yazmışımdır önce. kesin. hayatımda; yakın dostlarım kadar gözlerimi ışıldatan, tanışmasam da sevdiğim, varlıkları bana güç veren "bazı insanlar "var. bunlardan biri işte gündüz vassaf!
gene inci inci döktürmüş güsel insan remzi kitabevi'ne verdiği söyleşisinde...dünkü yazdığım yazının üstüne, söylediklerini okumak çok iyi geldi. sevdiğim birkaç satırı hemen buraya aktarıyorum. tüm röportajı okumak isterseniz lütfen tık!
“Kitabınızda söz ettiğiniz ‘ötekileştirme’ meselesi var. Bizim gibi olmadığını varsaydığımız kişileri hemen ‘öteki’ diye adlandırabiliyoruz. Ama bir de ‘eleştiri’ var. Eleştirinin sınırları nedir? Ya da yargılamadan, ötekileştirmeden eleştirmek mümkün mü?”
“Şair Nerval, ‘Je suis les autres’ der. ‘Ötekiler ben’im, içimdeki ötekiler ben’im’ der. Ressam arkadaşım Altan Adalı da ‘En zor resim otoportredir çünkü kendi yalanını hemen yakalarsın,’ demişti. Kendimizi gördükçe, başkalarını daha az yargılar hale gelebiliriz. Ne kadar kompleksli biri bile olsam, kendi sabitimde durduğum için başkalarını ötekileştiririm. Ama kendi değişimimi görebilirsem işler değişir. Günlükler bu anlamda önemli. İçten bir günlük tutuyorsanız, değişimi anlamış olabiliyorsunuz. Bence en doğru yol kendimizi eleştirmek. Bu şekilde bizce doğru olanı, iyi olanı göstererek zaten tavrımızı ortaya koymuş oluruz.”
“Anı yazmak da böyle bir şey mi? Anları zapt etmiş mi oluyorsunuz?”
“Benim için değil. Yazı yazarken kendimdeki değişimin farkındayım. Başkasına saldırdığımın da farkındayım. Onun için başkasına saldırmamak istiyorum. Yazıdaki ahlakın farkındayım. Neyi yazacağım, neyi yazmayacağım? Nasıl yazdım? Neden bunu yazdım da ötekini yazmadım? Çünkü her kelimeyi yazarken başka bir kelimeyi seçmemiş oluyorsun. O da başka bir ahlaki süreç. Ahlakın kapısını, penceresini kapatıp bu şekilde yazmak da mümkün. Ve ortaya müthiş bir kitap çıkabilir. Zaten var böyle kitaplar. Size nefret dolu bir katil duygusunu yaşattıran, içimizdeki o duyguları kabartan kitaplar var elbette. Bunlar insanın bir yönünü abartan kitaplar. Savaş gibi. Kitaplar savaş değil, sevgi için, barış için olsa… Kavga ederek, eleştirerek… Ama severek. O sevme duygusunu kaldırmadan…”
geçenlerde okuduğum gazete yazısından bir bölümü de buraya eklemeden yapamayacağım. iyi ki varsın gündüz vassaf:)
yazının başlığı 'neden çocuk yapmamalı?' tüm yazı için lütfen tık!
...Daha çok değil, daha az çocuk yapmalıyız.
Türümüzün yaşam kalitesiyle mutluluğu, gezegenimizin sağlıklı geleceği için:
- Her çocuğa daha çok zaman ayırarak sevebilmek, daha iyi eğitim olanakları sağlamak,
- Çalışmayı, çalışma mekânını keyifli kılarak, insanı robotlaştıran işlerde robot kullanarak, daha az çalışıp daha çok üretmek,
- Daha az tüketip, yerel mekânlarda, yerel olanaklarla daha çok üreterek, aracıları, taşıyıcıları gereksiz kılarak, nüfusumuzu azaltarak yaşamımızın kalitesini arttırmak,
- Şimdiye kadar yaptığımızın tersine, genç nüfusu, tehlikeli, kirli, istikbal vaat etmeyen, istenmeyen işlere kurban edip sırtlarından geçinmek yerine, işyerinde fizyolojik ve psikolojik yıpranma nedenlerini ortadan kaldırarak, onların yaratıcı güçlerine uygun ortamlar sağlamak,
- Erken emeklilikle çalışanları kızağa çekmek yerine, yarızamanlı, dörtte bir zamanlı iş imkânları tanıyarak, yaşa, arzuya uygun yeni çalışma alanları yaratarak, yaşlıların toplumla entegrasyonlarını sürdürebilmek.
- Dünya hepimizin. Şimdi ve yakın gelecekte yeni işgücüne gereksinim duyacak Avrupa, Rusya, Japonya, Çin ve Türkiye’de, kurumsal ve toplumsal ırkçılığa karşı mücadeleyle, buraları her dilden, dinden, renkten insana yaşanır kılarak herkesin mecbur değil, mutlu ve özgür olduğu yerlerde çalışmalarını sağlamak.
bir minik not: G.V. muhtemelen yazı dikkat çeksin diye başlığa 'neden çocuk yapmamalı?' demiş ama benim gönlümden geçen başlık 'neden az çocuk yapmalı?' idi:)
Featured Post
12 September 2013
11 September 2013
inanmak için yazıyorum...
dün aşağıdaki yazıyı yazmıştım. çok hassas bir konu olduğu için, yazıyı çok düşünerek yazmıştım kendimce. akşam, mit'e "okur musun?" dedim. iyi ki okumuş. o görüşlerini söyledikten sonra önce biraz sinirlendim kendisine, sonra düşündüm. evet haklıydı. sabah hemen yazıyı kayıtlardan taslağa çektim. en iyisi yayınlamayayım dedim. sonra o da içime sinmedi. aslında tam da demek istediğim tarzda birşey yaşıyorduk ve bu yazıyı bu şekliyle yayınlamalıydım.
önce yazıyı okuyun diye mit'le olan diyaloğumuzu sona koyuyorum.
*****************************
bugün sabah defne'yi okula bıraktım. sonrasında okul çevresinde de bir saat yürüdüm. aklıma bloga yazacak onlarca şey geldi. heyecanla eve geldim. keyifle kahvaltımı yaptım. hayat güseldi gerçekten...
*
sonrasında biraz facebook'a bakayım dedim, iki gündür dış dünya ile çok bağlantım yoktu. haberleri okudukça içim acımaya başladı. facebook kesmedi, twitter'a da girdim. son olarak gazeteyi açtım ve ahmet atakan'ın tabutuna sarılmış annesinin fotoğrafını görünce artık ağlamaya başladım.
*
ahmet atakan'ın kim olduğunu biliyorsunuzdur belki... 23 yaşında antakya'lı bir genç. suçu; gezi parkı eylemlerinde can veren abdullah cömert'i anmak ve odtü eylemlerine destek vermek amacıyla düzenlenen hatay'daki eyleme katılmak. polisin biber gazlı müdahalesinde hayatını kaybediyor...
annesi: "oğlum halkı için direndi. bu yolda canını verdi. biz başından sonuna kadar oğlumuzun yanındaydık. ben bir anneyim, bütün annelerin yüreği yandı" demiş. yandı gerçekten. hiç tanımadığım ahmet için, annesi için hüngür hüngür ağladım bugün. çaresiz hissettim kendimi. bu kaçıncı giden can? hem de ne uğruna? ölümden ötesi var mı? o annenin yüreğinin ateşini kim söndürebilir artık?
*
kimin hakkı var başka birinin canını almaya? zaten ölümlü olan bizler niye bu kadar cana susamış şekilde saldırıyoruz birbirimize? vicdanımızı, insanlığımızı nerede kaybettik? "vicdan insanın içindeki tanrıdır" demiş victor hugo. tanrımızı kaybettik belki de...
*
insan hayatı bu kadar ucuz değil, olmamalı. bu buhrandan milletçe çıkmalıyız. insanlığımızı yeniden hatırlamalıyız. sağduyuya, akla, birbirimizi anlamaya en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlar bu zamanlar... siz-biz kutuplaşmalarına girersek hiç çıkamayacağız bu işin içinden. tüm haksızlıklara rağmen şu an en çok insanca hareket etmemiz gereken zaman.
rakel dink ne kadar etkili bir söz söylemişti hrant dink'in cenaze töreninde:
*
gabriel garcia marquez'in bir sözüyle bitireyim en iyisi yazıyı. benden fayda yok bugün ama olacak!
Gabriel Garcia Marquez'e "Karamsar bir insan olduğunuzu söylüyorsunuz ama kitaplarınızda her şey ne kadar kötü olursa olsun hep bir umut var, bu nasıl oluyor?" diye sormuşlar. Usta cevap vermiş; "Dünya'nın güzel olacağına inanmıyorum, ama inanmak için yazıyorum."
*****************************
-füs, herşey o kadar siyah-beyaz değil.
-nasıl yani? yazımdan bu mu anlaşılıyor?
-çocuğun nasıl öldüğünü bilmiyorsun?
-evet şaibeli bir durum ama sakin bir yürüyüş olsaydı böyle sonuçlar olur muydu? ya öncekiler?
-işte bu yüzden, daha da sorumlu davranmamız gereken bir dönemdeyiz. zaten bir yara var. bu yaraya tuz basmak yerine daha yapıcı davranmamız gerekiyor. benim; polisin de, benden farklı düşünen birinin de, iyi olduğuna, insan olduğuna inanmaya ihtiyacım var.
-hımmm, yazımdan benim de böyle bir ihtiyacım olduğu anlaşılmıyor mu? ben ölümlerin nasıl olduğunda değilim artık, yeni ölümler olmasın, tek isteğim bu.
-füs, ben seni biliyorum ama farklı görüşten biri yazdığını okuduğunda, farklı görüşün olsa da, kimseyi doğruluğu kanıtlanmamış bilgilerle suçlamadığın için, sana saygı duyabilmeli.
*
işte bu kadar konuştu. dedim ya, başta biraz sinirlendim mit'e, "benim burada yüreğim sızlamış, ne diyor mit?" diye ama yazımı tekrar okudum. evet, yazıda, daha önceki birikimlerin etkisiyle, farkında olmadan yaptığım suçlamalarımı gördüm. işte buradan başlamalıyız işe. sorgulamaya önce kendimizle başlamalıyız, sonra çekirdek aile, arkadaşlar, komşular, yakın çevremiz...bu toplum kendi kendine bu hale gelmedi. bu kördüğümü biz yaptık toplumca. çözüm de gene içimizde.
sağolasın sağduyulu kocam:)
önce yazıyı okuyun diye mit'le olan diyaloğumuzu sona koyuyorum.
*****************************
bugün sabah defne'yi okula bıraktım. sonrasında okul çevresinde de bir saat yürüdüm. aklıma bloga yazacak onlarca şey geldi. heyecanla eve geldim. keyifle kahvaltımı yaptım. hayat güseldi gerçekten...
*
sonrasında biraz facebook'a bakayım dedim, iki gündür dış dünya ile çok bağlantım yoktu. haberleri okudukça içim acımaya başladı. facebook kesmedi, twitter'a da girdim. son olarak gazeteyi açtım ve ahmet atakan'ın tabutuna sarılmış annesinin fotoğrafını görünce artık ağlamaya başladım.
*
ahmet atakan'ın kim olduğunu biliyorsunuzdur belki... 23 yaşında antakya'lı bir genç. suçu; gezi parkı eylemlerinde can veren abdullah cömert'i anmak ve odtü eylemlerine destek vermek amacıyla düzenlenen hatay'daki eyleme katılmak. polisin biber gazlı müdahalesinde hayatını kaybediyor...
annesi: "oğlum halkı için direndi. bu yolda canını verdi. biz başından sonuna kadar oğlumuzun yanındaydık. ben bir anneyim, bütün annelerin yüreği yandı" demiş. yandı gerçekten. hiç tanımadığım ahmet için, annesi için hüngür hüngür ağladım bugün. çaresiz hissettim kendimi. bu kaçıncı giden can? hem de ne uğruna? ölümden ötesi var mı? o annenin yüreğinin ateşini kim söndürebilir artık?
*
kimin hakkı var başka birinin canını almaya? zaten ölümlü olan bizler niye bu kadar cana susamış şekilde saldırıyoruz birbirimize? vicdanımızı, insanlığımızı nerede kaybettik? "vicdan insanın içindeki tanrıdır" demiş victor hugo. tanrımızı kaybettik belki de...
*
insan hayatı bu kadar ucuz değil, olmamalı. bu buhrandan milletçe çıkmalıyız. insanlığımızı yeniden hatırlamalıyız. sağduyuya, akla, birbirimizi anlamaya en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlar bu zamanlar... siz-biz kutuplaşmalarına girersek hiç çıkamayacağız bu işin içinden. tüm haksızlıklara rağmen şu an en çok insanca hareket etmemiz gereken zaman.
rakel dink ne kadar etkili bir söz söylemişti hrant dink'in cenaze töreninde:
"Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim…"
*
sorgulayacağız, anlamaya çalışacağız, kendimizi düzelteceğiz biraz, sonra elimizden geleni güzelleştirmeye, yeşertmeye çalışacağız, ufak ufak olacak belki, biraz zaman alacak ama olacak, bir umuttur neticede yaşatan insanı...*
gabriel garcia marquez'in bir sözüyle bitireyim en iyisi yazıyı. benden fayda yok bugün ama olacak!
Gabriel Garcia Marquez'e "Karamsar bir insan olduğunuzu söylüyorsunuz ama kitaplarınızda her şey ne kadar kötü olursa olsun hep bir umut var, bu nasıl oluyor?" diye sormuşlar. Usta cevap vermiş; "Dünya'nın güzel olacağına inanmıyorum, ama inanmak için yazıyorum."
*****************************
-füs, herşey o kadar siyah-beyaz değil.
-nasıl yani? yazımdan bu mu anlaşılıyor?
-çocuğun nasıl öldüğünü bilmiyorsun?
-evet şaibeli bir durum ama sakin bir yürüyüş olsaydı böyle sonuçlar olur muydu? ya öncekiler?
-işte bu yüzden, daha da sorumlu davranmamız gereken bir dönemdeyiz. zaten bir yara var. bu yaraya tuz basmak yerine daha yapıcı davranmamız gerekiyor. benim; polisin de, benden farklı düşünen birinin de, iyi olduğuna, insan olduğuna inanmaya ihtiyacım var.
-hımmm, yazımdan benim de böyle bir ihtiyacım olduğu anlaşılmıyor mu? ben ölümlerin nasıl olduğunda değilim artık, yeni ölümler olmasın, tek isteğim bu.
-füs, ben seni biliyorum ama farklı görüşten biri yazdığını okuduğunda, farklı görüşün olsa da, kimseyi doğruluğu kanıtlanmamış bilgilerle suçlamadığın için, sana saygı duyabilmeli.
*
işte bu kadar konuştu. dedim ya, başta biraz sinirlendim mit'e, "benim burada yüreğim sızlamış, ne diyor mit?" diye ama yazımı tekrar okudum. evet, yazıda, daha önceki birikimlerin etkisiyle, farkında olmadan yaptığım suçlamalarımı gördüm. işte buradan başlamalıyız işe. sorgulamaya önce kendimizle başlamalıyız, sonra çekirdek aile, arkadaşlar, komşular, yakın çevremiz...bu toplum kendi kendine bu hale gelmedi. bu kördüğümü biz yaptık toplumca. çözüm de gene içimizde.
sağolasın sağduyulu kocam:)
09 September 2013
bir rock'n coke macerası...
yarın defne'nin okulu açılıyor. yarın sabahı düşünerek, bu saatte bilgisayarın başına oturmasam daha iyi olacaktı ama oturdum artık:)
*
yeğenim şebnem, 14 yaşında olup kendisi sıkı bir müzikseverdir. çoğu müzik grubunu ondan öğreniyorum. meğer bu sene de rock'n coke'a çok sevdiği bir grup olan " hurts" geliyormuş. "hadi" dedim "gelin istoş'a, gidelim!". ablamı ikna etmek biraz zaman alsa da, ana-kız eskişehir'den geldiler bu haftasonu. şebo'dan festival öncesi biraz müzik dersi aldım, öncelikle tabi "hurts" çalıştım.
yani cumartesi günü için hazırız festivale!
tabi defne de tutturdu "ben de geleceğim diye!" o kadar uzak bir yer olmasa, hadi bir görsün diye götüreceğim ama nerdeeee...
defne'yi gündüzden bırakabileceğimiz bir yer yok. akşama arkadaşımıza bırakabiliyoruz.
"hadi, şebo günü kaçırmasın, biz önden gidelim şebo ile, siz mit'le defne'yi bırakır, arabayla gelirsiniz akşama..." dedim bizimkilere.
bana göre plan gayet iyi olmuştu ama çok büyük bir stratejik hata yaptığımın o an tabi ki henüz farkında değildim...
*
şeboyla teyze-yeğen düştük yollara. tam öğrenci gibi, önce minibüs, sonra metrobüs (arada elimizdeki sezen biletlerini trump towers önünde bir arkadaşa vermece) en son da yine oradan kalkan servise binip hezarfen yollarına düşmece...tabi sürüne sürüne gittik, yolda dur kalk dur kalk...2 saatte ulaştık ama ne yapalım festival uğruna düştük yola dedik, söylenmedik...
*
sonra şebo fest alanının muhteşem wc'leri ile tanıştı! ne bu böyle yaa, bu kadar da kötü olmaz ki wc'ler! ilk defa da gelmiyoruz festivale, daha iyi yapanlar var bu işi! neyse buna da takılmadık, akrobatik hareketlerle işimizi gördük, kaçtık o sahneden!
*
festival havasına girmeye hazır, bilet kontrol sırasına yürüdük. sıra bize geldi. biletlerimizi görevliye gösterdik.
-"18 yaş altı kişiler için şu bölüme geçin lütfen" dediler. tıpış tıpış oraya geçtik. kimliklerimizi istediler.
- siz annesi değil misiniz?
- "hayır teyzesiyim. (doğrucu davut, şaşkın tavuk füs)
(((biiiip yandınız!!! ve bittiniz hatta!!! daha farkında değilsiniz!!! sizi sürüm sürüm süründüreceğiz!!!)))
-o zaman alana giremezsiniz.
-ama bakın yeğenim esk'den sırf bu fest için geldi.
-olabilir, alamıyoruz.
-bir yetkili ile görüşebilir miyim?
-hamfendi sizi anlıyorum, vıt vıt vıt, zıt zıt zıt...
-annesi gelmeden maalesef içeri alamıyoruz.
-pardon hezarfen'deyiz, nasıl gelsin hemen annesi? annesi akşama gelecek. kimliğim sizde kalsın isterseniz?
-annesi gelince alabiliriz ancak içeri.
-bakın sizin iyi bir insan olduğunuz yüzünüzden belli, ee biz de pek kötü insanlara benzemiyoruz değil mi? uzatmasak?
-hamfendi lütfen kenarıya alalım sizi.
(şebo hayal kırıklığı ile yere çökerek ağlamaya başlar!)
ve o bölümde birçok gözü yaşlı gencin olduğunu o an farkederim. meğer orası "18 yaş altı özel ağlama bölümü"ymüş. şebo'nun ağladığını gören, durumu çoktan kanıksamış bir kız " biz 4 saattir buradayız, arkadaşımın babası bizi getirmişti ama velimiz olmadığı için bizi içeri almadılar, babamızı bekliyoruz, ancak o gelince girebileceğiz. hoş, işini bilen çoktan girdi içeri. kimi öğrenci kimliğinde yaş düzeltmesi yapmış, kimi tam bilet almış, makyajı full yapmış, havayı kapmış, içeri zıplamış, aradan kaytarıp içeri girenler, el sallayanlar...)
*
eh be füüüs, yıllardır bu organizasyon-fest işlerini bilirsin, arada yaptığın çakallıklar da olmuştur ama yaş kemale erince, hafif pas tutmuşsun ya da basiret bağlanması diyelim... çok basit birşeyi atlamışsın. ablanın kimliğiyle kendi kimliğini değiştir gel işte. ablanla benzerliğinden hayatta bir kere yararlan be kızım!!!
*
atladık işte, ama pes eder mi anadolu çocuğu? kırk yılda bi yeğenimi getirmişim konsere, elbette gireceğiz, ne salakça birşey kapıda takılmamız...
*
-hadi başka kapıdan deneyelim.
*
saçlarımızı açtık. şebo benim gözlüğü taktı, hafif makyaj(ama sıkı makyaj gerekiyormuş aslında) ve fakat başka kapıda da takıldık. buyrun yine ağlama duvarına...
*
bu sefer kadın olan başka bir yetkiliyi buluyorum.
-"bakın durumu şöyle izah edeyim. yeğenim ve annesi esk'den geldiler, ablam evde kızıma bakıyor, kızımı akşam bırakabileceğiz, yeğenimin annesiyle, eşim akşama buraya gelebilecek... bıt bıt bıt..."
(füs ne anlatıyon yaaa? hayat hikayemi anlatıyorum orada ama kimin umrunda, zaten niye umurlarında olsun ki? ah bi yaşıma göre birini bulsam...artık sonunda o kadar koptum ki, "siz de anne olacaksınız, o zaman anlayacaksınız beni..."filan diye iyice kükremeye başlıyorum ama nafile çabalar tabi...:)
*
duman konseri başlıyor.
dışarda volta atıyoruz şebo'yla, bi taraftan da "gireriz canım, merak etme" diyorum kuzuma.
*
içeride olan arkadaşlarımdan yardım istiyorum. oradan da olumlu cevap yok.
*
ablamlar yola çıktılar bu arada ama yol çok kalabalık diye başka bir yollara sapmışlar. onlardan ümit yok yakın vadede...
*
bir daha başka kapıdan deneyelim diyoruz.
bu sefer görevliye "annesiyim" diyorum. "tamam kimlik kontrolü yapacağız ağlama noktasına buyrun" diyorlar.
maalesef kükrediğim kadın beni görüyor. bu sefer başka bir kadın yetkili var, o kadın daha bir profesyonel çemkiriyor. yaa ben de artık kendimi tanıyamıyorum. tamam anladık annesi değilim ama teyzesiyim ulan.
-sitenizin ilk sayfasına büyük büyük harflerle bu uyarıyı yapmalıydınız. annesi babası hayatta olmayan bir genç olsa, bu festivale gelemeyecek mi?
-hamfendi alamıyoruz. annesi gelsin.
(tabi bu püskürtmeler sonunda hafif tonda küfürleri basıyorum çevreme, çevredeki gözü yaşlı gençler, büyük birinden böyle bir destek gelince, gülümseyerek bakıyor bana, yalnız değilsiniz çocuklar!!!)
-şebo "18 yaşını tam doldurmamışsa kişi, illa babasıyla mı gelecek konsere? yaa nasıl bir mantık bu? diyor, gülüyorum:)) yassah kardeşim, burası türkiye! 18 yaşın altındaysan müzik dinlemek yok sana! teyzeye anne yarısı derler ama burada geçmez o laflar...alkolü dayar felan ağzına mazallah...korku kültürünün egemen olduğu topraklarda bu konserler de devam eder mi acep?
*
akşama doğru giriş alanı, sırf çocuğu için gelmiş olduğu belli olan velilerle dolmaya başlamıştı. şaşkın gözlerle etrafa bakıyordu çoğu veli...
*
bizse, deniz kenarının oradaki su bidonlarının tepesine tüneyip "duman"ı dinliyoruz. güvenlik görevlileriyle sohbete başlıyoruz. yardım etmek istiyorlar ama belli ki emir büyük yerden verilmiş!
*
hurts'un başlamasına 5 dk var. ablamların gelmesine daha en az yarım saat var. son birşey geliyor aklımıza.
-hadi öğrenci biletini tam yapalım. akşam vakti artık çok bakmazlar.
ve fakat üstüne para vermemize rağmen öğrenci biletinin arkasına bir bilet daha zımbalıyor gişedeki adam. hayıııır!!!
-bu biletin tam yazan halini istiyorum.
-yok bu da öyle sayılır.
-öyle sayılmaz.
-tamam vazgeçtim, geri alayım parayı lütfen.
*
ve hurts başlar!!!
*
şebo da ağlamaya başlar. onun o halini görüp, eli kolu bağlı, çaresiz hisseden teyzesi de artık gözyaşlarını tutamaz! teyze-yeğen sarılırız birbirimize...
*
işte o an mucizevi birşey olur! kimseyi zor durumda bırakmak istemediğim için ayrıntısını yazmayacağım ama ufacıcık bir kapı bize açılır, 3.5 saatlik bekleyişimiz sonunda içeri gireriz!!!
*
konserine "miracle" şarkısıyla başlayan hurts, belli ki bizi çağırıyordu. hem ağlıyorduk hem de sevinçle ana sahneye koşuyorduk!
*
sonrası...sonrası müthiş bir mutluluk... şebom her şarkısını ezbere bildiği bu konseri keyifle seyretti ya, daha ötesi yok benim için...
ablamla mit'i merak ediyorsanız, onlar da konserin sonuna yetişti:)
*
"miracle"'dan sonra "wonderful life" şarkısına geçen "hurts" gerçekten bizi anlamış gibiydi... hayat böyle birşey galiba... en umutsuz olduğunuz zamanda size bir yerden "pişşt, enseyi karartma hemencecik, 5 dakkada değişir bütün işler" diyiveriyor...
buyrun siz de dinleyin bu güsel şarkıları...
not: sabah defne'ye hikayemizi anlattığımızda, çok büyük bir heyecanla dinledi. sonunda "aslında kimlikleri değiştirseydiniz teyzemle, yalan söylemiş olacaktınız ama gerekli bir yalanmış" diyiverdi:)
*
yeğenim şebnem, 14 yaşında olup kendisi sıkı bir müzikseverdir. çoğu müzik grubunu ondan öğreniyorum. meğer bu sene de rock'n coke'a çok sevdiği bir grup olan " hurts" geliyormuş. "hadi" dedim "gelin istoş'a, gidelim!". ablamı ikna etmek biraz zaman alsa da, ana-kız eskişehir'den geldiler bu haftasonu. şebo'dan festival öncesi biraz müzik dersi aldım, öncelikle tabi "hurts" çalıştım.
yani cumartesi günü için hazırız festivale!
tabi defne de tutturdu "ben de geleceğim diye!" o kadar uzak bir yer olmasa, hadi bir görsün diye götüreceğim ama nerdeeee...
defne'yi gündüzden bırakabileceğimiz bir yer yok. akşama arkadaşımıza bırakabiliyoruz.
"hadi, şebo günü kaçırmasın, biz önden gidelim şebo ile, siz mit'le defne'yi bırakır, arabayla gelirsiniz akşama..." dedim bizimkilere.
bana göre plan gayet iyi olmuştu ama çok büyük bir stratejik hata yaptığımın o an tabi ki henüz farkında değildim...
*
şeboyla teyze-yeğen düştük yollara. tam öğrenci gibi, önce minibüs, sonra metrobüs (arada elimizdeki sezen biletlerini trump towers önünde bir arkadaşa vermece) en son da yine oradan kalkan servise binip hezarfen yollarına düşmece...tabi sürüne sürüne gittik, yolda dur kalk dur kalk...2 saatte ulaştık ama ne yapalım festival uğruna düştük yola dedik, söylenmedik...
*
sonra şebo fest alanının muhteşem wc'leri ile tanıştı! ne bu böyle yaa, bu kadar da kötü olmaz ki wc'ler! ilk defa da gelmiyoruz festivale, daha iyi yapanlar var bu işi! neyse buna da takılmadık, akrobatik hareketlerle işimizi gördük, kaçtık o sahneden!
*
festival havasına girmeye hazır, bilet kontrol sırasına yürüdük. sıra bize geldi. biletlerimizi görevliye gösterdik.
-"18 yaş altı kişiler için şu bölüme geçin lütfen" dediler. tıpış tıpış oraya geçtik. kimliklerimizi istediler.
- siz annesi değil misiniz?
- "hayır teyzesiyim. (doğrucu davut, şaşkın tavuk füs)
(((biiiip yandınız!!! ve bittiniz hatta!!! daha farkında değilsiniz!!! sizi sürüm sürüm süründüreceğiz!!!)))
-o zaman alana giremezsiniz.
-ama bakın yeğenim esk'den sırf bu fest için geldi.
-olabilir, alamıyoruz.
-bir yetkili ile görüşebilir miyim?
-hamfendi sizi anlıyorum, vıt vıt vıt, zıt zıt zıt...
-annesi gelmeden maalesef içeri alamıyoruz.
-pardon hezarfen'deyiz, nasıl gelsin hemen annesi? annesi akşama gelecek. kimliğim sizde kalsın isterseniz?
-annesi gelince alabiliriz ancak içeri.
-bakın sizin iyi bir insan olduğunuz yüzünüzden belli, ee biz de pek kötü insanlara benzemiyoruz değil mi? uzatmasak?
-hamfendi lütfen kenarıya alalım sizi.
(şebo hayal kırıklığı ile yere çökerek ağlamaya başlar!)
ve o bölümde birçok gözü yaşlı gencin olduğunu o an farkederim. meğer orası "18 yaş altı özel ağlama bölümü"ymüş. şebo'nun ağladığını gören, durumu çoktan kanıksamış bir kız " biz 4 saattir buradayız, arkadaşımın babası bizi getirmişti ama velimiz olmadığı için bizi içeri almadılar, babamızı bekliyoruz, ancak o gelince girebileceğiz. hoş, işini bilen çoktan girdi içeri. kimi öğrenci kimliğinde yaş düzeltmesi yapmış, kimi tam bilet almış, makyajı full yapmış, havayı kapmış, içeri zıplamış, aradan kaytarıp içeri girenler, el sallayanlar...)
*
eh be füüüs, yıllardır bu organizasyon-fest işlerini bilirsin, arada yaptığın çakallıklar da olmuştur ama yaş kemale erince, hafif pas tutmuşsun ya da basiret bağlanması diyelim... çok basit birşeyi atlamışsın. ablanın kimliğiyle kendi kimliğini değiştir gel işte. ablanla benzerliğinden hayatta bir kere yararlan be kızım!!!
*
atladık işte, ama pes eder mi anadolu çocuğu? kırk yılda bi yeğenimi getirmişim konsere, elbette gireceğiz, ne salakça birşey kapıda takılmamız...
*
-hadi başka kapıdan deneyelim.
*
saçlarımızı açtık. şebo benim gözlüğü taktı, hafif makyaj(ama sıkı makyaj gerekiyormuş aslında) ve fakat başka kapıda da takıldık. buyrun yine ağlama duvarına...
*
bu sefer kadın olan başka bir yetkiliyi buluyorum.
-"bakın durumu şöyle izah edeyim. yeğenim ve annesi esk'den geldiler, ablam evde kızıma bakıyor, kızımı akşam bırakabileceğiz, yeğenimin annesiyle, eşim akşama buraya gelebilecek... bıt bıt bıt..."
(füs ne anlatıyon yaaa? hayat hikayemi anlatıyorum orada ama kimin umrunda, zaten niye umurlarında olsun ki? ah bi yaşıma göre birini bulsam...artık sonunda o kadar koptum ki, "siz de anne olacaksınız, o zaman anlayacaksınız beni..."filan diye iyice kükremeye başlıyorum ama nafile çabalar tabi...:)
*
duman konseri başlıyor.
dışarda volta atıyoruz şebo'yla, bi taraftan da "gireriz canım, merak etme" diyorum kuzuma.
*
içeride olan arkadaşlarımdan yardım istiyorum. oradan da olumlu cevap yok.
*
ablamlar yola çıktılar bu arada ama yol çok kalabalık diye başka bir yollara sapmışlar. onlardan ümit yok yakın vadede...
*
bir daha başka kapıdan deneyelim diyoruz.
bu sefer görevliye "annesiyim" diyorum. "tamam kimlik kontrolü yapacağız ağlama noktasına buyrun" diyorlar.
maalesef kükrediğim kadın beni görüyor. bu sefer başka bir kadın yetkili var, o kadın daha bir profesyonel çemkiriyor. yaa ben de artık kendimi tanıyamıyorum. tamam anladık annesi değilim ama teyzesiyim ulan.
-sitenizin ilk sayfasına büyük büyük harflerle bu uyarıyı yapmalıydınız. annesi babası hayatta olmayan bir genç olsa, bu festivale gelemeyecek mi?
-hamfendi alamıyoruz. annesi gelsin.
(tabi bu püskürtmeler sonunda hafif tonda küfürleri basıyorum çevreme, çevredeki gözü yaşlı gençler, büyük birinden böyle bir destek gelince, gülümseyerek bakıyor bana, yalnız değilsiniz çocuklar!!!)
-şebo "18 yaşını tam doldurmamışsa kişi, illa babasıyla mı gelecek konsere? yaa nasıl bir mantık bu? diyor, gülüyorum:)) yassah kardeşim, burası türkiye! 18 yaşın altındaysan müzik dinlemek yok sana! teyzeye anne yarısı derler ama burada geçmez o laflar...alkolü dayar felan ağzına mazallah...korku kültürünün egemen olduğu topraklarda bu konserler de devam eder mi acep?
*
akşama doğru giriş alanı, sırf çocuğu için gelmiş olduğu belli olan velilerle dolmaya başlamıştı. şaşkın gözlerle etrafa bakıyordu çoğu veli...
*
bizse, deniz kenarının oradaki su bidonlarının tepesine tüneyip "duman"ı dinliyoruz. güvenlik görevlileriyle sohbete başlıyoruz. yardım etmek istiyorlar ama belli ki emir büyük yerden verilmiş!
*
hurts'un başlamasına 5 dk var. ablamların gelmesine daha en az yarım saat var. son birşey geliyor aklımıza.
-hadi öğrenci biletini tam yapalım. akşam vakti artık çok bakmazlar.
ve fakat üstüne para vermemize rağmen öğrenci biletinin arkasına bir bilet daha zımbalıyor gişedeki adam. hayıııır!!!
-bu biletin tam yazan halini istiyorum.
-yok bu da öyle sayılır.
-öyle sayılmaz.
-tamam vazgeçtim, geri alayım parayı lütfen.
*
ve hurts başlar!!!
*
şebo da ağlamaya başlar. onun o halini görüp, eli kolu bağlı, çaresiz hisseden teyzesi de artık gözyaşlarını tutamaz! teyze-yeğen sarılırız birbirimize...
*
işte o an mucizevi birşey olur! kimseyi zor durumda bırakmak istemediğim için ayrıntısını yazmayacağım ama ufacıcık bir kapı bize açılır, 3.5 saatlik bekleyişimiz sonunda içeri gireriz!!!
*
konserine "miracle" şarkısıyla başlayan hurts, belli ki bizi çağırıyordu. hem ağlıyorduk hem de sevinçle ana sahneye koşuyorduk!
*
sonrası...sonrası müthiş bir mutluluk... şebom her şarkısını ezbere bildiği bu konseri keyifle seyretti ya, daha ötesi yok benim için...
ablamla mit'i merak ediyorsanız, onlar da konserin sonuna yetişti:)
*
"miracle"'dan sonra "wonderful life" şarkısına geçen "hurts" gerçekten bizi anlamış gibiydi... hayat böyle birşey galiba... en umutsuz olduğunuz zamanda size bir yerden "pişşt, enseyi karartma hemencecik, 5 dakkada değişir bütün işler" diyiveriyor...
buyrun siz de dinleyin bu güsel şarkıları...
not: sabah defne'ye hikayemizi anlattığımızda, çok büyük bir heyecanla dinledi. sonunda "aslında kimlikleri değiştirseydiniz teyzemle, yalan söylemiş olacaktınız ama gerekli bir yalanmış" diyiverdi:)
05 September 2013
mutlu olmanın 10 bilimsel yolu:)
eylül'e girdik diye melankolinin derinliklerine daldım sanmayın. onun daha demini alma zamanına var:)
günlerim pek dolu geçiyor... birçok şeyi yapma heyecanı var içimde...özellikle geceleri iple çekiyorum...
ama tabi geceleri seven füs, eğer uykusunu tam almamışsa, gündüzleri çekilmez olabiliyor. bugün çocuklarla birlikteydim ama o kadar nemruttum ki, "sana ayak masajı yapalım istersen" kıvamına gelmişlerdi kızlar günün sonunda. (bu arada, arada nemrutluk da iyi oluyormuş:) höttürü zöt, ben ne istersem o olur modu!)
yazacak çok şey var kafamda.
ama bu akşam kısa keseceğim.
aşağıdaki "mutluluk dansı" yollarını sevdim. hem büyük ölçüde doğru, hem de komik! üstelik bilimsel;) yorumlarım aşağıda...
-görseli ilk gördüğümde aklıma: "groove is in the heart" şarkısı geldi!
-"plan a trip" güsel de, neden "don't take it?" (bu kısmı pek anlamadım? para harcamayın, bazen hayaller gerçeklerden güseldir mi?... anlayan varsa buyrun...)
-"move closer to work" en büyük kariyer hedeflerimden biri olmuştur! (ne kadar başardın derseniz, bir süreliğine de olsa, bu tatlı duyguyu yaşadım, gene yaparım heeeyt!)
-"go outside esp. 13.9 C." beni biraz üzer sanırım. üşüyen bi kadınım, ayrıca niye 14 değil de 13.9? dışarıya termometre ile mi çıkıyoruz?
-"help others" ama haftada 2 saat ona göre;)
-"exercise at least 7 minutes" hadi hergün tibet hareketlerini 15 dakika yaparak yırttım da, neden en az 7 dakika? bilen?
-"sleep more" işte bu gecenin son noktası! hadi iyi geceler...
günlerim pek dolu geçiyor... birçok şeyi yapma heyecanı var içimde...özellikle geceleri iple çekiyorum...
ama tabi geceleri seven füs, eğer uykusunu tam almamışsa, gündüzleri çekilmez olabiliyor. bugün çocuklarla birlikteydim ama o kadar nemruttum ki, "sana ayak masajı yapalım istersen" kıvamına gelmişlerdi kızlar günün sonunda. (bu arada, arada nemrutluk da iyi oluyormuş:) höttürü zöt, ben ne istersem o olur modu!)
yazacak çok şey var kafamda.
ama bu akşam kısa keseceğim.
aşağıdaki "mutluluk dansı" yollarını sevdim. hem büyük ölçüde doğru, hem de komik! üstelik bilimsel;) yorumlarım aşağıda...
-görseli ilk gördüğümde aklıma: "groove is in the heart" şarkısı geldi!
-"plan a trip" güsel de, neden "don't take it?" (bu kısmı pek anlamadım? para harcamayın, bazen hayaller gerçeklerden güseldir mi?... anlayan varsa buyrun...)
-"move closer to work" en büyük kariyer hedeflerimden biri olmuştur! (ne kadar başardın derseniz, bir süreliğine de olsa, bu tatlı duyguyu yaşadım, gene yaparım heeeyt!)
-"go outside esp. 13.9 C." beni biraz üzer sanırım. üşüyen bi kadınım, ayrıca niye 14 değil de 13.9? dışarıya termometre ile mi çıkıyoruz?
-"help others" ama haftada 2 saat ona göre;)
-"exercise at least 7 minutes" hadi hergün tibet hareketlerini 15 dakika yaparak yırttım da, neden en az 7 dakika? bilen?
-"sleep more" işte bu gecenin son noktası! hadi iyi geceler...
26 August 2013
yankı yazgan der ki...
yatmadan önce, yankı yazgan'la remzi kitabevi kitap gazetesi'nde yapılan söyleşiyi paylaşmak istedim. (ağustos 2013-ırmak zileli röportajı)
yazıdan minik bir alıntı yaptım ancak yankı yazgan'ın röportajda her söylediği çok değerli bence... alıntıya tıklayınca yazıya kavuşabilirsiniz:) yazı uzun demeyin, okuyun, pişman olmayacaksınız...
"'secret' arıyorsanız, kelime haznenizi geliştirin"
“Kişisel gelişim kavramı bugün hayatın sırlarını açıkladığını iddia edilen kitaplara armağan edildi. Oysa kişisel gelişim başka bir şeydir diyorsunuz. Nedir kişisel gelişim?”
“Orayı belirsiz bırakmışım gördüğünüz gibi… O kitapların hepsi belirsizliği nasıl kontrol edebileceğimizle ilgili sırlar veriyor. Bak bu iş böyledir diyor ve siz sırrı almış oluyorsunuz. Öyle olup olmadığını sorgulamaktan artık vazgeçerek rahat ediyorsunuz. Böyleymiş diyorsunuz. Her sabah bir sarımsak yersem kalp hastası olmuyormuşum. Tamam kalp hastalığını saf dışı ettik… Reçete kitapların yaptığı şey belirsizliğin yok edilemez olduğu alanlardaki belirsizliğin yok edilmesi için formüller üretmek. Ama ben diyorum ki ‘secret’ arıyorsanız, mesela, kelime haznenizi geliştirin, bol kitap okuyun. Araştırmalar net; kelime hazneniz ne kadar genişse, o kadar çok eğitim, o kadar yüksek gelir, o kadar başarı, o kadar uzun süreli ilişkiler. İstedikleriniz buysa…”
bu gece 3 yazı yayınlayarak, kendimi coşua ilan ettim!
hadi iyi geceler:)
yazıdan minik bir alıntı yaptım ancak yankı yazgan'ın röportajda her söylediği çok değerli bence... alıntıya tıklayınca yazıya kavuşabilirsiniz:) yazı uzun demeyin, okuyun, pişman olmayacaksınız...
"'secret' arıyorsanız, kelime haznenizi geliştirin"
“Kişisel gelişim kavramı bugün hayatın sırlarını açıkladığını iddia edilen kitaplara armağan edildi. Oysa kişisel gelişim başka bir şeydir diyorsunuz. Nedir kişisel gelişim?”
“Orayı belirsiz bırakmışım gördüğünüz gibi… O kitapların hepsi belirsizliği nasıl kontrol edebileceğimizle ilgili sırlar veriyor. Bak bu iş böyledir diyor ve siz sırrı almış oluyorsunuz. Öyle olup olmadığını sorgulamaktan artık vazgeçerek rahat ediyorsunuz. Böyleymiş diyorsunuz. Her sabah bir sarımsak yersem kalp hastası olmuyormuşum. Tamam kalp hastalığını saf dışı ettik… Reçete kitapların yaptığı şey belirsizliğin yok edilemez olduğu alanlardaki belirsizliğin yok edilmesi için formüller üretmek. Ama ben diyorum ki ‘secret’ arıyorsanız, mesela, kelime haznenizi geliştirin, bol kitap okuyun. Araştırmalar net; kelime hazneniz ne kadar genişse, o kadar çok eğitim, o kadar yüksek gelir, o kadar başarı, o kadar uzun süreli ilişkiler. İstedikleriniz buysa…”
![]() |
kitap hakkında |
bu gece 3 yazı yayınlayarak, kendimi coşua ilan ettim!
hadi iyi geceler:)
ağustos böceği
ağustos böceğinin gerçek hikayesini bilir misiniz? sunay akın'ın anlattığı versiyonu severim ben:
"Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama olarak 12 yıl bekler. Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos.
Yani topu topu bir ay... Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.
Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir. Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay...
Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok.
Siz olsanız çalışır mıydınız, şarkı mı söylerdiniz?"
nereden çıktı bu ağustos böceği hikayesi derseniz, kendimi bu ay ağustos böceği ilan ettim! erkek- dişi takılmayın. kendimce, belli zorlukları aşarak, iş hayatımda bir karar noktasına geldim. aslında bu kadar afilli yazmama da gerek yok, işten ayrıldım:) önümüzdeki dönemde başka iş alanına geçmeyi düşüneceğim ama bu ay hiçbirşeyi düşünesim yok. 39 yıllık ömrümde, en azından bu ağustos ayında, kendime kıyak geçme hakkı verdim. gelecekle ilgili hiçbir şey düşünmeyip sadece bugünü yaşıyorum. ne şahane birşeymiş böyle yaşamak...gözümden sis perdesi kalktı. hep böyle yaşamalı be insan, ağustos böceği gibi şarkı söyleyerek, her günü dolu dolu hissederek, sindirerek...ben daha ziyade başı kesik tavuk gibi yaşıyordum son dönemlerde:)
*
ağustos ayında yardımcı teyzemiz köyüne gitti, her sene bir ay gider zaten. çalışırken bu dönemde, defne'yi ayarlamakta zorlanırdım ama bu sene nefis oldu gitmesi...
evde gerçek işlerle haşır neşir olmak bana bu dönemde çok iyi geldi.
-bir kere yardımcı teyzemizin değerini daha iyi anladım. (her çalışan kadın, böyle bir dönem geçirmeli bence ki, yardımcı teyzelerinin değerini iyice anlasınlar, dırdırlanıp durmasınlar.)
-evde her gün yemek yapıyorum. hiç yemek yapmayan biri değildim elbet ancak ne yalan söyleyim, yemek yapma konusunda titrek bir kadındım. ablam ve annem ne kadar becerikliyse, ben de o kadar ezik hissederdim bu konuda. walla konuyu abartmayıp, yemek yapmaya bodoslama dalınca, bayaa da iyi yemek yapabildiğimi gördüm. defne ile mit hevesle masaya oturup, o yemekleri bitirdi mi mest oluyorum, kendime güvenim geldi:). kek işini halaa beceremiyorum ama, kabarmıyorlar bir türlü! olsun kızlar yaparken eğlendi o gün...
-ne çok çamaşırımız oluyormuş yahu. çamaşır yıka, çamaşır as, ütü yap. bu rutin işleri bu dönemde bolca yapıyorum. ama hayatımın aydınlanmalarından birini de, bir gün ütü yaparken yaşadım. onu da başka bir yazıda anlatırım.
-ne iş yaparsam yapayım, müzik dinliyorum. annem de iş yaparken radyodan müzik dinler, sanatçıya eşlik ederdi... ay ne keyifli birşeymiş müzikle iş yapmak...o şarkıların dünyasına dalarak, moddan moda sekmek...
-evi her gün topluyorum, arada da süpürüyorum.
-çiçekleri çok ihmal etmişiz, onlar da kendine geldi şimdi.
-defne ile bol bol vakit geçiriyoruz birlikte. hem onun arkadaşlarıyla hem benim arkadaşlarımla birlikte görüşüyoruz, arada minik arızalar çıksa da, bayaa eğleniyoruz.
-defne de, evde gerçek işlerle meşgul olmayı seviyor. becerikli bir kız (belki ben de öyleydim, ah o kodlanmalar, kıracağım ulen tüm kodları!). yemek hazırlıklarından, ev süpürmeye, ütüye kadar herşeyi yapıyor. hatta geçen gün tam 1 saat ütü yaptı, o kadar iyi yapıyordu ki, bırakmışım kendi haline, koltukta sızmış kalmışım...
-pazara gitmeyi özlemişim. pazarda eskiden alışveriş yaptığım pazarcılar beni tanıyınca, çok sevindim. defne ile pazarda resmen kendimizden geçiyoruz. ne cennet ülkede yaşıyoruz!
-araba kullanmam minimuma indi. her işi mahalle içinde halletmeye çalışıyorum. defne'nin sık görüştüğü arkadaşı, zaten bir paralel sokağımızda. manav, kasap, bakkal 5 dakika. yürüyüş yaptığımız park biraz yokuş yukarı ama o kadar da olacak, spor niyetine...
-neyse özet olarak; fiziksel olarak kıçımın çıktığı ama kafamın da bir o kadar berraklaştığı bir dönemdeyim.
-kitap da okuyorum, henüz tam istediğim kıvamda değil, olsun. olanı kabul edip, şükrettiğim bir dönem...
okuduğum kitaplar:)
tembellik hakkı:) (paul lafargue)
bozkırkurdu (hermann hesse)
how to be idle:) (tom hodgkinson)
kitaplardan ayrı bir yazıda bahsedebilirim.
yarın bir haftalık tatile çıkıyoruz. tatile çıkmadan en azından bu yazıyı yazayım istedim. döndüğümde malum eylül olacak:) aman her ayı hakettiği şekilde yaşayacağız işte, melankoli gelirse kapıya, git mi diyeceğiz? onun da kendine göre bir güselliği var...
coştum gece gece, belki bir yazı daha patlatırım;)
hadi iyi geceler...
"Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama olarak 12 yıl bekler. Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos.
Yani topu topu bir ay... Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.
Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir. Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay...
Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok.
Siz olsanız çalışır mıydınız, şarkı mı söylerdiniz?"
nereden çıktı bu ağustos böceği hikayesi derseniz, kendimi bu ay ağustos böceği ilan ettim! erkek- dişi takılmayın. kendimce, belli zorlukları aşarak, iş hayatımda bir karar noktasına geldim. aslında bu kadar afilli yazmama da gerek yok, işten ayrıldım:) önümüzdeki dönemde başka iş alanına geçmeyi düşüneceğim ama bu ay hiçbirşeyi düşünesim yok. 39 yıllık ömrümde, en azından bu ağustos ayında, kendime kıyak geçme hakkı verdim. gelecekle ilgili hiçbir şey düşünmeyip sadece bugünü yaşıyorum. ne şahane birşeymiş böyle yaşamak...gözümden sis perdesi kalktı. hep böyle yaşamalı be insan, ağustos böceği gibi şarkı söyleyerek, her günü dolu dolu hissederek, sindirerek...ben daha ziyade başı kesik tavuk gibi yaşıyordum son dönemlerde:)
*
ağustos ayında yardımcı teyzemiz köyüne gitti, her sene bir ay gider zaten. çalışırken bu dönemde, defne'yi ayarlamakta zorlanırdım ama bu sene nefis oldu gitmesi...
evde gerçek işlerle haşır neşir olmak bana bu dönemde çok iyi geldi.
-bir kere yardımcı teyzemizin değerini daha iyi anladım. (her çalışan kadın, böyle bir dönem geçirmeli bence ki, yardımcı teyzelerinin değerini iyice anlasınlar, dırdırlanıp durmasınlar.)
-evde her gün yemek yapıyorum. hiç yemek yapmayan biri değildim elbet ancak ne yalan söyleyim, yemek yapma konusunda titrek bir kadındım. ablam ve annem ne kadar becerikliyse, ben de o kadar ezik hissederdim bu konuda. walla konuyu abartmayıp, yemek yapmaya bodoslama dalınca, bayaa da iyi yemek yapabildiğimi gördüm. defne ile mit hevesle masaya oturup, o yemekleri bitirdi mi mest oluyorum, kendime güvenim geldi:). kek işini halaa beceremiyorum ama, kabarmıyorlar bir türlü! olsun kızlar yaparken eğlendi o gün...
![]() |
portakallı ıslak kek:) defne: sosu koymadan daha mı iyiydi anne? |
-ne iş yaparsam yapayım, müzik dinliyorum. annem de iş yaparken radyodan müzik dinler, sanatçıya eşlik ederdi... ay ne keyifli birşeymiş müzikle iş yapmak...o şarkıların dünyasına dalarak, moddan moda sekmek...
-evi her gün topluyorum, arada da süpürüyorum.
-çiçekleri çok ihmal etmişiz, onlar da kendine geldi şimdi.
-defne ile bol bol vakit geçiriyoruz birlikte. hem onun arkadaşlarıyla hem benim arkadaşlarımla birlikte görüşüyoruz, arada minik arızalar çıksa da, bayaa eğleniyoruz.
-defne de, evde gerçek işlerle meşgul olmayı seviyor. becerikli bir kız (belki ben de öyleydim, ah o kodlanmalar, kıracağım ulen tüm kodları!). yemek hazırlıklarından, ev süpürmeye, ütüye kadar herşeyi yapıyor. hatta geçen gün tam 1 saat ütü yaptı, o kadar iyi yapıyordu ki, bırakmışım kendi haline, koltukta sızmış kalmışım...
-pazara gitmeyi özlemişim. pazarda eskiden alışveriş yaptığım pazarcılar beni tanıyınca, çok sevindim. defne ile pazarda resmen kendimizden geçiyoruz. ne cennet ülkede yaşıyoruz!
-araba kullanmam minimuma indi. her işi mahalle içinde halletmeye çalışıyorum. defne'nin sık görüştüğü arkadaşı, zaten bir paralel sokağımızda. manav, kasap, bakkal 5 dakika. yürüyüş yaptığımız park biraz yokuş yukarı ama o kadar da olacak, spor niyetine...
-neyse özet olarak; fiziksel olarak kıçımın çıktığı ama kafamın da bir o kadar berraklaştığı bir dönemdeyim.
-kitap da okuyorum, henüz tam istediğim kıvamda değil, olsun. olanı kabul edip, şükrettiğim bir dönem...
okuduğum kitaplar:)
tembellik hakkı:) (paul lafargue)
bozkırkurdu (hermann hesse)
how to be idle:) (tom hodgkinson)
kitaplardan ayrı bir yazıda bahsedebilirim.
yarın bir haftalık tatile çıkıyoruz. tatile çıkmadan en azından bu yazıyı yazayım istedim. döndüğümde malum eylül olacak:) aman her ayı hakettiği şekilde yaşayacağız işte, melankoli gelirse kapıya, git mi diyeceğiz? onun da kendine göre bir güselliği var...
coştum gece gece, belki bir yazı daha patlatırım;)
hadi iyi geceler...
daldan dala...
daha önceden yazdığım ve fakat yayınlayamadığım bir yazım vardı, önce onu yayınlayım da, taslaktan hayata geçsin yazı. sonraki postta bugüne geliris:)
***
üniversitedeki erkek arkadaşım "füs, ne zaman değişeceği belli olmayan dört mevsim gibidir ama en çok bahar olmak ister..." diye yazmıştı yıllığa. aradan geçen yıllara bakıyorum da, fena bir saptama yapmamış.
hakikaten değişken bir ruh halim var. ama genel gayretim günün sonunda, baharı yakalayabilmekte...
kendimi dövmeyi bırakıp, sevdiğim hallerimi daha çok benimsedikçe, daha bir güzelleşiyor sanki hayat. ama tabi hayat bu, sorgulamalar da bitmiyor...
neyse, daha önceden okuyup altını çizdiğim, "hııımmm iyiymiş" dediğim, birkaç kitaptan, yazıdan alıntı yapayım en iyisi...
...İşte disipline sokulması gereken duygulardan biri de sevgi duygusudur. Daha önce belirttiğim gibi, bu duygu gerçek sevginin kendisi değil, kateksisle bağlantılı olan duygudur. Beraberinde getirdiği yaratıcı enerjiden dolayı saygı duyulması, geliştirilmesi gereken bir duygudur ama eğer başıboş bırakılırsa, sonuç gerçek sevgi değil, karışıklık ve verimsizlik olur. Gerçek sevgi insanın benliğini genişletmesini içerdiğinden, muazzam bir enerjiyi gerektirir; ama ister beğenin ister beğenmeyin, enerji stoklarımız da tıpkı bir günün saatleri gibi sayılıdır. Herkesi birden sevemeyiz. Tüm insanlığa sevgi duyabileceğimiz doğrudur, bu da bize belli birkaç kişiye sevgi gösterebilmek için gerekli enerjiyi sağlar. Ama gücümüz ancak birkaç kişiyi gerçekten sevebilmeye yeter.
(Az Seçilen Yol-Dr. M. Scott Peck)
"Ne istediğimizi bilmemiz normal değildir. Çok ender ve zor bir psikolojik başarıdır bu. (Abraham Maslow-Motivasyon ve Kişilik)
(Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı- Alain de Botton kitabında Maslow'un bu sözüne yer vermiş.)
Herkes için farklı tabii bu durumlar. Öyle olması da doğal. Kiminin küçük derdi, öbürünün cehennemi, ya öyle ya da tersi. Kimine göre ölümdür gerçek dert, kimine göre yaşam. Nasıl ayırt edeceğiz küçüğü büyükten diye dert etmeyin boşuna, başına gelince anlıyor insan. Siz siz olun, küçük dertlerin şımartan aromasından uzak durun. Sevdiklerinize sahip çıkın, sevmek büyütür insanı, gerçek dertlerle boğuşurken, sevdikleriniz kadar varsınız, sevemedikleriniz sizin kaybınız. Hafta sonu becerebilirsem adaya gideceğim. Kim bilir, belki de aynı şiirdeki gibi şehre bir film gelir, bir güzel orman olur yazılarda ve adada başlayan Kalamar hikâyesi, adada biter haftaya.
Neyse ki yok olmak zor, insanın birazı hep kalıyor tabakta, yeter ki insan açgözlülük etmesin. Güneşli bir hafta sonu diliyorum. Allah kimseye gerçek dertler vermesin.
(Berkun Oya, Damak, Radikal 17.05.2013)
farklı dönemlerde okuduğum bu yazıları alt alta koyunca bir özet yapma ihtiyacım doğdu!
özetim;
1-enerji stoklarımız sayılı, enerjini ota boka harcama füs!
2-hayatta ne istediğini bilen insanlara her zaman hayranlık duymuşumdur, "ulen ben niye böyle net bilemiyorum hayatta ne istediğimi?" diye hayıflanırdım. maslow amcam bunun o kadar da kolay bişi olmadığını söyleyerek beni rahatlattı, yaşa!
3-"siz siz olun, küçük dertlerin şımartan aromasından uzak durun!"
hadi iyi geceler...
***
üniversitedeki erkek arkadaşım "füs, ne zaman değişeceği belli olmayan dört mevsim gibidir ama en çok bahar olmak ister..." diye yazmıştı yıllığa. aradan geçen yıllara bakıyorum da, fena bir saptama yapmamış.
hakikaten değişken bir ruh halim var. ama genel gayretim günün sonunda, baharı yakalayabilmekte...
kendimi dövmeyi bırakıp, sevdiğim hallerimi daha çok benimsedikçe, daha bir güzelleşiyor sanki hayat. ama tabi hayat bu, sorgulamalar da bitmiyor...
neyse, daha önceden okuyup altını çizdiğim, "hııımmm iyiymiş" dediğim, birkaç kitaptan, yazıdan alıntı yapayım en iyisi...
...İşte disipline sokulması gereken duygulardan biri de sevgi duygusudur. Daha önce belirttiğim gibi, bu duygu gerçek sevginin kendisi değil, kateksisle bağlantılı olan duygudur. Beraberinde getirdiği yaratıcı enerjiden dolayı saygı duyulması, geliştirilmesi gereken bir duygudur ama eğer başıboş bırakılırsa, sonuç gerçek sevgi değil, karışıklık ve verimsizlik olur. Gerçek sevgi insanın benliğini genişletmesini içerdiğinden, muazzam bir enerjiyi gerektirir; ama ister beğenin ister beğenmeyin, enerji stoklarımız da tıpkı bir günün saatleri gibi sayılıdır. Herkesi birden sevemeyiz. Tüm insanlığa sevgi duyabileceğimiz doğrudur, bu da bize belli birkaç kişiye sevgi gösterebilmek için gerekli enerjiyi sağlar. Ama gücümüz ancak birkaç kişiyi gerçekten sevebilmeye yeter.
(Az Seçilen Yol-Dr. M. Scott Peck)
"Ne istediğimizi bilmemiz normal değildir. Çok ender ve zor bir psikolojik başarıdır bu. (Abraham Maslow-Motivasyon ve Kişilik)
(Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı- Alain de Botton kitabında Maslow'un bu sözüne yer vermiş.)
Herkes için farklı tabii bu durumlar. Öyle olması da doğal. Kiminin küçük derdi, öbürünün cehennemi, ya öyle ya da tersi. Kimine göre ölümdür gerçek dert, kimine göre yaşam. Nasıl ayırt edeceğiz küçüğü büyükten diye dert etmeyin boşuna, başına gelince anlıyor insan. Siz siz olun, küçük dertlerin şımartan aromasından uzak durun. Sevdiklerinize sahip çıkın, sevmek büyütür insanı, gerçek dertlerle boğuşurken, sevdikleriniz kadar varsınız, sevemedikleriniz sizin kaybınız. Hafta sonu becerebilirsem adaya gideceğim. Kim bilir, belki de aynı şiirdeki gibi şehre bir film gelir, bir güzel orman olur yazılarda ve adada başlayan Kalamar hikâyesi, adada biter haftaya.
Neyse ki yok olmak zor, insanın birazı hep kalıyor tabakta, yeter ki insan açgözlülük etmesin. Güneşli bir hafta sonu diliyorum. Allah kimseye gerçek dertler vermesin.
(Berkun Oya, Damak, Radikal 17.05.2013)
farklı dönemlerde okuduğum bu yazıları alt alta koyunca bir özet yapma ihtiyacım doğdu!
özetim;
1-enerji stoklarımız sayılı, enerjini ota boka harcama füs!
2-hayatta ne istediğini bilen insanlara her zaman hayranlık duymuşumdur, "ulen ben niye böyle net bilemiyorum hayatta ne istediğimi?" diye hayıflanırdım. maslow amcam bunun o kadar da kolay bişi olmadığını söyleyerek beni rahatlattı, yaşa!
3-"siz siz olun, küçük dertlerin şımartan aromasından uzak durun!"
hadi iyi geceler...
Subscribe to:
Posts (Atom)