Featured Post

26 August 2013

ağustos böceği

ağustos böceğinin gerçek hikayesini bilir misiniz? sunay akın'ın anlattığı versiyonu severim ben:

"Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama olarak 12 yıl bekler. Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos.
Yani topu topu bir ay... Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.
Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir. Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay...
Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok.
Siz olsanız çalışır mıydınız, şarkı mı söylerdiniz?"

nereden çıktı bu ağustos böceği hikayesi derseniz, kendimi bu ay ağustos böceği ilan ettim! erkek- dişi takılmayın. kendimce, belli zorlukları aşarak, iş hayatımda bir karar noktasına geldim. aslında bu kadar afilli yazmama da gerek yok, işten ayrıldım:) önümüzdeki dönemde başka iş alanına geçmeyi düşüneceğim ama bu ay hiçbirşeyi düşünesim yok. 39 yıllık ömrümde, en azından bu ağustos ayında, kendime kıyak geçme hakkı verdim. gelecekle ilgili hiçbir şey düşünmeyip sadece bugünü yaşıyorum. ne şahane birşeymiş böyle yaşamak...gözümden sis perdesi kalktı. hep böyle yaşamalı be insan, ağustos böceği gibi şarkı söyleyerek, her günü dolu dolu hissederek, sindirerek...ben daha ziyade başı kesik tavuk gibi yaşıyordum son dönemlerde:)
*
ağustos ayında yardımcı teyzemiz köyüne gitti, her sene bir ay gider zaten. çalışırken bu dönemde, defne'yi ayarlamakta zorlanırdım ama bu sene nefis oldu gitmesi...
evde gerçek işlerle haşır neşir olmak bana bu dönemde çok iyi geldi.
-bir kere yardımcı teyzemizin değerini daha iyi anladım. (her çalışan kadın, böyle bir dönem geçirmeli bence ki, yardımcı teyzelerinin değerini iyice anlasınlar, dırdırlanıp durmasınlar.)
-evde her gün yemek yapıyorum. hiç yemek yapmayan biri değildim elbet ancak ne yalan söyleyim, yemek yapma konusunda titrek bir kadındım. ablam ve annem ne kadar becerikliyse, ben de o kadar ezik hissederdim bu konuda. walla konuyu abartmayıp, yemek yapmaya bodoslama dalınca, bayaa da iyi yemek yapabildiğimi gördüm. defne ile mit hevesle masaya oturup, o yemekleri bitirdi mi mest oluyorum, kendime güvenim geldi:). kek işini halaa beceremiyorum ama, kabarmıyorlar bir türlü! olsun kızlar yaparken eğlendi o gün...
portakallı ıslak kek:) defne: sosu koymadan daha mı iyiydi anne?
-ne çok çamaşırımız oluyormuş yahu. çamaşır yıka, çamaşır as, ütü yap. bu rutin işleri bu dönemde bolca yapıyorum. ama hayatımın aydınlanmalarından birini de, bir gün ütü yaparken yaşadım. onu da başka bir yazıda anlatırım.
-ne iş yaparsam yapayım, müzik dinliyorum. annem de iş yaparken radyodan müzik dinler, sanatçıya eşlik ederdi... ay ne keyifli birşeymiş müzikle iş yapmak...o şarkıların dünyasına dalarak, moddan moda sekmek...
-evi her gün topluyorum, arada da süpürüyorum.
-çiçekleri çok ihmal etmişiz, onlar da kendine geldi şimdi.
-defne ile bol bol vakit geçiriyoruz birlikte. hem onun arkadaşlarıyla hem benim arkadaşlarımla birlikte görüşüyoruz, arada minik arızalar çıksa da, bayaa eğleniyoruz.
-defne de, evde gerçek işlerle meşgul olmayı seviyor. becerikli bir kız (belki ben de öyleydim, ah o kodlanmalar, kıracağım ulen tüm kodları!). yemek hazırlıklarından, ev süpürmeye, ütüye kadar herşeyi yapıyor. hatta geçen gün tam 1 saat ütü yaptı, o kadar iyi yapıyordu ki, bırakmışım kendi haline, koltukta sızmış kalmışım...




-pazara gitmeyi özlemişim. pazarda eskiden alışveriş yaptığım pazarcılar beni tanıyınca, çok sevindim. defne ile pazarda resmen kendimizden geçiyoruz. ne cennet ülkede yaşıyoruz!
-araba kullanmam minimuma indi. her işi mahalle içinde halletmeye çalışıyorum. defne'nin sık görüştüğü arkadaşı, zaten bir paralel sokağımızda. manav, kasap, bakkal 5 dakika. yürüyüş yaptığımız park biraz yokuş yukarı ama o kadar da olacak, spor niyetine...
-neyse özet olarak; fiziksel olarak kıçımın çıktığı ama kafamın da bir o kadar berraklaştığı bir dönemdeyim.
-kitap da okuyorum, henüz tam istediğim kıvamda değil, olsun. olanı kabul edip, şükrettiğim bir dönem...
okuduğum kitaplar:)
tembellik hakkı:) (paul lafargue)
bozkırkurdu (hermann hesse)
how to be idle:) (tom hodgkinson) 

kitaplardan ayrı bir yazıda bahsedebilirim.
yarın bir haftalık tatile çıkıyoruz. tatile çıkmadan en azından bu yazıyı yazayım istedim. döndüğümde malum eylül olacak:) aman her ayı hakettiği şekilde yaşayacağız işte, melankoli gelirse kapıya, git mi diyeceğiz? onun da kendine göre bir güselliği var...

coştum gece gece, belki bir yazı daha patlatırım;)

hadi iyi geceler...

daldan dala...

daha önceden yazdığım ve fakat yayınlayamadığım bir yazım vardı, önce onu yayınlayım da, taslaktan hayata geçsin yazı. sonraki postta bugüne geliris:)
***
üniversitedeki erkek arkadaşım "füs, ne zaman değişeceği belli olmayan dört mevsim gibidir ama en çok bahar olmak ister..." diye yazmıştı yıllığa. aradan geçen yıllara bakıyorum da, fena bir saptama yapmamış.
hakikaten değişken bir ruh halim var. ama genel gayretim günün sonunda, baharı yakalayabilmekte...
kendimi dövmeyi bırakıp, sevdiğim hallerimi daha çok benimsedikçe, daha bir güzelleşiyor sanki hayat. ama tabi hayat bu, sorgulamalar da bitmiyor...

neyse, daha önceden okuyup altını çizdiğim, "hııımmm iyiymiş" dediğim, birkaç kitaptan, yazıdan alıntı yapayım en iyisi...

...İşte disipline sokulması gereken duygulardan biri de sevgi duygusudur. Daha önce belirttiğim gibi, bu duygu gerçek sevginin kendisi değil, kateksisle bağlantılı olan duygudur. Beraberinde getirdiği yaratıcı enerjiden dolayı saygı duyulması, geliştirilmesi gereken bir duygudur ama eğer başıboş bırakılırsa, sonuç gerçek sevgi değil, karışıklık ve verimsizlik olur. Gerçek sevgi insanın benliğini genişletmesini içerdiğinden, muazzam bir enerjiyi gerektirir; ama ister beğenin ister beğenmeyin, enerji stoklarımız da tıpkı bir günün saatleri gibi sayılıdır. Herkesi birden sevemeyiz. Tüm insanlığa sevgi duyabileceğimiz doğrudur, bu da bize belli birkaç kişiye sevgi gösterebilmek için gerekli enerjiyi sağlar. Ama gücümüz ancak birkaç kişiyi gerçekten sevebilmeye yeter.
(Az Seçilen Yol-Dr. M. Scott Peck)

"Ne istediğimizi bilmemiz normal değildir. Çok ender ve zor bir psikolojik başarıdır bu. (Abraham Maslow-Motivasyon ve Kişilik)

(Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı- Alain de Botton kitabında Maslow'un bu sözüne yer vermiş.)

Herkes için farklı tabii bu durumlar. Öyle olması da doğal. Kiminin küçük derdi, öbürünün cehennemi, ya öyle ya da tersi. Kimine göre ölümdür gerçek dert, kimine göre yaşam. Nasıl ayırt edeceğiz küçüğü büyükten diye dert etmeyin boşuna, başına gelince anlıyor insan. Siz siz olun, küçük dertlerin şımartan aromasından uzak durun. Sevdiklerinize sahip çıkın, sevmek büyütür insanı, gerçek dertlerle boğuşurken, sevdikleriniz kadar varsınız, sevemedikleriniz sizin kaybınız. Hafta sonu becerebilirsem adaya gideceğim. Kim bilir, belki de aynı şiirdeki gibi şehre bir film gelir, bir güzel orman olur yazılarda ve adada başlayan Kalamar hikâyesi, adada biter haftaya. 
Neyse ki yok olmak zor, insanın birazı hep kalıyor tabakta, yeter ki insan açgözlülük etmesin. Güneşli bir hafta sonu diliyorum. Allah kimseye gerçek dertler vermesin.

(Berkun Oya, Damak, Radikal 17.05.2013)


farklı dönemlerde okuduğum bu yazıları alt alta koyunca bir özet yapma ihtiyacım doğdu!
özetim;
1-enerji stoklarımız sayılı, enerjini ota boka harcama füs!
2-hayatta ne istediğini bilen insanlara her zaman hayranlık duymuşumdur, "ulen ben niye böyle net bilemiyorum hayatta ne istediğimi?" diye hayıflanırdım. maslow amcam bunun o kadar da kolay bişi olmadığını söyleyerek beni rahatlattı, yaşa!
3-"siz siz olun, küçük dertlerin şımartan aromasından uzak durun!"

hadi iyi geceler...

23 July 2013

Before Midnight

Dün seyrettiğim "Before Midnight"'ın hala etkisindeyim. "Yaz rehavetindeyim, diyalogu yoğun bir film bana ağır gelir" diyorsanız film sizi açmayabilir ancak hayat hakkında gerçekçi, sıkı bir bir film seyretmek istiyorsanız, lütfen "Before Midnight"a gidiniz. Özellikle bizim kuşağa söylüyorum, huuuu!
(Eğer serinin ilk 2 filmini önceden seyretmediyseniz, öncelikle onları seyretmenizi öneririm.)

"Before Death'"den önce seyredilecek 3 film:)

Before Sunrise


Before Sunset


Before Midnight

15 July 2013

kişisel gezi tarihim

31 mayıs'ta gezi'ye bir gitmişim, gidiş o gidiş...
öncelikle, bu günleri unutmamak için, kısaca kendi "kişisel gezi tarihim"i yazacağım. biliyorum birçok insan benzer şeyler yazmıştır ama, ancak bu yazıyı yazdıktan sonra diğer konulara geçebileceğim.
o kadar çok şey var ki yazılacak...mutlaka atladığım şeyler olacaktır...
aslında aşağıdaki karikatür anlatacağım şeyleri pek güsel toparlamış. hangi berk olduğunu bilemediğim berk'in alamadığım izniyle, o karikatür üzerinden yazıya devam edeceğim...


  • 31 mayıs akşamı, hayatım boyunca sürdürdüğüm apolitiklikten kurtuldum ve "artık yeteeeer!" diyerek kendimi sokağa attım. 
  • ilk defa gaz maskesi aldım, işin ciddiyetini maske alırken anlamasam da, sıraselviler'de polisin biber gazıyla karşılaşınca olayın vehametini anladım.
  • başta acayip korktum. ama sokağa ilk defa çıktığı belli olan bizim gibi tipleri görünce ve bizi sürekli sakinleştiren sağduyulu insanların desteğiyle, korkum azaldı. haksızlığa karşı çıkan insanların arasında olmaktan huzur duydum. yaşadığımı hissettim. 
  • met üst'üm ne güsel söyledi : sinirlenince çok güsel oluyorsun türkiye... güselleştik gerçekten...
  • yedik gazları, çekildik, sonra tekrar yürüdük, gene gaz attılar. sonra gene geldik. tek yaptığımız alkış protestosuydu. bütün gece gaz bombası bitmedi.
  • eve geldiğimizde doğal olarak hemen tv'yi açtık. hiçbir kanalda haber olmayınca, "yaşadıklarımız gerçek değil miydi, niye hiçbir yerde bir haber yok?" diye delirdik. tabi en çok delirteni de cnntürk'ün penguen belgeseliydi. medyanın çaptan düştüğünü biliyordum da bu kadar çapsız olabileceğini düşünememiştim. yazıklar olsun...

  • o gece, ece temelkuran'ın yazdığı twit de çok anlamlıydı: Evet, Diyarbakır'ı da 30 yıldır bu medyadan izlediniz! Şimdi herkes her şeyi anladıysa beraberce önümüze bakabiliriz!
  • bu medya yokluğunda, twitter ve halk tv imdadımıza yetişti! twitter'ı efektif kullanmaya başlamak da, bana bu dönemde nasip oldu. hoş hala oradan birşeyler yazmıyorum ama rt'yi bile bilmeyen bir insandım, şimdi fikrine değer verdiğim insanları oradan takip ediyorum ve  önemli şeyleri paylaşıyorum. bu da bir aşama benim için:)

  • neyse her günü, böyle uzun uzun yazmayacağım. sonraki günler de her gün olamasa da gezi'ye gittik. 
  • her gün gündem değişti, gelişti...şahane görüntülere sahne oldu gezi. 



  • ve şahane mizaha...gençlerin dünyayı algılama şekline ve en zor durumlarda bile en şık şekilde cevap vermelerine hayran oldum ve gençlerimizle gurur duydum! odlü'lü gençler de mezuniyet törenlerindeki protestolarıyla ayrı bir "saygılar!"ı hakediyor!




  • işte bu noktada john lennon'a da bi selam göndermek istiyorum...
  • "toma, poma" gibi kavramlar girdi hayatımıza. 
  • çapulcu olduk. çapulling şarkılarıyla dans ettik.

  • kırmızı elbiseli kadın, duran adam, çıplak adam gibi sahici kahramanlarımız oldu.  çocuklarının yanına direnişe desteğe gelen anneler ise benim baş kahramanlarım oldu. ezeli rakipler bjk-fener-gs taraftarları biraraya geldi. çarşı gönüllere taht kurdu. takım tutmam ama beşiktaş benim takımım oldu.
  • tencere tavalar çalındı günlerce. ışıklar yakıldı söndürüldü. tencere tava çalınmasından komşu kavgalarına geçiliyordu ki, eylemler şekil değiştirmeye başladı.
  • sansür uygulayan medya kuruluşlarını, holdingleri protesto ettik ve hala da protesto etmeye devam ediyoruz. bu durumdan en çok yakınan defne oldu. "oraya gidelim, yok gitmiyoruz, buraya gidelim, yok gitmiyoruz, dondurma alalım, kitap alalım, yok oralardan almıyoruz..." 
  • defne'nin yanında çok gaza gelmemeye çalışsak da, o da tüm olanlardan bir şekilde etkilendi. mesela evde monopoly oynarken, taksim'e geldi piyonu. taksim'i neşeyle almak isteyip, "her yer taksim, her yer direniş" sloganı attı:) abbasağa parkı'na foruma gittiğimizde, gümbürtülü bir ses geldi yakınlardan. ben "acaba havai fişek mi? "diye sorarken, " ya da biber gazı?" diyiverdi. neyse, yaşının çok ötesinde şeyler vermemeye çalışsak da, o alacağını sünger gibi almaya devam ediyor...
  • yurtdışı basın, bizi, bizim medyadan daha net anlattı. gelişmeleri ironik bir şekilde yurtdışı basından takip ettik! gezi'deki durumu anlatan tayvan animasyonunu anlamak için, o dili bilmeye elbette ki gerek yoktu...
  • yurdışından gezi'ye birçok destek geldi. joan baez, patti smith, chomsky... gibi sevdiğim insanlar gezi'ye destek verdi. 

  • gezi, tüm direnişlerin sembolü oldu. 
  • uzun yıllardır ülkemle ilgili duyduğum umutsuzluğum, gezi sayesinde azaldı. "benim hala umudum var "şarkısını mırıldanmaya başladım...
  • haksızlık arttıkça, halk sokağa dökülmeye devam etti. ya da halkın %50'si mi demeliyim? doğru ya, rte, "halkın yarısını zor evde tutuyorum dememiş miydi?" ne güsel insanlardı o antikapitalist müslümanlar...bu dönemde başta rte, tüm devlet yetkilileri en nadide demeçlerini verdiler. favorilerim: 
  • milli eğitim bakanı nabi avcı: “muhalefetin senelerce uğraşsa da başaramayacağı bir şeyi 5 günde başardık ve normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan birbirinden çok farklı kesimleri grupları, fraksiyonları toz duman içerisinde birbirleriyle buluşturduk.” 

  • ankara bbb melih gökçek : "vallahi sizi bir kaşık suda boğarız ama dua edin ki biz demokrasiye inanıyoruz.. bizde kaba kuvvet ve eşkıyalık yok" 
  • istanbul valisi hüseyin avni mutlu: "gençler, gezi parkında kuş sesleri, ıhlamur kokusu ve arı vızıltısıyla huzurlu bir sabah varmış doğru mu? aranızda olmak isterdim."
  • işte bu güzellemelerden sonra olanları yazmaya elim bile gitmiyor. sadece haklarını talep eden onlarca insan, polisin ve hükümetin orantısız gücüne maruz kaldı. yüzlerce kişi sebepsiz yere gözaltına alındı. gaz saldırılarında yaralanan insanlara yardım eden doktorlar sorgulandı. adliyeden avukatlar yaka paça çıkarılarak gözaltına alındı. mesleğini hakkını vererek yapmaya çalışan insanlar boyun eğmedikleri için cezalandırıldı ve cezalandırılmaya devam ediyor. olaylarda birçok genç insanımız yaralandı, bazıları gözünü kaybetti. en acısı da, 5 genç insanımızı bu vahşi saldırılarda kaybettik. o gençlerin anne babalarının yüzü gözümün önünden gitmiyor...
  • umutlu başladım yazıya ama bu acılar yüreğimi dağlıyor. 
  • bu gençlerimiz için, çocuklarımız için, kendimiz için artık kıçımızı kaldırma zamanı. 
  • dünya değişiyor. bu bir tek rte meselesi değil bana göre. bu şekilde tüketmeye devam ederek, bu hırsla, birbirimizin üzerine basarak bir yerlere gelemeyeceğiz. sadece dünyayı yok edeceğiz. hakkı yenen için sesimizi çıkarmadığımız sürece, iç çığlığımız biraz daha büyüyecek. artık hayatımızın sorumluluğunu almaya, birbirimizi anlamaya, birbirimize destek vermeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. başkasına el vermediğimiz sürece, kendimizin de kurtulamayacağı çok açık değil mi? 
  • gezi benim için, birçok insan için bir uyanış oldu. artık geri döndürülemez bir noktadayız. iyi ki de öyleyiz...gezi'de birçok güsel tohum atıldı, şimdi onları yeşertme zamanı! yapılan bütün eziyetlere rağmen, insanca mücadele devam ediyor ve devam da edecek...
  • "sen ne yaptın?" derseniz... şu dönem parklarda yapılan forumlara katılmaya çalışıyorum. pazar günü de bir parkta şenliğe katıldık, onun ayrıntılarını da bir sonraki yazıda yazacağım. 
  • bundan sonrası için neler yapabileceğime bakıyorum,  gelin birlikte neler yapabilirize de bakalım...ben dünyayı güselliğin kurtaracağına inanıyorum...
  • yazıyı da bu dönemde yapılan bir belgesel ve birkaç gezi şarkısıyla bitiriyorum. 
  • "yaşasın bağzı şeyler!":)))








31 May 2013

gezi parkı'ma dokunma!

şu an öyle bir durumdayım ki, hiçbir şeye konsantre olamıyorum. boğazım düğüm düğüm. yalnız ve güsel ülkemde olanlara içim acıyor. öyle bir duruma geldik ki, artık yeşili talep etmek bile suç oldu. gezi parkı'nın avm olmamasını istemek bir vatandaşlık hakkıdır. yeşil bizim hakkımızdır. zaten hepi topu 3-5 yeşil alan kaldı istanbul'da, tek nefes alabildiğimiz alanlara saldırmayın, yeter artık!

bu nasıl bir hırstır? nasıl bir zihniyettir? anlayamıyorum. talep ettiğimiz tek şey yeşil alan. bu kadar basit! bu polis saldırıları, biber gazları, basınçlı sular neyin nesi? hangi akla mantığa sığar yapılanlar? nasıl rahat uyur bunu yapanlar?

birkaç gün önce londra'daydım, şehrin merkezindeki regent park'ta sere serpe çimenlere yayılmış insanların rahatlığını, mutluluğunu düşünüyorum şu an. şu yaşananları onlara anlatsak, nasıl bir tepki verirlerdi acaba?

nasıl düşünsem diye düşünüyorum, bir yanım çok umutsuz ama diğer taraftan da umudumu korumak istiyorum. kurban moduna girmeye niyetim yok. insanların sesini duymazdan gelemezler. sesimi, sesimizi daha çok çıkartmak, en azından mücadele etmek lazım diye düşünüyorum. aslında düşünceden öte, daha çok eylem gerekiyor. gezi parkı'na gideceğim bugün.
"her şerden bir hayır çıkar" diyerek kendimi mi avutuyorum acaba?
olsun inandığımı söylemeye devam: parklarımıza, yeşilimize dokunmayın, yaşam hakkımıza dokunmayın, yeteeeeeer!!!

bunlar da yaşandı, tarihe geçsin...
nasıl yeşil istersiniz dayağı...
hayalimdeki yer, mutlu sonla bitireyim, neden bizim de regent park gibi parklarımız olmasın?


20 May 2013

pazar listesi

dün akşam yatmadan önce, radikal'de gündüz vassaf'ın yazısını okudum. düşünmeye değer şeyler listelemiş bence. gündüz vassaf'ı duyalım:)


Küresel ısınmanın tetikçisi, atmosferdeki karbondioksit oranı son 400 milyon yılın en yüksek düzeyinde. Alo! Beni duyuyor musunuz?
1. Devlet dairesinde, berberde, karakolda, kahvede, okulda çerçeveli devlet büyüğü resmi yerine bir yaşını geçmemiş çocuk resimleri konmalı.
2. Her ülkede yılda bir gün bayraklar indirilip dünya vatandaşlığı günü kutlanmalı.
3. İnternet iletişim hakkıdır. Ücretsiz olmalı.
4. Herkes için yeni otomobil alınması 10 yılda bir olarak sınırlanmalı.
5. Mesai saatleri herkesin ihtiyacına göre esnekleştirilerek farklı saatlerde başlayıp bitebilmeli.
6. Çocuklar din seçiminde özgür kılınmalı. 18 yaşına kadar ibadet yerlerine, kültür amaçlı ziyaretler dışında alınmamalı.
7. İsimlerimiz cinsiyetimizle özdeşleştirilmemeli. Kimsenin isminden cinsiyeti anlaşılmamalı.
8. Bir gün uzayda canlılarla temas kurulduğunda, politikacılarla askerleri susturup, onları şairlere tanıştırmalı.
9. Evlilik kurumu belirli sürelerde yenilenebilir sözleşmelerle düzenlenmeli.
10. Meclis’te birbirlerine saldıran milletvekilleri ayda bir düzenlenecek maskeli baloda çember çevirip uzuneşek oynayabilmeli.
11. Trafik yeşil ışıkta durmalı kırmızıda geçmeli.
12. “Merhaba”, “Nasılsın?” gibi beylik kelimelere ambargo konmalı. İnsanlar tanışırken kendilerine özgün söz ve dokunuşlarla birbirlerine yaklaşmakta özgür olmalı.
13. Hapishanelerde siyasi mahkûmların 1 Mayıs’ları iktdar temsicilerinin onlara bizzat götüreceği çiceklerle kutlanmalı.
14. Sınır kapılarında pasaport polisleri renkli, neşeli sivil kıyafetler giyebilmeli.
15. Alışveriş merkezine dönüştürülen havaalanlarında müzeler açılmalı. Konserler düzenlenmeli. Film gösterilmeli. Kütüphaneler olmalı.
16. Otomobilleri şehir merkezinin dışına atmalı. Yaya yolları yürüyen kaldırımlar, yürüyen merdivenlerle döşenmeli.
17. İşveren, mesai saatleri dışında çalışanlarına internet ve cep telefonu üzerinden mesaj yolladığında onlara harf başına ücret ödemeli.
18. Hep devlete yükleniyoruz. Silah üretiminde çalışan işçiler greve çağırılmalı.
19. Çocuklara insan hakları, yetişkinlere çocuk hakları öğretilmeli.
20. Ufak çocukları ilk gördüğümüzde onlara şirinlik yapıp sonra yokmuş gibi davrananlara ne yapmalı?
21. “Seni seviyorum”un karşılığı “Ben de” olmamalı.
22. Uçakta, otobüste, trende saatlerce yan yana oturanlar neden birbirlerine “İyi yolculuklar” dilemekten çekinirken, biri lafı açarsa bardaktan yağmur boşanırcasına konuşurlar?
23. Birisine telefon ettiğinizde önce “Müsait misin?” diye sormalı.
24. “Çocuğum olmasaydı boşanırdım” deyip hayatı kendilerine ve çocuklarına cehennem edenler, bir de çocuklarının fikrini sorsalar.
25. Psikiyatristlerin ruh hastalığı diye koydukları teşhislerin diğer hastalıklar gibi klinik bulgulara dayanmadığı gerçeği, sigara paketlerinde ‘Sağlığa zararlıdır’ ibaresi gibi kitlelere duyurulmalı.
26. Tüketicilerin dikkatine!: ABD şirketlerinin ‘çağdaş’ zekâ testleri dünya psikologlarının ekmek teknesi. Testler o kadar çağdaş ki, Eflatun, İbrahim Peygamber ya da Leonardo Da Vinci muhtemelen çakardı. Ne yapmalı?
27. Çocuklarına kendilerini örnek gösterip sonra da onların yanında “Zamanımızda her şey iyiydi, dünya kötüye gidiyor” diyen yetişkinlere çikolatalı dondurma yememe cezası verilmeli.
28. Çocuklar son kölelerimiz. ‘Sahiplik’ kavramı, yuvalardan itibaren tartışmaya açılmalı. Otomobil sahibi olunabilir. Çocuk sahibi olmak?
29. Futbol anayasasının birinci maddesi: “Bahsi müşterek varsa şike kaçınılmazdır.”
30. Denizler, kutuplar ve uzay, devlet ve özel teşebbüs tekellerinden ırak olmalı.
31. Dil bilgisi sorusu: Evlenince evli, eldiven giyince eldivenli olurken, neden inanana tanrılı denmiyor?
32. 10 Mayıs 2013 tarihli New York Times haberine göre küresel ısınmanın tetikçisi, atmosferdeki karbondioksit oranı son 400 milyon yılın en yüksek düzeyinde. Alo! Beni duyuyor musunuz?

16 May 2013

vertigo

uzun süre yazmayınca, söze nereden başlayacağımı bilemiyorum genelde. bir süredir bloga yazmıyorum ancak defterimde kendime notlar yazıyorum. kendi kendime koçluk yapıyorum diyebilirim, o da iyi geliyor ama ayarı iyi tutturmak gerek. herşey pat diye çözülmüyor, belirli bir  akışı var hayatın, bunu kabul edip yola devam ettiğimde, daha huzurlu oluyorum.
zaten ayarı kaçırdığımda vücudum alarm veriyor. geçen gün "vertigo" denilen zatla tanıştım. adını havalı bulurdum, kafa hafif döndüğünde de fena olmuyor ama çok dönerse, işte o fena... dr'a gittim ve dedi ki; "dinlenin, hatta tatile çıkın":), üstüne bir de ilaç verdi. "ilacı kullanırken alkol alabilir miyim?" dedim. "normalde verilmez ama sizi rahatlatacaksa, neden olmasın?" dedi. sevdim doktoru:) neyse, şu an evdeyim, yavaşlamak pek iyi geldi.
hanımelileri kaçırmayın!

yavaşladığımda çevremin daha çok farkına vardığımı görüyorum. mesela başım döneli beri, daha yavaş yürüyorum, daha yavaş hareket ediyorum. parktaki yaşlıları, bebeleri daha net görüyorum. mis gibi kokan hanımelilerini, ıhlamurları daha bir sindire sindire içime çekiyorum. yapmak zorunda olduğum işleri yapıp, gerisini bırakıveriyorum...akşam evde koşuşturup durmuyorum. bir parka gidip boş boş etrafıma bakmanın keyfini yaşıyorum. hani utanmasam, "iyi ki vertigo olmuşum" diyeceğim ama vücudum bana ikazda bulunduğu için de, gerçekten seviniyorum.
bu çiçeğin adını bilmiyorum ama ilgimi çekti.

hadi bu yazıyı u2'nun vertigo şarkısıyla bitireyim, konuya uysun:). başka yazacaklarım var...