Featured Post

30 October 2018

İyi İnsan Olmak...

Bu yazı da taslakta kalmış. Kalmasın...

Geçen hafta; Defne'nin "İyi insan olmak"la ilgili bir kompozisyon ödevi vardı. Defne, "Yaa anne okulun istediği iyi insanla, benim düşündüğüm iyi insan aynı değil, yazmak istemiyorum hiçbişi" diye söylenmeye başladı. İyi ki söylendi. "Okulun istediği klişe tanımları yazarsan, ödevi kesinlikle göndertmem sana, otur içinden ne geliyorsa onu yaz" dedim. O kadar kendimden emin bir tonda söylemişim ki, dediklerimi ikiletmeden, oturdu yazdı.

O kadar kritik bir konu ki bu...Hayatlarımız başkalarının isteğine göre, böyle böyle şekillenmeye başlıyor işte...Defne'nin direnmesine seviniyorum...Belki okulun da istediği net bir iyi insan tanımı yoktu(?) ama Defne'de bu tür bir direncin oluşması bile, birşeylerin habercisidir diye düşünüyorum.

Yazdığı yazıyı, haberi ve izni olmadığı için yayınlamayacağım ama özet olarak beni çok mutlu eden bir yazı olduğunu söylemeliyim. Yazısında özetle; her zaman doğru davranışı sergileyemesek de, her insanın özünde iyi olduğunu ve asıl önemli olanın, insanların içindeki iyiliği görmek olduğunu anlatıyordu.

İşte benim için en kıymetli nokta bu! Bize toplum tarafından yaşam boyunca; bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde, "hep iyi davranışlar göstermemiz" dikte ediliyor. İyi çocuk olmak, cici kız olmak...Fazla sorun çıkartmamak, olabildiğince uyumlu olmak, başkasını uğraştırmamak...İçimizdeki karanlık, gölge taraf yokmuş gibi davranarak hareket etmemiz bekleniyor genelde...

Suya sabuna dokunmadan, sorgulamadan, ezberci davranışlarla büyüdüğümüzde de; Ursula Le Guin'in dediği gibi patates olmaktan öteye pek geçemiyoruz. Ben kendimdeki karanlık tarafı içten içe bilerek büyüdüm ancak edebiyat ve sinema olmasa, sanki bir tek böyle hisseden, yaşayan kendimmiş gibi düşünerek büyüdüğümü de itiraf etmeliyim. Sanki bu benim kusurummuş gibi, yıllarca o karanlık tarafla yüzleşmekten kaçtım. Daha doğrusu nasıl yüzleşeceğimi de pek bilmeden yaşadım yıllarca. En çok; günlüğüme yazdığım yazılara içimi döktüm ama kendime karşı da çok hoşgörülü davranmadığım için, oralarda da kızdım kendi varoluş şeklime. Toplumun dayağı yetmedi, en güzel dayağı kendim attım çoğu zaman kendime...

Taaa ki Defne'nin doğum sürecine kadar!  İşte o zaman işin rengi değişmeye başladı benim için... O doğmadan, çocuk gelişimi ile ilgili psikoloji kitaplarını okumaya başlamıştım. Okumaya devam ettikçe, kendimi de yeniden doğurma ihtiyacım olduğunu gördüm. Eğitimlere, psikoterapi gruplarına gittim, işimi, çalıştığım sektörü bile değiştirdim, nasıl olduğunu anlamadan...O yüzden Defne'nin doğumu, benim ikinci doğumumdur diyebilirim. Tabi kendimi esas kabulümün 40'lı yaşlarımı bulduğunu da söylemeliyim. Kolay değil şimdiye kadar doğru bildiğin şeylerin, o kadar da doğru olmadığını kabul etmek ve hayatını istediğin doğrultuda şekillendirmek, zaman alıyor...Ama gerekli...Yaşamak için gerekli...Karanlık taraflarla yüzleşmek, kendini her halinle kabul etmek ve kendini şefkatle sarıp sarmalamak.. Bundan sonra, insan kendini gerçekten sevmeye başlayabiliyor...

Bakın ne diyor Engin Geçtan İnsan Olmak kitabında; "İyi insan, çevresine olduğu kadar, kendisine karşı da iyi olan kişidir." (syf: 58)

Tanım ne kadar yalın ama ne kadar kuvvetli değil mi? Sözün özü; kendimizden vazgeçmek pahasına, iyi insan olmayalım. Olamayız zaten. İyi insanmış gibi oluruz o kadar, gerçek bir yaşanmışlık olmaz. Bence hata yaparak, acıyla yüzleşerek ve sadece iyi hissiyatları bünyemizde barındırmadığımız gerçeğini kabul ederek, gerçek sesimizi duyabiliriz. Ancak bu şekilde sağlıklı seçimler yapabiliriz.

Çevremde çok az insan gerçek anlamda paylaşım yapıyor. (Az da olsalar, iyi ki varlar hayatımda:) İşim gereği de, birçok insanla görüşüyorum. Pek çok insan, içindekileri paylaşmadan, karşısındakinin kendisini anlamasını bekleyerek yaşıyor, gidiyor... Hepimiz kendi küçük dünyalarımızda, kendi kendimize yaşarsak, nasıl çıkarabiliriz karanlıkları ortaya? Hayat, gerçek anlamda paylaşabilince güzel...

Defne'nin ödevinden nerelere geldim, neyse, yazımı Jung'cuğumun bir sözüyle noktalayayım...Haydi şen kalın, kendinizle kalın;)

"One does not become enlightened by imagining figures of light but by making the darkness conscious." Carl Jung
Kadıköy vapurundan gün batımı


Fikrisabitliğin lüzumu yok...

Ekim 2018'de yazmışım bu yazıyı. Taslakta bırakmışım. 2018'de başladığım işi 2023'ün Aralık ayında bitireyim dedim. O zamandan bu zamana neler neler değişti, bazı hayat alışkanlıklarım bile değişti...Ama bunu görmek bile güzel...O yüzden yazıyı olduğu haliyle paylaşıyorum...

Kaç kere yazmaya niyetlensem de, bir türlü başına oturamadığım blogumla bugün başbaşayız. Bloga yazmadan, 2 seneyi devirmişim. Hoş bugün de bir bahane bulsam, yazmayı gene erteleyebilirdim ancak kaçacak pek bir yerim kalmadığı için, şu an buradayım:)

Şöyle ki; sabah görüşmemi yaptıktan sonra, öğle vakti eve geldim. Öğle bir arkadaşımla görüşecektim, iptal oldu. Eve gelince, dün gece ocaktaki varlığını unutarak yaktığım yeşil mercimeği, düdüklünün dibinden temizlemekle vakit geçirdim. Yaklaşık yarım saatlik bir uğraştan sonra, düdüklüyü kurtardım, gururluyum!. Bu sevimsiz iş bile, blog yazma eylemimin önüne geçti, düşünün.
Sonra kahve hazırlama, yazma heyecanımı bastırmak için, bitter çikolata...

Bu yazdıklarımı görünce, sanki zorla yazdırıyorlar, yazma kızım deli misin diyebilirsiniz. Ama demeyin:). O iş öyle değil. Sadece yoğunluktan, iş koşuşturmacasından yazamadım dersem yalan olur. Evet ülkenin gidişatı, yazma isteğimi azaltmış olabilir ama yazmamamın esas sebebi, daha çok korkudur diyebilirim. Bu konuya, başka bir yazıda uzun uzun girerim muhtemelen, şimdi geçelim...

Korkuyu bu süreçte aştım aşmasına da, bloga yazma disiplinini kaybedince, tekrar blogun başına oturmak hiç kolay olmadı. Taa ki, bu ayın başında Şebnem İstoş'a gelene kadar...Şebnem ile yazın, bu sene düzenli olarak hareket etme kararı almıştık. Bu kararımızı Ağustos ayından itibaren uyguluyoruz. İkimiz de, düzenli olarak yürümeye çalışıp, birbirimizi haberdar ediyoruz gidişatımız konusunda...Düşündüğümüzden daha disiplinli gidiyoruz bu konuda. Ayrıca; yürürken dinlediklerimiz, karşılaştığımız durum ve insanlar hakkındaki paylaşımlarımız, işi daha da keyifli hale getiriyor. Bizim gibi, pek spor disiplini olmayan edi-büdü, bu işi kıvırdıysa, neden başka konular için de, benzer bir, birbirimizi dürtme çalışması yapmayalım diye düşündük ve yazma-paylaşma konusunda eyleme geçelim dedik. Tekrar yazma konusu bu şekilde gündeme geldi. Şebo yazdı, şimdi sıra bende;)

Hoş ben bloga yazmadığım zaman sürecinde, bol bol günlüğüme yazdım ama olsun, buranın yeri farklı. Bir taraftan da, blog zamanları da geçti mi acaba diye düşünmeden edemiyorum ama bunu denemeden de, bilemeyeceğim kesin. Neden blog zamanları geçti mi diye düşünüyorum? Kendim bile, eskisi kadar blog takip etmiyorum. Daha çok instagramdan ilgimi çeken şeyleri takip ediyorum. Instagramda ufak ufak paylaşımlar yapıyorum ama o daracık yerde uzun yazdığımda, bazen yüreğim daralabiliyor, alan lazım bana...alan...

Amma uzun bir girizgah oldu. Burada, instagramda uzun uzun anlatmadığım bazı konulara, daha damardan girmeye niyet ediyorum diyip, konuyu özetleyeyim.



Dün İstanbul Modern'de gördüğüm bir sergideki eserden (Anthony Cragg-İnsan Doğası Sergisi) esinlenerek, bu yazıma bir isim düşündüm. Eserin adı: Fikrisabit idi. Orada en abuk subuk görünen eser buydu bana göre. Buradan kendimce şöyle bir anlam çıkardım: Fikrisabit olan, bir boka benzemiyor, kendi içinde tıkanıp kalıyor. Bu eser bunun üç boyutlu örneği. Birşeylere takılıp kalırsan eğer, bu eseri aklına getir ve kendine şunu de Füs'cüm; fikrisabitliğin lüzumu yok, bekleme yapma, devaaam eeeet...

Hadi bakalım kaldığımız yerden devam edelim o halde;)

Sıradaki yazılar;

-İyi insan olmak...
-Thunder veya tandır?
-Demlene demlene...
-Instagram çok güsel, gelsene beybisi...

(Bu yazıların başlığı var sadece, ortaya ne çıkar, ben de bilmiyorum henüz, birlikte göreceğiz;)





30 September 2016

Gündüz Vassaf - Ne Yapabilirim?


Ot Dergisi'nde "Gündüz Vassaf'ın Ne Yapabilirim?" kitabının tanıtımını görünce heyecanlanmıştım. Zira uzun zamandan beri, çoğu kişinin yazdıkları, söyledikleri bana, birbirinin aynı, çözümsüz ve umutsuz geliyordu. Kendi kendime günlüğüme yazdıklarımdan da pek birşey çıkmıyordu. Ölümlerin olduğu yerde, her söylenen anlamsız ve boş geliyordu bana. Ama böyle de hayat geçmiyordu...Yani böyle bir hayattan anlamlı bir gelecek çıkarmak mümkün görünmüyordu. Çoğu insan gibi ne yapsam ne etsem diye kafa yormaya başladım. Uzun bir süre, kendime ve yakın çevreme odaklandım. Ben ne kadar kendimi yaşatabiliyorum, ne kadar düşüncelerimi hayata geçirebiliyorum, ne kadar etkin oluyorum, ne kadar dırdırlanmadan çözüm üretiyorum? diye kendimi gözlemledim. Evet yaptıklarım vardı ancak daha yapacaklarım da vardı...

Tabi biraz da desteğe ihtiyacım vardı, bu yolda yalnız olmadığımı bilmek için...
İşte destek bu kitapla geldi bana. Düşündüklerimi ancak kelimelere dökemediklerimi üstad pek de güzel özetlemişti. Gündüz Vassaf'ın yazılarını okuyanlar, Cehenneme Övgü, Cennetin Dibi gibi eski kitaplarını hatmedenler, onun tarzını bilir ancak henüz kendisini okumadıysanız, biraz çarpılmaya hazır olun. Çünkü Gündüz Vassaf, "insanı" sadece Türkiye bazında değil, dünya hatta evren bazında çok geniş bir perspektifte inceler ve tatlı tatlı gerçekleri yüzünüze çakar, ezberinizi bozar. 

Bakınız Gündüz Vassaf'ın kitap önsözü şu şekilde başlıyor: "Ne yapabilirim?, benim gibi, bir harekete, örgüte, partiye hatta ideolojiye bağlı olmayanlara sesleniyor...Tepkilerimizde kendimizi tekrarlamadan, çaresiz çırpınışlarda tükenmeden, "ne yapabilirim"i düşünmeye, yeni bir yaşam ahlakını tartışmaya açmak istiyorum. Kötümserliğe kapılıp edilgenleştikçe, değişim erteleniyor, düzen sürüyor. Değişim biziz!"

Okuduğum kitapta hemen her satırın altını çizip yanına notlar aldığım için, kitabı anlatmaya nereden başlayacağıma karar veremiyorum. Zaten kitap, bulmacanın parçalarının birleşmesi gibi, bütün haliyle okunmalı bence ama size fikir vermesi açısından şunu yapacağım. Bazı bölümlerden teaser niyetine birkaç satır ekleyeceğim. Gündüz Vassaf'ın iznini almadan paylaştığım için biraz tedirginim ancak niyetim iyi, kitabı ne kadar çok kişi okursa, o kadar iyi olur düşüncesiyle paylaşıyorum bu satırları...

Özet olarak, Gündüz Vassaf bize "uyanık olun, kendi gücünüzün farkında olun, edilgen olmak yerine harekete geçin, değişimin kendinizde olduğunu görün" diyor ve bize bu değişim yolculuğunda rehberlik ediyor.

Öyle klasik bir kişisel gelişim kitabı gibi beklemeyin lütfen, dediğim gibi azıcık acıtan ancak kendine getirten bir kitap...Kitabın anlamadığım yerleri de oldu, bazı yerlerde üstadın da kafası biraz karışıkmış gibi geldi bana ama olsun, olacak o kadar. Herşeyi de Gündüz Vassaf'tan beklemeyelim değil mi? Sonuçta bana farklı bakış açıları sunan, normlarımı yeniden sorgulamamı sağlayan, beni birçok konuda harekete geçmeye yüreklendiren bir kitap oldu. Umarım siz de okursunuz...



07 September 2016

Mazoşist misin?

Yazı yazmaya uzun süre ara verip tekrar yazmaya kalktığımda, ilk defa yazı yazıyormuşum gibi kitleniyorum. Açılmam zaman alıyor. Neyse ki, ilk yazıyı yazdım, şimdi açılabilirim;)

Çok hızlı bir çağa girdik. Teknoloji çok hızlı, ruhumuz ise geride can çekişiyor. Sosyal medya adeta gardiyan gibi 24 saat başımızda nöbet tutuyor. Sosyal medyaya elini verip kolunu kaptırman an meselesi. Sosyal medya acemileriyiz. 

Peki ben ne yapıyorum? Sosyal medyadan uzaklaşamıyorum haliyle. Hoş oraya bakmadığım an, inanın daha mutlu, huzurlu bir insanım ancak dünyadan kopuk yaşamak da olmuyor. Hele her günü olağanüstü geçen memleketimde...Notification'ları sessize aldığımı söylemiştim değil mi? Sosyal medyaya bakma zamanlarımı da kısıtladım. Çok yeni bir karar! Sabah 15 dk, öğleden sonra 15 dk, akşam 15 dk. "Ne yapacaksan, bu kadar zaman içinde yap füs" diyorum kendime. Alacağını al, vereceğini ver ve ortamlardan gazla...Zaten oradaki alışveriş durumu bir şekilde tüm günüme yansıyor. Okuduğum bir yazı, bir tartışma, bir film önerisi, bir şarkı veya bir video... 

Aslında sosyal medyayı doğru kullanabilirsem, ondan çok şey de öğrenebiliyorum, hakkını yemeyeyim. Facebook'ta şahsen tanımasam da, takip ettiğim çok güzel birkaç insan var. Onların varlığı; bana güç, ilham ve umut veriyor. Ancak enerjim de kısıtlı, onu biliyorum, o yüzden sosyal medyada uyanık ve seçici olmaya çalışıyorum. Sosyal medyaya, gölgelerin gücü adınaaaa, güüüç bende artıııık! diye kendimce mesajımı veriyorum, o alır mesajımı veya almaz, onun bileceği iş;)

Yahu ne yazacaktım, nerelere geldim gene. Herşey çok hızlı değişiyor. Çocuklarımız büyürken biz de yaş alıp gidiyoruz. Geçiciyiz. Geçiciyiz ama şu an hayattayız ve geçici hayatımızda zombileşmeden insan gibi yaşamak hakkımız. 
Zor bir dönemden geçiyoruz, karamsarlığa kapılmadan sıkı durmak kolay değil. 
İşte bu aşamada, neyse ki yardımıma Gündüz'üm Vassaf'ım geliyor. Dürtüyor beni ve kendime getirtiyor.
Gündüz Vassaf'ın "Ne yapabilirim?-Geleceğe Kartpostallar" kitabına bu şekilde girizgah yapmış olayım... Devamı yarına...


Eğrisiyle doğrusuyla...

"İnsan en çok kendini özler, unuttuğu kendini..."

Evet böyle demiş ünsüzün biri...Unuttuğu kendini bulmak için de kürkçü dükkanına dönmeye karar vermiş. Paslanmış biraz ama kafasının içinde konuşmaktan da yorulmuş. Kaçacak bir yeri de kalmadığı için, oturmuş, yazmaya başlamış.

"Unutmak" fiilini kullanmak biraz abartılı olmadı mı füs? "
"Evet bir parça sanırım ama paslanmış demişti ya, idare et işte. "

Neyse, kaldığım yerden devam edeyim. Pek güzel ünlü sözler yazmışım son yazımda. Ünlü sözleri, alıntıları bilmek güzel, onları kullanmak da güzel ama herhalde en önemlisi bu sözleri gerçek anlamda anlamakta, içselleştirebilmekte. Yoksa herkeşler(ben dahil) pek güzel sözler, alıntılar paylaşıyor sosyal medyada. Hatta kafam şişiyor bazen bu kadar çok alıntı görmekten. Bilgiler, alıntılar denizi içinde yüzüyorum, hatta boğuluyorum bazen...

Yok yok boğulmuyorum o kadar, zira artık beni bir tek "gerçeklik" etkiliyor. Bir insan ne kadar gerçek? Okumuş okumamış olması önemli değil, duruşuyla oluşuyla ne kadar gerçek? Söylediğiyle yaptığı ne kadar birbirini tutuyor? Karşısındakiyle ne kadar gerçek bir iletişim kuruyor? Ne kadar kendi söylediklerine odaklanıyor? Ne kadar karşısındakini dinliyor? Akım derken sonra bokum gibi mi davranıyor? Bilmem ne statüsünde bilmem ne okullarını bitirmiş biri, artık ancak gerçekse etkiliyor beni. Yani o okuduklarını ne kadar içselleştirebilmiş, ne kadarını hayatına geçirebilmiş? Davranışlarına yansıyor mu öğrendikleri? Yoksa birtakım öğrenmişliklerle, ezbere yaşamaya devam mı ediyor? Yukardan kort kort lafları söylemekle yürümüyor artık gemiler...Teoride zehir gibi pratik dersen sallanmaktalarla hayat geçmiyor...Beni umutlandıran, söz ve eylem birliği içinde olabilen insanlar...

Hoş insanın aşkları gibi gerçekleri de değişebilir Turgut Uyar'ın dediği gibi ama olsun, özün değişmez. İşte o özdeki gerçeklik arayışındayım.

İşte bu arayışta, başlıyorum eğrisiyle doğrusuyla yeniden yazmaya...

Eylül'e de selam çakmadan olmaz. Hoşgeldin Eylülcüm...


15 January 2016

Not Defterime Düştüğüm Sözler...

Yine filler tepişiyor, çimenler eziliyor... Zor zamanlardan geçiyoruz ama bu sefer tekrar günlüğüme dönmeyeceğim. Madem yazmaya karar verdim bloga, yazmaya devam...
*
Bu sıralar Bulutsuzluk Özlemi'nin şarkısı takıldı yine dilime...Bazen sokakta veya metroda avazım çıktığı kadar, "Uuuuuu biri anlatsın hemen, nedir bu normal?Uuuu canım sıkılıyor artık, yoksa ben miyim anormal?..." şarkısını söylemek istiyorum. Kendi içimden söylüyorum da, bu şarkıyı mesela sesli olarak metroda söylemeye başlasam, ben şarkıya başladıktan sonra, herkes şarkıya katılsa ve dahi şarkıyı birlikte söylesek güzel olmaz mıydı? Sosyolojik bir flash mob yaratmış olurduk birlikte;) Hem içimizde tuttuklarımızı müzik yoluyla dışarı çıkarmış olurduk hem de toplu bir terapi yaşamış olurduk...Fena mı? Sonra da atlardık metromuza, giderdik yolumuza...
*
Neyse, 2016'da Ocak'ın ortasına geldik, ben halaa 2015'i kapatamadım. Birkaç yazı kaldı, ha gayret diyorum...
-Not defterime düştüğüm sözler
-2015'in aklımda kalan 10 filmi
-2015'in aklımda kalan 10 kitabı
*

Her sene ajanda tutarım. Okuduğumda bana dokunan bir sözü mutlaka bu ajandama not ederim. Sene sonunda hangi sözleri not ettiğimi görmek bana ilginç gelir. Hangi ruh durumlarından geçmişim, hangi sözler bu dönemde bana eşlik etmiş? Hangisi beni dürtmüş, hangisi bana güç vermiş? Başlayalım bakalım...2015 kolay bir sene değildi, bu dönemde sözlerden çok destek almışım ki, bu kadar çok söz not almışım deftere...Aralarında bu sene aramızdan ayrılan kişilerin de sözleri var, onları da anmış olayım bu vesileyle...
Hatta numaralandırayım, size dokunan 1-2 söz olursa, belki numarasıyla paylaşmak istersiniz? (Ben de sizden bir cevap aldığımda mutlu oluyorum, bilesiniz...)

1-Dünyada değişiklik yapmakta başarılı olanlar, değişikliğe kendilerinden başlayanlardır.
Bernard Shaw

2-Önemli olan içinizdeki ışıktır. Kendiniz kendinize ışık olun. Dışınızda olan, dışınızdan gelebilecek hiçbir şeyden destek, dayanak aramayın.
Buda'nın son vaazı 

3-Herşeyden biraz kalır. Kavanozda biraz kahve, kutuda biraz ekmek, insanda biraz acı.
Turgut Uyar

4-Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsündür.
Andy Dufresne/Shawshank Redemptions

5-Dünya korkunçlaştıkça, sanat da soyutlaşmıştır.
Paul Klee

6-Dans edemeyeceksem, bu benim devrimim değildir.
Emma Goldman

7-Fazla iffetli bir gençliğin ardından, ikiyüzlü haz peşinde koşan bir ihtiyarlık gelir.
Andre Gide

8-"Keşke" yaşamın hakkını veremeyişin bedeli. Bil ki ey talib, bilgeliğin kapısı, insana ancak kendini yadsıyabildiği takdirde açılır.
Düdane Cündioğlu

9-Çocuklar, tanımadıkları bir ülkeye yeni gelmiş yolculardır.
John Locke

10-Ben güler yüze inanıyorum artık, gerisine bakmıyorum.
Cem Yılmaz

11-Bilimlerin en zoru, kendini bilmektir.
Miguel de Unamuno

12-Hüzün saklanabilir birşey değil. Ne renge boyarsan boya, dibi kendi rengiyle çıkıyor.
Başak Buğday

13-Hayat sıkı sıkı giyinmek değil, sıkı sıkı sarılıp birbirimizin sıcağında ısınmak demek.
Nermin Yıldırım

14-Sevdiği kadının aklı başından giderse, aşkını da kaybeder diye telaş eder insan. Yanlış. Aşk akılda değil, kalptedir.
Tarık Tufan

15-Hayat, kendini bulmak değildir. Hayat kendini yaratmaktır.
Bernard Shaw

16-Bir kadın, ne zaman kendi sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış olsa bile, tüm kadınlar için ayağa kalkmış olur.
Maya Angelou

17-"Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun?" dedi. Öleceğini bildiği halde yaşadığını unutmuştu.
Gabriel Garcia Marquez

18-Bilemezsin sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı, hiçbirşey içime sinmedi; altın madenine altın sunmanın ne anlamı var ya da okyanusa su. Düşündüğüm herşey doğu'ya baharat götürmek gibiydi...Kalbimi ve ruhumu vermenin bir yararı yok, çünkü sen zaten bunlara sahipsin...O yüzden sana bir ayna getirdim, kendine bak ve beni hatırla...
Mevlana

19-Dünyayı aydınlatmaya çalışmayın. Bulunduğunuz köşeyi aydınlatın.
Buda

20-Gülümsemek için mutlu olmayı beklersen, hayat boyu gülümseyecek fırsatı bulamayabilirsin.
Uzakdoğu sözü

21-Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya...
Gülten Akın

22-Dünyanın duyduğu hikayeler değişirse, dünya değişir.
Judith Liebe

23-Bir çatlak var herşeyde, ışık işte böyle girer içeriye...
Leonard Cohen

24-Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız, oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanırız.
Bernard Show

25-Kederlerin en tatsızı, insanın kendi kendini hor görmesidir.
Montaigne

26- Yüksek ve değerli ilişkiler, rollerimizi bırakarak mümkün olur.
Zeki Demirkubuz

27-Önemli olan insan doğmak değil, insan olarak vuslata ermektir.
Mevlana

28-Aldatıcı, iğva edici iyimserlik, gerçek kötümserliktir.
Karl Marx

29-Sanat anlatılamayanı anlatmaya kalkışmaktır ve yalnızlığımızdan kaynaklanır. Kimseye itiraf edemediğimiz şeylerden...
Zeki Demirkubuz

30-Dünya mükemmel olmadığı için sanat var.
Tarkovski

31-Mutluluk kısa süreli bir haz değildir. Çevreye, hemcinslerine dursuz duraksız bir yarar sağlama mücadelesidir. Mutlu ederek mutlu olabilir insan. Yazı adamının icraat adamı olması zor ama denemeye değer.
Mutluluğun sırrı zamanı unutmaktır. Zamanı unutursan mutlusun demektir.
Çetin Altan

32-Kendi vicdanınızdan hiçbirşeyi gizleyemezsiniz.
Anton Çehov

33-Ağrımasa bilir miydim yüreğimin yerini?
Sennur Sezer

34-Her zaman seni üzecek birileri olacaktır, yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğine daha fazla dikkat etmektir.
Gabriel Garcia Marquez

35-Hayat gelecektir, geçmiş değil! Bu geçmişin yaşanmadığı anlamına gelmez. Geçmiş vardır ama belirleyici olan gelecektir. Sana unutabilme yeteneğini verecek olan da budur. Aslında unutmak doğru sözcük değil Hiçbir boku unutmuyorsun. Ben tüm yaşadıklarımı nasıl unutacağım ki? Mesele, üstesinden gelmek.
Jose Mujica (Eski Uruguay Başkanı)

36-Kendimle çelişiyor muyum? 
Ne güzel, çelişiyorsam çelişiyorum.
(Demek ki çok genişim, içimde herşeyden var.)
Walt Whitman

37-Her insanda insanlığın bütün halleri vardır.
Montaigne

38-İki hep vardır. Bu harika, sihirli, yaratıcı, kamusal ve özel rakam belki de evrenin gizemli sırrıdır. İnsan iki kişiyi sevebilir, hepimizin içinde iki cinsiyet de vardır, taban tabana zıt duygular yan yana bulunur. Ben dünyayı böyle görüyorum.
Patricia Highsmith

39-Her durumda, her koşulda ve sonuçları ne olursa olsun ve kimin işine yararsa yarasın, hep ama hep ve hiç şaşmadan insan haklarının yanında olacaksın. Yanlış yapmamanın yegane yoludur. 
Ali Nesin

40-Cennet vatanımızda dört mevsimi bir arada yaşayabildiğimiz gibi, tüm çağları da bir arada yaşayabiliyoruz artık! 
Met-Üst (Ğ-Kasım 2015)

41-Yaşamına giren herkes, sana seni anlatmak için girmiştir. Bırakın başkalarına iyilik edip, kendinizi iyi hissetme, mutlu olma, huzurlu olma hazcılığını ve cennetten iyi yer kapma ticaretini, bir ucundan da siz tutun. Ya insan olur bir ucundan da siz tutarsınız ya da bahanelere sığınıp döner arkanızı gidersiniz.
Ali Denizci

42-Terörü durdurmak için..., bence tam tersine ilgilendiğin şeylerle daha çok ilgilenmen gerekiyor böyle zamanlarda. Yapacağın işe dört elle asılacaksın, daha iyisini yapmaya çalışacaksın. Bir şeylerle ilgilen, bir şeyler üret ki hayat devam etsin. Hayata karşı en iyi duruş yaşamak ve yaşamayı istemek...Ürettikçe çoğal, nefretinle değil...
Kaan Sezyum- Penguen 17 Eylül 2015

43-Dans eden insandan kötülük gelmez.
Mustafa Fırat Kabadayı


11 January 2016

Zihin Haritaları İle Açıl Susam Açıl!

Yıllar önce bir arkadaşımla iş üzerine konuşurken, 2 dakika içinde; önüme yapabileceğim iş fikirlerini sıralayıvermişti. Çok da artistik bir şekilde; oklarla şekillerle, bir sayfada gösterivermişti yapabileceklerimi. Kafamda büyüttüğüm herşeyi, pıt pıt gözümün önüne bir sayfada koyuvermesi, beni hem şaşırtmış hem de rahatlatmıştı. Sonuçta atla deve değildi kafamda büyüttüklerim...O büyük resmi bir çırpıda görmek, bana iyi gelmişti...

Tabi o sıra, bu yaptığının "Zihin Haritası oluşturmak" olduğunu anlamamıştım. (Sormamıştım da:) Bu sihirbazlık işinin Zihin Haritaları'yla ilgili olduğunu, başka bir arkadaşımın eğitimine gittiğimde öğrendim. Arkadaşım konuyla ilgili bir kitap tavsiye etti. Kitabı okuduğumda, gizli şifreyi çözmüşüm gibi hissettim;) 

Çağımızda herşey insanlara o kadar komplike bir şekilde veriliyor ki; 10 milyon kitap okumadan, 100 milyon eğitime gitmeden bazı şeyleri anlamamız mümkün değilmiş gibi bir his yaratılmaya çalışılıyor sanki üzerimizde. Halbuki bazen sayısız kitap okusak da, birşeyleri çözemiyoruz, bazen de bir kitap okumak, o şeyi anlamak için yeterli olabiliyor...

Hastasıyım bu başlıkların;)
Tony Buzan'ın kitabı da böyle bir kitap oldu benim için...Kitabı "bağlantılı düşünebilme becerimizi" bize hatırlattığı ve yaratıcılığı yüreklendirdiği için sevdim. Ama kitap, okur okumaz hayatınızı değiştirmiyor, baştan söyleyeyim;) 

Tony Amca diyor ki; "İnsan beyni, araç çubukları veya menü listeleri aracılığıyla değil, sinir sistemi gibi doğal bir sistemle çalışır. İyi çalışabilmesi için; doğal, organik akışı yansıtan araçlara ihtiyacı vardır. Bu araç "Zihin Haritası"dır. Zihin Haritası, tek boyutludan çift boyutluya, çok boyutlu düşünmeye doğru atılan önemli bir adımdır."

"Beynin İsviçre çakısı" olarak tanımlıyor Zihin Haritası'nı. Gözünüzde, açıldıkça açılan bir İsviçre çakısı canlandı mı? Canlanmadıysa, görselini de koyuverdim işinizi kolaylaştırmak için...İşte zihnimizde de birçok düşünce birbirine bağlı ve yeni çağrışımlarla yeni açılımlar ortaya çıkartabiliyoruz. Bu çağrışımlarda da, kullandığımız kelimelerin ve görsellerin rolü büyük!

Okulda, günlük hayatta ve iş hayatında, kafanızı kurcalayan her türlü durum için Zihin Haritaları işinize yarayabilir. 

Peki Zihin Haritası nasıl yapılır? 

En özet haliyle;
  
1-Bir hedef konu seçiyorsun kendine. Ve bu konuyu bir resim ile ifade ediyorsun. 
2-Merkezdeki resimden aklına gelen serbest çağrışımlarla çeşitli dallar çıkarıyorsun. Çıkardığın bu ana dallara; anahtar kelime veya görsellerini koyuyorsun. (Ana dallardaki kelimeleri büyük harfle yazmakta fayda var.)
3-Ana dallardan gene serbest çağrışımlarla ara dallar çıkarıyorsun, onları da anahtar kelime veya görsellerle ifade ediyorsun.

Harita bittiğinde, "Neredeydik, nerelere geldik?-Nil Burak" şarkısını söylüyorsun;) (Kafa böyle birşey işte, beyin nerelerden ne bağlantı kuruyor, anlamak mümkün değil, en iyisi mi kendisini serbest bırakalım...Neyse konuyu dağıtmayayım:)

Bu haritalamada; farklı renkler, çeşitli kalınlıkta kalemler kullanmak, kendinize özgü işaretlerle kodlamalar yapmak(***) istenen şeyler... Çünkü beynimizin renklere ve resimlere verdiği tepkiler daha fazla oluyormuş. (Sanırım prefrontal korteksimiz devreye giriyor bu aşamada;)
Bir de dallar arasındaki bağlantıları çizerken, aman diyim dalların bağlantısını koparmayın, nöronlarımızın ara bağlantılarının kopması gibi birşey bu! O bağlantıları kolay mı kurduk, hatta sizin için daha fazla önemli olan dallar varsa, onları kalınlaştırarak da çizebilirsiniz... Aklınıza gelen ama saçma olduğunu düşündüğünüz dalları da kırmayın, boşa gelmemiştir o çağrışım size, kalsın, gerekirse sonra budarsınız...

Zihin Haritaları hangi alanlarda işime yaradı?

ZH ile haftalık plan yapmak, beni disipline etti...
Normalde kafası dağınık bir insanımdır ancak bu haritaların, disipline olmamda etkisinin oldukça yüksek olduğunu söyleyebilirim. Bir kere, iki seneden beri; her hafta, haftalık plan yapıyorum. Bir sayfada; o hafta yapmam gerekenleri, planladıklarımı, yapmak istediklerimi net olarak görebiliyorum. Birşeyler yazıp çizdikçe, aklıma başka birşeyler daha geliyor. Sadece iş için değil, genel hayat planı. Zaten iş-özel diye bir ayrımı hiçbir zaman anlayamadım. Hepsi senin hayatın işte...Birbirinden bağımsız değil...Düzenli zihin haritası yaptıkça, neleri gerçekten yaptığımı, neleri aylarca salladığımı görüyorum. Önceliklerimi, zorunluluklarımı ve zamanımı planlamayı öğreniyorum.

ZH ile sunum ve eğitim taslakları hazırladım...
Sadece haftalık plan için değil, bir sunum veya bir eğitim hazırlayacaksam da haritalar faydalı oluyor. En azından ben faydasını gördüm. Şekillerle, farklı renk ve kelimelerle oluşturulmuş tek sayfalık taslakta; neyi, hangi sırada anlatacağını hatırlamak daha kolay. 

Zihni özgür bırakınca; gerisi geliyor, hediye fikri de, blog yazı fikri de...
Bu işin herhalde en sevdiğim yanı, beyinden gelen çağrışımlara kendini bırakma kısmı...Zihni zorlamadan, zihnin akışını takip etmek... 
Hepimizin doğal olarak yaptığı düşünme faaliyetini kağıda dökünce, dervişin fikri neyse zikri de ortaya çıkıyor:) Arkadaşlarıma hediye düşünürken bile, bu haritadan yararlandığım oluyor. Bazen blog yazısı hazırlamadan önce, aklıma gelen kelimeleri not alıp haritalandırıveriyorum. Konu konuyu açıyor...

Neyse çok anlattım, bu iş anlatılmaz, çizilir aslında;) 2 sene önce, Defne'nin "mutluluk ve mutsuzluk" ile ilgili yaptığı iki zihin haritasını, Defne'nin iznini alarak, sizlerle paylaşıyorum. 

Annenin ev işi, babanın gıcıklık yapmasından
mutluluk duyan bir çocuğumuz varmış:)
Çocuklar herşeyi görür, görmediklerini sandığımızda bile...
Haydi, zihniniz açık olsun...