yazmak istedim.
*
eğitimde, sevgili oğul arkadaşımızın bizimle paylaştığı müzik videosunu sizinle paylaşmak istiyorum. o gün de gözlerim dolu dolu dinlemiştim müziği. bugün oğul facebook'tan videoyu tekrar paylaşınca, blogumdan ben de sizinle paylaşmak istedim.
anthony hopkins'i "kuzuların sessizliği'"nden beri hafif korkarak severdim. kendisinin bir de müzisyen yönü varmış, bilmiyordum. ne güzel bir beste yapmış. kendi bestesini dinlerkenki çocuk heyecanına hayran oldum.
bakalım siz nasıl bulacaksınız?
iyi dinlemeler...
ara daha fazla uzamasın diye, iş arasında kısacık da olsa yazmak istedim.
*
eğitimde, sevgili oğul arkadaşımızın bizimle paylaştığı müzik videosunu sizinle paylaşmak istiyorum. o gün de gözlerim dolu dolu dinlemiştim müziği. bugün oğul facebook'tan videoyu tekrar paylaşınca, blogumdan ben de sizinle paylaşmak istedim.
anthony hopkins'i "kuzuların sessizliği'"nden beri hafif korkarak severdim. kendisinin bir de müzisyen yönü varmış, bilmiyordum. ne güzel bir beste yapmış. kendi bestesini dinlerkenki çocuk heyecanına hayran oldum.
bakalım siz nasıl bulacaksınız?
iyi dinlemeler...
12 December 2012
eğitim arası!
yoğun bir eğitime katılıyorum birkaç günlüğüne...eğitimde neler yaşayacağımı, burada neler anlatacağımı ben de merak ediyorum...dönüşte görüşmek üzere...
hepinize iyi geceler...
hepinize iyi geceler...
11 December 2012
cevaplar kitabı
ofise bir gün bir arkadaşımız eğlenceli bir kitap getirdi. adı "cevaplar kitabı". remzi kitabevi çıkarmış. o gün kafanızı karıştıran, henüz cevabını veremediğiniz bir sorunuz mu var? hemen kitabın kapağına dokunun, sorunuzu hissederek sorun ve ta ta ta taaa! cevabı açtığınız sayfada! işle ilgili tıkandığımız noktalarda, kafamızı dağıtıp, biraz eğlenmek için kitaba bakıyoruz arada. (kitabın bir de "aşk üzerine cevaplar" versiyonu çıkmış, ilginizi çekerse...)
neyse diyeceğim başka, kitap birkaç gündür evde, elden ele dolaşıyor. defne kitabı çok sevdi. kendi sorularını da bizim sorularımızı da, kendisi kitaba bakarak cevaplandırıyor. cevabı kendisinden almak biraz zaman alıyor ama olsun, okumayı bu kitap sayesinde sökecek gibi görünüyor:) sorularımızı soruyoruz, cevabı ailecek mantıksız bulursak, tekrar bir sayfa açıyor kızımız.
bugün soruları iyice abarttık, buyrun sorularımızdan bazıları ve cevapları:
defne: annem digiturk alacak mı?
cevap: farklı önerilere açık ol
(bravo kitap! cevabını çok beğenmese de, mantıklı bir açıklama geldiği için bu cevabı kabul etti defne)
defne: okula gitmezsem ne olur?
cevap: annene sor!
(hah haa, kitap gerçekten ne cevap vereceğini biliyor)
defne: annem babam benimle oynamazsa ne olur?
cevap: bu işi bilenlerin önerilerinden faydalan!
(işte arkadaşlarınla konuş defnecim, onlar neler yapıyormuş konuşursunuz, ee şimdi konuşamam ama, e napalım yarın konuşursun)
defne: annem makyaj yapmadan işe giderse ne olur? (zaten öyle gidiyorum hep:)
cevap: boşuna çaba sarf etme!
(boşuna uğraşma işte, annen rahatına düşkün bir kadın, her gün makyajla uğraşmaz)
anne ağzımızın açık kalacağı bir soru sor!
füs: gittikçe gençleşecek miyim?
cevap: durum net değil
(nesi net değil? sorudaki mantık hatasını hissetti mi yoksa kitap? sistem arıza verdi:)
aynı soruyu mit de sordu.
mit'in cevabı: bu, sana pahalıya patlayacak!
(hah ha:)
....
bu sıralar kafanızı kurcalayan sorular varsa, size ilaç gibi gelecek bir kitap, almasanız da, kitapçıda bir iki sayfasına bakın, eğlenin derim...
günün sözü de oscar wilde'dan gelsin:
life is not complex. we are complex.
life is simple and the simple thing is the right thing.
iyi geceler...
neyse diyeceğim başka, kitap birkaç gündür evde, elden ele dolaşıyor. defne kitabı çok sevdi. kendi sorularını da bizim sorularımızı da, kendisi kitaba bakarak cevaplandırıyor. cevabı kendisinden almak biraz zaman alıyor ama olsun, okumayı bu kitap sayesinde sökecek gibi görünüyor:) sorularımızı soruyoruz, cevabı ailecek mantıksız bulursak, tekrar bir sayfa açıyor kızımız.
bugün soruları iyice abarttık, buyrun sorularımızdan bazıları ve cevapları:
defne: annem digiturk alacak mı?
cevap: farklı önerilere açık ol
(bravo kitap! cevabını çok beğenmese de, mantıklı bir açıklama geldiği için bu cevabı kabul etti defne)
defne: okula gitmezsem ne olur?
cevap: annene sor!
(hah haa, kitap gerçekten ne cevap vereceğini biliyor)
defne: annem babam benimle oynamazsa ne olur?
cevap: bu işi bilenlerin önerilerinden faydalan!
(işte arkadaşlarınla konuş defnecim, onlar neler yapıyormuş konuşursunuz, ee şimdi konuşamam ama, e napalım yarın konuşursun)
defne: annem makyaj yapmadan işe giderse ne olur? (zaten öyle gidiyorum hep:)
cevap: boşuna çaba sarf etme!
(boşuna uğraşma işte, annen rahatına düşkün bir kadın, her gün makyajla uğraşmaz)
anne ağzımızın açık kalacağı bir soru sor!
füs: gittikçe gençleşecek miyim?
cevap: durum net değil
(nesi net değil? sorudaki mantık hatasını hissetti mi yoksa kitap? sistem arıza verdi:)
aynı soruyu mit de sordu.
mit'in cevabı: bu, sana pahalıya patlayacak!
(hah ha:)
....
bu sıralar kafanızı kurcalayan sorular varsa, size ilaç gibi gelecek bir kitap, almasanız da, kitapçıda bir iki sayfasına bakın, eğlenin derim...
günün sözü de oscar wilde'dan gelsin:
life is not complex. we are complex.
life is simple and the simple thing is the right thing.
iyi geceler...
10 December 2012
AÇEV ile "okuma günleri"
ikinci yazıyı ancak şimdi yazabiliyorum:)
*
AÇEV'in çocuklara yönelik düzenlediği "kitap okuma projesi"nden bahsetmek istiyorum. yıllardır gönüllülük üzerine arkadaşlarımla konuşuruz. ama hep birşeyler çıkar, ya düşündüğümüz şey bizim zamanımıza uymaz ya da istediğimiz şeyi bulamazdık. harekete geçmeye yeterince gönüllü değildik belli de...
doğru zaman bu zamanmış..."okuma günleri" adlı bu projede 6 hafta boyunca hafta sonları (uygunsanız hafta içleri) çocuklara kitap okuyorsunuz. (kitapları AÇEV seçiyor.) amaç çocukların kitap okuma alışkanlıklarını geliştirmek. araştırmalara göre yüksek sosyo-ekonomik seviyede yetişen çocuklar, 4 yaşına geldiklerinde 45 milyon kelime duyuyorken, düşük sosyo-ekonomik seviyede yetişen çocuklar sadece 13 milyon kelime duyuyormuş.
*
defne'ye her akşam kitap okuduğum için, bu işi kolaylıkla yapabilirim diye düşünmüştüm. gel gör ki, ilk hafta çocuklara kitap okumaya başladığım zaman, işin o kadar da kolay olmadığını anladım:) çocuğuna kitap okumakla 15-20 çocuğa sınıfta kitap okumak bir değilmiş! ilk hafta kitabı güzel okudum, kitabı okurken çocuklara da kitapla ilgili sorular sordum, katılım gösterip cevap verdikleri için de çok sevindim. amma velakin, kitap bittiğinde daha 1 saatlik zamanın dolmasına çok vakit vardı. hadi 2. kitabı da okuyayım dedim ve fakat çocukların ilgisi çoktan dağılmıştı. defne ile aynı yaşta oldukları için, defne'nin oynadığı oyunlardan bazılarını oynattım çocuklara, söylediği bazı tekerlemeleri çocuklarla birlikte söyledik. çocukların ilgisini çekmek için animasyon yönümü de kuvvetli tutmak gerektiğini farkettim.
*
tabi ilk haftaki hafif şaşkınlığımdan sonra, diğer haftalara defne'nin danışmanlığında hazırlıklı gittim. çocuklara okuyacağım her kitabı öncesinde defne'ye okudum. onun da fikrini alarak, çocuklara okuma sonrası o kitapla ilgili aktiviteler yaptırdım. mesela çocuklara "uçan balık" diye bir kitap okuyacaktım. (çizgileri güzel, keyifli bir kitap ancak içerikte takıldığım noktalar olduğunu söylemeliyim, mesela uçan balığın dedesi ölüyor ve kitapta bu durum uzun süreli uyuma olarak tanımlanıyor. içime sinmedi o şekilde okumak, daha önceden bu tür açıklamaların çocukları uyumaktan korkutabileceğini duymuştum. o tür yerleri biraz revize ederek okudum.)
neyse, aktivite olarak da, çocuklara hamurdan balık yaptırayım dedim. defne hemen bir kavanoz çizip "dur bir dakika, örnek yapmamı ister misin?" dedi ve hemen hamurdan güzel bir balık yaptı. çok sevindim tabi. hemen her hafta, defne yapacağımız aktiviteyle ilgili evde örnek çalışma yaptı. bazı çalışmalar, evde yapılan denemelerden sonra elendi:)
*
çocuklara söz verdiğim üzere, dünkü son çalışmamıza defne'yi de götürdüm. defne geceden heyecanlanmaya başladı. sabah "utanıyorum, korkuyorum" gibi şeyler söyledi. itiraf etmeliyim ki, ben de heyecanlıydım. sabah arabayla diğer arkadaşı aldıktan sonra, defne biraz açılmaya başladı. ama okula geldiğimizde sınıfa giremedi. "kızım ben varım, ben okuyacağım kitabı" desem de içeri sokamadım, iyi mi? çocuklara dedim, "defne içeri girmiyor, siz davet ederseniz belki gelir?" çocuklar elinden tutarak, defne'yi sınıfa getirdi. neyse utangaçlık sınıfa girene kadar sürdü. sonra defne de diğer çocuklarla kitap okuma ve tartışma kısmına katıldı. hatta kitabın başlığını o okudu. kitap okuma sonrası, son günümüz olduğu için biraz parti yaptık, dansettik, birlikte fotoğraf çektik.
*
okul sonrası defne'nin izlenimlerini çok merak ediyordum. çok eğlendiğini söyledi. en çok hoşuma giden yorumu, "değer biliyorlar" demesi oldu. çocuk her yerde çocuk tabi ama çocuklardaki mütevazilik ve olgunluğu defne'nin görmesi hoşuma gitti.
*
bu projede her cumartesi sabah kalkıp, arabayla 2 okutman arkadaşı(öyle diyelim:) alarak belirlenen okula gittik. giderken de hep aramızda, çocuklar için neler yapabiliriz diye konuştuk. birbirimize fikirler verdik. birbirini hiç tanımayan insanlar arasında çocuklar sayesinde çok yakın bir diyalog gelişti. çocuklara 6 haftada okuma alışkanlığı kazandırabildik mi emin değilim ama ben onlardan çok şey öğrendim. çocukların yüzünde merak ifadesini görmek, onları gülümsetebilmek, en sessizinin bile her buluşmamızda biraz daha katılımcı olmaya çalışmasını farketmek beni çok mutlu etti.
*
bu yazıyı yazarken diğer yazılara nazaran biraz zorlandım. çünkü aslında çok büyük bir şey yapmadım. sadece çocuklara kitap okudum. üstelik bu tek tarafın verdiği birşey de değildi. biz çocuklarla hediyeleştik. onların enerjisi bana enerji verdi.
ama yazmak da istedim öte yandan. çünkü ben bu projeden 2 arkadaşıma bahsetmiştim. onlardan biri daha başladı okuma projesine ve o da çok iyi hissediyor kendini. o paylaşım bambaşka birşey. diğer arkadaşım ise, yeni işe başladığı için projeye katılamadı ancak o da sosyal sorumlulukla ilgili bir işe girdi.
facebook'ta, twitter'da birçok şeyden haberdar oluyoruz belki ama, haberdar olmanın ötesinde eyleme geçebilmek istedim. seyirci olmanın bir tık ötesine geçmek bana iyi geldi. o yüzden paylaşmak istedim sizinle. bu projeye katılmak isteyen olursa bana visnefus@gmail.com adresinden yazabilir, ilgililerle temas kurmada yardımcı olabilirim.
not: beni bu güzel projeyle tanıştıran canım arkadaşım banu'ya binlerce teşekkür...:)
*
son olarak, sizi bülent ortaçgil'in şarkısıyla başbaşa bırakıyorum. hani karar vermem gereken bir konu vardı ya, kararımı verdim:)
iyi geceler...
*
AÇEV'in çocuklara yönelik düzenlediği "kitap okuma projesi"nden bahsetmek istiyorum. yıllardır gönüllülük üzerine arkadaşlarımla konuşuruz. ama hep birşeyler çıkar, ya düşündüğümüz şey bizim zamanımıza uymaz ya da istediğimiz şeyi bulamazdık. harekete geçmeye yeterince gönüllü değildik belli de...
doğru zaman bu zamanmış..."okuma günleri" adlı bu projede 6 hafta boyunca hafta sonları (uygunsanız hafta içleri) çocuklara kitap okuyorsunuz. (kitapları AÇEV seçiyor.) amaç çocukların kitap okuma alışkanlıklarını geliştirmek. araştırmalara göre yüksek sosyo-ekonomik seviyede yetişen çocuklar, 4 yaşına geldiklerinde 45 milyon kelime duyuyorken, düşük sosyo-ekonomik seviyede yetişen çocuklar sadece 13 milyon kelime duyuyormuş.
*
defne'ye her akşam kitap okuduğum için, bu işi kolaylıkla yapabilirim diye düşünmüştüm. gel gör ki, ilk hafta çocuklara kitap okumaya başladığım zaman, işin o kadar da kolay olmadığını anladım:) çocuğuna kitap okumakla 15-20 çocuğa sınıfta kitap okumak bir değilmiş! ilk hafta kitabı güzel okudum, kitabı okurken çocuklara da kitapla ilgili sorular sordum, katılım gösterip cevap verdikleri için de çok sevindim. amma velakin, kitap bittiğinde daha 1 saatlik zamanın dolmasına çok vakit vardı. hadi 2. kitabı da okuyayım dedim ve fakat çocukların ilgisi çoktan dağılmıştı. defne ile aynı yaşta oldukları için, defne'nin oynadığı oyunlardan bazılarını oynattım çocuklara, söylediği bazı tekerlemeleri çocuklarla birlikte söyledik. çocukların ilgisini çekmek için animasyon yönümü de kuvvetli tutmak gerektiğini farkettim.
*
tabi ilk haftaki hafif şaşkınlığımdan sonra, diğer haftalara defne'nin danışmanlığında hazırlıklı gittim. çocuklara okuyacağım her kitabı öncesinde defne'ye okudum. onun da fikrini alarak, çocuklara okuma sonrası o kitapla ilgili aktiviteler yaptırdım. mesela çocuklara "uçan balık" diye bir kitap okuyacaktım. (çizgileri güzel, keyifli bir kitap ancak içerikte takıldığım noktalar olduğunu söylemeliyim, mesela uçan balığın dedesi ölüyor ve kitapta bu durum uzun süreli uyuma olarak tanımlanıyor. içime sinmedi o şekilde okumak, daha önceden bu tür açıklamaların çocukları uyumaktan korkutabileceğini duymuştum. o tür yerleri biraz revize ederek okudum.)
neyse, aktivite olarak da, çocuklara hamurdan balık yaptırayım dedim. defne hemen bir kavanoz çizip "dur bir dakika, örnek yapmamı ister misin?" dedi ve hemen hamurdan güzel bir balık yaptı. çok sevindim tabi. hemen her hafta, defne yapacağımız aktiviteyle ilgili evde örnek çalışma yaptı. bazı çalışmalar, evde yapılan denemelerden sonra elendi:)
![]() |
sınıfta çocukların yaptığı çeşit çeşit balıklar:) |
çocuklara söz verdiğim üzere, dünkü son çalışmamıza defne'yi de götürdüm. defne geceden heyecanlanmaya başladı. sabah "utanıyorum, korkuyorum" gibi şeyler söyledi. itiraf etmeliyim ki, ben de heyecanlıydım. sabah arabayla diğer arkadaşı aldıktan sonra, defne biraz açılmaya başladı. ama okula geldiğimizde sınıfa giremedi. "kızım ben varım, ben okuyacağım kitabı" desem de içeri sokamadım, iyi mi? çocuklara dedim, "defne içeri girmiyor, siz davet ederseniz belki gelir?" çocuklar elinden tutarak, defne'yi sınıfa getirdi. neyse utangaçlık sınıfa girene kadar sürdü. sonra defne de diğer çocuklarla kitap okuma ve tartışma kısmına katıldı. hatta kitabın başlığını o okudu. kitap okuma sonrası, son günümüz olduğu için biraz parti yaptık, dansettik, birlikte fotoğraf çektik.
*
okul sonrası defne'nin izlenimlerini çok merak ediyordum. çok eğlendiğini söyledi. en çok hoşuma giden yorumu, "değer biliyorlar" demesi oldu. çocuk her yerde çocuk tabi ama çocuklardaki mütevazilik ve olgunluğu defne'nin görmesi hoşuma gitti.
*
bu projede her cumartesi sabah kalkıp, arabayla 2 okutman arkadaşı(öyle diyelim:) alarak belirlenen okula gittik. giderken de hep aramızda, çocuklar için neler yapabiliriz diye konuştuk. birbirimize fikirler verdik. birbirini hiç tanımayan insanlar arasında çocuklar sayesinde çok yakın bir diyalog gelişti. çocuklara 6 haftada okuma alışkanlığı kazandırabildik mi emin değilim ama ben onlardan çok şey öğrendim. çocukların yüzünde merak ifadesini görmek, onları gülümsetebilmek, en sessizinin bile her buluşmamızda biraz daha katılımcı olmaya çalışmasını farketmek beni çok mutlu etti.
*
bu yazıyı yazarken diğer yazılara nazaran biraz zorlandım. çünkü aslında çok büyük bir şey yapmadım. sadece çocuklara kitap okudum. üstelik bu tek tarafın verdiği birşey de değildi. biz çocuklarla hediyeleştik. onların enerjisi bana enerji verdi.
ama yazmak da istedim öte yandan. çünkü ben bu projeden 2 arkadaşıma bahsetmiştim. onlardan biri daha başladı okuma projesine ve o da çok iyi hissediyor kendini. o paylaşım bambaşka birşey. diğer arkadaşım ise, yeni işe başladığı için projeye katılamadı ancak o da sosyal sorumlulukla ilgili bir işe girdi.
facebook'ta, twitter'da birçok şeyden haberdar oluyoruz belki ama, haberdar olmanın ötesinde eyleme geçebilmek istedim. seyirci olmanın bir tık ötesine geçmek bana iyi geldi. o yüzden paylaşmak istedim sizinle. bu projeye katılmak isteyen olursa bana visnefus@gmail.com adresinden yazabilir, ilgililerle temas kurmada yardımcı olabilirim.
not: beni bu güzel projeyle tanıştıran canım arkadaşım banu'ya binlerce teşekkür...:)
*
son olarak, sizi bülent ortaçgil'in şarkısıyla başbaşa bırakıyorum. hani karar vermem gereken bir konu vardı ya, kararımı verdim:)
iyi geceler...
09 December 2012
sabun köpüğü
dün koşturmalı bir gündü, yazamadım. bugün 2 yazı yazarak arayı kapatayım diyorum:)
ilk konu biraz sabun köpüğü tadında gelebilir size ama mutluluk biraz da bu minik şeylerden aldığımız tadlarda değil mi?
sabun köpüğü derken gerçekten sabundan bahsedeceğim. sabun kokusu sever misiniz? ben bayılırım. çocukluğumda annanem, yeşil defne sabunlarıyla bizi hatturu hutturu yıkardı. saçlarımızı da sabunla yıkadığını söylememe gerek yok sanırım. o vakitler hiç hoşlanmadığım yeşil sabunları, şu yaşımda bu kadar keyifle kullanacağımı söyleseler gülerdim. banyo yapmasam bile, zaman zaman banyodaki sabunları gidip kokluyorum, kokularını mis gibi içime çekiyorum. bunu yapınca hem çocukluğum geliyor aklıma, hem de güzel koku güzel bir his veriyor bana. favorim defne sabunu ama erguvanlı, güllü, lavantalı sabunları da seviyorum.
kokusu güzel şeyler insanı ne kadar keyiflendiriyor değil mi? gün nasıl geçerse geçsin; bir nergis, bir lavanta, bir kekik kokusuna ya da bir kahve kokusuna kayıtsız kalabilir mi bir insan?
peki siz hangi kokuları seviyorsunuz?
*
kokudan bahsedince, "scent of a woman" filmi geldi aklıma, buyrun tangoya...
bir de "günün sözü" işini çıkardım başıma ama her gün bir şekilde karşıma çıkıyor bir söz, bu da sözümüz olsun:
we grow neither better nor worse as we get old, but more like ourselves.
(may lamberton becker-american writer and critic)
diğer yazıda görüşmek üzere...
ilk konu biraz sabun köpüğü tadında gelebilir size ama mutluluk biraz da bu minik şeylerden aldığımız tadlarda değil mi?
sabun köpüğü derken gerçekten sabundan bahsedeceğim. sabun kokusu sever misiniz? ben bayılırım. çocukluğumda annanem, yeşil defne sabunlarıyla bizi hatturu hutturu yıkardı. saçlarımızı da sabunla yıkadığını söylememe gerek yok sanırım. o vakitler hiç hoşlanmadığım yeşil sabunları, şu yaşımda bu kadar keyifle kullanacağımı söyleseler gülerdim. banyo yapmasam bile, zaman zaman banyodaki sabunları gidip kokluyorum, kokularını mis gibi içime çekiyorum. bunu yapınca hem çocukluğum geliyor aklıma, hem de güzel koku güzel bir his veriyor bana. favorim defne sabunu ama erguvanlı, güllü, lavantalı sabunları da seviyorum.
kokusu güzel şeyler insanı ne kadar keyiflendiriyor değil mi? gün nasıl geçerse geçsin; bir nergis, bir lavanta, bir kekik kokusuna ya da bir kahve kokusuna kayıtsız kalabilir mi bir insan?
peki siz hangi kokuları seviyorsunuz?
*
kokudan bahsedince, "scent of a woman" filmi geldi aklıma, buyrun tangoya...
bir de "günün sözü" işini çıkardım başıma ama her gün bir şekilde karşıma çıkıyor bir söz, bu da sözümüz olsun:
we grow neither better nor worse as we get old, but more like ourselves.
(may lamberton becker-american writer and critic)
diğer yazıda görüşmek üzere...
Subscribe to:
Posts (Atom)