Featured Post

18 June 2014

Rizom Kalır...

Bir önceki yazımı pek hüzünlü buldum. Oluyor işte, insanın duygu durumu her zaman aynı olmuyor...
İnsanın bu durum değişkenliğini Montaigne pek güzel anlatmış, sözü burada ona devredeyim, devam ederiz...

"Benim işim gücüm kendimi incelemek: Yapacak başka işim de yok zaten. Bakıyorum da öyle çürük taraflarım var ki, söylemeye zor varıyor dilim. Sağlam oturaklı neyim var? Her an sendeleyip düşebilirim. Gözlerim bir şöyle görüyor, bir böyle. Açken başka bir adamım sanki, yemekten sonra başka. Keyfim yerindeyse, hava da güzelse, kötü kişi değilim. Ama bir nasır canımı yakmaya görsün, asık suratlı, aksi, yanına yaklaşılmaz bir adam olurum. Aynı atın yürüyüşü bir rahat gelir bana, bir rahatsız; aynı yolu bir uzun bulurum, bir kısa, aynı biçim bir hoşuma gider, bir zıddıma. Bir gün her işe yatkınım, bir başka gün hiçbir şey gelmez elimden. Bugün sevindiğim şeye yarın üzülebilirim. İçimde durmadan değişen, ele avuca sığmayan bir sürü duygu. Kara kara düşünceler, derken bir öfke; ağlamaklı bir haldeyken, birdenbire taşkın bir sevinç. Kitapları karıştırırken bakarım, dün içinde türlü güzellikler bulduğum, okudukça coştuğum bir yer, bugün birşey demez olmuş bana. Eviririm, çeviririm, orasını burasını okurum, nafile: O sayfalar boşalmış, yabancılaşmıştır artık benim için...
Kendi yazılarımda bile her zaman, ilk duyduğum, düşündüğüm şeyleri bulamam. Burada ne demek istemiştim acaba derim; değiştiririm çok kez ve yitirdiğim ilk anlamın yerine, ondan daha değersiz bir yenisini koyduğum olur. Aynı yolda bir gider bir gelirim: Düşüncem her zaman ileri götürmüyor beni, bir o yana, bir bu yana yalpalıyor, gelişigüzel..."

Güzel anlatmış değil mi? Üstelik bu satırların altını yıllar önce çizmiştim, üstünden yıllar geçse de, okuduklarım pek yabancılaşmamış bana:) İnsanın özü değişmese de, duygu&düşünce durumları haliyle zaman zaman değişebiliyor. Yıllar önce bir arkadaşım bana; "İnsan, ancak kendinden emin olabilir" demişti. Ben de ona "İnsan bazen kendinden bile emin olamıyor, buna ne diyeceksin?" demiştim. O konuşma geliverdi birden aklıma bu satırları yazarken...

Var işte böyle halleri insanoğlunun, çok da yüklenmemek lazım bünyeye... Neticede insanız, hata yapmaya müsait varlıklarız. En iyisi; doğaya, sevgiye, müziğe, işe, güce, mizaha... işte neyle doldurmak istiyorsan o üç noktayı, o şeylere bırakıp gitmek kendini...

Zira felsefi düşüncelere fazlaca daldım bu sıra. Felsefenin de fazlası zarar! Ufaktan çıkacağım bu dalıştan ama son olarak Jung'un hayat ile ilgili yazdığı birkaç satırla bu yazıyı noktalamak istiyorum...

"Yaşam; bana her zaman kendi rizomu(yer altı gövdesi) üzerinde yaşayan bir bitki gibi görünmüştür. Esas canlılığı görünmez, rizom'un içinde gizlenmiştir. Toprağın üzerinde boy gösteren kısmı sadece tek bir yaz boyu yaşar. Sonra solar, kurur ve çürür; çünkü o gelip geçici bir hayaldir yalnızca. Yaşamın ve uygarlığın sonu gelmeyen bu doğup büyüme ve sona erme sürecini düşününce, her şeyin boş olduğunu düşünmekten kurtulamıyoruz. Ama yine de bu sonsuz akışın altında yaşayan ve kalıcı olan bir şeyin hissini asla yitirmedim. Bizim gördüğümüz çiçektir, geçer. Rizom ise kalır."

Bu da rizomun hediyesi olsun:








No comments:

Post a Comment