Featured Post

20 May 2014

Nuri Bilge Ceylan ve Michael Hardt

Bugün okuyup, etkilendiğim 2 yazı oldu. Paylaşmadan günü kapatmak istemedim...

1. Arkadaşımın facebook'tan paylaştığı Nuri Bilge Ceylan röportajından bir bölüm. Ne kadar doğru demiş üstad...

'Bizim halk zayıflığı sevmiyor. Zayıflığın ne şekilde olursa olsun sergilenmesini bir erdem olarak görebilecek bir gelenek yok. Biraz da bu nedenle Erdoğan bu kadar oy alıyor. Mütevazılık falan hiçbir zaman gerçek bir üst değer olamamıştır bizde. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz. Kültürün bütün elemanları insanları şişinmeye, öğünmeye, defolarını gizlemeye itiyor. Bu da çok ağır bir yük taşımamıza neden oluyor. Gizlenecek şeyler devamlı birikiyor. İtiraf kültürü gelişse, bunları söylediğimiz zaman takdir görebileceğimizi düşünsek bunları açığa çıkaracağız. Yükten kurtulacağız. O zaman politikacı da özür dilemek için adeta fırsat kollayacak belki. Takdir göreceğini düşünecek. Ama bugün düşünmüyor, çünkü özür dilediği anda işini bitirecekler.'

                                                                                                             Nuri Bilge Ceylan

2. Pınar Öğünç'ün siyaset felsefecisi Michael Hardt ile yaptığı röportaj: Soma, Erdoğan için dönüm noktası olabilir!

Röportajda; Soma, yeni sınıf mücadelesi, Gezi ve benzeri hareketlerden bahsediliyor. Burada yazıdan1-2 alıntı yapıyorum ancak röportajın hepsini okumanızı tavsiye ederim...tamamını okumak için: tık

Hükümetin "bu ülkenin başbakanına yuh çekersen tokadı yersin" noktasına erişmiş muhalefet bastırma yöntemini nasıl buluyorsunuz?
Son bir yıldır hükümetin her türlü protestoya sadece güçle karşılık vermesi çok ilginç. Biber gazı harcaması bütçede gerçekten büyük bir kalem tutuyor olmalı. Benzer durumlarda hükümetler küçük ödünler verir, göstericilerinin bir kısmını kazanmaya çalışır. AKP sadece baskı kullanıyor. Genelde bu strateji çok uzun ömürlü olmaz. Hatta hükümet politikaları içinde en vahşi ama en zayıf olanıdır. Bunun er ya da geç geri tepeceğini düşünüyorum. AKP bana ne tavsiye edeceğimi sorsa, neyse ki sormayacaklar (sorsalar ne iyi olurdu-füs), esnek bir siyaset sergilemenin daha zekice olduğunu söylerdim. Bu sadece gaddarlık, çok da tehlikeli.

Bu da sizin alanınız...Hükümetlerin bir biyoiktidar biçimi olarak bir grubu "iç düşman" ilan edişiden, ağır militarist teçhizatlı polis gücünü, göstericileri sokak sokak yakalamaya, yaralamaya, doğrudan zarar vermeye yönelik kullanışından konuşurken "savaş" kelimesini kullanmaktan imtina etmeli miyiz? Bir hükümet vatandaşlarının bir kısmına savaş açmış olabilir mi?
Öncelikle haklısınız, bunu daimi bir savaş ya da bir tür savaş olarak tanımlamak doğru. Türkiye'de Kürtlerin iyi bildiği bir hal bu. Gezi'den sonra yaşanan da. Evet, hükümetler savaş mantığıyla politika üretebilirler. Ama yine de savaş dediğimizin farklı usulleri ve yoğunlukları var. İmtina edeceğim nokta, bunu kabul ettiğimiz anda "savaşı" şiddetlendirmiş olmamız. Öncelikli vazifemiz tansiyonu düşürmeye, insanları korumaya gayret olmalı. Son yıllarda dünyada Gezi'ye benzeyen hareketlerde yapılan yanlışlardan biri, savaşa savaşla cevap vermek oldu. Bunun sonu felaket. Çünkü polise karşı bu şekilde kazanmak asla mümkün değil.


Peki öneriniz ne?
Bunu ellerinizi kavuşturun ve asla protesto etmeyin anlamında söylemiyorum. Brezilya'da da benzer durum var. Başka teknikler bulmak gerekiyor. "Duran adam" eylemleri ilginçti örneğin. Öyle biçimler bulmalıyız ki, şiddetin dişleri sökülsün, kurtların öndeki o sivri dişini söker gibi...O en tehlikeli diştir ve söktüğünüzde işler değişir. 
....
Umutlu musunuz?
Öyle sormadığınızı biliyorum ama kimileri "umutlu"yu aşağılama olarak kullanıyor. Bize karşı olanın gücünü ve buna rağmen başardıklarımızı unutabiliyoruz. Bazen umut, sadece ne becerdiğimizi hatırlamaktır. 

Umutlu oluşunuza kinayeyle bakılıyorsa, neşenin politik olarak örgütlenmesinden, mutluluğun kurumsallaşmasından söz ettiğinizde iyice naif, sevimli falan bulunuyor olmalısınız. Öyle mi?
Bir de aşktan konuştuğumda öyle oluyor, evet. Sanırım insanlar beni duygusal ve de gayrı ciddi buluyor. Dini yanından bakan var, alakası yok oysa. Kuşaklarla da ilgisi var bu algının. 1960'lar, 70'ler kuşağı politikayı vazife duygusuyla ele alıyordu, neşesiz bir militanlık söz konusuydu. Bu yüzden de politika geçici olarak yapılıp sonra hayata devam edilen bir aktiviteydi. Son on yılda politikayı neşeyle yapan bir kuşak var. Gezi Parkı'nı o dönem gezenler neşeyi de, aşkı da fark etmiş olmalılar. Politika artık hafta sonlarında ya da geçici bir süre, üstelik mutluluktan uzak kalarak yapılan birşey değil.






2 comments:

  1. Fusuncum izninle NBC'nin yorumunu facebook statume kopyaladim cunku cok begendim :)

    ReplyDelete
    Replies
    1. Ne demek Neslihancım:) Yorumunu ancak görüyorum, cevabım o yüzden geç oldu, sevgiler...

      Delete